Tarih bilgisine çok hakim olmasam da ikinci dünya
savaşıyla başlayan ve dünyanın dengesini
alt üst eden olaylardan biri ABD’nin Japonya’ya attığı atom bombasıydı. Sayısal
yönden ne kadar tahribata yola açtığı ve daha sonrasında nelerin olduğu
açıktır. 1939’ da ikinci dünya savaşı
başlar, 1945’te Japonya büyük atom bombasıyla büyük bir katliam yaşar. Adına
tahribat,felaket,soykırım ve pek çok şey sayabiliriz. Japonya sinemasının kült
yönetmenlerinden Akira Kurosawa dönem içindeki bu bombanın etkisini ve bunun sinemadaki durumuna yakın bir özeti
şöyle anlatır; “ Bomba atıldığında genç
bir gazeteciydim,olanlarla alakalı bir şeyler yazmak istiyordum fakat işgal
sona erene kadar bunu yapmamız yasaktı. Şimdi bu film için konu hakkında
araştırmalar yapmaya başladım, o zamankinden bile çok şey okudum. Fakat
hislerimi filme direkt aktarırsam dünyanın hiçbirinde yerinde gösterilemez. “
Böyle
bir çağda etkiler sürmektedir. Kurosawa 1945’te atılan atom
bombasından 7 yıl sonra “ Ikuru “ (Yaşamak
) adlı filmi çeker. Film; bir devlet dairesinde çalışan, vazifeyi
idare etmekle yükümlü ama çoğu konuda “
ölü” biri gibi seyirciye resmedilen Kanji Watanabe karakterinden yola çıkar. Filmin başlarında dış sesten seyirciye aktarılan
“ 20 yıldan beridir bir ölü “ sözleriyle Watanabe hakkında bilgiye ulaşırız. Sadece bununla kalmaz, “
zamanını basitçe geçiriyor hayatını
yaşamadan “ diyerek kahraman hakkında
olanı söylemeye devam eder film. İş arkadaşları tarafından alay konusu olan, uyuşuk,
sessiz, yaşlılığın zirvesinde olan aynı zamanda kendi varoluşçu dünyasından
kesitler sunar bize.
Watanabe devlet dairesinde
çalışan bir memur olsa da yaptığı pek de bir şey değildir, o istenilenden
fazlasını yapmak istemek ile istememek arasında gelip gider. Bir sıkılganlık
hayatına sirayet etmiştir, en azından seyircinin böyle bir konu karşısında
belki de hissiyatı bu olmuştur. Filmin
başından itibaren de kendisini sıkılgan bir ruh olarak mühür basan biri olarak
gösterirler. Watanebe aslında
zaten ömrünün yarısını da aslında
yaşamamak üzerine geçirmiştir. “ Bu dünyada koltuğunuzu korumanın en iyi
yolu bir şey yapmamaktır “ diye film daha başlarından itibaren sözünü
söyleyerek Watanebe’nin durumunu özetler. Bunlar olurken “ Bürokrasi “ kavramına dair film başlardan itibaren tarafını belli
eder. Sözünü tutmayan yöneticilerin boş vaatlerini dair göndermeler yapar. Sözün tabiriyle böyle kurumlarda birileri,
birileri için daima kuyu kazmaya hazırdır. Filmin dili her ne kadar Watanabe karakteri üzerinden onun iç dünyasına inmek olduğu kadar aslında bu iç dünyanın bir de öteki yüzü olduğunu göstermek ister.
Film
daha sonra seyrini ölümcül hastalığa (-mide kanseri) yakalanan Watanebe’nin
yaşantısına çevirir. Bu bölümde “ mide kanseri “ adına ne ve ne
değildir üzerine detaylarda üstünde durulmaya değer. “ Ameliyata gerek yok, kendi kendine iyileşecektir “ sözü az zamanı kalan birine söylenen sözdür.
Doktordan çıktığında Watanebe’nin dikkatsizliği göze çarpar. Hikayedeki karakter aynı olsa da bu hikayede az ömrü kaldığını öğrenen kahramanımız bir
şeyler başarmak için yola çıkar. Bu
yolda kahramanımızın korkusu ölmek
değil, yaşamamaktan dolayı duyduğu ızdıraptır. Bu zamana kadar yaşayamamış
olmak kendisini büyük bir hüzne gömmüştür.
Yaşayamamaktan
dolayı duyduğu ızdırap Watanebe’nin hayatında büyük bir boşluğu
oluşturur. Hastalığını söylemek üzereyken oğlunun parasıyla ilgili söylemesiyle
kahramanımız sözünü söyleyemez, çünkü sessiz ve içe kapanık dünyasında ihtiyar
biri olan Watanebe bu yorgunluğundan itibaren kendisini anlatmak konusunda da
yorgundur.
Filmin
ilk yarısında melodram-hüzün arasında bir yolculuğa çıkarız, bu bölümlerde
kahramanımız çalıştığı para ile ne yapacağını bilememekte bir roman yazarıyla
tanışmasına tanıklık ediyoruz. “ Aslında benim hepsini bir defada harcamak
istediğim 500.000 yen’im var. Ama benim asıl utandığım bu parayı nasıl
harcayacağımı dahi bilmemem “ diye
anlatır hüznünü Watanebe . Filmin
en kırılgan noktasını bu bölüm oluşturur. Bu bölümde ölüm ve yaşam hakkında pek
çok söz söylenir, bir nevi filmin tirad niteliği taşıyan bölümü bar sahnesinde
geçen konuşmalardır.
Az
bir zamanı kalan bir kanser hastasının, ölüme giden bu yolculukta yapacaklarına tanıklık
ediyoruz. Yol göstericisi bir romancı ; kanser olmasına rağmen içki içiyor
ölümle alay ediyor, eğleniyor; ama
başkaları gibi daha fazla eğlenemiyor. Bu bölümlerde Tokyo’nun gece hayatına
dair enstantaneler izleriz; kahramanımızın bu gece hayatında fahişelerle
eğlendiğine dair sahneler izleriz; fakat
derinlerde ağır bir hüzün saplantısı olduğunu bize hissettirmeye devam
eder .
“ Life is brief “ sözünün
geçerli olduğu şarkıda kahramanımızın hüznüne hakim oluruz. Başkaları dans
ederken, kendisinin hayattan soyutlanmasını acı bir şekilde izleriz. Hiçbir şey onu teselli edemez. Onun aradığı
şefkat, sevgi; yaşamamaktan duyulan hüznü aslında yaşamaya duyduğu özlemdir.
Daha sonraları
kahramanımızın “ Toyo “ adlı
genç kıza olan sevgisine içten içe tanıklık ediyoruz. Ama kendisine hayat
karşısındaki yorgunluğu,genç kızın hayat karşısındaki neşesi karşısında
tarifsiz duygular doğrultusunda izleriz olan biteni. Genç kızın çalıştığı yerde herkese bir lakap
takması karşısında Watanebe ‘ye “ Mumya
“ lakabını takması kendisini üzmez. Çünkü kendisi yorgun,neşesiz, hüznü ağır
olan biridir, filmin genelinde de buna bize yansıtır. Bu bölümlerde kahramanımız “ neden bu kadar yaşam dolusun,
? çok canlısın. Kıskanmamın sebebi bu. Bu yaşlı mumya seni kıskanıyor. Ölmeden
önce bir günümü senin gibi geçirmek istiyorum “ diyerek genç kıza hem sevgisini sunar,
hem de kendini anlatır. Bugünün işini
yarına bırakmamaktan dem vurur; ölümcül bir hastalıkla pençeleşen
kahramanımızın dilinden dökülenlerdir bunlar.
Kendisini
sadece iş yaşantısına adayan Watanebe oğluyla ilgilenememiş; bu durumu “ oğlum çok uzakta, çok uzakta bir yerde “
sözüyle açıklar. Aslında kendi de bu varoluş durumunda yaşadığı hüzünle
beraberdir, ömrünün yirmi-otuz senesinden sonra da film bize “ yaşanacak bir
şey kalmamış” cevabını verir. Ama az da
olsa yaşanacak belki de yapılacak bir şey var mı sorusunu da sordurtur. O yarım bırakılanın, yarına bıraktığı şeyi
filmin başlarında park yapılmasını isteyen kadınları hatırlarız; bürokrasi
tekelinde üst yetkililerin devamlı ertelediği meseleyi daha sonralarında “ düşük bir şube şefi belediye başkanına
meydan okuyor “ sözüyle daha iyi anlamış oluruz. Bürokrasiye dair de mesaj
verilir.
Filmin
ilk yarısındaki yaşam, ölüm üzerine sorgulamalar, yaşanamamış olanlar ve özlemi
duyulan şeyler; filmin ikinci yarısında yerini
ölüm fikriyle yüzleştikten sonra yapmak istediklerini hayata geçirmek
için çabalayan kahramanımızın neler yaptığını seyirciye flashback’lerle
gösteriyor. “ Bürokrasi “ kavramıyla cebelleşme durumları burada açığa çıkar.
Yaşarken ölü olan kişinin, kısa zamanda öleceğini öğrendikten sonra filmin ilk
yarısında söylediği “ biz insanlar çok
dikkatsiziz. Hayatın güzelliğini, ölüme rastlayınca anlıyoruz “ sözüyle
açıklıyor. Kendine dayatılan sistem
içinde erimiş gitmiş bir bireyin az zamanı kaldığında sistemi reddettiğine dair
de sözünü söyletmeyi başarıyor.
Bürokrasiye inceden inceye mesajını vermesini ihmal etmiyor “ Ikuru “ (
Yaşamak )
“
Yalnızlık “ temasına ayrı bir parantez açmak gerekir, ki İnsanoğlunun
varoluşsal olarak yalnızlığını Kurosawa,
kahramanımız Watanebe’nin söylediği “
Geçen otuz yılda her şeyim oldu fakat günbatımlarını unuttum” sözüyle anlatır bize. Bununla da sınırlı kalmaz; yaşarken ölü bir
hayat sürmenin inceliklerini anlatırken anlattığı derinlik çizgisi burukluk
yaratmaya yeterlidir. Bunu da
kahramanını anlatırken “ Watanabe aniden
öldü, kendisinin bile haberi yoktu bundan “ sözüyle anlamak mümkündür. Yaşarken bir ölüyken film bitmeden yaşamına az
bir süre kala salıncakta gördüğümüz sahne de
genç kıza karşı söylediği “
ölmeden önce senin gibi yaşamak istiyorum “ sözünü hatırlatır bize.
Oyunculuklara
gelirsek; Kanji Watanabe karakterine can veren Takashi Shimura;
yaşanamamış, hüznün içinde boğulan bir ihtiyarı kusursuz ve etkileyici
şekilde oynuyor; kendisinin yanında kısa süreliğine gözüken bar sahnesinde
etkileyici bir rol ortaya koyan Yûnosuke
Itô kendisine uyum sağlıyor. Bunun yanında
“ Toyo “ karakteriyle genç kız rolünde oynayan Miki
Odagiri rolünü başarıyla oynuyor. Bunun yanında pek çok oyuncu sırıtmadan rolünü
başarılı şekilde oynuyor. Melodramın
içine yerleştirilen “ İkuru’nun özgün
müziğini Fumio Hayasaka tarafından yapılmış olup, filmde “ Life is brief “
sözüyle duyduğumuz “ Gondola no uta “ ya da “ Hayat Kısadır, Aşık Olun Bakireler “ müziği Shinpei
Nakayama sözleri İsamu Yoshii ‘ye aittir. Ek bilgi
olarak filmin müziği 1915 yılında bestelenmiştir ( Kaynak: Vikipedia )
Sonuç
olarak; Japonya 1945’te Amerika tarafından atom bombasıyla birlikte
büyük tahribat görmüş,bunun sonucunda kalıcı hastalıklar meydana gelmiştir. Akira Kurosawa bomba atıldığında genç
gazeteciyken daha sonralarında 1952 yapımı “ Ikuru “ (Yaşamak ) bunu güçlü bir
karaktere uyguladığı “ mide kanseri “ yoluyla
anlatmayı tam tercih etmese de, kısa yollardan biri de budur. (-en azından
kişisel fikrim budur ) Japonya toplumuna 1945’te atılan bomba bu filmde kısa
yollu da olsa gösterilmektedir; bunu bazımız hastalık üzerinden görebiliriz,
bazımız başka yollardan deneyebiliriz.
İki buçuk saate yakın melodram anlatımıyla, ilk izlenildiğinde
irdelendiğinde “ belki gözden bir şey kaçmıştır “ yorumu yapabileceğimiz ve bürokrasiye
sözünü söylemesiyle Akira Kurosawa’nın
başyapıtlarından biri desek yanılmayız herhalde “ İkuru “ için. Hiçbiri olmasa bile bu filmin bir derdi var
demeyi yüksek sesle haykırıyor Akira
Kurosawa.
Filmi İzlerken Altını
Çizdiklerim:
“
Zamanını basitçe geçiriyor hayatını yaşamadan. Başka bir deyişle,o aslında
canlı değil…”
“
Bu dünyada koltuğunuzu korumanın en yolu bir şey yapmamaktır “
“
Dışarıda çok hoş vakit geçirdik ve bu çöplüğe geldik. Modern bir eve
ihtiyacımız var “
“
Mide kanseriyken içmek intihar etmektir. “
“
İçki içmeniz çılgınca. Tadı hala güzel mi?
Hayır,
değil. Fakat bir an için kanser olduğumu ve diğer acılarımı unutuyorum. “
“
İçki içmek; bu pahalı sake’yi içmek kendime, böylesine yaşanmış bir hayattan
ötürü zehirle karşılık vermek gibi “
“
Aslında benim hepsini bir defada harcamak istediğim 500.000 yen’im var. Ama
benim asıl utandığım bu parayı nasıl harcayacağımı dahi bilmemem “
“
Talihsizlik bize gerçeği öğretir.”
“
Biz insanlar çok dikkatsiziz. Hayatın güzelliğini, ölüme rastlayınca anlıyoruz.
Fakat sadece birkaçımız ölümle yüzleşebilir. Daha kötüleri ölmeyinceye kadar
hayat hakkında bir şey bilmiyor…”
“
Hayat konusunda açgözlü olmalıyız. “
“
Bizlere açgözlülüğün kötü olduğu öğretildi, fakat bu artık eskidi. Açgözlülük
bir erdemdir. Özellikle hayata karşı açgözlülük “
“
O gerçekten kanser
O
halde niye içiyor
İşte
bu yüzden anlayamayacaksın…”
“
İnsanlardan nefret edecek durumda değilim “
“
Geçen otuz yılda her şeyim oldu fakat günbatımlarını unuttum”
“
Eğer yarın yapabiliyorsan neden bugünü yaşamıyorsun?”
“
düşük bir şube şefi belediye başkanına meydan okuyor “
“
ne kadar mücadele edersem edeyim tutunacak hiçbir şey yok senden başka…”
“ Neden bu kadar yaşam dolusun? Çok canlısın. Kıskanmamın sebebi bu. Bu yaşlı
mumya seni kıskanıyor. Ölmeden önce bir günümü senin gibi geçirmek istiyorum “
“
beş ay sonra hikayemizin başkahramanı öldü “ tam kimsenin inanmadığı bir işi
başaracakken.
“
Watanabe aniden öldü, kendisinin bile haberi yoktu bundan “
"Aptal olduğunu düşünenleri hayatı boyunca
ciddiye almadı ve mumya gibi yaşadı."
Cem Kurtuluş, 2020