// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

06 Mart 2016

Hayatta Kalma Savaşı: The Revenant (2015)












İnsan, direnmek ve hayatta kalmak için yaşar. Yaşama gayesi temel anlamda budur. Eğer hayatta kayda dair bir şeyi kalmamışsa insanın; kendisine sunulan iki seçenek vardır. Biri intikam, biri nefret.  Birdman’ın yaratıcısı Innaritu, “ The Revenant/ Diriliş “ filminde  bu düşüncelerle yola çıkıp 1820li yıllarda Amerika’da yaşanmış gerçek bir hikayeyi  konu alıyor. Bu hikayede  arkadaşları tarafından ölüme terk edilen Hugh Glass’ın (Leonardo Di Caprio )  hayatına tanıklık ediyoruz. Film, aksiyon vari bir sahneyle açılıyor, bu sahneden sonra kendini yavaşlatıyor. Kahramanımız Hugh Glass, The Revenant’da yolu bilen, bu işi ustalıkla yürüten, aynı zamanda hayatta kalma mücadelesiyle ders veren bir adamı canlandırıyor. 

Hugh Glass, bu işleri bilen tek adam olmasına rağmen yola çıktığı kişilerce ölüme terk ediliyor. Glass’ın Ayı Saldırısından sonra üstüne geçirdiği Ayı Postuyla hayatta kalmaya çalışması filmin başından itibaren beynimize çakılıyor. Bu sahnelerin içine girdikçe bizde Glass ile bu maceranın içinde kaçmaya, kovalamaya, hayatta kalmaya çalışıyoruz.  Bu hayatta kalma hikayesinde Glass ile birlikte soluk soluğa kalıyoruz.

The Revenant’ta kamera Hugh Glass’a odaklanıyor, filmin çoğu sahnesinde ne Kızılderililerden bi haber var , ne de yola çıktığı arkadaşlarından. Bu kısımlarda Glass’ın “ Böyle bir durumda hayatta nasıl kalırdınız “ sorusunu seyirciye soruyor. Filmin kahramanlarından diğer yan karakter Fitzgerald ( Tom Hardy ) de filmin içine dahil olduğu kısımlarda  arkadaşını arkadan hançerleyen bir pozisyonda yer alıyor.

Glass’ın oğlu öldürülürken Glass, intikam almak için hayatta kalmanın daha önemli olduğunu düşünüyor.  Filmde intikam duygusundan çok “ hayatta kalma savaşı “ konusu işleniyor. Konu olarak iyi işlenecek olmasına rağmen çoğu yerde sıkıcı bir anlatım göze çarpıyor. Filmin diğer eksiklerinden biri de kameranın sadece Glass’a odaklı olması, filmin içinde yer alan diğer oyunculara fazla yer ayırmaması. Film adına kopukluk da tam burada yaşanıyor. Innaritu, filmde hem aksiyonun içine sokuyor bizi hem de gerilime itiyor, ama kopukluğu yok edemiyor. Glass’ın hayatta kalma savaşını iyi şekilde işliyor Innaritu, özellikle bu kadar soğuğa dayanmak için At’ın karnına girerek ısınan Glass’ı öyle etkili aktarıyor ki Innaritu bu konuda kendisine şapka çıkarmak gerekir. Bu sahneyi izledikçe içi cız etmemiş izleyen sayısı azdır sanıyorum.

Sonuç olarak; Her şeyden önce The Revenant’ın güçlü hikayesi var. Ama bu hikaye ne kadar güçlü anlatılıyor bunu izleyene bırakmak gerekir.  Bunun haricinde The Revenant’ın 2.5 saatlik zaman dilimine yayılması filmin en büyük eksiği.  Ayrıca bu filmle   Hollywood tarafından " En iyi  erkek oyuncu"  ödülünü kazanan Leonardo Di Caprio'ya ödülü  Ayı Post'un kazandırdığını söylemekte yarar var ( kişisel görüştür ) Konuya geri dönecek olursak; Hayatta kalma savaşına ne kadar dahil olursanız olun, filmin bu kadar uzun anlatıma sahip olması filme eksi puan getiriyor, ama bu filmi “ kötü bir film “ kategorisine sokmuyor, çünkü gerek konu bazında gerek çekim ve görüntüler  yönünden “ The Revenant “ izlenmeyi hak eden filmler arasında yerini almayı başarıyor.


 İzlerken Altını Çizdiklerim:

“ Nefes aldığın sürece mücadele etmeye devam et “  

“  Teksas tarafındaki Kızılderililer seni soyabilirler, ama kafa derini yüzmezler…”


Cem Kurtuluş, Mart 2016




0 yorum: