// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

09 Mayıs 2013

Düşünenlerin Öldürülmemesi Dileğiyle: İçimden Geçen Zaman

















Kitabın adı: İçimden Geçen Zaman
Yayınevi: Um:ag Vakfı Yayınları
Yayın Yönetmeni:Orhan Tüleylioğlu
Kapak Tasarımı: Turgut Erentürk
Basım tarihi: 2012
Yazar: Güldal Mumcu
Sayfa: 228



Neredeyse 20 kusur  yıl oldu. Uğur Mumcu’nun  katilleri halen bulunamadı. Sadece Uğur Mumcu değil.  Hrant Dink, Çetin Emeç, Abdi İpekçi, Ahmet Taner Kışlalı ve niceleri. İsimler değiştirildi, savcılar değişti, tutanaklar değişti, tam her şey bulunacakken araya bir şeyler girdi katiller yine bulunamadı. Araştırmalar yapıldı, araştırmalar değiştirildi. Yapılanlar yapıldığı gibi.  Bu kitapta sadece 20 yıllık süreç değil, daha öncesine de değiniliyor. Taylan Özgür’den tutun Gaffar Okan’a kadar, uyuşturucu kaçakçılarından, Hizbullahçılara kadar ince noktalar var. Ve kitabın en önemli cümlesi kitabın girişinde yazan “ Düşünenlerin öldürülmemesi, öldürülenlerin hiç unutulmaması dileğiyle…” sözü


Adaletsizlik ve zulüm’un sürdüğü bir toplumda halk sessiz olmamalı. Yapılan haksızlıklara karşı çıkmalı. İnsan her şeyi yok saysa bile gerçekleri yok saymamalı. Açığa çıkarılması gereken gerçekleri araştırmaktan geri durmamalı..

Uğur Mumcunun öldürüldüğü dönem itibariyle neler mi oldu? 20 yılda,12 hükümet, 8 başbakan, 16 içişleri bakanı, 15 adalet bakanı, 9 milli savunma bakanı değişti. Siyasilerin umursamaz tavırları akıllarda kaldı. Dönemin akılda kalan sözleri şöyle yer alıyor;

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Şimdi bakın böyle şeyler oluyor. Kennedy’yi de vurdular akıllarına koymasınlar yaparlar.”
TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, “Başınız sağolsun, zaten bekliyorduk.”
Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, “Mumcu’nun katillerini bulmak, hükümetimizin namus borcudur.”
İçişleri Bakanı İsmet Sezgin: “Biz bu olayı soruşturacağız, failler ortaya çıkacak bu bizim namus sözümüzdür.”
Bülent Ecevit:Eşiniz de arı kovanına çomak sokmuştu.”



Uğur Mumcu’nun öldürüldüğünden sonra eşinin feryatları, eşinin katillerinin peşine düşmesi ve bütün bu çırpınışlar sonrasında eldeki soruların cevapsız kalması dönem itibariyle de kara bir lekedir. Demokrasinin sadece bu dönemde değil, daha önceki dönemde de parçalandığının en önemli kanıtıdır. Uğur Mumcu’nun öldürüldükten sonra binlerce insanın cenazeye akın etmesi, ve seneler boyu uğur Mumcu’nun patlamanın olduğu yerde anılması unutulmamalı. Dönem itibariyle Uğur Mumcu’nun çocuklarının yaşadığı acılar yadsınamaz. Ama onlar daha güçlü oldular, dimdik ayakta durdular. Uğur Mumcu toprağı verildikten sonra Güldal Mumcu’nun çocuklarına söylediği sözler ise yürek burkutucu.

“ Bakın çocuklar o bizim babamızdı. Ama aynı zamanda, onu son yolculuğuna uğurlamaya gelen bu binlerce insanın da yazarıydı. Onlar olaya sahip çıktılar ve bizi yalnız bırakmadılar. Hiç kimseye böyle bir sevgi nasip olmamıştır. Onlar bizim için buradalar. Türkiye’nin her yerinden geldiler. Bugün, şimdi, burada babanızla baş başa bırakalım onları, onu uğurlasınlar; sevgilerini sunsunlar, son görevlerini yapsınlar. Biz daha sonra hep gelebiliriz. Ayrıca, hiç kimseye acısını paylaşmak için yüz binler gelmemiştir. Sizin acınızı paylaştılar, sizde acı kalmadı artık. Sizde sadece onun, babanızın onuru kaldı” –sf 35

“Özge bana döndü ve sordu
-Artık acı yok değil mi
-Evet yok”



Bir çeşit sakinleştirme metoduydu bu. Acılarını zaman geçtikçe çocukları ve kendisi daha da hafifletiyordu. Ama Güldal Mumcu bu işin peşini bırakmıyordu. Kimileri “ bırak bu işleri” dese de kendisi katillerin bulunması için her çabayı sarf ediyordu. Mahkemeler değişiyor, avukatlar değişiyor, bakanlar değişiyor, her şey değişiyordu. Değişmeyen tek şey haksızlıklardı.  Uğur Mumcu’nun gerçek katilini arıyordu ama her defasında başka bir katili getiriyordu devlet görevlileri. Devletin yaptığı en iyi iş buydu. Uğur mumcu; Kürt sorunu, PKK, Hizbullah, Cia ve birçok meselede yazılar yazıyordu. Toplumun bütün dikkatini kendine çekmişti dönem itibariyle. Bu yazılar sonrasında tek bir soru her şeyi açıklıyordu.

“ Öldürülmekten korkmuyor musunuz”


Her şey böyle giderken katiller halen bulunamamışken Ceyhan Mumcu’nun  Uğur mumcu davasındaki avukatlığından istifa etmesi Cumhurbaşkanının avukatı olması dönem için ince bir detaydır.

Günler ilerlerken Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi, Susurluk Komisyonu sözcüsü Bedri İncetahtacı’nın trafik kazasında ölmesi, Ceyhan Mumcu’nun cumhurbaşkanlığının avukatlığına geçmesi, Gaffar Okkan’ın öldürülmesi, Çeçen Swiss Oteli Baskını, Sadettin Tantan’ın istifası önemli ayrıntılar arasında yerini almıştı.

Kitapta Uğur Mumcu’nun eskiden yazılarında ön gördüğü “ Kürt-islam sentezi” meselesi de var. Mossad ve Barzani ilişkisi, Amerika İsrail, İran üçgeni arasındaki bağlantılar ve bir çok konu kitapta okumanız gereken kısımlar arasında. Uğur Mumcu’nun eski yazılarındaki kaynaklarda belirttiği gibi Mossad’dan  kürtlere her ay 50 bin dolar verildiği ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. Uğur Mumcu’nun üzerinde durduğu en önemli soru şu cümlelerde yatıyor

“ Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA VE MOSSAD’ın Kürtler arasında? “

 
Ayrıca kitapta belirtmek gerekir ki; Güldal Mumcu ailesine dair anılar, mektuplar, mahkemeye yollanan dilekçileri Uğur Mumcu’nun Cumhuriyet gazetesi döneminde İslami örgütlere  dair yazdığı  iğneleyici yazılar, bir takım önemli isimlerin cinayetleri kitabın içinde yerini alıyor. Öldürülen isimler hakkında kanıtlara ulaşılamadığını Uğur Mumcu 1991’de yazdığı bir yazıda şöyle anlatıyor

AKSOY Cinayeti/Uğur Mumcu

“ Atatürk devrimlerinin ve hukuk devletinin yılmaz savunucusu Prof.Dr. Muammer Aksoy, geçen yıl bugün alçakça kurşunlanarak öldürülmüştü. Cinayet  “ İslami hareket” adına işlenmişti. “ İslami hareket” bir örgüt adı mıydı yoksa cinayeti işleyenler, bu cinayeti, İslamcı düşünce adına işlediklerini anlatmak için genel anlamıyla “ İslami hareket “ sözcüklerini mi kullanmışlardı? Bu konular hiç aydınlanmadı. Bu gidişle bundan sonra da aydınlanacağı yok. Aksoy cinayetini Hürriyet gazetesi genel yayın müdürü Çetin emeç cinayeti izledi; Çetin emeç cinayetini Turan Dursun’un öldürülmesi.. İslami hareket en son kıydığı can , Doç. Bahriye Üçok’tu. Aksoy cinayetinden sonra bir tek ipucu ele geçmedi. Emeç, Dursun ve Bahriye Üçok cinayetlerinin kimler tarafından işlendiğini gösteren bir tek kanıta bile ulaşılamadı. ” – İçimden geçen zaman –sf 198

“ Öyle ya da böyle; başta Aksoy cinayeti olmak üzere hiçbir cinayet aydınlanamadı. On bir yıl önce Milliyet gazetesi genel yayın müdürü ve başyazarı Abdi ipekçi cinayeti aydınlandı mı? Hayır, aydınlanmadı; aydınlanmadığı gibi İpekçi cinayetinin aydınlanmaması için gizli eller bütün kanıtları değiştirdiler” – İçimde geçen zaman –sf 198

“ Devletin görevi , bu gibi cinayetlerin kanıtlarını bulmak değil midir? Devlet, “ İslami hareket” adına , uçlarına susturucu takılmış silahlarla cinayet işleyen çetelere karşı bu kadar çaresiz midir? Yoksa “ Devlet” dediğimiz şu büyük aygıta takılan başka susturucular var da biz mi bu susturucuları bilemiyoruz! “ – sf 199

-(Cumhuriyet,31 ocak 1991)


Uğur Mumcu’nun bu yazısında bir cümleye dikkat “ Öyle ya da böyle; başta Aksoy cinayeti olmak üzere hiçbir cinayet aydınlanmadı”

Uğur Mumcu 20 kusur yıl öncesinde kendinin öldürüleceğini belki bu yazdıklarından anlamış olmalıydı. Aksoy cinayeti gibi onunda katili bulunamadı, ama hep bir katil buldu devlet. Kendisini öldürmeyenleri mumcu ailesine “ katil bulundu” diyerek onları sevindirmek istedi. Ama mumcu ailesi bunlara inanmadı. Mumcu ailesinin tek istediği gerçeklerdi, ama devlet hiçbir zaman gerçekleri bulmak istemedi. Eğer gerçekler bulunsaydı rant yolları kapanacaktı.

Uğur Mumcu 1989’da Cumhuriyet gazetesinde yazdığı “ Sevr mi Lozan mı” yazısında her şeyi açıkça dile getiriyor

  Cumhurbaşkanlığı seçimi için ikinci tur da yapıldı. Türkiye yeni cumhurbaşkanı seçimi ile uğraşırken,ABD iki duyarlı konu üzerine yoğunlaşıyor. Bu duyarlı konulardan biri “ Ermeni” öteki de Kürt sorunu. Artık görmeyen gözler gördü, duymayan kulaklar da duydu. Ermeniler ve Kürtler NATO’nun patronu “ dost ve müttefik” ABD tarafından açıkça destekleniyorlar. “ –sf 210

“ Terör ister sağ, ister sol görüntülü olsun, isterse de etnik kimliklere bürünsün, sonuç hiç değişmez. İşin kuralı şu; Bu terör örgütleri eninde sonunda emperyalizme, ve faşizme hizmet ederler, şovenizme ve cuntaların değirmenlerine su taşırlar”


Kürt-İslam sentezi Uğur Mumcu’nun yazılarında baş gösteriyordu. Uğur Mumcu’nun o yazılardan biri de “ Hizbul-PKK”  idi.  O yazıda Uğur Mumcu bu soruna şöyle sesleniyor

“ PKK, Kuzey İran’da tahran rejiminin desteği ile konuşlandırılıyor. Kira bedeli olarak da PKK yayın organlarında olan İran İslam devrimini selamlayan yazılar çıkıyor. PKK’nın 2.ulusal kongresinde “ dinleri ve mezhepleri PKK çevresinde örgütleme” kararı aldığını, bu “ Kürt-İslam sentezi” ile Kürt milliyetçiliğini dinsel taban yaratılmak istendiğini 15 mart gününü yazımızda anlatmıştık. Bu gelişmeleri doğrulayan bir başka belirtiyi de İran yanlısı Cemalettin Kaplan’ın Köln’de yayımlanan “ Ümmet-i Muhammed” adlı gazetesindeki “ Doğu olayları ve altında yatan gerçekler” başlıklı yazıda buluyoruz. Ümmet-i Muhammed, 15 mart 1991 günü sayısında PKK’ya seslenen bir yazı yayımladı. Amaç, PKK’yı İslamlaştırmaktır. PKK’da İslamı  Kürtleştirmeye çalışıyor. Her ikisi de  Kemalizmi düşman ilan ediyor. Hem Abdullah Öcalan, Hem Cemalettin Kaplan, Kemalizme saldırıyorlar. Neden? Çünkü Kemalizm, Türk ve Kürt şovenizmine olduğu kadar, din ve mezhep ayrımlarına da karşıdır. PKK’nın yeni siyaseti din ve mezhep ayrımı üzerine kuruluyor. “ Hizbullah” örgütü ile PKK bir gün birlikte eylem yaparlarsa şaşırmayın” –sf 217/ Cumhuriyet , 29 mart 1991-Uğur Mumcu)


Kitapta “ Kürt İslamcılığı” diye bir yazı var ki mutlaka okunması gerekir. Pkk örgütünün islam kanadının etkisi gözler önüne seriliyor.

“ Kürt ayaklanmalarını özgün Kürt kaynaklarından inceleyenler “ Dersim Ayaklanması” lideri Şeyh Rıza’nın yeğeni Rehber’in bu ayaklanmanın askeri liderlerinden Alişen ve karısı Zerife’yi , Bahtiyar aşireti reisi Şahin Ağa’nın aynı aşiretten Hıdır tarafından öldürülüp  kesik başlarını hükümet kuvvetlerine teslim ettiklerini bilirler, PKK’nın 1979 yılında Doğu Perinçek’in liderliğindeki TİKP’nin Güneydoğu’daki üyelerini nasıl öldürttüğünü öğrenmek isteyenler Aydınlık gazetesinin 1979 yılı yayınlarına göz atabilirler. Bu gibi örnekler , ayaklanmalarda ve terör olaylarında  “ Kürt’ün Kürt’ü öldürmesi” alışkanlığının hiç de yeni olmadığını anlatmaya yetiyor.” – İçimde geçen zaman /sf 219


Kürt Kürt’ü öldürür mü derken öldürülmeler devam ediyor

“ PKK’nın örgütlenmesinde Abdullah Öcalan’dan çok daha etkili çalışmalar yaptığı söylenen Haki Karaer’in 1977 yılında “ Tekoşin” adlı bir Kürt örgütünce öldürüldüğü ileri sürülüyor. Öcalan’ın yakın arkadaşlarını öldürttüğü, Haki Karaer’in 1985 yılında PKK’dan ayrılan kardeşi Baki Karaer tarafından açıklanıyor.(Michael m.Gunter, The Kurds In Turkey,s 62) Mehmet Uzun, Ali Yaylacık, Ahmet Ballı, Abdullah Kumral, Resul Altınok, Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin, Abdullah Öcalan ile uyuşmazlığa düşen ve kuşkulu biçimde öldürülen PKK’lıların adlarıdır.” – İçimden geçen zaman /sf 219

-(Cumhuriyet 8 ağustos 1992)

Döneminde yaşanan politikacılardan bazıları  bu kitabın içindeki bilgilerin  tamamen doğru  olmadığını   söylense de bu rivayetten öteye gidemedi. Güldal Mumcu " İçimdeki Geçen Zaman " da eşi Uğur Mumcu'nun ölümüyle başlayan süreçten, eşinin yazılarına  ayrıntılı bir şekilde kitapta yer veriyor. Uğur Mumcu cinayetini anlamak için Güldal Mumcu'nun yazdığı " İçimden Geçen Zaman " kitabı okunursa Uğur Mumcu'nun neden öldürüldüğü daha iyi anlaşılacaktır. Ve Kitap girişinde belirttiğim sözü tekrardan hatırlatmak gerekiyor: " Düşünenlerin Öldürülmemesi Dileğiyle " 

Uğurlar Olsun!


Okurken Altını Çizdiklerim:

“ Camın önünde bordo koltukta oturuyorum. Dışarıda yoğun bir sis var. Karşımda, Uğur’un her zaman oturduğu koltukta ablam oturuyor. Görünmeyen şehre bakıyorum. Az önce çocukların odalarını dolaştım. Uyumaları zor oldu. Özge’nin odasındayken bir bulutun ardından benimle birlikte dolaştığını hissettim.” – sf 11
24 ocak 1993 pazartesi,saat 2.30

“Hüseyin Cindoruk: Başınız sağolsun. Zaten bekliyorduk”- sf 20

“ Şimdi bakın. Böyle şeyler oluyor. Kennedy’yi bile vurdular. Akıllarına koymasınlar yaparlar.”- sf 21

“ Uğur Mumcu: Ölmeden önce iki şeyi görmek istiyorum. Birisi Sovyetler Birliğinde sosyalistlerin tekrar iktidara geldiğini, diğeri de Sabah gazetesinin battığını.”-sf 24

“  Uğur’un bu dönemde üzerinde  durduğu konulardan biri de Türkiye’nin din devletine haline getirilmesi idi. O bunu Hristiyanlıktaki Tanrı Devleti (Opus Dei) kavramı ile açıklamaya çalışıyor, bununla Türkiye’nin bir İslam devletine dönüştürülmek istendiğine işaret etmek istiyordu. Yazdığı yazılar ve verdiği konferanslarda , ülkenin bir on beş yirmi yıl sonra imam hatip mezunları tarafından yönetileceğini hakimlerin de imam hatip mezunları arasından çıkacağını söylüyordu” –sf 50

“ Uğur Mumcu: “ Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA VE MOSSAD’ın Kürtler arasında? “

“ Ülkü Coşkun: Namus borcumuz dediler, bugüne kadar hükümetin hiçbir üyesi dosyanın ne olduğunu bana sormadı. Bu işi devlet yapmıştır. Siyasi iktidar isterse çözer.” 

“ Ölüler özlenmez, sadece hatırlanır” –sf 61

“ Yargı bağımsızlığı sadece kağıtta kalan bir söz olarak ortada öylece duruyordu. Yazı istediğine göre, savcı kendisini hem siyasi hem yaşamsal olarak güvence altına almak istiyordu anlaşılan. Korku, insanı mesleğinin gereğini yerine getirmekten alıkoyan, ete, kana bürünmüş bir unsur olarak karşımızdaydı. İnsanoğlunun genlerine içgüdüsel olarak yerleşen bu duyguyu kullanmayı çok iyi biliyorlardı. “ –sf 71



"Öldürülmesinden sonraki o yaz Uğur'un bu düşünü gerçekleştirdik. Düşler insan ömrüyle sınırlı değildi nasıl olsa." (sf.71)”

“ Mit müsteşarı:  Hizbullah diye bir örgüt yoktur!...”  -sf 76

“ Dünyanın en yorucu işiydi galiba düzgün bir çizgide durmayı başarmak” –sf 83

“Öldürülmekten korkmuyor musun
Demirden korkan trene binmez “ –sf 82

“  Bu dava sadece bizim aile olarak şahsi niteleyebileceğimiz, şahsi olarak davranabileceğimiz bir dava değildi. Biz tarihe karşı da sorumluyduk. Üstelik bürokrasi kağıttan çekinirdi. “- sf 96

“ Uğur, 12 Mart 1971 darbesinde hapis yatmıştı. Annesinin ve ablasının o hapisteyken çocukluğuyla ilgili anlattıkları bir öyküyü anımsadım. Uğur’un annesi Nadire hanım, çok güzel yemek pişirir ve tatlı yapardı. Uğur 12-13 yaşlarındayken, akşam yemeğinde konukların da olacağı bir gün, Nadire hanım lokma dökmüş öğleden sonra da dışarı çıkmış. Bu arada Uğur okuldan eve gelmiş, bakmış mutfakta bir tencere dolusu lokma tatlısı, mahalledeki bütün çocukları çağırmış bir güzel lokma ziyafeti vermiş. Akşam sofra kurulmuş, yemekler yenmiş, sıra tatlıya gelmiş. Nadire Hanım tencerenin kapağını açmış ki, bir tek lokma dahi yok. Sormuş Uğur’a “ Oğlum ne oldu bu lokmalara” Uğur cevap vermiş “ Mahalledeki arkadaşlarla birlikte yedik” Konuklar dahil başlamışlar gülmeye” –sf 126

“ Sadettin Tantan: Uğur bey öldürüldüğü zaman az çok kimlerin yapabileceği hakkında kendi aramızda fikir yürütmüştük. Tahminlerde bulunduk. “ –sf 137

“ A.Argun Çetin: CIA’ya çalışıyorum, Fünyeden, bombadan da anlamam!...” sf- 146

“ Türkiye’de bugüne kadar yaşanan terör olaylarının nedenlerinin ortaya çıkmasını ve tüm bağlantıları ile aydınlatılmasını istemiyorlardı. İstemiyorlardı, çünkü gerçekler ortaya çıkınca herkes vatandaş olarak sorgulamasını yapacak, bu ülkenin gelecekte nerelere götürülmek istendiğini daha net algılayacak ve iktidarları ona göre seçeceklerdi. Olayları böyle puslu, gölgeli ve daima şüpheli acaba’lı bırakmak her zaman işlerine geliyordu” – sf 148

“ Türkiye’de neler oluyor? (…) Bir emniyet müdürünün milyarlık bir uyuşturucu madde kaçakçılığına karışmış olması çok düşündürücü değil midir? Soruşturulsun; bu soruşturmaların ardında başka çapanoğulları da çıkar herhalde.. Bir kanlı Zincir! Bir ucunda uyuşturucu madde, öteki ucunda kaçak silahlar… Nasıl kırılacak bu zincir nasıl?...” –sf 155

“ Almanya’da eroin ile yakalanan MSP eski milletveki Halit Kahraman , Alman polisine verdiği ifadede MSP Genel Başkanı Erbakan ile milletvekili Fehim Adak’ın da kaçakçılık işlerine karıştıklarını bildirmiştir. Bu ifade devletin resmi görevlilerinin elindedir. MHP senatörü Kudret Bayhan da Fransa’da üzerinde baz morfinle ele geçirilmiştir. İtalyan polisinin yaptığı son açıklama, ele geçen bir milyar iki yüz elli milyon liralık uyuşturucu maddenin silah satın almak üzere İtalya’da sokulduğu yolundadır. “-sf 157

“ Yusuf Karakuş pazarcı idi. Bir gün polisler gelip ona Uğur Mumcu cinayetini işlemiş olduğunu söylüyorlar. O, bu olaya karışmadığını bunu da herkesin bildiğini ileri sürer. Polisler, onun karışmış olduğu başka bir olay nedeniyle ona baskı yapıp olayı kabul etmesini sağlıyorlar.” Sf- 159

“ 24 Ocak 1993 günü Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden sonra bu cinayeti işleyenler açığa çıkarılmış olsa idi, başka aydınlıklarımızın öldürülmesi engellenebilecekti. Acımızın üstüne acı ekleyip birçok cenaze daha kaldırmayacaktık. “

“ Otuz yıl önce Uğur Mumcu ‘ Bizim Kemalist doğrultudaki savaşımız, Türk Halkının ve Türkiye’mizin kurtuluşunun savaşıdır. Bu savaştan kaçanlar, korkanlar ve susanlar utansın..!  ‘ diye yazarken kimlerin ve hangi çevrelerin korkulu rüyası olacağını açıkça biliyordu.  Herkesin yakından bildiği gibi, Uğur mumcu bir gazeteci idi ve bir gazeteci olarak tam bağımsız, demokrat ve mutlu Türkiye’nin önüne dikilen çevrelerin oyunlarını gün ışığına çıkarıp,halkın gerçekleri öğrenme hakkına olan sonsuz saygısı gereği, öğrendiklerini okurlarıyla paylaşmıştı. O’nun araştırmalarından ve yazdıklarından korkanlar O’nu öldürttüler”- sf 163

“ 1974’te  unutmayalım ki ‘ cesur bir kez, korkak bin kez ölür’ önemli olan, insanın böyle bir toplumda bir mezar taşı gibi suskunluk simgesi olmamasıdır diye yazan Uğur Mumcu suskun ve korkak gibi binkez değil ,bir kez ölmüştür.” – sf 163

“ Sonra ilginç bir şey daha oldu. Sanıklardan birisi kendi savunmasını okumak için ayağa kalktığında, Hakim aracılığıyla bana hitaben şunları söyledi. ‘ Hanım efendiden özür dileriz. Bizim bu işle hiçbir ilgimiz yok. Burada niye bulunduğumuzu bile anlamış değiliz’ “ – sf 165


"...1992 yılının sonbaharında, bir sabah... Uğur gazeteleri okumuş ayakta duruyor. Ben yine bordo koltuktayım. Birden, 'Güldal, bunlar beni öldürecekler...' dedi. 'Kim?' dedim. Yaşar Kaya'nın Özgür Gündem gazetesindeki makalesini gösterdi. Şu satırları okudum: '...1925'den sonra Kürtler inkar edildi. Bu konuda Mumcu'nun Kürtler için istediği bir şey var mı? Herkes maskesini çıkarsın!.. Yoksa yüzlerindeki maskeyi biz yırtacağız! Biz yırtmasak bile Kürt halkının dinamiği yırtacak. Herkesin notu, karnesi belli olmuştur...' 'Nereden çıkarıyorsun dedim' Uğur'a. 'Halkın dinamiği yırtacaktır sözünden... Bundan daha açık söyleyemezler!' dedi..."

“ Suikasttan kısa bir süre önce, bir gece yarısı uyandığımda Uğur yatağın kenarında oturuyordu, derin derin soluk alıyor ve bacaklarını yokluyordu. Ne olduğunu sorduğumda bir rüya gördüğünü söyledi. ‘ Nasıl bir rüya” dediğimde önce söylemek istemedi, ayağa kalktı üsteleyince ‘de  ‘ Güldal, bir patlama olmuş, ben toprağın üstünde yatıyorum bacaklarım yok. Bedenimin bu halini yukarıdan görüyorum’ dedi. Birden içim cız etti. Yüreğim yandı. Ama ona bir şey belli etmedim. “ –sf 166

“ Bülent Ecevit: Kocanızda arı kovanına çomak sokmuştu”

“ Sadettin Tantan: Kirli siyasetin ve bürokrasinin koruması altında yolsuzluk ekonomisinden hayat bulanlar , toplum içerisinde kabul görmelerini sağlamak amacıyla tapınak şövalyeleri içerisinde yapılanmaya gittiler” – sf 170

“ Sadettin Tantan: Türkiye’de örtülü bir savaş var. Bu örtülü savaş, menfaat gruplarının kendi birliklerinin çözülmemesi, ortaya çıkmaması ve gücünün elinden gitmemesi şeklindedir. Bu örtülü savaş içerisindeki menfaat grupları, sadece bu ulusun içerisinde değil, uluslararası boyuta ulaşmış , işbirlikçi olarak tabir edilecek menfaatleri önde tutan, bayrağı asla düşünmeyen oluşum içerisinde organize kitlelerden oluşmaktadır.”-sf 171

“ Güvensizlik ortamında kimse kimseye güvenmez. Hiç kimse bir araya gelip hiçbir şeyi sorgulayamaz olur. Korku dağları bekler; cesaret de ovaya inemez. Böylece, olaylar kurgulayıcıları tarafından istenildiği gibi yönlendirebilinir. Amerika çıkarlarına ters düşen ya da düşebilecek birçok ülkeye saldırabilmek için kendine bir düşman yaratmış oldu. Ilımlı İslam’dan sonra terörist İslam. Çünkü her şey mantık dışıydı. Pentagon dahil her şey saldırıya uğramıştı. Dünyanın en iyi ordusuna, en gelişmiş teknolojisine sahip olduğunu iddia eden, buna herkesi inandırmış bir ülkenin bu kadar aciz içinde görünmeye, razı olmasının altında muhakkak bir şeyler olmalıydı” – sf 177

“ Hayat ne garipti. Bazı gerçeklere ulaşanlar ya ortadan kaldırılıyor ya da görevlerini yapamaz hale getiriliyordu. Korku ve baskı , gözdağı vermeler, gerçekler ortaya çıkmasın ve çıkarılmasın diye ustalıkla kullanılıyor ve kurulu düzen devam ettiriliyordu. Ecevit ‘ Eşiniz de arı kovanına çomak sokmuştu” sözüyle bunu ima etmek istemişti herhalde” – sf 179

"Yıllar boyunca bütün bu olayları yaşarken, üstümden akan zamanla, içimden geçen zaman bir değildi. Biri yaşamam gereken hayatı bana sunarken, diğeri sonsuzluğun içindeki beni bana gösterdi." (s.186)

“ Terör ister sağ, ister sol görüntülü olsun, isterse de etnik kimliklere bürünsün, sonuç hiç değişmez. İşin kuralı şu; Bu terör örgütleri eninde sonunda emperyalizme, ve faşizme hizmet ederler, şovenizme ve cuntaların değirmenlerine su taşırlar” – 

Cem Kurtuluş, 2013

0 yorum: