// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

23 Ocak 2012

Kainatta yapayalnız kalmış erkek çocukların Hikayesi: Erken Kaybedenler - Emrah Serbes


























Yanımızda olduğu halde fark edemediğimiz bazı öyküler vardır. Bu öykülerin içinden bir parça her zaman kendinizden bulursunuz. “ Erken Kaybedenler’’ isimli bu kitapta öyle bir öykü. Eskilere ,kaybettiklerinize, sert geçen mahalle maçlarına, ettiğiniz kavgalara, suçladıklarınıza, aşık olduğunuz komşu kızına, aşık olduğunuz kızın annesinin ne denli bir güzelliğe sahip olduğuna, delikanlılara, serserilere adanmış bir kitap.  Tüm başrollerimiz Emrah Serbes’in “ Erken kaybedenler” kitabında toplanıyor.  Emrah Serbes yoldan çıkmış manifestoyu kendi ezberinde yazarak okuyucuya   çocukluğunda yaşadığı eski anıları hatırlatıyor. 

Hepimizin çocuklukta yaşadığı ebeveyn diyaloglarını samimi bir dilde aktarıyor Emrah Serbes. Çoğu hikayede anlatılanlara tanıklık ettiğimiz için hikayelerin çoğu yabancı gelmiyor bize. Kolay vazgeçişlere, baştan çıkmalara, ucundan da olsa politikaya Emrah serbest " Erken kaybedenler" kitabında yer veriyor. Kitabın en önemli yanı hikayelerin içinde geçen diyaloglara yabancı kalmamanız. Her birini birebir yaşamasanız da bu hikayelere tanıklık ettiğini biliyorsunuz.  


Hikayeleri genele yayarak değil de her bir hikayeyi ele alarak  değerlendireceğim kitabı. Hikaye hikaye değerlendirirken spoiler göze çarpacaktır, görmezden gelin demek doğru olmaz. 

Anneannemin Son Ölümü : Anneannenin toplumun dışında kaldığına dair bir portre çiziliyor. Lafını esirgemeyen, torunuyla bir ömür geçiren, onunla her şeyini paylaşan, matematik hocasına kancık diyen bir anneanne , partilerin söylediklerine inanmayan torunundan yardım alan biri , cesur bir kadın.  

Toplumda dayatılan fikirleri hiçe sayan bir anneanne ve bir torun.. Seçim zamanında torununun fikriyle  " TKP’’ye oy veren , herkese posta koyan bir anneanne.. Altı çizilecek yerler de var. Devlete dair, sevgiye dair çoğu şey..

“ Ayrıca imkan olsa terör örgütlerine veririm oyumu çünkü bu devletin yıkılmasını istiyorum, çünkü annem babam öldüğü zaman hiçbir şey yapmadı devlet ,ayrıca Yasemin düşünmek için süre istediği zaman hiçbir devlet büyüğünün araya girip işleri yoluna koymak için çaba sarf ettiğini de görmedim. Hep boş vaatler; yaralar sarılmadı.”

"  Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü, şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü. Büyüdükçe öyle küçüldüm ki içimde taşacak bir  şey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim.”

“ Rastgele bir numara çevirdim, genç kız açtı."Pardon devlet memuru musunuz?""Sapık mısınız?""Hayır. Memur musunuz?""Değilim." "Güzel. Ben sapık değilim siz de memur değilsiniz. Peki o zaman bu şehrin en işlek caddesi hangisi acaba? Herkesin bir gün mutlaka geçeceği cadde." "Ne bileyim, İstiklal Caddesi herhalde. Sen kimsin?""Bu hayatta rastgele çevirdiği telefon numaralarında karşısına çıkan seslerden başka kimsesi kalmamış biriyim. Belki de ben senin şuuraltınım.""Kaç yaşındasın sen? “

“Beni boş ver. Konu ben değilim ki. Hiçbir zaman da olmadım. Asıl sen kimsin? Senin heyecanların neler, tutkuların neler, hayal kırıklıkların neler? Şu hayatta başın sıkıştığında ilk kimi ararsın? Seni karşılıksız seven insan kimdir, ne bok yersen ye seni bağrına basacak kimdir? Eğer böyle biri varsa bu akşam onu ara, halini hatırını sor bu vesileyle. Yoksa sen de bir gün benim gibi yapayalnız kaldığında, ufacık bir şeyi danışmak için bile arayacak kimseyi bulamazsın. Bu sözlerimi harcanmış yıllarımın manifestosu olarak kabul edebilirsin. Çünkü büyük bir tecrübeyle konuşuyorum, tecrübe ıstıraptır güzelim ve zannettiğinden çok daha fazla ıstırap çektim. İstersen sonra yine araşalım,  daha 64 dakika bedava konuşma hakkım var çünkü."

“Sevgi budur, gözlerini kapadığında  oradadır ve bir milyon sene sonra bir milyon insan arasında da görsen ,ha işte o dersin.’’

“ Sonuçta sevilen her kadın güzel bir şarkıdır, bütün sözlerini hatırlayamazsın belki ama melodisi aklında kalır “

“ Anneannem bir insanı görür görmez anasını bacısına küfretmiyorsa ondan hoşlanmış demektir. Ekstradan bir şey söylemesine gerek yok.”

“ Kazanın yıl dönümünde fıttırdım. Annemle babamı aynı mezara gömdüler çünkü. Hayatta olduğu gibi ölümde de beraberler. Bu düyaya beni dışlamak için gelmiş iki tip, ölümleri bile değiştiremedi bunu. Moralim o kadar bozuktu ki bakkala gittim, cin tonik istedim, sadece cin verdi, tonik ayrı bir şeymiş ve yokmuş, parka oturdum birazını içtim.”

“ Cinin yarısını içtim , yere kustuktan sonra anneanneme haksızlık yaptığımı düşündüm. Kaç sefer kardan adam yapmıştık bahçede. Bayramın birinde Çeşmeye tatile gitmiştik. Kuşadası’nda yer yoktu. Ben bütün rezervasyon işlerini internetten yapmıştım. Hatta oradayken yat turuna  bile çıkmıştık, anneannem denize kusmuştu, yine ölüyordu az daha. Kimin için? Tabii ki de benim için. Ayrıca o , bütün dünyaya posta atmış bir insan. Pazarcının yüzüne ezik domatesleri fırlatmıştı bir kere. Bugün eli bıçaklı psikopat pazarcının yüzüne domates fırlatan insan, Roma devlerinde yaşasa Spartaküs’ün ordusuna katılmaz mıydı “

“ Hastaneye vardık.Anneanneme sarıldım, yanaklarından öptüm, kokusunu içime çektim. “ Anneanne ölmeyeceksin değil mi “ diye sordum. “ Sen ölürsen ben yapayalnız kalırım. Ve biliyorsun yalnızlık berbat bir şey. Lütfen Ölme! Biz muhteşem bir ikiliyiz. Ölmeyeceksin değil mi? “ 

Zannettiğin Gibi Değil:   Barmenler her zaman sizi kapı dışarı eden patronların yalakalarıdır. Görüntünüze bakınca sizi bara almayan barmenler.  Genellikle gıcık insanlardır.  Bu öyküde  büyüme sancıları çeken, abisinin peşinden giden onu taklit eden yeni  yetme ile tanışıyoruz. Fırlamanın teki.   Ağzı bozuk aynı zamanda abisinin sevgilisine göz koyan biri. Babalarını  kaybeden bu yeni yetmenin yanında kimse yoktur. Ama dayak yediğinde yardımına koşan abisi vardır. Öyküde Barmenler için geçen söz her şeyi anlatıyor

“ Barın önünde durmuş, herhangi birinin çıkmasını bekliyordum. El ele tutuşmuş iki sevgili çıkarken kapıyı tutup girdim, barmene bakmadan yürüdüm. Barmenleri sevmem, genellikle gıcık insanlardır. Dünyanın en önemli işinin kokteyl yapmak olduğunu zanneden, bu yanılgının büyüsüyle de kasım kasım kasılan tiplerdir; yüzlerini görmeye bile tahammül edemiyorum.”

“ Beraber olmak isteyen ama çevre şartları nedeniyle olamayan, kamufle edilmiş arzularla dolu iki kişiydik o kuytu bar köşesinde. Biz sevişemediğimiz için aramızdaki muhabbetin kendisi sevişmeye başlamıştı. Hep devrik cümleler ,kesik kesik, soluk soluğa. Bu tarz gerilimleri uzatmayı severim. Nilüfer gibi genç kızlara karşı iki taktik kullanmak gerekir. Bir, istediğini saklama. İki, zamanı sen belirle” – sf 25

“ Belki de yanlış yapmıştım. Nilüfer’in çekingenliğini hesaba katmalıydım. Annesini on yaşındayken kaybettiğini duymuştum, belki de bu onarılamaz acı ona ömür boyu sırtında taşıyacağı bir ürkeklik aşılamıştı. Buna uygun davranmalıydım, onu ürkütmemek için sahte tavırlar takınmalıydım. Ama yapamıyordum işte, benim kusurum da buydu ,özü sözü bir olmak” –sf 28

“  Sen serhat gibileri bilmezsin güzelim. Adamı iyilik yaparak avuçlarının içine almaya bayılırlar, sonra da çig çiğ yerler. Onun arabası var, kayığı var, oltası var. Yaptığı sadece sadaka dağıtmak. Bana balık tutmasını öğretme Nilüfer, bana balık ver! “ –sf 30

“ Yalnız geçirdiğim gecelerde, siz yan odada sevişirken gıcırdayan yatak yaylarını dinlediğim oldu güzelim dedim boş bira şişesiyle oynarken. O an orada dünyanın en büyük haksızlığının yapıldığını biliyordum. O an orada gerçek bir erkek gibi davrandım ve dünyayı ayağa kaldırmadım. Sizi rahatsız etmedim, konsantrasyonunuzu bozmadım. Ama sadece cinsellikten bahsetmiyorum burada. Seni düşündüğüm için konuşuyorum. Serhat çok şanslı olabilir ama senin için bir talihsizlik bu ilişki.” – sf 31

Korhan Ağbi’nin Kardeşi:  90’lar, mahalle maçları, hafızada kalanlar , mahalle maçları için edilen kavgalar, kız uğruna girilen münakaşalar.. Mahalle maçlarından tanıdık gelen diyaloglara tanıklık ediyoruz bu hikayede, ve her zaman bu mahalle maçlarında “ Abi”  diye ortaya çıkan tipler vardır, ve bu hikayede kahramanımız güzel bir kız olan Aycan’ı ellemek peşinde olan Erhan. Futbol ve hayat benzeşmesini bu hikayede bulmak mümkün ve futbol terimlerinin yalnızlığa olan yakınlığını da hikayeyi okudukça daha iyi anlıyoruz.  Mahallede yapayalnız kalan Erhan’ın durumunda olan kim olmamıştır ki?  İşten haksızca çıkarılan Grevi sonuçlanan babanın evde sevinç naraları atılmasını da izliyoruz bu hikayede.


Bu öyküden birkaç alıntı..

 Erhan küstü gitti. Cümle alem siksin ki bir daha konuşmayacakmış. O gidince tamamen yalnız kaldım. Mahalle maçlarını kenardan seyretmeye başladım. Çünkü Gözde Yapı Kooperatifi futbol takımında Erhan, hem santrafor, hem kaptan, hem antrenör, hem de kulüp başkanı gibi bir şeydi. Şu hayattaki bütün torpilim oydu.”

“Eve gidip kitabı okumaya çalıştım. Beş sayfa sonra sıkıldım. Orhan Kemal iyi bir yazardı muhtemelen ,beş sayfadan çıkardığım sonuç, ders kitaplarında okuduğum şeylerden daha güzel olduğuydu. Ama bana okumanın kendisi saçma geliyordu. Birinin anlatmak istediği bir şey varsa, başından geçen ilginç bir hadise örneğin, doğrudan bana gelip anlatmasını beklerdim. Eğer bunu herkese birden anlatmak istiyorsa film falan çekmeliydi. Ayrıca filmlerde insanlar gülerler,  ağlarlar,  öpüşürler, her şeyi görürsün. Kitaplarda böyle bir şey yok,  sadece her okuyana göre değişen bir takım yaklaşık hisler var,   görüntüyü sen yapıştırıyorsun üstüne. Olmayan bir filmi kafanda çekmeye çalışıyorsun hiçbir şey görmediğin halde her şeyi gördüğünü zannediyorsun. Ayrıca bir kitabı herkes aynı anda okuyamaz. Ama filmi pek çok kişi salonda seyreder. Video bile olsa  en azından iki üç kişi aynı zanda seyredebilir. Ve tabii sevgilinle beraber seyrediyorsan el ele tutuşabilirsin, konuyu kaçırmayacak oranda öpüşebilirsin. Bunun da yarattığı bir enerji var. Film akar, kitap durur..”

“Başka kiminle arkadaşlık yapabilirim acaba diye düşündüm, sınıfımdaki çocukları geçirdim aklımdan, kimseyle yapamazdım. Yalnızlığa mahkumdum. Benim Kaderim buydu zaten, maça alsalar bile değişmiyordu. Onlar hep birlikte oynuyordu, ben kalede yapayalnız bekliyordum. Sonra da gol yiyince kızıyorlardı.”

“ Kendimi o kadar suçlu hissediyordum ki, grevin ne olduğunu soramadım. Bizim yaptığımız kötülükle bir alakası olduğuna emindim ama. Bir hafta sokağa çıkmadım. Yüzümün rengi uçtuğundan, hastayım zannettiler. Annem aspirin, novalgin ve ecza dolabındaki diğer bütün ilaçları denedi üstümde. Babam da bütün gün evdeydi, ara  sıra çaktırmadan ona bakıyordum, yüzünde bir belirti arıyordum. Kaygılıydı ama beni görünce hafiften gülümsüyordu yine. Çözemiyordum. Öğrendiyse bile çok iyi saklıyordu bunu, belki de kulağına birşeyler gitmişti ama beni suçlamadan önce emin olmak istiyordu. Babam durduk yerde suçlamaz beni, iyi bir adamdır, kızları kazan dairesine götürüp sapık arkadaşlarının kucağına atmaz, bana benzemez. Grevi sordum. Gözlerini, tamiratıyla uğraştığı mini fırından ayırıp beş saniye kadar dikkatle süzdü beni, yediğim haltları sanki o an anlamış gibi başını sallayıp gülümsedi.  Artık her şeyi konuşmanın zamanı geldi diyerek karşıma oturdu, yüzü birden ciddileşince sırtımdan soğuk bir ürperti geçti. Keskin el hareketleriyle öfkeli bir şekilde konuşmaya başladı, iyice korktum. Arada bir soluklanıp “ Anlıyorsun değil mi koçum” diye sorduğunda başımı sallıyordum ama hiçbir şey anlamıyordum. Yani öyle elini sallayıp durması, aniden kaşlarını çatıp yumruğunu sıkması dikkatimi dağıtıyordu. Bana mı kızıyor acaba diye düşünmekten neye kızdığını anlayamıyordum tam olarak. Sadece bir süre daha işe gitmeyeceği belliydi” sf 55

 “ Aradan bir ay geçti. Her gece Aycanla konuşmaya yemin edip  her sabah vazgeçtim. Erhan’ın anlattığı olası hapishane hikayelerimiz yüzünden, kabuslarımda yüzlerce kez şişlendim. İlk yazılıların hepsinden zayıf aldım, sekiz sefer okuldan kaçtım, sağda solda sarhoş gibi gezdim. Annem veli toplantısından suratı beş karış bir halde döndü. “Bütün dersleri zayıf” dedi “ Sekiz günde okuldan kaçmış”  - sf 58 

Denizin Çağrısı:   “ Denizin Çağrısı” öyküsünde Deniz kıyısına giderken yanına kova küreklerini mi yoksa yeni alınan plastik kamyonunu alması gerektiğine bir türlü karar veremeyen ufak bir erkek çocuğunun yaşadığı ikilemi okuyoruz. Kumla oynarken kurulan arkadaşlıklara tanıklık ediyoruz. 


“ Kış geldiğinde Sedef’i bütünüyle unutmuştum. Doğrusu şöyle; hatırlayıp ,hatırlayıp unutmuştum. Sanki aramızda hiçbir şey yaşanmamış gibi. Alelade bir yaz aşkı gibi. Sanki Sedef ancak ismi geçtiği zaman hatırlanan hayalet arkadaşlardan biriymiş gibi. Sanki deniz kenarında bütün gün kumdan kale yapmamışız gibi, sanki pansiyonun sahanlığında yan yana oturup konuşmamışız, yıldızlara bakıp nedir bu kainatın esbabı mucibesi diye düşünmemişiz gibi. Unutmanın acısı, ayrılığın acısından farklı. Ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. Yani birini er geç unutmaya mahkum olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum. Birini yavaş yavaş unuttuğunun bilincine vardığın anların sıkıntısından bahsediyorum. Belki de neden bahsettiğimi bilmiyorum, sadece üzülüyorum. Vasıfsız keder.

“ Sonuçta kendini özel zannetmeyeceksin, çok üzücü bir şey ama böyle… Bir gün öleceksin ve hayat devam edecek. Dedem ölmüş ama babam yaşamaya devam etmiş örneğin. Bu da yazılı olmayan kanunlardan biri.” – sf 65

“ Denize zaten herkes kovayla gider, yazılı olmayan kanunlardan biridir bu, mayo giymek gibi bir şey. Ama kamyonda yeniydi yani, henüz tadı kaçmamış sakızlar gibiydi. Zaten yeni oyuncuklar her aman eskilerin pabucunu dama atar.” – sf 65

“ Çünkü ben ilk bakışta aşka inanırım. İlk bakışta şöyle bir şeydir, insanlar birbirine kovan yok mu diye sormazlar bir kere. Öyle bakarlar bir an, merhaba derler, isimlerini söylerler, bu arada taraflardan biri küçük espri patlatır, başla ilişki.” – sf 65 

Emrah Serbes/Erken Kaybedenler/Cahide:   Heyecanlar, söyleyemediklerimiz, söylemekten korktuklarımız.. Cahide öyküsü bu tür şeyleri içinde barındırıyor. Mahalle'de 6 erkeğin peşinde koştuğu güzel bir kıza tanıklık ediyoruz bu öyküde, olan oluyor mevzu kopuyor Cahide en sonunda başkasıyla evleniyor,o hengame de olaylar geliişiyor. Cahide hakkında mahallede dedikodu dolaşıyor,ama  tek bir kişi Cahide hakkında kötü düşünmüyor. Herkesin hayatında bir defa değil belki birkaç defa yaşayacağı şeyler üzerinden ilerliyor bu öykü. 

“Cahide’ye yıllara meydan okumak için aşık olmuştum. O yirmi bir yaşındaydı, ben on bir. Benle beraber altı yedi arkadaş daha aşık olmuştu hemen kendisine. Sadece birbirimizle değil, tarihle de mücadele ediyorduk.” –sf 79

“ Gece balkonda bekledim. Cahide’yi sorguya çekecektim. Niye böyle bir şey yaptın diyecektim. Orospu olmak zorunda mıydın? Ben senin için ölümlerden dönmüşüm, polis sorgularından geçmişim, cemiyette horlanmışım, dövülmüşüm sövülmüşüm, yüzüme tükürmüşler. Ne önemi var gerçi, ben bu aşk için her türlü çilenin üstesinden gelmesini bilirim. Yeter ki sen orospu olma. Olduysan da oldun, ne yapalım. Seni kurtarmaya hazırım. Kendimi senin için feda etmeye hazırım” – sf 84

“ Yaz bitmeden Cahide’nin evleneceği haberi geldi. Daha fazla adı çıkmadan apar topar evlendirmek istiyorlardı herhalde durumdan habersiz biriyle. Uzaktan akrabaları mı neymiş, Samsun’lu. Samsun’a gelin gidecekti. Bir sabah davul zurna sesiyle uyandım. Cahide’yi almaya gelmişler. Dikizlerine havlu asılı bir sürü araba. Herkes balkonlara doluşup seyretmeye başladı. Hatta Cahide gelinliğiyle apartmandan çıkarken duygulanıp ağlayanlar bile oldu. Düne kadar arkasından dedikodu yapan küçük insanların ikiyüzlü ruh halleri işte. Bizim çocuklar gelin arabasının önünü kestiler. Damat bey camdan bir zarf attı, zarf rüzgarda havalandı, benim önüme düştü tabii ki.  Zarfı aldım, içine baktım göz ucuyla yirmi lira, mali dengem açısından muazzam bir paraydı. Küçük bir kararsızlığın ardından cebe attım. Zarfı da buruşturdum, fırlattım plakasında ‘mutluyuz’ yazan Megane’ın ardından. Cahide bu tavrımı gördü mü bilmiyorum” –sf 85

-Öğretmen zararlı olmasın dedi.
-Kitabın zararlısı mı olur?
-Bilmiyorum işte, zararlı olmayacakmış.
-Onun gibi öğretmenin ta amına koyayım!”

Üst Kattaki Terörist: Ağabeyi yedi yaşındayken şehit olan bir erkek çocuğunun  “şehit kardeşi olmak durumuyla” baş etmeye çalışırken, üst katına taşınan saçı sakalına karışmış, mahallelice “terörist” ilan edilen erkek üniversite öğrencisiyle kurduğu arkadaşlığın öyküsü.  Günümüzü anlatan, yanlış anlaşılmalara sebep olan barış isteyen bir kürt ile  abisinin intikamını almak isteyen birini konu alıyor  bu öykü.   

Girişi  şöyle öykünün.


 “Ağabeyim yirmi yaşında bu vatan için şehit oldu. Siz büyük şehirlerin ışıklı bulvarlarında elinizi kolunuzu sallayarak rahatça yürüyebilesiniz diye o gitti Çukurca’da mayına bastı. Ben yedi yaşındaydım o zaman. Cenaze günü çok güzel bir komando üniforması çektiler üstüme, mavi bereli. Ağlarsam, teröristlerin sevineceğini söylediler, tuttum kendimi, hiç ağlamadım.”

 Alçakgönüllü Arzular:  İngilizceyi sevmeyen birinin yaşadıklarıyla alakalı bir öyküyle karşı karşıyayız. İngilizceyi  sevmeyen bir serserinin İngilizce   öğretmenine haylazlık yapmaya çalışan babasının aşağılanmasına maruz kalan bir haylazın hikayesi.

İngilizce öğretmeninden gözleri kamaşmış, gözlerini öğretmeninden  alamayan bir karakter yaratmış Emrah Serbes bu öyküde.    Haylazlıklar, piçlikler hepsi bu öyküde. Anılara dair çoğu şey var.  Aynı zamanda baba-oğul mevzusuna da  el atıyor Emrah Serbes. 



“ Vaktinde biri ülkemizdeki bütün kızları çok pis korkutmuş, hiçbirinde gerçeği söyleyecek cesaret bırakmamış’’

Kimi Sevsem Çıkmazı:     Ergen erkek hikayeleri edebiyatımızda işlenmeyen bir konu. Emrah Serbes bu öyküde ergen hikayesine değiniyor. Sabah akşam çalışan didinen aynı zamanda aşkına karşılık alamayan bir ergen konu alınıyor. Bu ergen her türlü mevzuda başı çekiyor. Yaz aylarında harçlığını çıkartmak isteyen çocuklara da değiniyor bu hikaye. Ama ağırlıkta olan konu aşkına karşılık alamayan ergenle alakalı.   Her çocuğun yaşadığı durumu Emrah Serbes yine etkileyici bir üslupla anlatıyor.

“ Çıktım gittim. Birahane. Altı bira, bir kâse fıstık. Handan'ın annesine telefon açtım. "Alo. Seni seviyorum," dedim...- Sen kimsin?- Nurullah hocam. Nurullah Bülent Berke Kamiloğlu. Hepsi benim. Kamiloğlu Ticaret Tüpgaz ve Damacana Su Bayisi'nin veliahtıyım. Kocanı terk et! Bana gel.- Nurullah ne diyorsun sen? Delirdin mi?- Konu bu değil.- Konu ne?- Kocandan ayrıl bana gel. Seni seviyorum. Sana cesaretim var. Sana hazırlık yaptım! Bu hayat denen maskeli baloya seni sevmek için geldim. Bu şiirsiz dünyanın kalbi olmak için geldim. Merak etme, kızlara da çok iyi babalık yaparım.- Nurullah bunları duymamış olayım.- Niye?- Ne demek niye?- Neden olmaz? Bir sebep söyleyebilir misiniz hocam?..Cevap yok...- Baktığım için mi?- Nurullah saçmalama evladım.- Sevimli görünme tutkum yüzünden mi? Heyecandan boş tüpü unuttuğum için mi?- Nurullah sen sarhoş musun?- Konu bu değil. Suçum ne? Neden olmaz?- Nurullah kapatıyorum.- Kapatma intihar ederim. Kapatırsan kafama sıkarım, şakam yok.- Ne intiharı, ne diyorsun çocuğum sen?- İntihar etsem ne çıkar. Öldürdünüz zaten beni, yaşatmadan öldürdünüz.- Kim öldürdü?- Siz.- Nurullah evladım, kendine gel.- Kocan yüzünden mi? Kocanın çok önemli bir adam olduğunu mu düşünüyorsun? O meyveli sodayı Türkiye'ye getirdiyse biz de ilk emniyet supaplı tüpü getirdik bu şehre. 


Hikayede  Babası ile ilgili durumu  Ecevit ‘e oy vermesini şöyle izah ediyor.  O olayı da şöyle anlatıyor Emrah Serbes

“ Babam cezaevinden çıktığı günden beri Ecevit’e oy verir. Adalet onun sayesinde yerini bulmuş. Sadece kendi davasında değil, bütün memleket meselerinde de böyleymiş. Oysa babamın bütün arkadaşları MHP’lidir. Sarkık bıyıklı, takımla gezen, ciddi tipler. Ecevit MHP’yle koalisyon yaptığında en çok babam sevindi. Sanki koalisyonu kuran kendisiymiş gibi, her an telefon açacaklar da bakan oldunuz diyeceklermiş gibi ağzı kulaklarında gezindi ortalıkta bir iki hafta” – sf 117

“ -Samet sol görüşlüymüş dedi birden
-Aşırı mı?
-Evet Baykal’a oy vermiş
-Bunun üzerine benim siyasi görüşümü sordu. En nefret ettiğim soru tipi, seçimde kime oy verdin mesela, herkes soruyor, sana ne! Senin verdiğine vermediğim kesin
-Niye sordun
-Merak ettim. Sen de mi solcusun?
-Hayır dedim. Ben muhafazakarım canım. Muhafaza etmek istediğim şeyler var. Bunların başında da sen geliyorsun. Aramızdaki yaş farkına rağmen seninle sürdürdüğümüz düzeyli arkadaşlığımız geliyor.”- sf 137


  

Kadınlarla ilgili tespiti şöyle yapıyor Emrah Serbes

 “ Bir kadını unutulmaz yapan şey ,bir vakitler ona duyulan arzunun şiddetiyle doğru orantılı değil midir ? O arzunun kıyısında, gerçekleşme olasılığının tam yanı başında, sanki arada başka hiçbir engel yokmuş gibi rahat davranabilmekle, kendini o tatlı yanılsamaya kaptırabilmekle doğru orantılı değil midir? Bu olgununda mı sorumlusu benim mutsuz geçen çocukluğum ? Cevap? Yok! Kalırsın öyle…’’

Bütün yazı dükkanda çekirdek çıtlayarak geçirdi, Günlük tutmaya karar verdi.   İş’ten kurtulmak için bütün yolları denedi ama işe yaramadı hiçbiri.   Kendini bayılacak gibi hissettiği günlerin birinde Handan’ı aradı.

 Annesi, kardeşi bir başkasıyla gelse önemli değildi. Sadece gelmesi yeterliydi. Ama hazırladığı onca lafı yutmak zorunda kaldı çünkü Handan hasta ve gelemiyordu.  Dursun Amca ,kendisine bir adres yazdırdı.

Adres handanların adresiydi. Dursun amcası, babasının en yakın arkadaşıydı, her koşulda babasının yanında olmuştu. Handan’ın annesi aramıştı onları.  Tüp söylemişti.  Üç ismi vardı bazen berke bazen Nurullah bazen Bülent derlerdi. Handan’ın annesi çekinme gir demişti Nurullah’a. Çok ılık ve davetkar bir sesti.  Nurullah içeri girdi. Sonra konuşmaya başladılar. Bir şey okudun mu diye sormuştu Handan’ın annesi ama okumayı sevmiyordu Nurullah. 

 Nurullah Handan’ın annesini izledi. Her şeyi ortadaydı.  Külotun ince kıvrımlarına kadar takip etti, ne külot giydiğine  bile baktı.   Çok uzun sürmemişti bu.    Bir an önce parayı alıp evden çıktı, her şey karışmıştı.  Handan’ın bir çocukla beraber olduğunu duydu.  Bülent gel demişti  babası, başını önde eğerek girdi. 

Sonra babası birkaç soru sordu. Gözü şişmişti.   Yalan söyledi ama babası yemedi bu numarayı.  Sonra isyan etti bıktım böyle yaşamaktan diyerek.  Her gün aynı şeyleri yapmaktan sıkılıyordu, herkes sevgilisiyle sevişirken o tüp taşımaya devam ediyordu. Hayatı sıkıcı yapan şeylerden biriydi  . Babası ‘’ evladım ben sakatım ‘’ dese de Bülent’i inandıramadı.

 Katilsin sen diyerek bağırdı.  Her zaman yaptığını yaptı birahaneyi girdi oturdu iki bira söyledi masaya yumruğunu vurdu. Eve dönmesi için uzun süre düşündü sonunda karar verdi eve dönmeye .

  Dursun Amcası, babasının beklediğini söyledi. Babası, Bülent’e silah verdi ona atılan yumrukların hesabı için.  Yine mesele Ecevit ‘e bağlanmıştı. Bülent Ecevit olmasa kendisinin bile olmayacağını düşünürdü. Bülent’e artık okuluna bakmasını söyledi.  14’lü elinde handanların kapıya dayanmıştı. Belli ki bir delilik yapacaktı.

 Handan’ın kardeşi seslendi birden diğer ismiyle " Berke abi sen misin diye ".  Sonra birkaç soru sordu ,belli ki handan onu başka şeyler söylemek için göndermişti. Sonra kendi hakkında neler düşündüğünü Handan’ın kardeşinden duymak istiyordu.  Yakın davranıyordu.  Okullar açıldı bütün yaz tatili boyunca Handan’ı ,kardeşini ve annesini düşündü. Morali öyle bozuktu ki canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Her şeyi bir kenara bırakmıştı.

 Handan’ı bahara kadar beklemişti ama Handan’dan halen ses seda yoktu. Sonunda Handan’a telefon etmişti Bülent. Ama cevap vermiyordu Handan,demek ki onun gözünde Bülent diye biri yok diye düşündü.  Handan, tamamiyle onu silmişti hayatından ya da Bülent öyle düşünüyordu. 

Bülent, eve gitmiş morali bozuktu.  Annesine birkaç soru sordu. Artık  sevilmediğini düşünüyordu.  Bunun berbat bir şey olduğunu herkes bilirdi.  Sonrasında delirmiş bir şekilde Handan’ın annesine telefon açtı.

 Telefon dediği tek şey şuydu "  Alo,seni seviyorum " .  İnsan bir şeyleri söylerken zamanını mı beklemesi gerekiyordu yoksa  her an söyleyebilecek gibi hazır mı olmalıydı?

Günler geçiyor Nurullah kafayı yiyordu. Handan’ın kardeşi konuyu birden Samet’e getirmişti, onun sol görüşlü olduğundan bahsediyordu.  Nurullah da sevmezdi bunu, gerçi Handan’ın kardeşi o’na Berke diyordu ne de olsa 3 ismi vardı.  Yine yaz gelmişti her şey daha da boka sarıyordu.

 Dursun Amcası ölmüş tüpçü tamamen Berke’ye kalmıştı.  Handan’ın kardeşi yine uğruyordu her geçtiğinde. Berke Abisini eve davet ediyordu, bir şeyler olduğu ortadaydı.  Eve çağırmıştı . Amacı onu Samet ile yüzleştirmekti.  Samet, darbeyi indirmişti.  Daha da kötü olmuştu Berke.  Silahı çıkarmıştı Samet’i korkutmak için.  Handan’ın kardeşi yapma diye bağırıyordu bir yandan.  Artık her şey sona ermişti.  Bu öyküden sevdiğim bir kısım




 “Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?”
“Hangisini?”
“Otomatik yanan, sensörlü lamba.”
“Hayır!”
“Komşu görmüş, yalan söyleme. süpürge sapıyla kırmışsın dün gece.”
Önüme baktım..
“Neden kırdın?”
Cevap yok!
“Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle..”
“Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?”
“Lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim; lambanızı sikiyim, kaç paraysa veririz. sen değerlisin benim için.”
“Beni görünce yanmıyordu baba.”
“Nasıl ya?”

“Görmezden geliyordu, yanmıyordu. kaç sefer yok saydı beni.”
“E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.”
“Hadi ya! sahiden mi?”
“Evet. ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.”
Babama sarıldım, yıllar sonra…’’ 


Öykülerin her birinde kendinizden bir parça bulacaksınız ,hüzünleneceksiniz. Eski anılar aklınıza gelecek. Yaptığınız serserilikler, Mahalle maçlarında kırdığınız ev camları,  aşık olduğunuz komşu kızı ya da olmadığınız ve yaz aşkları…
Emrah Serbes hikayeleri bodoslama anlatan bir yazar olduğu için ergen çocuklara nasihat vermeyerek “ ergen hikayeleri” dümdüz anlatarak mevzuya inmiş. Taşrada ve Kainatta yapayalnız kalmış erkek çocukların hikayelerine tanıklık edin!


Cem Kurtuluş, 2012


0 yorum: