// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

27 Mart 2020

" İki Plak Çal da Kalbimiz Pansuman Olsun " : Serseri (1967)




















Sinemada “ sahicilik “ diye bir kavram vardır. Bu sahicilik,  oyuncunun  oynamasından ziyade oyunu yaşayan oyuncuyla birlikte  hayatın bütün evresine yayılır. Öyle kelime oyunları kurulur ki içiniz cız eder, bir 70’liği içersiniz böyle yapıtlar karşısında.  Bunlar az zamana yayılan, aynı zamanda tabiri caizse söz icabı içinizden geçen yapıtlardır. Sadri Alışık’ı kim nasıl bilir bilmem, ama tabiri caizse Yeşilçam kuşağının, siyah beyaz filmlerin en has delikanlısı benim için kendisidir.  Kendine has özelliği vardır Sadri Alışık’ın, insan olan nasibini alır onun sinemasından. Gözünde yaşla birlikte ,izlerken  acının, hüznün merkezine yerleştirirsiniz. Lafı çok uzatmamak gerekirse; bir dönemin içini cız ettiren 1967 plaka “ Serseri “  filmi  senaryolarıyla tanınmış, ve senaryolarına acı, hüzün ,dramı ekleyen ama bu acıyı basitliğe değil vurucu şekilde, harbici ve sahici şekilde işleyen Safa Önal’ın büyük emeğinin olduğunun altını  baştan  çizmek gerekir.


 “ Serseri” 60’lar siyah beyaz filmlerin döneminde ortaya çıkan; konu itibariyle hayata tutunmaya çalışan, balık oltalarıyla kendi dünyasında otlanan, kimse tarafından sevilmeyen etrafa zararı olmayan bir adamın hikayesine uzanıyor. Bu hikaye sahici/ harbici şekilde ilerliyor. Meyhane sofraları, konsamatrisler, çalgılar ve sazlar, kafası kırılanlar, arkadan iş çevirenler, balığıyla kendi hayatına tutunanlarla çevrili. Bu hikayede her türlü karaktere rastlıyoruz. Asıl kahramansa  Balıkçı Kazım. Rüştü’nün meyhanesinde kırılıyor kafalar. Kafalar kırılırken filmin hikayesinde edebiyat parçalanıyor. Safa Önal öyle yerleştiriyor ki filmin merkezine bunu; meyhanenin köşesindeki adam bize " hey rüştü be! iki plak çal da kalbimiz pansuman olsun "  diye sesleniyor. Konuştuğu dil bu oluyor Serseri’nin.

Serseri sözlerle hitap ediyor izleyene “ Serseri” isminin hakkını da böyle veriyor. Hayat /memat meseleleri üzerine kafasını yormayı ihmal etmiyor, sonrasında Balıkçı Kazım’ın ağzından dökülen sözlere odaklanıyoruz; " mademki günün birinde hepimiz çekip gideceğiz. o halde bunca matem, bunca kahır niçin? sizinkisi matem değil zaten, korku. Hayat demek ölümü beklemek demektir. Az çok hepimiz, denizi, yıldızları, ağaçları işte falanları filanları göreceğiz,bir çok şeyin tadına bakacağız sonra da ister istemez"  gidiyorum elveda"  şarkısını söyleyeceğiz. Öyleyse gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun..."


Balıkçı Kazım, semt ağzıyla konuşuyor bizimle. Bu semt ağzı hayatın felsefesini yapan bir adamdan ötürü ayakta kalmaya çalışan aslında sevgiye muhtaç,kalbi insanlar tarafından ezilmiş bir adamın sertliğini gösteriyor bize. Bu adamda kendimizi görmek kaçınılmaz oluyor. Bu adam ya meyhaneye gidiyor,ya balığa çıkıyor.  O da bize aralarda şöyle sesleniyor; " bu akşam bendeki kısmet de neşesiz hikaye. "  hikayesi neşesiz bir adamdan düşen notlar olarak geliyor bize. Balıkçı Kazım’ı randevu evi gibi evlere gittiğine filmde bir kez tanıklık ediyoruz, bu bölümde Nalan’la konuştuğu diyaloga tanıklık ediyoruz. Bu bölümde Kazım “  Yaşın 1000’i geçmiş ama üstündeki genç işi” diyerek Nalan’ı bozuntuya veriyor. Nalan burada bozuluyor, ama seyirciye Nalan “ bizim gibilerinde kalbi/ruhu var “ mesajını vermeyi ihmal etmez,aynı zamanda filmde Nalan’ı bu bölüm hariç göremiyoruz.

Bunun gibi çok kelime var. Film izlemiyor sanki hayatın sert yumruğunu yiyoruz filmde. Kaldırım kenarlarına çarpanlar, meyhane köşesinde bir şeyleri arayanlar ve çok şeyi görüyoruz bu hikayede.  Balıkçı Kazım da zaten balığı tutarken " benimkisi balık tutmak değil zaten. yalnız kalmamak davasına buralardayım. " diyor.  Kumar oynuyor, içki içiyor, balığını tutuyor, sonra kulübesine dönüyor hayat felsefesini kendi yapıyor. Bütün hayatı böyle geçip duruyor, asıl hikayesini daha sonraları dinliyoruz Kazım’ın. Balıkçı Kazım’ın bir gece dönüşü sırasında bir genç kıza rastlamasıyla filmin seyrini başka yere çeviriyor. Bu karşılaşmada Kazım kör bir kıza “ İnsan değil misiniz yiyin birbirinizi “ diyor, ama sonrasından içi cız ediyor.  Ama Balıkçı Kazım, yine aynı Kazım.  Ağzı bazen bozuk, anlayacağınız hayat onu o hale getirmiş şekilde oluyor.  Evine dönecek yorgun şekilde. Bu iki karakterimiz filmde kırılmanın tabiri caizse babasını oluşturuyor.

Filmin ikinci bölümünü kapsayan bu bölüm; Balıkçı Kazım ile Kör bir kızın hayat hikayesine doğru yola çıkıyor. Kazım, meyhaneye gidiyor kızı birileri alabilir mi diye kimse yük almak istemiyor, sonra Kazım kalbinin iyiliğini bize gösteriyor. Kalbi ezilse de yamulmamış olduğunu vurguluyor film.  Meyhaneye girerken de “ Bizim kalbimiz var kaldırım taşı değil” diyor  Kazım.

 Bu bölümden itibaren arabesk, melodram her türlü acıya odaklı kalıyoruz. Yönetmen, kör bir kızı filme odaklasa da bu acınacak durumda olan bir şey olmuyor. Kör ama dünyayı başı ucunda hisseden birini yaratıyor yönetmen ve senarist. Bunu yaparken de başvurduğu metotta içinizi cız ettirecek şekilde oluyor.  Herkes hikayesini anlatmaya başlıyor. Bir yandan Kazım, bir yandan Zeynep. Kazım anlatırken darmaduman oluyoruz, Zeynep  kör olma halini anlatırken içimiz cız ediyor. İki hayat da delik deşik, böyle bir hayatın rollerini de ikisi paylaşıyor. “ Yaşamak” dediğimiz şeyin altında kim daha fazla yaşamıyor diye sayıklıyoruz. Zeynep mi? Yoksa Balıkçı Kazım mı? İkisi de o sahici hayatların esiri olarak yer alıyor filmde. Oynar gibi değil de yaşar gibi işliyor film bunu. Sadri Alışık öyle süslü kelimeler telaşında olmayan bir semt delikanlısını öyle anlatıyor ki kelimelerle sözler de belli yerde tükeniyor.

Balıkçı Kazım’ın hikayesini bilmeyen Zeynep’e Kazım şu sözlerle sesleniyor; .  “ Babam ben bacak kadar çocukken adam vurdu 20 sene yedi. sokaklarda kaldım. caddeler, yangın yerleri, köprü altları büyüttü beni”  Kazım’ın da hikayesi bu şekilde ilerliyor. Bu iki delik deşik hayatların daha sonrası büyük sevdasına tanıklık ediyoruz. Bu sevda tehlikeli, hasarlı bir o kadar delik deşik. Filmin dili yazdırıyor izleyene bu kelimeleri.  Daha sonraları içki meselesine değiniyor film, bunu da vurucu sözlerle anlatıyor. İçkinin tek avuntusu olduğunu gördüğümüz Kazım  " kötülük içkide değildir ki Zeynep, insanlardadır.  suçu hep içkinin üstüne yüklerler." Kazım, alıyor eline  utunu türküsünü söylüyor,rakı masasında gönüller şelale oluyor.

Mesele Kazım’ın özetlediği gibi hayat defterine yazılıyor, daha sonraları da Kazım ile Zeynep içtikleri rakıdaki dünya öyle derin işletiyorlar ki bize Zeynep’in Rakıyı ilk içmesi kendisinde çarpıntıya sebep oluyor. Aslında bu rakının değil, sevdanın çarpıntısı.  İşte “ Serseri” bu vurguyu iyi yapıyor. Hem aslında kalbi yamulmuş bir adamı iyileştirmeyi gösteriyor, hem de Kör olan bir kızı dünyayı göremeyenlerden daha iyi gördüğünü anlatıyor bize.  Film daha sonraları bize o has delikanlı Kazım’ın ( Sadri Alışık ) Kör kız olan Zeynep’e ( Sema Özcan) bir sevgi için neler göze alınır sorusunu içtenlikle ve derin halde cevaplıyor. Kazım, güvendiği birisine emanet etmek isterken Zeynep’i aslında yollar bir yolda yine kesişiyor. Koku, ses, ve çok şey bir bütün oluyor sonunda. Bu durumda dram iyice yerleştiriliyor filme, öyle yerleşiyor ki içiniz cızdan ötesi oluyor.

Bir filmde senaryo ne kadar vurgu yaparsa, filmde o kadar vurucu olur. Vesikali Yarim’den bildiğimiz, delik deşik sevdaları anlatan senarist Safa Önal bu filmde de derin iz bırakıyor. Sevdası için her şeyi yapabileceğini gösteren serseri ve yalnız bir adamı öyle işliyor ki bunun karşısında sözlerimiz sınırlı oluyor. Sonuç olarak; “ Serseri”  60’lar döneminin siyah beyaz ekolünden gelme sahici bir o kadar sarsıcı bir film, konuştuğu dil sahici bir sevdanın dili.  Oyuncular sadece oynamanın dalaveresinde değil, bunu yaşamak için oynayan isimler. Gerek meyhane köşesinde içkisini içen karakterler filme can vermenin yanında, aynı zamanda sokağın dilini iyi yansıtan isimler.  Filmde her ne kadar diyaloglarla öne çıkan isim Safa Önal olsa da, yönetmen olarak Osman Nuri Ergün ismini de atlamamak gerekir. 60’lı yılların ortaları ve sonları arasında derin iz bırakmış filmlerden biridir “ Serseri “   İçi cız edenlerin, meyhane köşelerinde sevdasını yaşatanların masalıdır! ve ruhu gerçekten de Serseridir.   


Filmin Adı: Serseri
Yayınlandığı Yıl: 1967
Yönetmen:  Osman Nuri Ergün
Yazan/Senarist: Safa Önal
Oyuncular:  Sadri Alışık, (Balıkçı Kazım)
 Sema Özcan ( Zeynep ) Süleyman Turan ( Kazım'ın Arkadaşı ) Faik Coşkun ( Meyhaneci Rüştü )
 Senih Orkan ( Fehmi ) Feridun Çölgeçen ( Nasid Baba )


İzlerken Altını Çizdiklerim:

" hey rüştü be! iki plak çal da kalbimiz pansuman olsun "   

  
" mademki günün birinde hepimiz çekip gideceğiz. o halde bunca matem, bunca kahır niçin? sizinkisi matem değil zaten, korku. Hayat demek ölümü beklemek demektir. Az çok hepimiz, denizi, yıldızları, ağaçları işte falanları filanları göreceğiz,bir çok şeyin tadına bakacağız sonra da ister istemez"  gidiyorum elveda"  şarkısını söyleyeceğiz.Öyleyse gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun..."

" ne okursan bu dünyada o gelir senle öbür dünyada "

" yaşın 1000'i geçmiş ama elbisen genç işi..."

"  iki laf ettik diye harcama bizi anam. yalan mı söyledik, iftira mı attık, dövdük mü, sövdük mü. ne dalgadır anlayamadım ben."

" bu akşam bendeki kısmet de neşesiz hikaye. "

" ortak olalım öyleyse
huyumu bilirsin. hep tek başına, daima yalnız..."

" -sigaran var mı
-istemediğin kadar
   
" insan bir sebep için çalışmalı, değil mi abi?  evde bir bekleyenin olmalı. birinin yüzünü güldürmeli. eli kolu dolu dönmeli akşamları. ne bileyim yani. yalnız olunca boşveriyorsun."

" insan kendi kendisinle bile geçinemiyor, bir başkası oldu mu al başına belayı. çalış,çabala. günün birinde bir nankör laf etsin sonra çek vur kendini."

" kendi kendimizin kralıyız. "

“ öldürmez insanı,bişey yapsa bize yapardı “

" gene yutulduk,gene meteliğe atacak kurşunumuz kalmadı. "
" yoksa ben kötü adam mıyım? dininize imanınıza söyleyin be! Ben... yapma, etme Kazım. yaşlanıyorsun. gücün kalmıyor bak bozuk çalıyorsun. eskiyi unut sokul insanlara, sevdir kendini.  bi gayret et be . yapamam,yapamam. alay ettiremem kendimle. ardımdan teneke çaldıramam. geçmiş ola artık "


" benimkisi balık tutmak değil zaten. yalnız kalmamak davasına buralardayım. "

" insan değil misiniz yiyin birbirinizi " hayata tutunmaya çalışan,içinde hüzün taşıyan balıkçı kazım'ın kör bir kıza seslenişi )

" Dünyada insan birileriyle birlikte olmalı,birilerini sevmeli. Onu da sevmeliler.

" yardım et de ben de senin gibi görmeye çalışayım..."

" sen insanları tanımıyorsun be.  az bile yapıyorum ben onlara. Ben, anamı hiç tanımadım.  Babam ben bacak kadar çocukken adam vurdu 20 sene yedi. sokaklarda kaldım. caddeler, yangın yerleri, köprü altları büyüttü beni. Babam mapustan çıktıktan sonra aramadı bile. babamken şu kadarcık bile hayrını görmedim, sonra bir mapusluk arkadaşından öldüğünü duydum. Yattığı yeri bile bilmiyorum.  "

" Sonra ben girdim içeri.  Bir defa kavga yüzünden ,bir defa da kumardan yattım bi arayanım olmadı.  bi cigara için bir saat yalvardığımı bilirim. Hastalandım,  ateşten tüttüm şu yatakta kapım mı çalındı. Parasız,yolsuz kaldığım günler meyhaneci Rüştü bir kadeh içki mi verdi? insanlar sertleştikçe ben de kötüledim. Ben zalim oldukça insanlar kaçtı. "

" bu kitaplarda ne yazılı acaba
aşk ve meşk üzerine çikolata parlak kağıtlar"

“ nasıl olsa  bir erkek girmicek mi hayat hikayesine?”

" kötülük içkide değildir ki Zeynep, insanlardadır.  suçu hep içkinin üstüne yüklerler."

" nefes nefeseymişim. öyleydim tabii.  niçin ama?  gitti diye niçin ödüm koptu? bu kız temelli kalacak değil ya.  bir gün elbet gidecek.giderse felaketim olur."

" kendine gel kazım, yaşından başından utan. hayatın gitmiş senin bayatın kalmış. o daha genç, güzel, üstelik  yüreği de akgüvercini yüreği. sen ne verebilirsin ona? ne kazanır, nasıl yaşatırsın? kendi menfaatini nasıl ziyan edersin Zeynep'e? bu yaştan sonra kalbi vaziyetler çıkarsa başıma . azma,azma! hem o seviyor mu, aklının ucundan geçiriyor mu? anlarsa rezil oluruz. "

" gitme daha kötü şeyler olmasın?
gitmekten bahsediyorsun Zeynep,daha kötüsü mü kaldı? "

" geceleri bize güneş doğmaz..." 



Cem Kurtuluş, 2016


0 yorum: