Ölüm nedir? Son mudur? Başlangıç mıdır? Yoksa hayatımızın devam ettiğini
düşünerek yaşadığımız döngüler mi? 70 küsür yaşını geçmiş Clint Eastwood
"Gran Torino" filminde bunlara cevap veriyor. Bu yaşa rağmen iyi
işler çıkaran hem yönetmen hem oyuncu görevini üstlenen kişiler fazla kalmadı.
Kuşağının son adamlarından biri Clint
Eastwood.
Gran Torino'da adeta oyunculuk dersi veren Clint Eastwood bu filmde huysuz bir ihtiyarı canlandırıyor.
İnsanlar yaşlandıkça mı huysuz, kaprisli çekilmez olur yoksa doğuştan gelen
şeyler midir “ soruları bunlara bir cevap niteliğinde. Adını 1972 model Ford marka Gran Torino’dan alan film başlangıcından
itibaren “ Ölüm bir son mudur,bir başlangıç mıdır “ sorusunu soruyor. Huysuz
bir ihtiyar sert görünümüyle karşımıza çıkan
Walt Kowalski’yi ile de bu sayede tanışmış oluyoruz. Ters bir ihtiyar
olan Walt Kowalski’yi böyle yapan karısının ölümü müydü yoksa hep böyle miydi
sorusu da ayrıca sorduğumuz bir soru oluyor.
Filmin başından itibaren gözümüze çarpan Amerikan Bayrağı ve oğluna karşı babanın söylediği “ Amerikan malı alsanız ölür müydünüz “ sorusu da aslında klasik vari Amerikan övücülük olayını öne çıkarıyor. Filmin ilk yarısında asyalılar karşımıza çıkıyor; “ Hmong “ adını verdikleri etnik grup filmin içine yerleştiriliyor. Filmin konusuna geri dönecek olursak; huysuz ihtiyar film ilerledikçe gerçek karakterini gösteriyor. İlk başlarda huysuz, kendi kendine söylenen, insanlardan kaçan onlara kızan, ailesinden, çocuklarıyla iletişimi bozuk olan bir adamken sonrasında bir değişim yaşıyor. Ağırlığı,sert görünümü,soğukluğunun haricinde Walt Kowalski, Ford fabrikasından emekli olmuş bir Kore gazisi. Kore’de öldürdüğü insanları aklından çıkaramamış bir adam.Karısının ölümünden sonra kilisedeki peder ile aralarındaki ölüm ve yaşam hakkındaki söz olan ; “ kalkıyorsun ölüm ve yaşam hakkında vaaz veriyorsun fakat tek bildiğin ruhban okulunda öğrendiklerin “ cümlesi filmin ilk yarısında çok zaman geçmeden senaryoyla ilgili de fikrini veriyor.
Devam edecek olursak; olaylar Thao isimli gencin kendi ırkının
çetesine katılmak için Walt Kowalski’nin 72 model Gran Torino’sunu çalmaya
yeltenmesiyle başlıyor,ama hiçbir şey istediği gibi gerçekleşmiyor. Sessiz bir
çocuk olan Thao aslında bunları yapmak istemiyor; zorlanıyor akrabaları
tarafından zorla götürülmek isteniyor; bunun sonucunda kore savaşında savaşan
eski bir gazi olan Walt Kowalski’nin tüfeğini aldığında avladığı insanlar
geliyor aklına,bir nevi Thao’nun hayatını kurtarsa da aslında kendi bahçesine
girenleri dışarı atma meselesi oluyor bu. Walt Kowalski tarafından devamlı
hırsız muamelesi görüyor. Walt her şeye nefret duyduğu gibi kendi ırkından
olmayanlara da nefret duyuyor. Gran Torino’sundan başka sığınacak bir şeyi yok,
Amerika kelimesini ağzından düşürmeyen bir adam karşımızda duruyor. Savaştığı
yılları anımsarken, bunu “ Biz koredeyken
çığlık atan binlerce pislik bizim
topraklarımıza gelirken polisi
çağırmadık,harekete geçtik.” cümlesiyle
anlatıyor bazı durumlari. O yaşadığı hayata dair avladığı insanları da
unutamadığının resmi oluyor.
Walt’ın bir aralar nefretle baktığı Hmonglular, bir süre sonra yakınlaştığı
en yakın kişiler arasına katılıyor. “ Bu
yabancılarla kendi şımarık ailemden daha
çok ortak noktam var “ diye anlatıyor bu durumu Bay Kowalski. Kowalski’nin içindeki soğuk ihtiyar olmasında
büyük hüzün yatmasının hissiyatı olabildiğince etkili işleniyor. Kan tükürürken
de bu şikayetini oğlunu aradığında bir müddet sonra “ hiç “ diyecek kadar
önemsemiyor. Filmin ikinci yarısında bir zamanlar öldüreceği kişi olan Thao ile
Walt Kowalski’nin bir nevi dostluklarına tanıklık ediyoruz. Dostunu tehtit
edenlere karşı bunun karşılığını vermek istiyor; çünkü Walt için haklılık her
zaman daha önemli bir boyutta oluyor, filmde bunun hissiyatını iyi işliyor. İntikam
denen soğuk yemek tabiri Walt’ın intikamında geri dönüşünde oluyor. Öleceğini
bilerek yaşayan insan ölüme rahatlıkla gidebilirin mesajını veriyor film “ Walt
Kowalski “ karakteri üzerinden. Bunun
tersini yapıyor. Binlerce çocuk öldürmüş, öldürmenin nasıl bir şey olduğunu
bilen Walt Kowalski,filmin finalinde bunun tersini yapıyor, müziğin yoğun
etkisiyle de burukluk yaşatıyor. Vasiyetinde belirttiği 1972 model Gran Torinosu,
kendisinin yanında sadık arkadaşına bırakılıyor, aynı köpeğinin yanında olması
gibi. Filmin bitişinde Gran Torino, Köpeği Daisy, ve Thao’nun hüzün vari bakışı da klas final
olduğunu gösteriyor.
Oyunculuklara gelecek olursak; Walt Kowalski gibi bir karakterin soğukkanlılığı, hissiz ve donuk hali, bakışları,vücut hali,diyaloglarına fazlasıyla can veren “ Clint Eastwood “ 80’ine yaklaşırken nasıl derin iz bırakacağının resmini çiziyor; bunun yanında filmin genelinde partneri ve yol arkadaşı olan Thao’ya can veren Bee Vang; sessizliği,ruh hali,iniş ve çıkışlarıyla Clint Eastwood yanında iyi bir uyum yakalıyor. Bunun yanında Hmong kültürüne yakın olan insanların filmde deneyimi az’dı, bazılarının ingilizcesi bile yoktu. Bee Vang ise ilk başta korktuğunu ve daha sonra oyunculuğa alıştığını söylüyor. Senaryo kısmına gelirsek; Nick Shenk tarafından yazılan senaryo Dave Johansonn’un bir hikayesinden alınıyor; ama Nick Shenk 1990’ların başında Minnesota’da bir fabrikada çalışırken Hmong’un tarihiyle ve kültürüyle tanışıyor. İkili bu hikayede “ ırkçı “ bir baş karakter koymak uygun olmasa da Eastwood bunun için “ tuhaf bir hikaye “ yorumunu yapıyor.
Sonuç olarak; 80’lerine dayanan Eastwood’un en hissiyatlı; bir o kadar yönettiğiyle aile arasında kopuk ilişkilere,ırklar ve kimlikler arası çatışmlara, ölüm ve yaşam arasındaki yola çıkılarak aslında huysuz bir ihtiyarın nasıl oynanması gerektiğini gösteren “ Gran Torino “ hikayeyi anlatma konusunda klas bir işe imza atıyor.
Filmi İzlerken Altını Çizdiklerim:
“ bir adamı
en çok kovalayan şeyler emredilmeden
yaptıklarıdır “
“
huzur bulun
Ben
huzurluyum zaten”
“ adam
öldürmek nasıl bir şeydi?
Bilmek istemezsin
“
Cem Kurtuluş,2012