“
Vurdu gol oldu” bir futbol terimi olsa da bunu bazı şairler
için kullanmak doğru olacaktır. Kaan Koç bu isimlerden biri. Edip Cansever ,Turgut
Uyar’dan beslenen, aynı zamanda Camus’un” “Hayatta ne
öğrendiysem futboldan öğrendim ; çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden
gelmedi. “ sözüyle 90+'larda gol atan bir isim Kaan Koç. Başka biri Kaan Koç için “ Rövaşata atan Şair”
tanımını yapmıştı, çok haklı bir tespit. Benim içinse vurdu gol oldu sözü Kaan
Koç için anlaşılabilir olacaktır. Rövaşata Atan Şairle futboldan, deplasmandan,
edebiyat ile futbol ilişkisinden, yeni kitabından ve bir ton mevzudan konuştuk. Sözü şimdi Rövaşata Atan Şaire bırakıyorum.
___________________________________________________
CEM: Kaan
Koç şiiri nasıl tanımlıyor? Anlaşılınca mı şiir yerinde, anlaşılmadığı zaman
mı?
KAAN KOÇ: Şiir bahsinde anlaşılmak ya da anlaşılmamak kelimeleri
geçersizdir. Şiir kısaca bir oluş ve hissediş halidir. Anlamın ötesinde,
sırların arasındadır şiir. “Okyanusu içebilir misin?” sorusu “şiir anlaşılır
mı?” sorusuyla eşdeğer. Evetini içinde taşıyan, taşıran bir hayır. Hayırını
kıyıya vurup atan bir serin evet.
CEM: Kaan Koç’un şiirini daha çok Edip Cansever, Turgut Uyar’dan izler
taşıdığını söylemek yanlış olmaz. Kaan Koç bunu nasıl değerlendiriyor?
KAAN;Okuyup
sevdiğim her şair, yazardan; bakıp gördüğüm her ressam, mimar ve heykeltraştan;
karşılaştığım her çocuk ve ihtiyardan; her şeyden izler taşıyorum diyebilirim.
Söyleyebilmek için ve susabilmek için bu şart zaten bence.
CEM: Şiirden
devam etmek gerekirse; herkesin zorlandığı zamanlar olmuştur. İlk yazdığın şiir nasıl oldu? “ ulan
bırakayım, pes edeyim “ gibi bir
düşüncen oldu mu?
KAAN: İlk
yazdığım şiir 4 dize bir şeydi, hayli de kötü bir deneyişti. Bırakayım demedim
hiç ama çok yorulduğum anlar hep oldu, oluyor da. Yazarsın, tamam şimdi olacak
dersin ama bir şiiri bitirdiğinde yine aynı hüsran duygusuyla karşılaşırsın;
yine olmadı. Bu döngü 10 yılı aşkın süredir devam ediyor ve sanırım yazdıkça da
devam edecek. Oldu dediğin an yazmayı bırakırsın zaten, bitmiş, tamamlanmıştır.
Ama tabii ki yorucu bir döngü bu. Yıpratıcı.
CEM: Kitap
mevzusuna dönmek istiyorum. “ Çok
Tanrılı Sular “ ilk kitabındı. Kitabı okuyamasam da internetten bulduğum “ Ayrılığa Başkaldırı “ şiirin beni
oldukça etkilemişti. ‘atların kırıldıysa bacakları, bize
oturacak tek sofra kalmadı demektir. ‘ sadece şu söz çok şeyi
anlatmaya yetmişti benim için. Bu kitap senin için nasıl bir dönemde çıktı
anlatır misin?
KAAN: Filizlenmeye çalıştığım
bir dönemdi; dosyam ödül almış fakat hiçbir yayınevine göndermemiştim. 3 yıl
durdu benimle. Sonra basılmasını arzu ettim ve basıldı. Kitabımın basılmasıyla
birlikte de hem sevincim ve coşkum hem de huzursuzluğum arttı.
CEM: İkinci kitabınız “ Biraz Konuşmasak “ Altıkırkbeş
yayınlarından çıktı. Yaklaşık 6 yıl sonra çıktı, bu zaman zarfında kitabın çıkış sürecini anlatır mısın?
KAAN: Aslında
çok kitaba özel bir süreçten bahsedemeyiz; ilk gün lise sıralarında nasıl
yazdıysam hala aynı biçimde yazıyorum. Bir tünelden geçer gibi ben devam
ediyorum, ederken de etrafa bir şeyler sıçratıyorum işte. Ama iyi ama kötü.
Birkaç sene epey geri çekmiştim kendimi, ne dergilerde göründüm ne kitap
yayınladım. Ama son 2 senedir tekrar görünüyorum diyebilirim. Biraz
Konuşmasak'ı da 2 dosyayı parçalayıp tek bir dosya haline getirerek oluşturdum.
İçinde 3 sene öncesine ait şiirler de var geçen seneye ait de. Bu yıldan, son
şiirlerden pek almadım. Sıralı gitmek istiyorum ki dilimin serüvenini hem ben
hem okuyucu net görebilsin.
CEM: " Biraz Konuşmasak”
ismi nereden geliyor? Kitabın isminin senin için nasıl bir anlamı ya da nasıl
bir tanımı var?
KAAN: İlk
ismi başkaydı dosyanın, değiştirdim sonra. Kitaptaki 2013 Haziran şiirinde
geçen bir ricadır “Biraz Konuşmasak.” İnsanlar her ortamda herkese karşı hep
aynı istikrar ve cümle ortalamasıyla konuşkanlık sergileyebiliyorlar. Ben bunu
anlayamıyorum. İnsan herkesle, her ortam ve konuda aynı konuşma performansını
nasıl tutturur? Çağ zaten iyice geveze, neredeyse saçımızı kurutan fön makinası
bile dile gelip “öyle değil böyle kurula” diyecek. Yorulmadık mı? Biraz susup
kendimizle konuşmanın vakti gelmedi mi? Kendiyle konuşmayan insan, gerçekten
konuşmayı bilir mi? O yüzden biraz konuşmasak hepimize iyi gelecek.
CEM: Yayınevlerinin
şiire yaklaşımı ne derecede iyi? “ Ne kadar satarsa bizim için o kadar iyi”
diyenler yüzünden mi bu memlekette çok şiir çıkmıyor sence?
KAAN: Bu
her devirde tartışılmış bir mesele ama bir yere varacağı yok. Nitelik nicelik
meselesi. Yayınevlerinden yeni çocuk sahibi olmuş ailelere kadar herkes suçlu
bu konuda. Neden bu kadar çorak ve derinliksiz kaldık? Bunu düşünüp harekete
geçen her birey devrimcidir. Şiir de devrimcilerin işidir.
CEM: Gereksiz
olarak gördüğün şair/ yazar sıralaması yapsan ilk sırayı senin için kim alır?
Karl
Marx. Aklımıza karpuz kabuğunu soktu. Uykumuzu en tatlı yerinde böldü.
CEM: Altay
Öktem bir twitinde şöyle yazmıştı “İki kelimeyi bir araya getiremeyenler çok
satıyor iyi yazarlar fanzin çıkartıyor blog açıyor.” Buna ne diyorsun?
KAAN: Devrin iletişim
enstrümanları, yayınevlerinin politikaları ve okuma modaları daha kısa ve net
özetlenemezdi herhalde.
CEM:Yeraltı
edebiyatı mevzusuna dönmek istiyorum .Şenol Erdoğan yeraltı edebiyatı mevzusuna
“ bir edebiyat türü olarak yeraltı edebiyatı yoktur, lakin bir Pazar-market
olarak mevcuttur” yorumunu yapmıştı. Her
şeyin tüketildiği topraklarda bu olaya nasıl bakıyorsun?
KAAN: Şenol
haklı. Türkiye'de “ben yeraltı edebiyatı yapıyorum” diyen adamların hemen hepsi
niteliksiz, ipe sapa gelmez ve komik işler yapıyor. Bir diğer çelişki de bu
kişilerin kendilerini pazarlamak için “yeraltı edebiyatçısıyım ben aga”
jargonunu kullanması. E yeraltı edebiyatı nasıl vitrine “yeraltı edebiyatı
yapıyoruz gel” diye yazar? Dostoyevski yeraltı edebiyatçısıydı mesela. Öyle
değil böyle olunur yani. Yerin altı, yeraltı edebiyatçılarının sandığından çok
daha aşağılarda.
CEM: Futbol
ile Edebiyat ilişkisini güzel
harmanlayıp iyi hikayeler çıkarttın. Bu mevzuya değinmeden önce senin de
bildiğin gibi Camus’un bir sözü var . “Hayatta ne öğrendiysem futboldan
öğrendim ; çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi. “ Camus'un hayatındaki yeri nedir"
KAAN: Camus benim ilk abimdi. Biz iki kardeşiz;
Doğukan ve ben. Kitabımı ithaf ettiğim Doğukan'dan 5 yaş büyüğüm. Hep bir abim
olsun isterdim çocukken. Sonra Camus'yle tanıştım ve bana sigara içmesini de,
yolda yürümesini de, insanları sevmeyi ama onların düşüşünü görmeyi de hep
Camus öğretti.
CEM: Bazı
yazarlar Futbolun beyini uyuşturduğunu
düşünür. Tutku, heyecan, coşkuya futbolun yer vermediğini söylerler. Ama
sendeki durum böyle değil? Çoğu yazında
önemli futbol efsanelerine yer vererek futbolun birleştirici unsur olduğunu
savundun,iyi hikayelerle okuyucuya seslendin.
Bazı yazarların bu “ Futbolun beyni
uyuşturuyor” diye tarif ettiği bakış açısı nasıl açıklanabilir sence?
KAAN: Herhangi
bir şeyin “beyni uyuşturduğunu” söylemek için uyuşuk bir beyne sahip olmak
gerekir. İnsan bataklığın içine de girse, sorgulama yetisi varoldukça düşünür.
Bu yetisi kuvvetli olmayan kişi ise futbolla olmazsa lüks bir arabayla, güzel
bir kadın ya da erkekle yine uyuşturur beynini. Bunlar heybetli görünen boş
laflar. Salazar'ın futbolu afyon olarak kullandığına bakarlar da Cemal
Süreya'nın Memet Fuat'ın Orhan Kemal'in şimdiki adıyla Saracoğlu'nun çimlerinde
yaptığı maçları bilmezler. Yusuf Atılgan spor yazarlığı yapmak isterken ona
“koca Atılgan futbol yazar mı?” diyenlerdir bunlar. Bana da Hürriyet'te futbol
yazmaya başladığımda biri çıkıp yazı yazmıştı, “Şair Rövaşata Atar mı?” diye.
Atar. Cantona şairdir, İbrahimovic de şairdir. Şiir sırf dize yazmaktan ibaret
de değildir. Bir oluş halidir şiir. İlhamın en duru halidir. Ezcümle, futbol
her sınıftan kitleyi, her yaştan insanı bir araya getirip bir amaç ve aşk
uğruna bağlı olmayı anlatır. Saf tutkudur. Camus “hayat hakkında düşünmekten
sadece futbol oynarken kurtulabiliyorum” diyor. Bu vecd halini hakir görmek
için uyuşuk beyinli olmak gerek. Kusura bakılmasın.
CEM: Tribünsel
mevzulara girmek gerekirse; iyi bir Fenerbahçe taraftarısın. Tribüne ne zaman
girdin, tribündeki coşkuyu nasıl tarif edersin?
KAAN: İlk
ortaokulda gitmiştim, okuldan kaçıp. Sonra sürekli maçlara gitmeye başladım.
Yıllarca da tribünün gediklilerinden oldum. Tribündeki coşkuyu biraz yukarıda
açtım ama ufak bir ekleme yapayım; öyle bir sevgi ki tarif edilmez...
CEM: Tribünsel mevzulardan devam edecek olursak;
bir deplasman anını anlatır mısın?
KAAN: Tribün,
deplasman anısı çok ama bir ara bir yazımda naklettiğim Sakarya anım vardı. O
bana çok şiirsel gelir. Şöyle anlatmıştım;
Hani bu hayatta herkesin bir cennet
anı olduğunu söylerler ya, ben onu bir maçta yaşadım. 2005 yılında şampiyonluğa
gitmek için mutlak kazanmamız gereken bir maça, Sakarya deplasmanına gitmiştik.
Kale arkasına sıkıştırılmış yüzlerce Fenerbahçeliden biriydim. Maç öyle sıkışık
ve sıkıntılı geçiyordu ki umutlar azalmaya başlamış, “tribün totemleri”
tükenmişti artık. Fakat 90+3’te bir korner kazandık. Önümde tribünü sahadan
ayıran beton setin üzerine çıkmış iki arkadaşım vardı, bir an onlara baktım.
Ben onlara bakarken de Serhat Akın topu öptü ve korneri kullanmak üzere çeyrek
daireye dikti. Önümde duran iki arkadaşımın arasına girip tellere yapışmak istedim.
Bu öyle yoğun bir istekti ki hemen önümüzde yaşanacak “son gol şansı”mızda
takımla birlikte o ceza sahasında olmak istiyordum. Kornerden gelen topla bir
karambol doğabilirdi ve ben hemen araya girip golü atabilirdim! Ama dur dedim
kendime, dur Kaan. “Birazdan gol olacak” ve “o tellere golden sonra
atlayacaksın!”. “Acele etme!”. Ben bunları hissederken Serhat korneri kullandı
ve top bembeyaz bir bulut gibi havada süzülüyordu. Her şey bir ağır çekim
anından ibaretti. Top altıpasın üstüne geldi ve Luciano bütün heybetiyle bir
Spartan gibi yükselip topu kaleye yolladı! İşte o an çıldırmıştım. Sonra ne
oldu, nerede ve nasıldım hiç hatırlamıyorum… Şampiyon olmuştuk artık. Bu
şampiyonluk golümüzdü ve bütün kudretiyle hissetmiştim onu. O golde benim de
payım vardı!
CEM: Anılardan gitmişken;
Unutamadığın alkol anını anlatır mısın bize?
KAAN: Ona girersek
çıkamayız. 5-6 yaşlarımdayken epey kolonya içmişim. Öyle yudum falan da değil,
bildiğin şişeyi kafaya dikiyordum. Sonra sonra şişeleri saklamaya başladılar
benden. O gün bugündür hayat hep bir sarhoşluk anısı zaten bende.
CEM: Kitap mevzusuna
yeniden geri dönmek gerekirse; birçok sitede kitap eleştirilerini okuduk. Son
okuduğun kitapları ve tavsiye edeceğin kitapları söyler misin?
KAAN: Futbol da konuştuk,
bir futbol kitabıyla başlayayım; Maradona'nın otobiyografisi El Diego'yu futbol
seven sevmeyen herkese tavsiye ederim. Kitap listesi yapmayayım şimdi, çok
kitap var hangi birini saysam bilemiyorum çünkü. Sosyal ağlardan paylaşıyorum
sürekli sevdiğim şair, yazar ve kitapları zaten.
CEM: Son olarak röportaj
teklifimi kabul ettiğin için teşekkürler Kaan.
Okurlarına son olarak neler
söylemek istersin?
KAAN: Rica ederim,
teşekkür benden, incelik gösterdin. Su içsinler. Sağlığa faydalıdır.
CEM KURTULUŞ / EKİM 2014
0 yorum:
Yorum Gönder