// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

08 Haziran 2015

Derin Abiler - Necdet Pekmezci



















Kitabın Adı: Derin Abiler
Kitabın Yazarı: Necdet Pekmezci
Yayın Yönetmeni: Ümit Çıkrıkcı
Kapak: Kripto Tasarım Ekibi
Satış Direktörü: Hakan Mermicioğlu
Basım: 2012

Abdullah Çatlı’yı anlatan kitaplar arasında   okuyucuyu bilgilendirmek ve aydınlatmak adına en başarılı kitaplardan biri “ REİS “ kitabıydı. İnce araştırmalarla, dönemin önemli kişilerinden ( Yeraltı dünyası, emniyet, politikacılar) edinilen önemli bilgilerle bu kitap ÇATLI’nın sadece biyografik olarak   değil, bugüne kadar yaptığı tüm faaliyetleri değerlendiriyordu. Kitabın eksik yönlerinden biri dönem itibariyle Ülkücülerin yaptığı eylemleri sadece ülkücüler yaptı gibi göstermesiydi. Objektiflikten uzak olsa da kanıtlara, bilgiye dayanıyordu çoğu.  Yanlış bilgi vermemek için iki araştırmacı gazeteci önemli bir referans kitabına imza atmıştı. Abdullah Çatlı’dan yola çıkarak subjektif sadece Abdullah Çatlı hayranlığına dayanan bir kitabı ele alacağız şimdi. Necdet Pekmezci’nin elinden çıkan “ Derin Abiler “ kitabı. 

Kitabı incelemeden önce Necdet Pekmezci kimdir, nedir-ne değildir kısaca öğrenelim. Ulusal Basın Ajansında gazeteciliğe başladı, Milliyetçi hareketçi Partisi muhabirliğini uzun süre devam ettirdikten sonra  Sabah gazetesinde çalıştı. Bir süre sonra  Türkiye’nin siyasi tarihi ile ilgili kitaplar çıkardı. Halen birkaç sitesinde köşe yazarlığı yapıyor.

Kitabın önsözünün sonunda yer alan “ 40 kişilik yaşadı, 40 kişilik dövüştü. Öldüğünde tam 40 yaşındaydı. Arkasında Kür Şad gibi unutulmayacak bir efsane bıraktı. “ sözü Necdet Pekmezci’nin Çatlı hayranı olduğunu kitabın başlarından itibaren bize anlatıyor.   Abdullah Çatlı’nın dönem itibariyle iz bıraktığı doğruydu, ülkücülerin derin abisi olduğu  doğruydu. Devlet destekli çalışıyordu. Kitabın önsözünden sonra   kitap “ Analar Yiğit Doğurur “ başlığıyla devam ediyor. Bu bölümde geçmiş zaman ekini kullanıyor Necdet Pekmezci, yazı dilinin hep bu uslüpten gidiyor olması çoğu zaman okuyucuyu sıkıyor. Bu bölümde Çatlı’nın nasıl doğduğu süreci ele alınıyor. Ama bunların doğruluğu konusunda şüphelere düşüyoruz, çünkü yazı dili “ sanki ailenin içinde yaşamış biri “ olarak anlatılıyor okuyucuya.  

Çatlı’nın tutucu biri olduğunu ocak başkanı olduğu dönemde sevgilisini terk eden bir gence verdiği 2 yıl uzaklaştırma   cezasıyla öğreniyoruz.  Çatlı’nın çocukluğu, lise dönemleri, ve aşık olup evlenişi kabataslak anlatılıyor bu kitapta, sürenin nasıl geçtiğini anlayamıyoruz. Çelik Çekirdek gibi adlı örgütün varlığından bu kitapta haberdar oluyoruz.   Gökçen Çatlı’nın alıntılarıyla örgüt başta olmak üzere Gökçen Çatlı’nın kitabından alıntılar kitapta  yerini alıyor. Çatlı, ocak başkanı olduğunda 21 yaşındaydı. Darbeden 22 sonra yurt dışına çıktı. Yurtdışında yeraltı dünyasıyla yakın ilişkileri oldu, ama Türkiyeyle de irtibatını koparmıyordu Çatlı. Çatlı’nın yurt dışıyla ilgili operasyonlarda neler yaptığını incelemek için “ REİS “ kitabı daha önemli referans, lakin “ DERİN ABİLER “ adlı elimizde tuttuğumuz kitap 5-6 kitabı kaynak göstermiş.  ASALA ‘nın ne yaptığına dair bilgiler kitapta bölge bölge  anlatılıyor.  Devlet ASALA’nın bu yaptıklarından sonra Çatlı ve ekibiyle irtibata geçiyor, ekibin tek şartı var o da arkadaşlarının idam edilmemesi. Çatlı Ve Devlet arasındaki pazarlık bu şekilde gerçekleşiyor, ama bütün bu olaylar olurken ÇATLI o zaman Paris’in La Sante Cezaevi’nde tutukluydu. ( REİS, Sf 203)  ASALA’da Çatlı’nın rolü vardı, ama eylemde olamazdı ÇATLI.

“ Mehmet Eymür’e göre Asala Operasyonları “ başlığı ABD merkezli olarak www.atin.org  adlı sitede Nuri Gündeş- Mete Günyol ve Abdullah Çatlı ilişkisini anlatan uzun bir yazıyla ele alınıyor. Atin.org “ REİS “ kitabını yazdığı için Soner Yalçın’a  “ asılsız bilgilerle kitap yazıyor, acilen ülkücülerden özür dilemelidir  “ demişti. Bunu dese de REİS kitabı her yönden okuyucuyu bilgilendirme açısından referans alınacak bir kitaptı, sübjektif yorumlara değil araştırma gazetecilikte Çatlı’nın dünyasında neler oluyor sorusunun cevabını veriyordu. Çatlı bilindiği süre birçok kez isim ve pasaport değiştirdi. Çatlı’nın bir dönem Kod isimlerinden biri UFUK’tu. Kitapta Ufuk ismi üzerine çok vurgu yapılıyor. Kitapta Asala’nın önemli isimlerinden Ara Toryan’a yapılan suikastin nasıl yapıldığına tanıklık ediyoruz, ama bazı kaynaklarda ÇATLI’nın o dönem Paris’te cezaevinde tutuklu olduğu yazılı. Ayrıca kitapta Yılmaz Güney’e tehtit vari cümleler yer alıyor, bu cümlelerden biri  şöyle anlatılıyor

“ Şu anda son derece elverişli bir ortamdayız. Türk solcular Ermenilerle iç içe. Bütün gösterilere katılıyorlar. Yılmaz Güney en olmayacak şeyleri yapıyor. Biz elimiz kolumuz bağlı oturuyoruz. Adres verin şunlardan birkaç tanesinin işini bitirelim Göreceksiniz Türk solu ve Ermeni dayanışmasını sıfıra indiririz “

Bu bölümde uyuşturucu kaçakçılığı ile yakalanan ülkücü Nevzat Can’a ve kendisinin iddialarına  tanıklık ediyoruz. En önemli iddia ise istihbarat görevlisi olarak çalıştığını söylemesi. Ufuk (Abdullah Çatlı) ile yaptığı  derin ilişkilere de kitap yer veriyor. Bu derin ilişkiler arasında eroin taşımacılığı işi var. Nevzat Can’ın bu iddialarına karşılık Çatlı’nın  Emniyet Genel Müdürlüğüne verdiği önemli bilgiler var.  Raporda Çatlı (Ufuk) Oral Çelik’le ilgili ilginç bir tespit yapıyor, bu tespit şu cümleyle anlatılıyor.

“ Bunları sizden işiteceğime ölmeyi tercih ederim. Böylesine kutsal bir görevin sırlarını da mezara götürmek benim şeref meselemdir. Ama takdir edersiniz ki bir elin beş parmağı da aynı olmuyor. Oral Çelik eylem için güvenilir bir arkadaş, ama gelin bakın ki kadın gibi geveze…”

Çatlı, uyuşturucu piyasasında hızlıydı. Çatlıyla ilgili uyuşturucu meselelerini Jitem Kurucusu Arif Doğan şöyle anlatıyor;

“ Abdullah Çatlı 2 yıl emrimde çalıştı. Rahmetli Hüseyin Kocadağ’la ( Susurluk kazasında ölen polis müdürü) birlikte. Bir kuruluşun uyuşturucuyla mücadele edebilmesi için dört ekolden birisi gerekir. İçici, üretici, satıcı ya da taşıyıcı olacak. Çatlı da bunlardan biriyle uyuşturucu işine girerek onları patlattı. Sonra da milletin gözünde uyuşturucu kaçakçısı oldu “

Bir başka ASALA meselesine Arif Doğan yine şöyle değiniyor.

“ Asala’nın kısa sürede sona erdirilmesinin en büyük nedeni Abdullah Çatlı’nın uyuşturucu trafiğinin içinde olmasıdır. Adamın uyuşturucu satın almak için veya kuryeleri halletmek için devletten 5 trilyon alması gerekiyor. Devlet görevlileri, Abdullah Çatlı’ya getirip 3 trilyon veriyorlar. Abdullah Çatlı’da ‘ 2 trilyon nerede’ diye soruyor. ‘ Kardeşim bu bizim istihkakımız ‘ diyorlar. ‘ Siz devletin adamı mısınız ne istihkakı olacak? Diyor. Madem bunlar böyle yapıyor diyerek elindeki mal bir ton ise onu 600 kilo gösteriyor, 400 kilosunu kendi deposuna alıyor. Onu satarak devletten alacağını tahsil etmiş olur. Arkadan da Abdullah Çatlı’nın yaptığını hazmedemeyenler hemen uyuşturucu kaçakçısıdır, haindir diye suçlamaya başlıyorlar. 5 trilyonun 2 trilyonunu neden yemiş diye soran yok “

Kitapta başka kaynaklarda isminden çokça söz edilen Türk Mafyasına dikkat çekiliyor. Türk Mafyasının, Bulgar mafyalarıyla nasıl iş birliği içerisinde olunduğu daha öncelerde de bilinen bir şey olduğu kadar, kitapta da bunun vurgusu yapılıyor. Bulgar Gizli servisi 1968’de 3 dış ticaret şirketini birleştirerek yeni şirket kuruyorlar,bu şirketin adı Kintex oluyor. Kintex’in üç ana faaliyet konusu var; Uyuşturucu Kaçakcılığı - Silah Kaçakcılığı-Kara Para aklama. Bunlar kitapta okuyucuya aktarılanlar. Cezaevi Müdürünün arabasından firar olayını Abdullah Çatlı’nın kızı Gökçen Çatlı babasını anlattığı kitapta şöyle anlatıyor;

“ Bostadel şehir dışındaydı ve merkeze ulaşmak isterken yakalanmamız yüksek ihtimaldi. Biraz bekledikten sonra Meral’in (Çatlı ) de önceden tarif ettiği üzere gelen arabaya bindim. Çok sinirlenmiştim, gereğinden fazla beklenmişti. Türkçe konuşarak ‘ nereden kaldın yahu’ dedim ve başımı şoföre çevirdim. Tesadüf bu ya; şoför koltuğunda bizim cezaevi müdürü oturuyordu. Adam da çok şaşırmıştı. Çok korkmuştu. Ben onu, o da beni iyi tanıyordu. Kırık ağaç parçalarından birini rahat yürüyebilmek için yanıma almıştım. Müdüre vurmazsam biz bu dağları aşmadan yakalanırdık. Ani bir refleksle elimi kaldırdım. Ağaç parçasını müdürün boynuna dayanmıştım. Müdüre vurmam kaçınılmazdı. Ancak hürriyetim dahi söz konusuyken fevri bir davranıştı bulunmadım. Sadece gülümsedim, arabadan indim ve  Ahmet’le ormanın içine daldım “

Kitabın en önemli tanıklarından biri Meral Çatlı da eşinin firar öyküsünü şöyle anlatıyor

“ Eşimi, cezaevinden çıktıktan sonra araba bekliyor, fakat arabayla cezaevinden çıkış şeklinde panik yapıyorlar, o sırada cezaevinden bir görevlinin arabasını biniyor  eşim. Tabii, özür dilemiş, kusura bakma falan gibilerinden, arabadan inmiş ve görevli de bırakmış eşimi. Cezaevinden çıkıyor ve dışarıda tekrar karşılaşma, bırakılıyor. Bu yabancı kişiler başka yere gidiyor, eşim, Türk arkadaşıyla arabayı kaybettiği için epey bir mesafe yürüyüp şehrin içine giriyorlar. Girdikten sonra, artık kaybettiği arabayla orada buluştular herhalde. Eşimin beni aradığı gece saat 3’e geliyordu ‘ ben iyiyim merak etme ‘  dedi. Dört gün sonra Eşim Fransa’daki evimize geldi ve 20 küsur gün Fransa’da kaldı eşim ama yine de dedi her ihtimale karşı güvence var, yani güvence var derken, Fransa İsviçre’ye vermiş, Fransa’ya girdiğini belki biliyor, belki bilmiyor ama İsviçre’den cezaevinden her ne kadar kapı açılsa da artık o yılların vermiş olduğu bir isyankarlık, birden yine alırlar, hiçbir şey yokken dercesine… Ben ev kiraladım eşime, yani aslında kiraladım da sayılmaz, tanıdığımız bir arkadaşın evine Abdullah’ı yerleştirdik. Eşim 20 küsur gün orada kaldı ve yine Türkiye’den gelen pasaport ile eşim yeşil üniforma giydi, yeşil renkli bir üniforma değil bize gelen şey, yeşil renkte bir takım giymesi istendi ve eşime gelen pasaportla İstanbul’a giriş yaptı eşim “

Çatlı, bazı operasyonlarda teşkilatın en önemli isimleri arasındaydı. Devletten bazı sözler istemişti, bu sözlerle 7 TİP’li öğrenciyi katledenlerinin ipten kurtulmasını sağlamıştı. Abdullah Çatlı’nın ticaretle uğraştığı sıralarda sözü yeniden Meral Çatlı’ya bırakıyoruz, bu sözlerde Çatlı’nın devletle arasının nasıl iyi olduğuna işaret bu sözler;

“ Eşim, yani çalışıyor. Bir şeylerle meşgul oluyor. Derken, Ataköy bir kere basıldı. Yani basılmadan eşime haber verildi. Yani, Abdullah Çatlı’nın  burada olduğuna dair ihbar var, geleceğiz, Abdullah bey siz dışarı çıkın anlamında öyle bir ihbar geldi ve eşim o şeyden sonra ticareti öğrendiği için Sultan Tekstil dediğimiz şirketi kurdu.”

Abdullah Çatlı’nın kitapta iyi baba olduğu vurgusu yapılıyor. Söylenenlere göre de kızlarına böyle ilgiyle yaklaşan bir babaya gıpta ile bakılıyordu. Çatlı’nın oturduğu yerde bir sürü dedikodu dönüyordu, özellikle Eşi Meral Çatlı’nın katıldığı sohbetlerde  siyasi konular değerlendiriliyor, sol liderler övülüyor, Meral Çatlı’da mecburen bunlara katıldığını söylüyordu. Çatlı’nın bir çok olaya adı karışsa da o her yere elini kolunu sallayarak girebiliyor. Kolayca silah taşıma ruhsatı alıyordu, silah uzmanı kimliği dolaşıyordu. Yakın arkadaşları “ Silah Uzmanı” kimliği taşımanın avantajlarını şöyle anlatıyor

“ Öyle etkili bir kimlikti; polis çevirdiğinde bu kimliği göstermeniz yetip artıyordu. İsterseniz Taksim’de Kızılay’da elinizde bombalarla , ağır makineli tüfekle dolaşın kimse sizi çevirmez, hatta kolaylık sağlardı.”

Bir süre sonra Çatlı, Haluk Kırcı’ya bir tekliften bahsediyor. Teklif Dev Sol’un son zamanlarda öldürdüğü polis üzerine lider Dursun Karataş’ın infaz edilmesi  ve PKK’ya destek verenlerle alakalıydı. Devletin teklifi karşısında Çatlı, Kırcı’ya tekliften bahsediyor, bütün her şeyi şimdilik Kırcı’ya teslim ediyordu. 

Kitabın daha sonralarında Çatlı ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler anlatılıyor. Bir süre sonra bu ilişkiler rafa kaldırılıyor, ama  emir Ankara’dan geldiği için çalışmalara başlanıyor, bir çiftlikte Gençliği eğitmek için Haluk Kırcı başlarında bulunuyordu, bu ekibin en önemli özelliği; içinde bulunan kişilerin yurt dışından getirilmiş olmasıydı. Bu kısımda Korkut Eken’in başında olduğu ekibin neler yaptığı anlatılıyor, gençlerin nasıl eğitildiği, bu eğitimde kimin komutasında olduğu vs…  Buradaki kişiler bir nevi askeri eğitim alıyor. Zamanında yatıp-kalkmalar, spor eğitimi ve silah eğitimi… Bu ekip daha sonra yurt dışına silah naklediyordu.. Çatlı, yurt dışında bir takım hedefler peşindeydi. Yaptığı anlaşmalar da bunu gösteriyordu. Paris’e gitmeleri gerektiğini söyleyen Çatlı buraya neden gidilmesi gerektiğini şöyle anlatıyor;

“ Bu kahpe ( Dev Sol Lideri Dursun Karataş için diyor) az arkadaşımızın kanına girmedi. Alper’i hatırlarsın, hani Cuma namazı çıkışında, arkasından vurulan Alper. O zaman bunun emri üzerine şehit edildiğini söylemişlerdi. Rahmetli tek başına hem okulda hem okulun olduğu bunlara göz açtırmıyordu “

Çatlı ve ekibi Dursun Karataş’la ilgili bazı planlar kursa da bu planlar da tam bilgiye ulaşamadıklarından dolayı yapacakları operasyonu sona erdiriyorlardı. Dursun Karataş’tan sonra gözler Abdullah Öcalan’a çevriliyor. Tansu Çiller, Abdullah Öcalan’ı ortadan kaldırmak için birçok yolu deniyor,ama başarılı olamıyordu. Bunun yanında İsrail ile  50 milyon dolarlık silah alımı anlaşması yapıyor. MOSSAD bunun karşılığında  PKK’ya ait kamplarını bilgilerini veriyor.  Kitapta Abdullah Öcalan’ın nasıl öldürüleceği konusu içki masasında konuşuluyordu.  Öcalan’a suikast özel harekatçı polisler tarafından yapılacaktı. Bir süre sonra Kırcı biri tarafından izleniyordu, bu kişinin sonra “ Yeşil Kod “ adlı “ Mahmut Yıldırım” olduğu ortaya çıkıyor, sonrasında Yeşil’le ilgili planlar yapılıyor. Çatlı ile Yeşil görüşüyor, bu görüşmede özel harekat polisleri dışarda bekletiliyordu. Bu görüşmede YEŞİL, Kırcı’yı izleme emrini Mehmet Eymür’den aldığını söylüyor. Çatlı ile Eymür bir süre sonra kitap deyimiyle “ kanlı bıçaklı “ oluyorlar, araları bozuluyor. Kitabın bu bölümlerinde sıklıkla Çatlı ve Eymür arasında dönen diyalogları okuyoruz. Dönemin özel harekat polislerinden Oğuz Yorulmaz’da bu diyalogların içinde yer alıyor. Oğuz Yorulmaz’ın annesi bir dönem olanlara bir röportajda şöyle açıklık getiriyor;

"Hiç görmediğimiz silahlar vardı yanında. Eşim baş komiserdi. Ama hayatımda hiç görmediğim silahlarla dolu çantayla gelmişti. 'Oğlum bunlar ne?' diye sordum. Silahları dönemin başbakanının (Tansu Çiller) verdiğini, 'kullandıktan sonra denize atın' şeklinde de talimat aldıklarını söyledi."

Çatlı’ya bir süre sonra Mit’te çalış teklifi yapılmıştı. Abdullah Çatlı İle Alaattin Çakıcı bir süre sonra  karşı karşıya geliyordu. MHP lideri Alpaslan Türkeş, Çakıcı’yı  üç hilalle poz vermemesi yönünde uyarıyordu. Bir süre sonra Çakıcı teşkilatın büyük gücü olduğunu biliyor ve  Üç Hilalle poz vermeyeceğine dair söz veriyor.  Çakıcı aynı zamanda ASALA’ya karşı mücadele eden kişilerden biriydi. Kitap kafasını daha sonra Tarık Ümit’e çeviriyor. Tarık Ümit soruşturmasında Tarık Ümit özel harekatçı polisler tarafından Kızıltoprak’ta bir eve götürülüyor, bu evde Sami Hoştan, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı tarafından işkenceye uğradığına bu bölümde tanıklık ediyoruz.

Dönem karışık bir dönemdi. İbrahim Şahin’in başında olduğu  özel harekat ekibi  değişik olaylar yaptılar, bu olaylar 12 Mart 1995’te Gazi Mahallesi Olayları zamanına denk geliyor. Bu ekipte Ayhan Akça, Ayhan Çarkın gibi isimler yer alıyor, kitapta altı çizilen diğer bir nokta; 40 kişilik bir ekibin Gazi Mahallesinde olayların başlatılması için hazırlıkta oldukları.  Bilindiği üzere 90’larda faili meçhul cinayetlerin ardında özel harekat polisleri vardı, bu polisler polis yeleği giyip faili meçhul cinayetlere imza atıyordu. Mit’in içinde yer alan Tarık Ümit ve sonrasında Kürt işadamı cinayetleri faillerinin beklenmesiyle cinayet zinciri Kumarhaneler kralı Ömer Lütfi Topal cinayetine kadar gidiyordu. Kumarhaneler kralı Ömer Lütfü Topal  ve Tarık Ümit’in öldürülmesinin ardında yatan sırlar kitapta gözümüze net şekilde çarpıyor. 

Ömer Lütfü Topal’dan bahsetmek gerekirse; Ömer Lütfü Topal yeraltı dünyasında ismi olan biriydi, Avrupa’ya da ismini duyuruyordu. Bir süre sonra tutuklandı, sonra serbest bırakıldı. Serbest  bırakıldıktan sonra işini büyütmeye çalışsa da yeraltı dünyasında hasımlıklar olmazsa olmazlardandı, bu hasımlıktan sonra    uzun namlulu silahlarla öldürüldü. Özel harekat polislerinden Ayhan Çarkın, Topal cinayetiyle ilgili şaşırmayacağımız şeyleri söyleyerek Topal’ın da masum olmadığını şu sözlerle anlatıyordu;

“ Bize katil diyenler Topal’a baksınlar. Bodrum’da bir müdürümü, Azerbaycan’da Afyon Valisinin kızıyla damadını öldürtmüş bu adam. Bir numaralı uyuşturucu kaçakçısı. Öldürüldüğü günün sabahı gazeteleri açıp bakın Bodrum’daki müdürlerinin aşireti başsağlığı ilanı vermiş. Oğlu ile babası birbirine kindar, iki karısı öldü diye düğün bayram yapmış. Öldürülmesi için o kadar çok sebep var ki? Ama katil biz olduk “  ( sf 198)

Bu açıklamanın ardından dönemin önemli isimleri de bu cinayet için fikirler beyan ediyordu. O isimlerden biri Necmettin Erbakan cinayet için şöyle diyordu; “ İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu bana gelip Ömer Lütfü Topal’ı üç özel tim görevlisi polisin öldürdüğünü söyledi. “

Saklanan gerçekler ve dönen dolaplar her şeyi göz önüne seriyordu. Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’a topu şöyle atıyordu;

“ Cinayetten sonra bazı bulgulara ulaştık. Bizdeki bilgiler delil başlangıcıydı. Zanlıları yakaladık. Ancak dönemin içişleri bakanı gelip aldı bizden “

Kitabın en önemli tanıklarından biri oğlunun kullanıldığını ve sonra bir köşeye atıldığını savunan  Oğuzhan Yorulmaz’ın annesi Nuran Yorulmaz.  Ayhan Çarkın’ın ifadeleriyle bu ifadeleri reddedenler de kitapta öne çıkıyor, her biri Ayhan Çarkın’ın uyuşturucu hastası olduğunu söylüyor. Dönemin İçİşleri Bakanı Mehmet Ağar’ın özel harekatçı polisleri yönlendirdiği kadar, yeraltı dünyasından isimlerle de alakası vardı, Arnavut Sami olarak bilinen Sami Hoştan’a verilen silah ruhsatı bunun kanıtıydı, Mehmet Ağar’ın Sami Hoştan’a referans olması da çoğu şeyin kanıtıydı. Bilindiği üzere silahlı eğitim almak için bir kamp kurulmuştu, bu kampı yöneten kişilerin başında Abdullah Çatlı Ve Haluk Kırcı vardı. “ REİS “ kitabında göremediğimiz bazı bilgiler de bu kitapta öne çıkıyor. Kurtköy’de kurulan bu kamp için şu iddialar geçiyor;

-         “ DYP İstanbul İl Yöneticileri Sedat Peker’i devreye sokarak kampta eğitim gören ülkücü Ahmet Meşe ve Metin Kalkan’a Flash TV’yi bastırdılar"

-         “ Meşe, bir ülkücü polisle girdiği çatışmanın ardından Mert Çiller’in yakın kadrosuna katıldı. Meşe bundan sonra Hasdal’da askeriyeye ait döküm sahasının ihalesini aldı.

-         Kamp reisi Kemal Öktem babasını öldüren TİKKO’cuları öldürmediği için kardeşi Mustafa Öktem’i öldürdü.
-         Deşifre olan ve 16 Mart katliamına katıldığı ileri sürülen ülkücü polis Mustafa Doğan’ı Kemal Öktem ‘ konuşursa zarar verir’ diye öldürttü, kampa gömdürdü.

-         Orman yakılarak kampa yer açıldı. Kamp sınırında bir yangını izlemek isteyen Sabah gazetesi muhabiri İhsan Uygun’un bindiği araç yakılmış olarak bulundu.

-         Selçuk Parsadan, bir sahte davetiye nedeniyle kampa getirilip sorgulandı.

Mehmet Eymür’ün bir çok konuda en önde olan isimlerden biri olsa da daha sonraları bir kalemde nasıl silindiğini görüyoruz, Aktüel dergisince Mehmet Eymür hakkında şöyle bir başlık yayınlanıyordu;

“ Eski Mitci Mehmet Eymür  Sudi özkan’ın  şirketlerine Ceo oldu “

Daha sonra bu şöyle söyleniyordu ; “ Kumarhaneci Sudi Özkan,  yıllar önce ‘ kaç seni vuracaklar  diyen eski MİT’Çİ  Mehmet Eymür’ü şirketlerine CEO yaptı “

Bir süre sonra işler karışıyor. Korkut Eken artık yorulduğunu söylüyor Çatlı’ya, Çatlı bir süre sonra ekibi dağıtma kararı alıp artık son yolculuğuna çıkıyor. Çatlı birçok operasyonda yer aldı, yeraltı dünyasına girip çıktı, fail i meçhul cinayetlere ön ayak oldu. Birçok önemli kişi tarafından sevilse de işi bitirilmesi bir devlet geleneğiydi. Birçok yerde kullanıldı devlet tarafından, sonrasında “ Devlet kullandı,devlet öldürdü” düşünceleri çoğaldı. 

Çatlı öldükten sonra işler iyice karışmıştı. Ayhan Çarkın’ın “ Kürtler bizim insanımız. Utancımla yaşamak istemiyorum artık . O insanları yıllarca hor gördük, bok yedirdik “ demesi her şeyi açıklıyordu. 

Soner Yalçın’ın “ Reis “ Kitabında bilindiği üzere PKK’ya destek veren Kürt İşadamları iddiasıyla birçok kişi katledildi. Kimi destek veriyordu,kimi destek vermiyordu, bu sadece bir iddiadan ibaretti. Hazırlanan bir liste vardı, bu listeye göre çoğu öldürülmek zorundaydı, ve sonraları bu kişiler polis yelekleri giyen kişiler tarafından öldürüldü. Kitabın bu bölümlerinde Sedat Peker’in düşüncelerine de yer veriliyor. Sedat Peker, Korkut Eken’le tanıştığı zaman fail-i meçhul cinayetlerin gerçekleştirildiğini söylüyor, ama Sedat Peker’in daha fazla açıklanması gereken bilgi kitapta olması gerekirken bunlardan mahrum kalıyoruz.

Sonuç olarak;  Derin ağabeylerin en derini olan Abdullah Çatlı’nın hayatı üzerinden giden “ Derin Abiler “ daha derinlemesine incelenmesi gereken bir kitap olmalıyken eksik bilgilerle öne çıkan bir kitap oluyor.  Kitabı okurken   Kalın koyu harflerle çizili bazı kısımların  gözlerinizi yorduğunu söylemek gerekir.  Kitapta kaynak olarak gösterilen belgeler yetersiz kalıyor; bunlardan bazıları şunlar oluyor;

-         Gökçen Çatlı – “ Babam Çatlı “
-         Haluk Kırcı – “ Zamanı Süzerken “ , “ Kurt Duruşu “ , “ Bırak Eşkıya Bellesinler “
-         Necdet Pekmezci – “ 5-6-2 Tamam değil REİS “
-         Soner Yalçın – Doğan Yurdakul “ Reis / Gladionun Türk Tetikçisi”
-         Arif Doğan – “ Jitem’i Ben Kurdum “
-         Hürriyet, Milliyet, Taraf, Radikal, ve ilgili dönemlerle birçok gazete
-         Aydınlık ve Aksiyon dergileri ve bazı internet siteleri


Cem Kurtuluş, 2015

0 yorum: