Sinemada “ sahicilik “ diye bir kavram vardır. Bu sahicilik, oyuncunun oynamasından ziyade oyunu yaşayan oyuncuyla birlikte hayatın bütün evresine yayılır. Öyle kelime oyunları kurulur ki içiniz cız eder, bir 70’liği içersiniz böyle yapıtlar karşısında. Bunlar az zamana yayılan, aynı zamanda tabiri caizse söz icabı içinizden geçen yapıtlardır. Sadri Alışık’ı kim nasıl bilir bilmem, ama tabiri caizse Yeşilçam kuşağının, siyah beyaz filmlerin en has delikanlısı benim için kendisidir. Kendine has özelliği vardır Sadri Alışık’ın, insan olan nasibini alır onun sinemasından. Gözünde yaşla birlikte ,izlerken acının, hüznün merkezine yerleştirirsiniz. Lafı çok uzatmamak gerekirse; bir dönemin içini cız ettiren 1967 plaka “ Serseri “ filmi senaryolarıyla tanınmış, ve senaryolarına acı, hüzün ,dramı ekleyen ama bu acıyı basitliğe değil vurucu şekilde, harbici ve sahici şekilde işleyen Safa Önal’ın büyük emeğinin olduğunun altını baştan çizmek gerekir.
“ Serseri” 60’lar siyah
beyaz filmlerin döneminde ortaya çıkan; konu itibariyle hayata tutunmaya
çalışan, balık oltalarıyla kendi dünyasında otlanan, kimse tarafından
sevilmeyen etrafa zararı olmayan bir adamın hikayesine uzanıyor. Bu hikaye
sahici/ harbici şekilde ilerliyor. Meyhane sofraları, konsamatrisler, çalgılar
ve sazlar, kafası kırılanlar, arkadan iş çevirenler, balığıyla kendi hayatına
tutunanlarla çevrili. Bu hikayede her türlü karaktere rastlıyoruz. Asıl
kahramansa Balıkçı Kazım. Rüştü’nün meyhanesinde kırılıyor kafalar.
Kafalar kırılırken filmin hikayesinde edebiyat parçalanıyor. Safa Önal öyle
yerleştiriyor ki filmin merkezine bunu; meyhanenin köşesindeki adam bize "
hey rüştü be! iki plak çal da kalbimiz pansuman olsun " diye
sesleniyor. Konuştuğu dil bu oluyor Serseri’nin.
Serseri
sözlerle hitap ediyor izleyene “ Serseri” isminin hakkını da böyle
veriyor. Hayat /memat meseleleri üzerine kafasını yormayı ihmal etmiyor,
sonrasında Balıkçı Kazım’ın ağzından dökülen sözlere odaklanıyoruz; " mademki günün birinde hepimiz çekip
gideceğiz. o halde bunca matem, bunca kahır niçin? sizinkisi matem değil zaten,
korku. Hayat demek ölümü beklemek demektir. Az çok hepimiz, denizi, yıldızları,
ağaçları işte falanları filanları göreceğiz,bir çok şeyin tadına bakacağız
sonra da ister istemez" gidiyorum
elveda" şarkısını söyleyeceğiz. Öyleyse gidenin de kalanın da
gönlü hoş olsun..."
Balıkçı
Kazım, semt ağzıyla konuşuyor bizimle. Bu semt ağzı hayatın felsefesini yapan
bir adamdan ötürü ayakta kalmaya çalışan aslında sevgiye muhtaç,kalbi insanlar
tarafından ezilmiş bir adamın sertliğini gösteriyor bize. Bu adamda kendimizi
görmek kaçınılmaz oluyor. Bu adam ya meyhaneye gidiyor,ya balığa
çıkıyor. O da bize aralarda şöyle sesleniyor; " bu akşam
bendeki kısmet de neşesiz hikaye. " hikayesi neşesiz bir
adamdan düşen notlar olarak geliyor bize. Balıkçı Kazım’ı randevu evi gibi
evlere gittiğine filmde bir kez tanıklık ediyoruz, bu bölümde Nalan’la
konuştuğu diyaloga tanıklık ediyoruz. Bu bölümde Kazım “ Yaşın
1000’i geçmiş ama üstündeki genç işi” diyerek Nalan’ı bozuntuya veriyor.
Nalan burada bozuluyor, ama seyirciye Nalan “ bizim gibilerinde kalbi/ruhu var “
mesajını vermeyi ihmal etmez,aynı zamanda filmde Nalan’ı bu bölüm hariç
göremiyoruz.
Bunun
gibi çok kelime var. Film izlemiyor sanki hayatın sert yumruğunu yiyoruz
filmde. Kaldırım kenarlarına çarpanlar, meyhane köşesinde bir şeyleri arayanlar
ve çok şeyi görüyoruz bu hikayede. Balıkçı Kazım da zaten balığı
tutarken " benimkisi balık tutmak değil zaten. yalnız kalmamak
davasına buralardayım. " diyor. Kumar oynuyor, içki
içiyor, balığını tutuyor, sonra kulübesine dönüyor hayat felsefesini kendi
yapıyor. Bütün hayatı böyle geçip duruyor, asıl hikayesini daha sonraları
dinliyoruz Kazım’ın. Balıkçı Kazım’ın bir gece dönüşü sırasında bir genç kıza
rastlamasıyla filmin seyrini başka yere çeviriyor. Bu karşılaşmada Kazım kör
bir kıza “ İnsan değil misiniz yiyin birbirinizi “ diyor, ama
sonrasından içi cız ediyor. Ama Balıkçı Kazım, yine aynı
Kazım. Ağzı bazen bozuk, anlayacağınız hayat onu o hale getirmiş
şekilde oluyor. Evine dönecek yorgun şekilde. Bu iki karakterimiz
filmde kırılmanın tabiri caizse babasını oluşturuyor.
Filmin
ikinci bölümünü kapsayan bu bölüm; Balıkçı Kazım ile Kör bir kızın hayat
hikayesine doğru yola çıkıyor. Kazım, meyhaneye gidiyor kızı birileri alabilir
mi diye kimse yük almak istemiyor, sonra Kazım kalbinin iyiliğini bize
gösteriyor. Kalbi ezilse de yamulmamış olduğunu vurguluyor
film. Meyhaneye girerken de “
Bizim kalbimiz var kaldırım taşı değil” diyor Kazım.
Bu
bölümden itibaren arabesk, melodram her türlü acıya odaklı kalıyoruz. Yönetmen,
kör bir kızı filme odaklasa da bu acınacak durumda olan bir şey olmuyor. Kör
ama dünyayı başı ucunda hisseden birini yaratıyor yönetmen ve senarist. Bunu
yaparken de başvurduğu metotta içinizi cız ettirecek şekilde
oluyor. Herkes hikayesini anlatmaya başlıyor. Bir yandan Kazım, bir
yandan Zeynep. Kazım anlatırken darmaduman oluyoruz, Zeynep kör olma
halini anlatırken içimiz cız ediyor. İki hayat da delik deşik, böyle bir hayatın
rollerini de ikisi paylaşıyor. “ Yaşamak” dediğimiz şeyin altında kim
daha fazla yaşamıyor diye sayıklıyoruz. Zeynep mi? Yoksa Balıkçı Kazım mı?
İkisi de o sahici hayatların esiri olarak yer alıyor filmde. Oynar gibi değil
de yaşar gibi işliyor film bunu. Sadri Alışık öyle süslü kelimeler telaşında
olmayan bir semt delikanlısını öyle anlatıyor ki kelimelerle sözler de belli
yerde tükeniyor.
Balıkçı
Kazım’ın hikayesini bilmeyen Zeynep’e Kazım şu sözlerle sesleniyor; . “ Babam ben bacak kadar çocukken
adam vurdu 20 sene yedi. sokaklarda kaldım. caddeler, yangın yerleri, köprü
altları büyüttü beni” Kazım’ın da hikayesi bu şekilde ilerliyor.
Bu iki delik deşik hayatların daha sonrası büyük sevdasına tanıklık ediyoruz.
Bu sevda tehlikeli, hasarlı bir o kadar delik deşik. Filmin dili yazdırıyor
izleyene bu kelimeleri. Daha sonraları içki meselesine değiniyor
film, bunu da vurucu sözlerle anlatıyor. İçkinin tek avuntusu olduğunu
gördüğümüz Kazım "
kötülük içkide değildir ki Zeynep, insanlardadır. suçu hep içkinin
üstüne yüklerler." Kazım, alıyor eline utunu türküsünü
söylüyor,rakı masasında gönüller şelale oluyor.
Mesele
Kazım’ın özetlediği gibi hayat defterine yazılıyor, daha sonraları da Kazım ile
Zeynep içtikleri rakıdaki dünya öyle derin işletiyorlar ki bize Zeynep’in
Rakıyı ilk içmesi kendisinde çarpıntıya sebep oluyor. Aslında bu rakının değil,
sevdanın çarpıntısı. İşte “
Serseri” bu vurguyu iyi yapıyor. Hem aslında kalbi yamulmuş bir adamı
iyileştirmeyi gösteriyor, hem de Kör olan bir kızı dünyayı göremeyenlerden daha
iyi gördüğünü anlatıyor bize. Film daha sonraları bize o has
delikanlı Kazım’ın ( Sadri Alışık ) Kör kız olan Zeynep’e ( Sema Özcan)
bir sevgi için neler göze alınır sorusunu içtenlikle ve derin halde cevaplıyor.
Kazım, güvendiği birisine emanet etmek isterken Zeynep’i aslında yollar bir
yolda yine kesişiyor. Koku, ses, ve çok şey bir bütün oluyor sonunda. Bu
durumda dram iyice yerleştiriliyor filme, öyle yerleşiyor ki içiniz cızdan
ötesi oluyor.
Bir
filmde senaryo ne kadar vurgu yaparsa, filmde o kadar vurucu olur. Vesikali
Yarim’den bildiğimiz, delik deşik sevdaları anlatan senarist Safa Önal bu filmde de derin iz
bırakıyor. Sevdası için her şeyi yapabileceğini gösteren serseri ve yalnız bir
adamı öyle işliyor ki bunun karşısında sözlerimiz sınırlı oluyor. Sonuç
olarak; “ Serseri” 60’lar
döneminin siyah beyaz ekolünden gelme sahici bir o kadar sarsıcı bir film,
konuştuğu dil sahici bir sevdanın dili. Oyuncular sadece oynamanın
dalaveresinde değil, bunu yaşamak için oynayan isimler. Gerek meyhane köşesinde
içkisini içen karakterler filme can vermenin yanında, aynı zamanda sokağın
dilini iyi yansıtan isimler. Filmde her ne kadar diyaloglarla öne
çıkan isim Safa Önal olsa da, yönetmen olarak Osman Nuri Ergün ismini de
atlamamak gerekir. 60’lı yılların ortaları ve sonları arasında derin iz
bırakmış filmlerden biridir “
Serseri “ İçi cız edenlerin, meyhane köşelerinde sevdasını yaşatanların masalıdır! ve ruhu gerçekten de Serseridir.
Filmin Adı: Serseri
Yayınlandığı Yıl: 1967
Yönetmen: Osman Nuri Ergün
Yazan/Senarist: Safa Önal
Oyuncular: Sadri Alışık, (Balıkçı Kazım)
Sema Özcan ( Zeynep ) Süleyman Turan ( Kazım'ın Arkadaşı ) Faik Coşkun ( Meyhaneci Rüştü )
Senih Orkan ( Fehmi ) Feridun Çölgeçen ( Nasid Baba )
İzlerken Altını
Çizdiklerim:
" hey rüştü be!
iki plak çal da kalbimiz pansuman olsun "
" mademki günün
birinde hepimiz çekip gideceğiz. o halde bunca matem, bunca kahır niçin?
sizinkisi matem değil zaten, korku. Hayat demek ölümü beklemek demektir. Az çok
hepimiz, denizi, yıldızları, ağaçları işte falanları filanları göreceğiz,bir
çok şeyin tadına bakacağız sonra da ister istemez" gidiyorum
elveda" şarkısını söyleyeceğiz.Öyleyse gidenin de kalanın da gönlü
hoş olsun..."
" ne okursan bu
dünyada o gelir senle öbür dünyada "
" yaşın 1000'i
geçmiş ama elbisen genç işi..."
" iki laf
ettik diye harcama bizi anam. yalan mı söyledik, iftira mı attık, dövdük mü,
sövdük mü. ne dalgadır anlayamadım ben."
" bu akşam
bendeki kısmet de neşesiz hikaye. "
" ortak olalım
öyleyse
huyumu bilirsin. hep
tek başına, daima yalnız..."
" -sigaran var mı
-istemediğin kadar
" insan bir
sebep için çalışmalı, değil mi abi? evde bir bekleyenin olmalı. birinin
yüzünü güldürmeli. eli kolu dolu dönmeli akşamları. ne bileyim yani. yalnız
olunca boşveriyorsun."
" insan kendi
kendisinle bile geçinemiyor, bir başkası oldu mu al başına belayı.
çalış,çabala. günün birinde bir nankör laf etsin sonra çek vur kendini."
" kendi
kendimizin kralıyız. "
“ öldürmez
insanı,bişey yapsa bize yapardı “
" gene
yutulduk,gene meteliğe atacak kurşunumuz kalmadı. "
" yoksa ben kötü
adam mıyım? dininize imanınıza söyleyin be! Ben... yapma, etme Kazım.
yaşlanıyorsun. gücün kalmıyor bak bozuk çalıyorsun. eskiyi unut sokul
insanlara, sevdir kendini. bi gayret et be . yapamam,yapamam. alay
ettiremem kendimle. ardımdan teneke çaldıramam. geçmiş ola artık "
" benimkisi
balık tutmak değil zaten. yalnız kalmamak davasına buralardayım. "
" insan değil
misiniz yiyin birbirinizi " hayata tutunmaya çalışan,içinde hüzün taşıyan
balıkçı kazım'ın kör bir kıza seslenişi )
" Dünyada insan
birileriyle birlikte olmalı,birilerini sevmeli. Onu da sevmeliler.
" yardım et de
ben de senin gibi görmeye çalışayım..."
" sen insanları
tanımıyorsun be. az bile yapıyorum ben onlara. Ben, anamı hiç
tanımadım. Babam ben bacak kadar çocukken adam vurdu 20 sene yedi.
sokaklarda kaldım. caddeler, yangın yerleri, köprü altları büyüttü beni. Babam
mapustan çıktıktan sonra aramadı bile. babamken şu kadarcık bile hayrını
görmedim, sonra bir mapusluk arkadaşından öldüğünü duydum. Yattığı yeri bile
bilmiyorum. "
" Sonra ben
girdim içeri. Bir defa kavga yüzünden ,bir defa da kumardan yattım bi
arayanım olmadı. bi cigara için bir saat yalvardığımı bilirim.
Hastalandım, ateşten tüttüm şu yatakta kapım mı çalındı. Parasız,yolsuz
kaldığım günler meyhaneci Rüştü bir kadeh içki mi verdi? insanlar sertleştikçe
ben de kötüledim. Ben zalim oldukça insanlar kaçtı. "
" bu kitaplarda
ne yazılı acaba
aşk ve meşk üzerine
çikolata parlak kağıtlar"
“ nasıl olsa
bir erkek girmicek mi hayat hikayesine?”
" kötülük içkide
değildir ki Zeynep, insanlardadır. suçu hep içkinin üstüne yüklerler."
" nefes
nefeseymişim. öyleydim tabii. niçin ama? gitti diye niçin ödüm
koptu? bu kız temelli kalacak değil ya. bir gün elbet gidecek.giderse
felaketim olur."
" kendine gel
kazım, yaşından başından utan. hayatın gitmiş senin bayatın kalmış. o daha
genç, güzel, üstelik yüreği de akgüvercini yüreği. sen ne verebilirsin
ona? ne kazanır, nasıl yaşatırsın? kendi menfaatini nasıl ziyan edersin
Zeynep'e? bu yaştan sonra kalbi vaziyetler çıkarsa başıma . azma,azma! hem o
seviyor mu, aklının ucundan geçiriyor mu? anlarsa rezil oluruz. "
" gitme daha
kötü şeyler olmasın?
gitmekten
bahsediyorsun Zeynep,daha kötüsü mü kaldı? "
" geceleri bize
güneş doğmaz..."
Cem Kurtuluş, 2016
0 yorum:
Yorum Gönder