// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

Akira Kurosawa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Akira Kurosawa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

09 Nisan 2020

" Hayat Kısadır " Ikuru /Yaşamak (1952)























Tarih bilgisine çok hakim olmasam da ikinci dünya savaşıyla başlayan  ve dünyanın dengesini alt üst eden olaylardan biri ABD’nin Japonya’ya attığı atom bombasıydı. Sayısal yönden ne kadar tahribata yola açtığı ve daha sonrasında nelerin olduğu açıktır.   1939’ da ikinci dünya savaşı başlar, 1945’te Japonya büyük atom bombasıyla büyük bir katliam yaşar. Adına tahribat,felaket,soykırım ve pek çok şey sayabiliriz. Japonya sinemasının kült yönetmenlerinden  Akira Kurosawa dönem içindeki bu bombanın etkisini  ve bunun sinemadaki durumuna yakın bir özeti şöyle anlatır; “ Bomba atıldığında genç bir gazeteciydim,olanlarla alakalı bir şeyler yazmak istiyordum fakat işgal sona erene kadar bunu yapmamız yasaktı. Şimdi bu film için konu hakkında araştırmalar yapmaya başladım, o zamankinden bile çok şey okudum. Fakat hislerimi filme direkt aktarırsam dünyanın hiçbirinde yerinde gösterilemez. “

Böyle bir çağda etkiler sürmektedir.  Kurosawa 1945’te atılan atom bombasından 7 yıl sonra “ Ikuru “ (Yaşamak ) adlı  filmi çeker.  Film; bir devlet dairesinde çalışan, vazifeyi idare etmekle yükümlü   ama çoğu konuda “ ölü” biri gibi seyirciye resmedilen  Kanji Watanabe karakterinden yola çıkar.  Filmin başlarında dış sesten seyirciye aktarılan    “ 20 yıldan beridir bir ölü “   sözleriyle Watanabe hakkında bilgiye ulaşırız. Sadece bununla kalmaz, “ zamanını basitçe geçiriyor  hayatını yaşamadan “ diyerek kahraman hakkında  olanı söylemeye devam eder film.   İş arkadaşları tarafından alay konusu olan, uyuşuk, sessiz, yaşlılığın zirvesinde olan aynı zamanda kendi varoluşçu dünyasından kesitler sunar bize.

Watanabe devlet dairesinde çalışan bir memur olsa da yaptığı pek de bir şey değildir, o istenilenden fazlasını yapmak istemek ile istememek arasında gelip gider. Bir sıkılganlık hayatına sirayet etmiştir, en azından seyircinin böyle bir konu karşısında belki de hissiyatı bu olmuştur.  Filmin başından itibaren de kendisini sıkılgan bir ruh olarak mühür basan biri olarak gösterirler. Watanebe aslında zaten   ömrünün yarısını da aslında yaşamamak üzerine geçirmiştir.   “ Bu dünyada koltuğunuzu korumanın en iyi yolu bir şey yapmamaktır “ diye film daha başlarından itibaren sözünü söyleyerek Watanebe’nin durumunu özetler.  Bunlar olurken “ Bürokrasi “ kavramına dair film başlardan itibaren tarafını belli eder. Sözünü tutmayan yöneticilerin boş vaatlerini dair göndermeler yapar.  Sözün tabiriyle böyle kurumlarda birileri, birileri için daima kuyu kazmaya hazırdır. Filmin dili her ne kadar Watanabe karakteri üzerinden onun iç dünyasına inmek olduğu kadar aslında bu iç dünyanın bir de öteki yüzü olduğunu göstermek ister. 

Film daha sonra seyrini ölümcül hastalığa (-mide kanseri)  yakalanan Watanebe’nin yaşantısına çevirir. Bu bölümde  “ mide kanseri “ adına ne ve ne değildir üzerine detaylarda üstünde durulmaya değer. “ Ameliyata gerek yok, kendi kendine iyileşecektir “  sözü az zamanı kalan birine söylenen sözdür. Doktordan çıktığında Watanebe’nin dikkatsizliği göze çarpar.   Hikayedeki karakter  aynı olsa da bu hikayede az  ömrü kaldığını öğrenen kahramanımız bir şeyler başarmak için yola çıkar.  Bu yolda  kahramanımızın korkusu ölmek değil, yaşamamaktan dolayı duyduğu ızdıraptır. Bu zamana kadar yaşayamamış olmak kendisini büyük bir hüzne gömmüştür. 

Yaşayamamaktan dolayı  duyduğu ızdırap  Watanebe’nin hayatında büyük bir boşluğu oluşturur. Hastalığını söylemek üzereyken oğlunun parasıyla ilgili söylemesiyle kahramanımız sözünü söyleyemez, çünkü sessiz ve içe kapanık dünyasında ihtiyar biri olan Watanebe bu yorgunluğundan itibaren kendisini anlatmak konusunda da yorgundur.

Filmin ilk yarısında melodram-hüzün arasında bir yolculuğa çıkarız, bu bölümlerde kahramanımız çalıştığı para ile ne yapacağını bilememekte bir roman yazarıyla tanışmasına tanıklık ediyoruz.  “ Aslında benim hepsini bir defada harcamak istediğim 500.000 yen’im var. Ama benim asıl utandığım bu parayı nasıl harcayacağımı  dahi bilmemem “ diye anlatır hüznünü Watanebe . Filmin en kırılgan noktasını bu bölüm oluşturur. Bu bölümde ölüm ve yaşam hakkında pek çok söz söylenir, bir nevi filmin tirad niteliği taşıyan bölümü bar sahnesinde geçen konuşmalardır.

Az bir zamanı kalan bir kanser hastasının, ölüme giden  bu yolculukta yapacaklarına tanıklık ediyoruz. Yol göstericisi bir romancı ; kanser olmasına rağmen içki içiyor ölümle alay ediyor,  eğleniyor; ama başkaları gibi daha fazla eğlenemiyor. Bu bölümlerde Tokyo’nun gece hayatına dair enstantaneler izleriz; kahramanımızın bu gece hayatında fahişelerle eğlendiğine dair sahneler izleriz; fakat  derinlerde ağır bir hüzün saplantısı olduğunu bize hissettirmeye devam eder .  “ Life is brief “  sözünün geçerli olduğu şarkıda kahramanımızın hüznüne hakim oluruz. Başkaları dans ederken, kendisinin hayattan soyutlanmasını acı bir şekilde izleriz.  Hiçbir şey onu teselli edemez. Onun aradığı şefkat, sevgi; yaşamamaktan duyulan hüznü aslında  yaşamaya duyduğu özlemdir.  

 Daha sonraları  kahramanımızın “ Toyo “ adlı genç kıza olan sevgisine içten içe tanıklık ediyoruz. Ama kendisine hayat karşısındaki yorgunluğu,genç kızın hayat karşısındaki neşesi karşısında tarifsiz duygular doğrultusunda izleriz olan biteni.  Genç kızın çalıştığı yerde herkese bir lakap takması karşısında Watanebe ‘ye “ Mumya “ lakabını takması kendisini üzmez. Çünkü kendisi yorgun,neşesiz, hüznü ağır olan biridir, filmin genelinde de buna bize yansıtır. Bu bölümlerde kahramanımız “ neden bu kadar yaşam dolusun, ? çok canlısın. Kıskanmamın sebebi bu. Bu yaşlı mumya seni kıskanıyor. Ölmeden önce bir günümü senin gibi geçirmek istiyorum “  diyerek genç kıza hem sevgisini sunar, hem de kendini anlatır.  Bugünün işini yarına bırakmamaktan dem vurur; ölümcül bir hastalıkla pençeleşen kahramanımızın dilinden dökülenlerdir bunlar.  


Kendisini sadece iş yaşantısına adayan Watanebe oğluyla ilgilenememiş; bu durumu “ oğlum çok uzakta, çok uzakta bir yerde “ sözüyle açıklar. Aslında kendi de bu varoluş durumunda yaşadığı hüzünle beraberdir, ömrünün yirmi-otuz senesinden sonra da film bize “ yaşanacak bir şey kalmamış” cevabını verir.  Ama az da olsa yaşanacak belki de yapılacak bir şey var mı sorusunu da sordurtur.  O yarım bırakılanın, yarına bıraktığı şeyi filmin başlarında park yapılmasını isteyen kadınları hatırlarız; bürokrasi tekelinde üst yetkililerin devamlı ertelediği meseleyi daha sonralarında  “ düşük bir şube şefi belediye başkanına meydan okuyor “ sözüyle daha iyi anlamış oluruz. Bürokrasiye dair de mesaj verilir.

Filmin ilk yarısındaki yaşam, ölüm üzerine sorgulamalar, yaşanamamış olanlar ve özlemi duyulan şeyler; filmin ikinci yarısında yerini  ölüm fikriyle yüzleştikten sonra yapmak istediklerini hayata geçirmek için çabalayan kahramanımızın neler yaptığını seyirciye flashback’lerle gösteriyor.  “ Bürokrasi “ kavramıyla cebelleşme durumları burada açığa çıkar. Yaşarken ölü olan kişinin, kısa zamanda öleceğini öğrendikten sonra filmin ilk yarısında söylediği “ biz insanlar çok dikkatsiziz. Hayatın güzelliğini, ölüme rastlayınca anlıyoruz “ sözüyle açıklıyor.  Kendine dayatılan sistem içinde erimiş gitmiş bir bireyin az zamanı kaldığında sistemi reddettiğine dair de sözünü söyletmeyi başarıyor.  Bürokrasiye inceden inceye mesajını vermesini ihmal etmiyor “ Ikuru “ ( Yaşamak ) 

“ Yalnızlık “ temasına ayrı bir parantez açmak gerekir, ki İnsanoğlunun varoluşsal olarak yalnızlığını Kurosawa, kahramanımız Watanebe’nin söylediği “ Geçen otuz yılda her şeyim oldu fakat günbatımlarını unuttum”  sözüyle anlatır bize.  Bununla da sınırlı kalmaz; yaşarken ölü bir hayat sürmenin inceliklerini anlatırken anlattığı derinlik çizgisi burukluk yaratmaya yeterlidir.  Bunu da kahramanını anlatırken “ Watanabe aniden öldü, kendisinin bile haberi yoktu bundan “  sözüyle anlamak mümkündür.  Yaşarken bir ölüyken film bitmeden yaşamına az bir süre kala salıncakta gördüğümüz sahne de  genç kıza karşı söylediği “ ölmeden önce senin gibi yaşamak istiyorum “ sözünü hatırlatır bize.




Oyunculuklara gelirsek;  Kanji Watanabe karakterine can veren  Takashi  Shimura;  yaşanamamış, hüznün içinde boğulan bir ihtiyarı kusursuz ve etkileyici şekilde oynuyor; kendisinin yanında kısa süreliğine gözüken bar sahnesinde etkileyici bir rol ortaya koyan Yûnosuke Itô kendisine uyum sağlıyor. Bunun yanında  “ Toyo “  karakteriyle genç kız rolünde oynayan Miki  Odagiri rolünü başarıyla oynuyor.  Bunun yanında pek çok oyuncu sırıtmadan rolünü başarılı şekilde  oynuyor. Melodramın içine yerleştirilen  “ İkuru’nun özgün müziğini  Fumio Hayasaka tarafından yapılmış olup, filmde “ Life is brief “ sözüyle duyduğumuz  “ Gondola no uta “ ya da “ Hayat Kısadır, Aşık Olun Bakireler “  müziği Shinpei Nakayama  sözleri İsamu Yoshii ‘ye aittir. Ek bilgi olarak filmin müziği 1915 yılında bestelenmiştir ( Kaynak: Vikipedia )

Sonuç olarak;  Japonya 1945’te  Amerika tarafından atom bombasıyla birlikte büyük tahribat görmüş,bunun sonucunda kalıcı hastalıklar meydana gelmiştir. Akira Kurosawa bomba atıldığında genç gazeteciyken daha sonralarında 1952 yapımı “ Ikuru “ (Yaşamak )  bunu güçlü bir karaktere uyguladığı “ mide kanseri “  yoluyla anlatmayı tam tercih etmese de, kısa yollardan biri de budur. (-en azından kişisel fikrim budur ) Japonya toplumuna 1945’te atılan bomba bu filmde kısa yollu da olsa gösterilmektedir; bunu bazımız hastalık üzerinden görebiliriz, bazımız başka yollardan deneyebiliriz.  İki buçuk saate yakın melodram anlatımıyla, ilk izlenildiğinde irdelendiğinde “ belki gözden bir şey kaçmıştır “ yorumu yapabileceğimiz ve bürokrasiye sözünü söylemesiyle  Akira Kurosawa’nın başyapıtlarından biri desek yanılmayız herhalde “ İkuru “ için.   Hiçbiri olmasa bile bu filmin bir derdi var demeyi yüksek sesle haykırıyor Akira Kurosawa.


Filmi İzlerken Altını Çizdiklerim:

“ Zamanını basitçe geçiriyor hayatını yaşamadan. Başka bir deyişle,o aslında canlı değil…”

“ Bu dünyada koltuğunuzu korumanın en yolu bir şey yapmamaktır “

“ Dışarıda çok hoş vakit geçirdik ve bu çöplüğe geldik. Modern bir eve ihtiyacımız var “

“ Mide kanseriyken içmek intihar etmektir. “

“ İçki içmeniz çılgınca. Tadı hala güzel mi?
Hayır, değil. Fakat bir an için kanser olduğumu ve diğer acılarımı unutuyorum. “

“ İçki içmek; bu pahalı sake’yi içmek kendime, böylesine yaşanmış bir hayattan ötürü zehirle karşılık vermek gibi “

“ Aslında benim hepsini bir defada harcamak istediğim 500.000 yen’im var. Ama benim asıl utandığım bu parayı nasıl harcayacağımı dahi bilmemem “

“ Talihsizlik bize gerçeği öğretir.”

“ Biz insanlar çok dikkatsiziz. Hayatın güzelliğini, ölüme rastlayınca anlıyoruz. Fakat sadece birkaçımız ölümle yüzleşebilir. Daha kötüleri ölmeyinceye kadar hayat hakkında bir şey bilmiyor…”

“ Hayat konusunda açgözlü olmalıyız. “

“ Bizlere açgözlülüğün kötü olduğu öğretildi, fakat bu artık eskidi. Açgözlülük bir erdemdir. Özellikle hayata karşı açgözlülük “

“ O gerçekten kanser
O halde niye içiyor
İşte bu yüzden anlayamayacaksın…”

“ İnsanlardan nefret edecek durumda değilim “

“ Geçen otuz yılda her şeyim oldu fakat günbatımlarını unuttum”



“ Eğer yarın yapabiliyorsan  neden bugünü  yaşamıyorsun?”  

“ düşük bir şube şefi belediye başkanına meydan okuyor “

“ ne kadar mücadele edersem edeyim tutunacak hiçbir şey yok senden başka…”


  Neden bu kadar yaşam dolusun?  Çok canlısın. Kıskanmamın sebebi bu. Bu yaşlı mumya seni kıskanıyor. Ölmeden önce bir günümü senin gibi geçirmek istiyorum “

“ beş ay sonra hikayemizin başkahramanı öldü “ tam kimsenin inanmadığı bir işi başaracakken.

“ Watanabe aniden öldü, kendisinin bile haberi yoktu bundan “


"Aptal olduğunu düşünenleri hayatı boyunca ciddiye almadı ve mumya gibi yaşadı."

Cem Kurtuluş, 2020