// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

20 Aralık 2014

Devlet İçinde Devlet: Ergenekon - Can Dündar & Celal Kazdağlı


















 “ Aradan geçen 20 yılda bebekleri doğdu, çocukları büyüdü, büyükleri yaşlandı, yaşlıları öldü… “ 

1990’ların ilk yarısında bir cinayet zinciri vardı. Tansu Çiller’in başını çektiği bu cinayet zincirinde bir çok faili meçhul cinayete imza atıldı, ama her zamanki gibi ölenlerin kimler tarafından öldürüldüğü açıklanmadı, faili meçhul olarak kayıtlara geçti. Kürt siyasetçi, hukukçu, iş adamları bu cinayet zincirinin içindeydi.  1993’te Tansu Çiller o dönem PKK’ye yardım edenlerle ilgili açıklamayı şöyle anlatıyordu;

"Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK'yla olduğu gibi, PKK'ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir."

Çiller bu listeyi savunmayı  şu açıklamasıyla anlatıyor.

 “ Evet, böyle bir liste geldi önüme. Tahmin ediyorum ki İçişleri Bakanlığı’ndan geldi. MGK’da da bu tarz birtakım işadamlarının finansman için tehdit edildiği ve zorla para toplandığı ifade edildi. Bu çerçevede, o gün, hatta o anda önüme gelen bir listeydi. ‘Kimse buna boyun eğmesin, biz bunları koruruz. Kim bunu yapıyorsa bunları da önleriz... Bu işadamları tehdit ediliyorsa korkmasınlar...’ Verdiğim mesaj buydu.”

Tansu Çiller döneminden tutun diğer dönemlere kadar uzanan, 1996/1997 arasında televizyonda söz olarak söylenenlerden oluşan “ Ergenekon “ kitabı Devlet içinde devlet olduğunu, cinayet zincirlerini, ülkücülerin devletle iş birliği yaptığını ve kullanıldığını ve sonra bir köşeye atıldığını, Özal Dönemindeki olayları, Mehmet Ağar’ın önlenemez yükselişini, Uğur Mumcu’nun çete dosyasını, Özal Suikastını, İpekçi Cinayetini ele alıyor. Kitap 8 bölümden oluşuyor. Her bölümü kanıtlarla ve delillerle dolu. Kitabın Önsözünde bahsedilen kısma dikkat edelim!

“ Bu kitap Kasım 1996 ile  Şubat 1997 arasında televizyonda ‘ söz’ olarak söylediklerimizden oluşuyor. Ne yazık ki, beyazcamdan söylenen pek çok söz gibi o sözler de geceyarılarının rehavetinde uçuşup savruldular. O sesler, o yüzler, o görüntüler, o belgeler, hepsi ama hepsi duyarsızlığın umursamazlığın, hafızasızlaştırmanın betondan duvarına çarpıp boşlukta dağıtıldılar. “

Kitap “Artakalanlar “ bölümünden 9 ekim 1978 günü öldürülen Bahçelievler Katliamıyla başlıyor. Bahçelievler Katliamı sanıklarından Haluk Kırcı o olayı şöyle anlatıyor;

“ Kapı açılır açılmaz içeri girdik. Hepsini yere yatırdık. Ne yapacağımız konusunda talimat almak için  Abdullah’a birini gönderdik. Abdullah, eter ve pamuk vermiş, ‘ Hepsini tek tek bayıltıp öldürelim’ demiş. Dışarı çıkıp, arabada bekleyen Abdullah’la konuştum. ‘ Evde öldürmek zor olacak. İkişer ikişer götürüp öldürelim’ dedim. ‘Olur’ dedi. İki kişiyi Büyük Reis’in arabasına bindirip Eskişehir yoluna götürdük. Müsait bir yer bulup ikisini de yere yatırıp kafalarına ateş ettik. Geri döndük. Böyle zor olacağını anlayınca Abdullah, ‘ Tek tek boğalım bunları’ dedi. Bir tanesini zorla boğdum. Diğer dördünü bu şekilde öldürmek de zor olacaktı. Arkadaşları gönderdim. Sonra da sedirin üzerinde bulunan dört kişiye yakın mesafeden ateş eder mermilerin hepsini boşalttım. Silahı da götürüp Abdullah’a verdim. “

“ Ergenekon “ kitabının en önemli konularından biri Gladio Faaliyetleriyle ilgili bilgiler içermesi ve bu faaliyetlerin geçmişini bilmeyenler için bir kaynak oluşturması. Gladio ile ilgili kitapta şu sözlere yer veriliyor;

“ İtalyanca Gladio, Kılıç demekti. İtalyanlar bu sözcüğün gerçek anlamıyla ancak 1988 yılında tanıştılar. O yıl küçük bir İtalyan köyü yakınlarında şüpheli bir aracın aranırken patlamasıyla üç kişi öldü ve gizli örgüt tesadüfen ortaya çıktı. Soğuk savaş yıllarında Amerikalılar, komünizmin yayılmasını önlemek için CIA desteğiyle çeşitli Avrupa ülkelerinde paramiliter örgütler kurmuşlardı. Amaç, komünistlerin gerilla savaşına karşı, kontrgerilla faaliyeti yürütecek birimler oluşturmaktı. Komünizmin en güçlü olduğu İtalya’da başlayan bu faaliyet, kısa zamanda tüm NATO ülkelerine yayılmıştı.”

1970’lerde bir çok yerde operasyonlar yapıldı, dönemin ülkücüleri komünizm tehlikesiyle sokağa sürüldü, cinayet işledi, devlet tarafından kullanıldı ve sonra köşeye atıldı. Dönemin ülkücülerden Avukat Can Özbay bu işlerle fikrini şöyle anlatıyor

“ Ülkücüler zaten gönüllü, devleti tehlikeye düştüğü an zaten mücadele vermeye gönüllü. Bunların kullanılmasına gerek yok ki. Onlara devlet adına, devletin menfaati için devletin yararı için bir takım görevler verilmiş olabilir. Bunu ülkücülerden başka yapacak grup yok. Yani bunu PKK yapmaz, komünistler , sosyalistler yapmaz. Ülkücülerden başka Türk devletinin maruz kaldığı tehlikeler karşısında bir takım önemli görevleri devletine sadakatle yapacak başka bir grup olmadığı için, ülkücüler tabii olarak görevlendirilmiş olabilir. “

Ülkücü gençliğin en tehlikeli adamlarından biri Abdullah Çatlı’ydı, diğeri Muhsin Yazıcıoğluydu. Muhsin Yazıcıoğlu Maraş katliamında emir veren kitlenin başındaydı. Abdullah Çatlı ise okumak için geldiği Ankara’da yeteneği ve gözü karalığı ile kısa sürede ülkücü hareket içinde yerini alarak Ankara Ülkü Ocakları başkanı oldu, sonrasında eylemler çoğaldı.  25 Ağustos 1978 ‘de bir arama sırasında Sakarya’da yakalandığında Muhsin Yazıcıoğlu, Abdullah Çatlı’nın bırakılmaması halinde  polislere şu cevabı veriyor

“ Arkadaşımızı bırakmazsanız Ankara’da 150 bomba patlatırız.”

Ülkücü hareket ile polisin iş birliği kitapta gözümüze sokuluyor.  Muhsin Yazıcıoğlunun o sözü söylemesinden sonra 7 Tipli’nin katledilmesi olayı olmuştu, sonrasında bu sırayı Balgat Katliamı, İpekçi Cinayeti takip etti.

Bahçelievler katliamı sanıklarının ve MHP ile ülkücü kuruşlar davasının avukatı Can Özbay MHP’nin durumunu şöyle özetliyor;

“ 12 EYLÜL’den önce pek çok ajan vardı partinin içinde. İşte bu ajanlar parti ile ilgili sınırları deşifre ettiler. Belgeleri deşifre ettiler. Pek çok ülkücünün mağduriyetine sebep oldular. Başbakanlık görevlileri, MİT görevlileri, çeşitli görevliler MHP’de cirit atıyordu o dönemde. Müşaviri, genel başkan müşaviri, genel başkan yardımcısı, genel sekteret, genel sekreter yardımcısı pozunda, statüsünde partinin üst kademelerine dolmuşlar. Hepsi kendine göre bir faaliyet yapıyordu, ama ülkücülük yoktu “

70’li yıllarda ülkücüler pek çok olaya karışmıştı, o olaya karışanlardan Kartal Demirağ olanları şöyle anlatıyor

“ 80 öncesinde Ülkü Ocak’larına kayıtlıydık. Onların eğitim kamplarına katıldım. Türkiye’nin belli yerinde kamplar vardı, ama onlar gizliydi. Emekli ordu mensupları eğitiyordu gençleri “

Kitabın “ Ardakalanlar “ kısmında ülkücülerin Devlet baba tarafından  nasıl kullanıldığını, nasıl köşeye atıldığını şu sözlerle daha iyi anlıyoruz.

“ 12 Eylül darbesi, ülkücü hareket için tam anlamıyla bir hayal kırıklığı ve yıkımdı. Yıllardır sokaklarda, okullarda, meydanlarda devlet adına savaşıp kan dökmelerine rağmen sonunda takdir yerine tekdirle karşılaşmışlar, iktidar koltuğu beklerken kendilerini birden cezaevinde bulmuşlardı. Öpmeye çalıştıkları elden tokat yemenin acısıyla şaşkına döndüler, kırılıp küstüler. Fikirleri iktidarda, kendileri zindandaydı.”

“ Geçmişe baktığımız zaman kullanılmanın ötesinde şeyler var. Kullanılmış ve eski bir mendil gibi bir köşeye atılmıştır, hakaret edilmiştir, gururla oynanmıştır, şahsiyetiyle oynanmıştır ülkücülerin. Yani kullanılmanın da ötesinde böyle hadisede olmuştur. Çünkü 1979 ile 1980 arasında ölenlere baktığımız zaman 5000 ölen insanla karşılaşırsınız. Bunu engellemeye devletin gücü yetiyordu da niye bir yıl bekledi? Şartlar olgunlaşacaktı. Şartların olgunlaşması için herkes elinden geleni yaptı. “

Kitabın ilk bölümünde ASALA terör örgütünde Türkiye başta dahil diğer ülkelerde suikastler düzenlendiğine de dikkat çekiliyor. Abdullah Çatlı’nın başında olduğu ekip Hiram Abbas önderliğinde Asala’ya karşı operasyonlar düzenledi. Bir nevi devletle işbirliği yapan Abdullah Çatlı ASALA olayıyla beraber çoğu kişi tarafından Kahraman edildi ama bu yaptığı bazı katliamları yapmadığı anlamına gelmedi. Bu tür olaylara devletle birlikte karışan ülkücülerle ilgili bir tespit her şeyi biraz olsun gözler önüne seriyor

“ 12 Eylülden artakalanlar hapisten çıkınca işsiz kalmış, ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Liderleri içerideydi. Örgütleri dağılmıştı. Yalnızdılar. Bugüne dek kavga etmek dışında bir işleri olmamıştı. Oysa şimdi iş bulmaları, karınlarını doyurmaları ve hapisteki arkadaşlarına para göndermeleri gerekiyordu. “

Mafya her zaman devlet’le ilişki oldu. Devlet kirli işlerin devamını mafyayla halletti, 90’lı yıllar birçok yeraltı adamı böylece türemiş oldu. Kitabın ilerleyen bölümlerinin Çatlı’nın yeraltı dünyasına nasıl adım attığı, Kürt işadamlarının nasıl öldürüldüğü ile alakalı bilgiler yer alıyor. Susurluk kazası böyle bir dönemde ortaya çıktı ama sonrasında aydınlatamadı. Devlet Abdullah Çatlı’yı kullanmıştı, Abdullah Çatlı’nın kullanıldığına şu örnekte net görebiliyoruz

“ Siz Görevimiz Tehlike filmini seyrettiniz mi? O filmde ne diyorlar biliyor musunuz? Diyorlar ki, bu kaset kendini beş dakika içinde imha edecek ve eğer yakalanırsanız ve ölürseniz devlet sizi tanımayacak. Abdullah Çatlı’yı tanımamaları gayet doğal “

Kitabın ikinci bölümü “ Çillerin Özel Bürosu “ başlığıyla açılıyor. Çiller Türkiye’sinde başlıca neler  oldu hatırlayalım

-Sivas 2 Temmuz
-Başbağlar katliamı ( 6 Temmuz)
-Şırnak Katliamı
12 mart 1995 Gazi Katliamı

Çiller döneminde bir dipnot düşmek gerekir, o da şöyle anlatılıyor. “ Başbakan Çiller için "O tak diye emrediyor, ben şak diye yapıyorum" diyen dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'e göre , "uçaklardaki kayışların gevşemesi nedeniyle bombalar yanlışlıkla" 38 köylünün "üzerine düşmüşü!

Çiller döneminde bir çok katliam yapılmıştı. PKK operasyonu denilmesine rağmen ölen kişiler arasında PKK’ya yardım ediyor söylemiyle zengin iş adamları öldürülüyordu, bu isimler öldürüldüğünde kim tarafından öldürüldüğü belli olmuyordu. Faili meçhul cinayetler böyle kayıtlara geçti. Özel büro’da bazı kayıtlar açığa çıkmıştı, devlet içinde kirli işlerin olduğunu Aydınlık dergisi şöyle açığa çıkarmıştı

“ Emniyet Genel Müdürlüğünce PKK ve Dev-Sol faaliyetler için kullanılıyor görüntüsü ile özel bir suç ekibi teşkil edilmiştir. Tehdit, gasp, haraç, uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet gibi suçların içinde olan bu grup doğrudan Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR’a bağlı olup, Genel Müdür müşaviri Korkut Eken tarafından sevk ve idare edilmektedir “

Kitabın ikinci bölümü Mit’in içindeki yapılanmayı, Mit içindeki gruplaşmayı, yapılan gizli işleri anlatıyor.  Çiller Mit’i ikiye bölmüştü, bunu yaparken gizli kapaklı işler dönüyordu. Mehmet Ağar, Çiller’le çalışmaya başlamış, Mit içindeki gruplaşmadan iki grup ayrı ayrı bilgi saklıyordu birbirinden. Çiller döneminde kurulan Özel Tim PKK ile amacıyla kurulan bir yapı söylenmesine rağmen bu birimin içinde MHP eğilimli elemanlar yer alıyordu. Özel Büronun nasıl oluşturduğunu kitap şöyle anlatıyor;

“  Bu büronun asıl fikir babası  ve kurucusu çok tanıdık bir isim; Turgut Özal’dı. O’nun gerekçesi ise , ağabeyi Demirel’in başına gelenlerdi. Demirel’in ‘ Angola’da darbe olsa haber verirler, bizde bir şey olunca haberimiz olmaz ‘ sözleri Özal’ın bir Özel Büro kurma kararında etken oldu “

Devletin üst düzeyini  nasıl yeraltı dünyası ile mafya  ile iç içe olduğunu anlatıyor kitabın ilerleyenler bölümleri. Suçlananlar arasında Mehmet Ağar, Hüsamettin Cindoruk, Necdet Üruğ, Ünal Erkan gibi önemli  isimler yer alıyor.  Polisin nasıl saf değiştirdiğine de Ergün Gökdeniz’in  şu satırlarında tanıklık ediyoruz

“ Polisin içinde atamalarda siyasilere  yanaşma var. Bakıyorsunuz ANAP geliyor, ANAP’lı oluyor. DYP geliyor, DYP’li oluyor. Şu anda RP’li. Bakarsınız namaz da kılar. Bu polisin kimlik arayışının sonucudur. Özellikle alt kademede olan polisin ve bazı müdürlerin bazı siyasileri kullanması da gerçektir. Her siyasinin bir polisi var ve her polisin de bir siyasi adamı var “

Kitabın üçüncü bölümü “ Mehmet Ağar’ın Önlenemeyen Yükselişi” başlığıyla devam ediyor. Bu bölüm “ 1992 Nevruzu Türk Hükümeti açısından tam bir yenilgiydi “ cümleleriyle açılıyor, ve Mehmet Ağar’ın PKK ile PKK taktikleriyle  mücadele edilmesi gerektiğini söylüyor.  Mehmet Ağar’ın biyografisine de az da olsa yer veriyor.  Çiller, PKK’ye haraç veren iş adamlarını biliyoruz dedikten sonra Liceli İş adamı Behçet Cantürk polis kıyafeti giymiş kişilerce  kaçırıldı ve şakağına sıkılan tek kurşunla öldürüldü. Bu cinayet serisi aynı yöntemle yeniden devam etti. Ama hiçbir zaman kimlerin yaptıkları bulunamadı, faili meçhul cinayetler serisine eklendi. Bazı ihalelerde ülkücü kimlikli kişiler yerini almıştı,bu isimlerden biri Abdullah Çatlıydı. Abdullah Çatlı ile ilgili bilgi şöyle doğrulanıyor.

“ İhaleye tek şirket olarak girdik. Şaibe olur diye ihale iptal edildi. Üç şirket daha girdi. Çatlı ve adamları diğer şirketlere el çektirdiler. İhale Baysa’ya kaldı “

Kitabın dördüncü bölümü “ Ergenekon: Darbeyi çete mi hazırladı “ 1980’li yıllarda Korkut Eken’in Abdullah Çatlı’yı devletin kullanıldığını itiraf ettiği sözleriyle başlıyor.  Bu sözlerden sonra 1 mayıs 1977’de 34 kişinin ölümüne sebep olmuş güne kadar uzanıyor. O 1 mayıs katliamından sonra Ecevit o saldırıyı şöyle anlatıyordu

“ Bu ateşin nereden açıldığı belli olduğu halde, ateşi açanlar belli olduğu halde sorumluları bir türlü yakalanmadı. Biz bir araştırma kurulu kurmuştuk, fakat onun da önüne aşılmaz engeller çıkıyordu. Ben 1 mayıs olaylarında çok kaygılandım. Ve daha önce ÖZEL Harp Dairesi’nin sivil uzantıları üzerine aldığım bilgiler ışığında duyduğum kaygılarımı zamanın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e sözlü olarak ilettim. ‘ Elimde kanıt yok ama bana öyle geliyor ki bu Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantıları , onun içinde yer alan ömür boyu görevli bir takım siviller bunu yapmış olabilir’ diye o konuda bilgilerimi kendisine aktardım.”

Ecevit bu açıklamayı yaptıktan sonra suikast’e uğradı, ama saldırı başarısızlıkla sonuçlandı. Ecevit’in olayını başında ülkücü hareketin bulunduğu Kahramanmaraş katliamı takip etti. Darbe ortamının nasıl oluştuğunu Erol Mütercimler şu sözlerle anlatıyor;

“ Ülke 71’den sonra 12 Eylül’e kadar planlı programlı şekilde terörün,anarşinin içine sokuldu. Sonunda gelinen noktada, artık sokağa çıkamayan, can güvenliği olmayan, beş dakika sonrasından emin olmayan Türk halkı darbeyi, asker yalvaryakar ister hale getirdi. Bu cinayetlerde kim kullanıldı? Abdullah Çatlı gibi, Oral Çelik gibi , Mehmet Ali Ağca gibi, Haluk Kırcı gibi daha bir yığın isim sayabiliriz. Bunun içinde polisler de var. Bunun içinde rütbeli insanlarda var ne yazık ki. “

Erol Mütercimlere göre bütün bunları yapan çetenin adı Ergenekon’du. İlk Ergenekon ismi Erol Mütercimler’in attığı iddia ile ortaya çıkmıştı. Erol Mütercimler’e ilk Ergenekon isminden söz eden dönemin tümgeneral’i Memduh Ünlütürk idi. Ergenekon’un nasıl kurulduğu şu sözlerle anlatılıyor;

“ Memduh Ünlütürk Paşa kendisinin de Ergenekon’un içinde olduğunu söyledi ve dedi ki, ‘ Ergenekon Genelkurmay’ın da , hükümetlerin de, bürokrasinin de herkesin üstünde bir örgüttür.Yasayla falan kurulmuş bir örgüt değildir. Bu, 27 mayıs darbesinden sonra CIA , Pentagon tarafından kurdurtulmuş. Bunun içinde bulunan insanlar da buraya hizmet eden insanlardır. Ama bunlar vatana ihanet olsun diye hizmet etmezler. Biz vatanı kurtarıyoruz, vatana hizmet ediyoruz, vatana yararımız dokunuyor düşüncesiyle bu örgütün içinde yer almışlardır. Özellikle Amerika’da kontrgerilla eğitimi görmüş olan, bu kurslardan geçmiş olan generallerin bir bölümü yeri geldiğinde bu kontrgerilla içinde yer alır. Sonuçta ben daha başka insanlardan Ergenekon’u araştırdığımda şunu gördüm: Bunun içinde subaylar var, emniyetçiler var, profesörler var, gazeteciler var, işadamları var, sıradan insanlar var. Bugün çeteler dediğimiz bu küçük birimler var ya ,işte bu birimler Ergenekon’un içindeki birer bölüm,birer parça. Adını saydığımız kişiler de Ergenekon adı verilen bu üst örgüt tarafından kullanılan tetikçiler.”

Kitabın bu bölümü MHP tabanlı ülkücülerin hangi eylemlerde bulunduğunu gözler önüne seriyor. O eylemlerden bazıları şunlar

16 Mart 1978 : İstanbul Üniversitesi Katliamı
24 Mart 1978 :Doğan Öz Cinayeti (Kontrgerilla-MHP ilişkisini araştıran ilk avukattı )
11 Temmuz 1978 : ( Bedrettin Cömert Katliamı )
10 Ağustos 1978 :Balgat Katliamı ( Kahvehanelerin tarandığı dönemler)

Devlet tarafından Abdullah Çatlı ve yanındakilerin nasıl kullanıldığını Mustafa Pehlivanoğlu şu sözlerle anlatıyor

“ Genel Merkez’de Abdullah Çatlı’nın emrindeydik. Hepimiz O’nun emrinde öldürme ve yaralama eylemlerini gerçekleştirdik. Benim karıştığım Balgat olayı  Çatlı’nın emriyle gerçekleştirildi. Olayda kullanılan 12’li Baretta tabancayı Abdullah’tan aldım. Silahları İsa Armağan Niğde’den getirerek Abdullah’a veriyor, Abdullah’da örgüte dağıtıyordu. Balgat olayından sonra yakalanmamızın ardından İsa Armağan’ın bir arkadaşı 3.5 milyon lira parayı Abdullah Çatlı’ya götürerek bizim serbest bırakılmamızı sağlamasını istemiş. Ancak Çatlı İstanbul’a yerleşip o parayla kuyumcu dükkanı açmış “

Bu sözlerden sonra Mustafa Pehlivanoğlu idam ediliyor, Balgat Katliamına karışan diğer isimler öldürülüyor, ÇATLI’ya hiçbir işlem yapılmıyor, dosyalar böyle kapanıyor.

9 EKİM 1978 : 7 TİP’linin Öldürülmesi olayı  yine Abdullah Çatlı’nın emrini verdiği bir olay. Bu defa olayı yapan Haluk Kırcı adında ülkücüydü. O da üç polisin yardımıyla  Emniyet binasından kaçırılarak salıverildi.
1 Şubat 1979: Abdi İpekçi Cinayeti

Kitabın beşinci bölümü “ Mumcu’nun Çete dosyası “ başlığıyla açılıyor.  Cesur araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu’nun neden öldürüldüğüne pek çok ipucu aydınlanıyor, ne kadar cesur gazeteci olduğu gözler önüne seriliyor. Uğur Mumcu yaşasaydı Pek çok olay aydınlanacaktı.  Katlederek aydınlanmasını  engellediler. Bu bölümde Uğur Mumcu’nun bir sözünün önemle altının çizilmesi gerekir,o sözler şu satırda anlatılıyor

“ Terör ister sağ, ister sol görüntülü olsun, isterse de etnik kimliklere bürünsün, sonuç hiç değişmez. İşin kuralı şu; Bu terör örgütleri eninde sonunda emperyalizme, ve faşizme hizmet ederler, şovenizme ve cuntaların değirmenlerine su taşırlar” 

Uğur Mumcu “ Yakında yayınlanacak yayınımda Kürt Milliyetçileri ile istihbarat ajanları arasındaki ilişkilere ışık tutacak ilginç belgeler açıklayacağım” yazısından 16 gün sonra öldürüldü. Gerçeklerin görünmesini istemiyordu kimse, eğer gerçekler ortaya çıksaydı onların da foyaları ortaya çıkacaktı. Gerçeklerin peşinden giden bir gazeteciydi Uğur Mumcu.

Kitabın beşinci bölümünü “ Özel Suikastı”  takip ediyor. Özal, Kürt sorununa adım atan isimlerden biriydi. 1988 Anap Kongresinde Özal’a Suikast düzenlendi, bu suikast’ın arkasında sadece bir kişi değil, bir örgütün olduğu düşüncesindeydi Özal.  Suikastı düzenleyen Kartal Demirağ adında 80 öncesi dönemde kamplardan eğitilen bir ülkücüydü. Kartal Demirağ kamplarda eğitildiği dönemi şöyle anlatıyordu.

“ 80 Öncesi dönemde Ülkü ocaklarına kayıtlıydık. Onların eğitim kamplarına katıldım. Orada her türlü eğitim vardı. Türkiye’nin belirli yerlerinde kamplar vardı ama onlar gizliydi. Emekli ordu mensupları eğitiyorlardı gençleri “

Kartal Demirağ’a bu açıklamasından sonra  Kartal Demirağ’a yöneltilen diğer sorular şöyleydi;

    -   Emekli Ordu mensupları eğitiyordu?
             - Tabii canım, emekli olmuş, adam eğitim görmüş. Kendisi komando zaten. Bizim gençleri eğitiyor
-       - Zihinsel eğitim de gördünüz mü
-       - Tabii orada milliyetçilik eğitimi var. Türk Milliyetçisi, İslam, Vatan, millet davası diye müthiş bir eğitim var. Bilinç eğitimi de var.
        - Zihinsel eğitimi kimler veriyor?
        - İşte o ihtisası gören kişiler var. Adam milliyetçiliğin kitabını yazmış. O kadar iyi biliyor ki her şeyi.Dış Türklerden Tut, Türk’ün kafatasına kadar her şeyi incelemiş.

Dönemin diğer gerçeklerinden biri de Özal Suikasti’nin meclise getirilmemesiydi. Dosya diğer dosyalar gibi kapatıldı.  Kartal Demirağ 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı, 4 yıl kadar yattıktan sonra şartlı tahliye edildi. Özal’ın vurulmasından 16 ay sonra Özal Cumhurbaşkanı oldu, bir süre sonra öldü, ama geride çok şüphe bıraktı. Kimi kalp krizinden öldü derken, kimi de başkalarının Özal’ı zehirlediğini söylüyordu. Özal’a otopsi yapılmasına ailesi izin vermediği için  bu ölümün zehirlenmeden mi yoksa başka bir sebepten dolayı mı olduğu yanıtsız kaldı.  

Kitabın altıncı bölümü “ Özal Öldü mü, Öldürüldü mü? “ dosyasıyla devam ediyor. Bu bölümde Özal’ın Kürt sorunuyla ilgili düşünceleri, gazeteci Cengiz Çandar’ın Özal’a söyledikleri, Körfez krizi, PKK ve TSK arasındaki olaylar gibi konulara değiniliyor. Bu konuların haricinde 1992 yılı  kanların döküldüğü yıl olarak   hafızalara yerleşiyor. Kanlı Nevruz kutlamasında bilanço ağır, ölen kişi sayısı 57’di. 1992 kışında askeri operasyon başlatılıyor. 1993 Mart’ında hiç beklenmeyen bir gelişme yaşandı. PKK lideri Abdullah Öcalan ‘ın ateşkes ilan etmeye hazırlandığı haberi patladı. 

Özal, PKK’yı dağdan indirmek için bir af düşünüyordu. Bir süre sonra Özal’ın ölüm haberi geldi, işler daha da kötüye sardı.  PKK’ya affın konuşulduğu dönemde PKK 33 er silahsız askere kurşunlayarak katletti. “ Murat Karayılan kitabında, 1993 yılında öldürülen 33 asker olayına kendisince açıklama getiriyor. Karayılan, 33 askerin ölüm talimatının o dönem PKK Bölge Komutanı olan Şemdin Sakık tarafından verildiğini belirtiyor “  33 Asker arasında kurtulanlardan Osman Partal o olayı şöyle anlatıyor;

“ Olayın faili PKK. Peki beni tek başına PKK'nın kucağına atanlar kim? Bizim korumamız falan yoktu. İki otobüste hepimiz askerdik. Hepimiz sivildik. Otobüse yol parasını bile biz verdik. Malatya çıkışında arkadaşlarla biz böyle yola çıkmayız diyerek itiraz ettik. O esnada bir land roverdeki rütbeliler devam edin ileride askerler size eşlik edecek dedi. Ama daha sonra bizi korumaya gelen olmadı  “

 Olay tanıklarından diğer asker Erkan Omay  konuyu şöyle anlatıyor;

"BİRLİĞİMİZE doğru giderken yok lastik patladı, yok yemek molası diye 3-4  yerde mola verildi. 18.30'a kadar bekletildi otobüs. Ben ikinci otobüsteydim. Bingöl'e 10 kilometre kala önümüzdeki otobüsün durdurulduğunu gördüm. İkinci şoföre 'PKK yol kesmiş' dedim. Çünkü az ileride de çatışma vardı. İkinci şoför de 'Onlar PKK değil' dedi. Hatta Bingöl Tur'dan otobüsü de durdurmuşlardı. Bir astsubaya herkesin gözü önünde işkence ediyorlardı.Öyle kötü işkence ediyorlardı ki, astsubay 'Beni öldürün!' diye yalvarıyordu. Bunları hatırlamak bile istemiyorum, öyle çok acı veriyor ki. Bizde çakı bile yok. Sonra bizi taradıktan sonra askerleri yardıma çağırmaya ben gittim. Kurşun ayağımı sıyırmıştı. Askerlerin üzerine koşarken askerler tarafından da tarandım. Beni PKK'lı sanmışlar. Yardım istedim, hayatta olanlar olduğunu anlattım. Bize yine Bingöl Komando Taburu yardım etti, zannedildiği gibi Özel Harekât falan kesinlikle yoktu. Bizi kaçıran o PKK'lı gruba yönelik operasyonda, 66'sının cesedini getirdiler."

Kitabın yedinci bölümü “ İpekçi Cinayeti “ dosyasıyla kapanıyor. İpekçi Suikastiyle gözler 5 isim üzerine çevrilmişti, bu 5 kişinin ilk ortak özelliği ülkücü oluşlarıydı. Mehmet Ali Ağca, Abdullah Çatlı, Yalçın Özbey, Oral Çelik hesabına 500 bin dolar yatırılmıştı. Teröre karşıtlığıyla bilinen Abdi İpekçi seçilmişti bunun için. Abdullah Çatlı Nevşehirliydi, İpekçi cinayetinde geçen 5 ülkücüden 4’ünün sahte passaportu Nevşehir Emniyet müdürlüğü damgasını taşıyordu. Dönemin araştırmacı gazetecilerinden Uğur Mumcu Ağca dosyasında Nevşehir’in önemini şöyle anlatıyor;

  1. Ağca’ya pasaport veren yer Nevşehir Emniyeti
  2. İpekçi cinayetinin planlayıcılarından Mehmet Şener’e pasaport  veren yer de aynı: Nevşehir Emniyeti
  3. Ağca’nın arkadaşı Ömer Ay’ın sahte pasaportu da Nevşehir Emniyet’nden sağlanmış
  4. Ömer Bağcı’ya pasaport veren yer? Orası da Nevşehir Emniyeti
  5. Ya Abdullah Çatlı’ya ? Nevşehir emniyeti
  6. Ağca’nın pasaport numarası: 136 635
  7. Ömer Ay’ın ki: 136 636
  8. Peki kim bunların Nevşehir Emniyet’indeki bağlantıları
  9. Kim, Kim , Kim?


Uğur Mumcu bunları anlatırken herkesin gözü bir isme çevrilmişti, o dönemin Komiserlerinden, Özel harekat Başkan vekili İbrahim Şahin’di.  İbrahim Şahin’in diğer bir özelliği Genelkurmay’ın Özel Harekat dairesinde çalışmış, Almanya’da komando ve Amerika’da anti-terör kursları gören ilk Türk Komiseri olması. İbrahim Şahin, Abdullah Çatlı ile bazı yalanlar atsa da bu sonraları ortaya çıktı.  Uğur Mumcu’nun Nevşehir Emniyetine dair yazdığı şeyler bir gün Nevşehir Emniyet Müdürlüğünde yangın çıkmasıyla kül olup gitti. Belgeleri, delilleri ortadan kaldırmak için devlet içinde devlet kuranlar bu olayla daha da açığa çıkmıştı.  İpekçi Cinayeti döneminde neler olmuştu tekrardan hatırlayalım

¾      Mehmet Ali Ağca, İpekçi Suikastından idamla yargılanırken 1979 yılında ülkenin en iyi korunan askeri cezaevinden kaçırıldı. Bu kaçırmada devlet görevlilerinden yardım gördüğü ortaya çıktı.
¾      Abdullah Çatlı, Bedrettin Cömert suikastıyla ilgili olarak aranırken 1978 Ağustos’unda Sakarya’da yakalandı, 48 saat sonra serbest bırakıldı
¾      Uğur Mumcu’nun “ İpekçi Cinayetinin kilit ismi “ dediği Çatlı 1982 Şubat’ında bu kez MHP davasından aranırken Zürih’te Mehmet Şener’le birlikte sahte pasaportla yakalandı ve yine 48 saat sonra salıverildi.
¾      Mehmet Şener, 1982 Şubat’ında Çatlıyla birlikte Zürih’te yakalandı. Uğur Mumcu “ Şener iade edilirse İpekçi cinayeti aydınlatılır, yitirilen her saniye önemli “ diye yazdı; ama saniyeler, aylar geçti, Şener yargılandı ve “ delil yetersizliğinden “ serbest bırakıldı
¾      Oral Çelik de 1982’de İsviçre’de yakalandı. 10 gün sonra serbest bırakıldı. Türkiye’ye döndükten sonra Malatya’da süren bir cinayet davasında “ dosyada bir evrakın kaybolması üzerine “ tahliyesine karar verildi.

Kitabın içinde yer alan “ Devlet cinayetimiz işlemez “ diyenler cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdular sözü bile dönem içinde çoğu şeyi anlatıyor. Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi cinayetlerini bitmesini, katillerin yargılanmasını isterken şu söze dikkat çekiyor;

“ Bir yana bakıyorsunuz bir salona toplanmışlar. ‘ Çatlılar ölmez’ diye bağırıyorlar. Bir başka yanda ‘ Mumcular , İpekçiler Ölmez’ diye bağırıyorlar. Hep birlikte bir salonda “ Kimseyi öldürmeyin “ artık diye bağırabilecek miyiz acaba? “

“ Ergenekon “ kitabı 40 dakika haber programında anlatılan araştırmalarla yola çıkıyor. 12 Eylül  öncesi Provokasyon’lardan , Tansu Çiller’in özel bürosuna, Susurluk içindeki olaylara, devletin ülkücüleri nasıl kullandığına,  Susurluk kazası olaylarının nasıl meydana geldiğine, devlet-mafya-çete üçgenine tanıklık etmemizi sağlıyor. Okuduğunuz kitap Ergenekon'un  14.baskısı, ve bu kitapta 2012 tarihli Ergenekon davası duruşma tutanakları yer almıyor. Kitap akıcı bir anlatım diline sahip, dönemin olaylarını bilmeyenler için bir klavuz niteliğinde.  Kitabın arka kapağındaki bitiş sözüne dikkat etmek için şu alıntıyı göz ardı etmemek gerekir;  “Ergenekon’la tanışın! Susurluk suskunluğa dönüşmesin! “  

Kitabın Adı: Ergenekon
Yayına hazırlayan: Can Dündar & Celal Kazdağlı
Kapak Uygulama: Duysal Yaşar
Dizgi: Yalçın Ateş
Baskı: 14. Baskı (Şubat 2008)
Yayınevi: İmge Kitapevi Yayınları
Sayfa: 188




 CEM KURTULUŞ,2014 

0 yorum: