Kitabın
Adı: Azil
Kitabın
Yazarı: Hakan Günday
Kapak
Tasarımı: Yavuz Korkut
Kapak
arkasındaki fotoğraf: Selen Özer
Basım:
1.Basım 2007
Yayınevi:
Doğan Kitap
Deha ve delilik arasında seyreden bir hayat..
" Azil,
Türkçe'de azletmek, görevden almak, Arapça'da ise hamileliği engellemek adına
kadının haricine boşalmak manasına geliyor. Kitapta geçen “Asil yaşayan
adil ölmez’’ sözü de her şeyi açıklıyor. Kitap " Asil'in Mektubu "
başlığı ile açılıyor, okuyucuya kitabın başında
şöyle sesleniyor Hakan Günday.
" Bu
cümle, yazmayı öğrendiğimin kanıtıdır. Bu cümleyse okumaya devam ettiğinin
kanıtı. Birlikte, iki kanıtı olan bir suç işleyeceğiz. Bir hayata son
vereceğiz. Ancak korkma. Doğum yeri belli olmayan ölümün serpilişi o kadar
yavaş olacak ki ölenin kim olduğunu anlamayacaksın. İşlediğin bir suçtan ötürü,
belki de ilk kez pişmanlık duymayacaksın. Belki de o gün geldiğinde bir hayata
vermenin suç olmadığına inanacaksın."
Hakan Günday kitabın başından itibaren okuyucuyu varlık-yokluk arasında yolculuğa çıkarıyor, umutsuzluk koridorlarını açıyor okuyucuya, ve aslında " benimle savaşma kaybeden yine sen olursun " diyor. Okuyucuyla konuşuyor bir nevi, bazen de okuyucuya ders veriyor. Bu ders felsefi bir öğreti aslnda, çünkü söylediği her sözcükte biraz felsefi anlam çıkarıyorsunuz kendinize. Bu bildiğiniz üzere Asil'in mektubu. Ve burada seslenilen her ne kadar Asil olsa da her birimizin içinde birer Asil olmadığını kim söyleyebilir? Tam buralara temas ediyor Hakan Günday. Sorgulayıcı cümlelerinin ardından Hakan Günday hikayeye başlıyor. Hikayeye başlamadan önce kitaptan Asil hakkında bir alıntıya yer vermek gerekir.
“ Asil, kendini daima iyileştirmeye çalışan, ancak çok
hasta olan bir çocuktu. İnsanlardan korktuğu için de kimse ona yardım edemedi.
Ne ailesi ne de doktorlar. Nörolojik ilaçlar ve başına yapıştırılmış
elektrotlarla geçirilen yirmi dört saatlik gözlem testleri. Sayısız doktor
tarafından telaffuz edilen epilepsi kelimesi ve sonrasında gelen “ Ne yazık ki
araştırılmaya devam edilen bir konu. Epilepsi çeşitleri, tıp için hala
aydınlatılmamış bir oda” cümleleri. “
Hakan Günday, ilk 50 sayfada felsefi sorgulamalar yaptıktan sonra
Asil'in hikayesini " Asil'in Silahı " ile başlatıyor. Günday, Asil'in
ailesiyle yolculuğuna çıkartıyor okuyucuyu. Bu yolculukta bir çok acıya
tanıklık ediyoruz. Ortada bir suçlu var, bu da Asil'in ailesinden başkası
değil. Bedelleri ödetilmesi gereken kişiler de onlar. Bazı sözler de Hakan
Günday öyle oynuyor ki ilk başta köşeye sıkışıyoruz ve sonrasında kurtuluyoruz.
Bir süre sonra da acımanın geçerli olmadığı kitap sayfaları arasında geziniyoruz.
" Asil'in Yıllığı" bölümünde Günday evden çıkıp ayrılan yeteneğini
konuşturan Asil karakterine yöneliyor. Burada anlatılan Asil'in başka
insanlardan farklı olduğu. Asil, bir öngörücü ve yaptığı ciddi bir iş. Aynı
zamanda epilepsi hastası. Nöbetler geçiriyor, deli raporu alıyor aynı zamanda
ciddi bir işi var. Deha ve Delilik arasında bir hayat sunuyor Hakan Günday
bize. Asil'in zihninin doruklarını yaşatmayı amaçlıyor Hakan Günday.
" Asil'in Stan Smith'leri " ile devam eden roman Asil'in gerçek hayatıyla tanıştırıyor bizi. Aykırı bir karakter olduğunu öğreniyoruz, sadece bu bölümde değil " Asil'in Silahı " bölümünde de buna rastlamıştık. Asil bu bölümde Aklından ve bedeninden başa hiç bir şeye sahip olmadığını düşünüyor. Dünyayı ve hayatı reddetmeyi öğreniyor. Hakan Günday romanın başından itibaren müthiş bir karakter ortaya çıkarıyor. Karakteri izledikçe karakterin dünyasına girmeniz kaçınılmaz oluyor. Asil, Miras bırakan değil miras yaratan olmak istiyor. Öğrenemiyor, anlayamıyor, gelişemiyor ve büyümüyor, kurtuluşa inanmıyor. Annesine ve babasına acımasız davranıyor. Anne ve babası Asil’in farklı olduğunu düşünüyor. Çoğu kişi onun öyle olduğunu düşünüyor. Bazı şeyleri hafızasında tutamıyor Asil ,Tanrı’ya inanmıyor. Tanrıyla ilgili düşüncesini şöyle açıklıyor Asil;
“Kimse kurtulmayacak çünkü tanrının tanrısı yoktur. Biz ona inanıyoruz ama o bize inanmıyor.’’
Asil, insanları çok takan bir yapıya sahip değil. Çok
düşünüyor ve sorguluyor. Olması gerekeni yapıyor. Ailesiyle küçükke sorun
yaşadığı için küçükken kafasında silahın patladığını hisseden bir karakter
Asil, bir o kadar da beyni yanmış biri. Silahın kafasında patladığını
hissettiği günden beri Asil bu durumda. İçerek kendini biliyor, yazmanın tek
çıkış yolu olduğunu düşünüyor ve bunun yanında tevasinin sadece ölümden ibaret
olduğunu düşünüyor. Yalnız olmadığını düşünüyor, bir de ikizi olduğunu düşünüyor.
Her şey bir patlamayla başlamış ve bu doğrulanmıştı. Bu patlama bir sorunun
habercisiydi. " Patlama" cümlesiyle başlayan paragraftan itibaren
Hakan Günday, insanoğluyla ilgili yerinde tespitler yapıyor. Hepsi gerçekçi,
yaşamın içinde olan şeyler. Sevgiye, aile kavramına, içimizdeki benlikleri
anlatıyor bize. Bunu anlattıktan sonra insanoğlunu felsefi şekilde sorguluyor,
bu süreçte aforizmalar akıp gidiyor. Kitabın ilk 50 sayfası bir felsefe kitabı
havasında ilerliyor, sonrasında başka bir havaya bürünüyor.
" Asil'in Stan Smith'leri " ile devam eden roman Asil'in gerçek hayatıyla tanıştırıyor bizi. Aykırı bir karakter olduğunu öğreniyoruz, sadece bu bölümde değil " Asil'in Silahı " bölümünde de buna rastlamıştık. Asil bu bölümde Aklından ve bedeninden başa hiç bir şeye sahip olmadığını düşünüyor. Dünyayı ve hayatı reddetmeyi öğreniyor. Hakan Günday romanın başından itibaren müthiş bir karakter ortaya çıkarıyor. Karakteri izledikçe karakterin dünyasına girmeniz kaçınılmaz oluyor. Asil, Miras bırakan değil miras yaratan olmak istiyor. Öğrenemiyor, anlayamıyor, gelişemiyor ve büyümüyor, kurtuluşa inanmıyor. Annesine ve babasına acımasız davranıyor. Anne ve babası Asil’in farklı olduğunu düşünüyor. Çoğu kişi onun öyle olduğunu düşünüyor. Bazı şeyleri hafızasında tutamıyor Asil ,Tanrı’ya inanmıyor. Tanrıyla ilgili düşüncesini şöyle açıklıyor Asil;
“Kimse kurtulmayacak çünkü tanrının tanrısı yoktur. Biz ona inanıyoruz ama o bize inanmıyor.’’
Hakan Günday, insanoğluna kitap boyunca umutsuzluk aşılıyor.
Yazıda da bahsettiğim gibi varlık/yokluk arası bir yolculuk söz konusu . Hakan
Günday, kitapta kahramanı üzerinden "
İnsanın amacı ve varlık nedeni, yaratarak yok olmaktır " diyor. Hiçlik üzerine de tespitler yapılıyor karakter hakkında, o karakter şöyle anlatıyor bizi bize.
“ İnsanın
ait olduğu yer hiçliktir. Hayatın ve dünyanın ulaşamadığı yer olan hiçlik,
insanın son evidir. Hiçlik içindeki insan, yani Ben, varlıktır.”
" Asil'in Yokavarı " bölümünde Hakan Günday sayesinde " Yokovar " diye bir kavramdan haberdar oluyoruz, bu daha doğrusu bir olgu. Hakan Günday bu olguyu şöyle özetliyor; “ Yaratarak yok olmak, düşüncenin kendi ısısıyla erimesidir. yaratarak yok olmak, ışığın, yoğunluğunun artması sonucunda patlayarak evrene yayılmasıdır. bu süreç, "yokavar" adını taşır." Bunu çözdüğünüzde kitabı anlama konusunda mesafe katediyorsunuz.
Asil, Nihilizmin temsilcisiydi karakter olarak. Vatansız,toplumsuz,ailesiz ve kişiliksiz. Asil ilk romanını yazdı. Bir süre sonra diğer romanını yazdı, bu romanının adını,AZAT koydu. Birinci kitabından sonra ikinci kitabıyla ilgili yayınevinin aradığı müjdesini annesi verdi Asil'e. O andan itibaren Asil annesine sarılıp ağladı. Hakan Günday, bu bölümde hem Asil'in kitap yazma sürecinden bahsediyor, bu süreçle birlikte Din felsefesi altında sözler sarf ediyor. Her biri Tanrı karşıtı. Tanrı Ve İnsan benzetmesine dair çok kelime var oluyor. Bunu yazarken kurguyu ustaca oturtuyor.
" Asil'in Yokavarı " bölümünde Hakan Günday sayesinde " Yokovar " diye bir kavramdan haberdar oluyoruz, bu daha doğrusu bir olgu. Hakan Günday bu olguyu şöyle özetliyor; “ Yaratarak yok olmak, düşüncenin kendi ısısıyla erimesidir. yaratarak yok olmak, ışığın, yoğunluğunun artması sonucunda patlayarak evrene yayılmasıdır. bu süreç, "yokavar" adını taşır." Bunu çözdüğünüzde kitabı anlama konusunda mesafe katediyorsunuz.
Asil, Nihilizmin temsilcisiydi karakter olarak. Vatansız,toplumsuz,ailesiz ve kişiliksiz. Asil ilk romanını yazdı. Bir süre sonra diğer romanını yazdı, bu romanının adını,AZAT koydu. Birinci kitabından sonra ikinci kitabıyla ilgili yayınevinin aradığı müjdesini annesi verdi Asil'e. O andan itibaren Asil annesine sarılıp ağladı. Hakan Günday, bu bölümde hem Asil'in kitap yazma sürecinden bahsediyor, bu süreçle birlikte Din felsefesi altında sözler sarf ediyor. Her biri Tanrı karşıtı. Tanrı Ve İnsan benzetmesine dair çok kelime var oluyor. Bunu yazarken kurguyu ustaca oturtuyor.
Kitabın en etkileyici kısımlarından biri Asil'in müşterilerine
Kural danışmanlığı yaptığını sandığı zamanlara geri dönme sayfaları. Diyaloglar
olsun, Hakan Günday'ın kelimeleri ve kurgusu bir solukta okutmayı başarıyor,
ama geçen sayfalarda Hakan Günday yer yer okuyucuyu zorluyor. Bu sayfalarda Asil'in
kural danışmanlığıyla değil medyum haliyle tanışıyoruz, tanıştıransa kendisini
müşteri olarak tanıtan bir kadın. Hakan Günday'ın kelimelerini okudukça Dehalık
Ve Delilik arasında gitmemiz kaçınılmaz oluyor, kelimeleri öyle yerleştiriyor
ki sadece kitabın bu bölümünü okusanız bile zihninizi zorlamaya yetiyor.
Zihninizi öyle zorluyor ki okuduğunuz sayfayı bir daha okumak zorunda
kalıyorsunuz. Asil kendini kısaca şöyle özetliyor;
-Kendinizden söz eder misiniz? Asil yaşayan kimdir - Asil yaşayan bir delidir. Anımsamadığı için geçmişi önemsemediği için geleceği yoktur
İnsanlıkla ilgili acımasız gerçekleri Hakan Günday yüzümüze şöyle vuruyor;
“ Savaşlar, ihanetler ve yalanlar insana aitti. Ve pişmanlık ya da komşunun hayatını eleştirmek, iyi olmaya yetmiyordu. Hiçbir şey iyi olmak için yeterli değildi. Çünkü dünya ve insan eti, iyilikten yoksundu.”
Hakan Günday bununla kalmayı Tanrı, Devlet, İnsanlık,Aile arasındaki sözlerini esirgemiyor, şöyle diyor;
“İnsanlığın sonu, din ve devletin yaratıldığı gün gelmiştir”
“ Kaygan derili bir insan olarak hiçbir şey tarafından tutulamam. Tutulmam için üzerime, derimin kayganlığını yok eden kavramlar sürmeliyim. Bunların ilki de ailedir. Aileye bulanmış her insan, bir gün Devlet ve Tanrı’yla yaşamak zorunda kalır “
Kitaptaki karakterlerimizden Gonca'nın Asil'e inanmaması bir süre sonra Gonca'ya pahalıya patlıyor, çünkü gerçekten de Asil Gonca'ya dair her şeyi biliyor, Gonca'ya raporlar hazırlıyor. Bu raporu sadece Asil bilebiliyor, çünkü böyle bir zekaya sadece Asil sahip. Bu bir ölüm raporu, sadece ölüm raporundan ibaret değil. İçinde fahişelik de var, sefalette var, yalnızlık da...
" Azil " in en etkili ve can alıcı yeri kitabın bitmesine ramak kala Yahya karakterinin içindeki Asil'le tanışma kısmı. (Bu bölüme Asil'in Kural Danışmanlığı yaptığı bölümle birlikte Medyumluğa geçiş sürecini de ekleyebilirim) Bu bölümdeki diyaloglar, kelimeler her biri can alıcı, her okuduğumuzda beynimizdeki Asil sayısı artıyor. Bu bölümü okuduğunuzda transa geçmeniz kolay olduğu kadar zor oluyor. Çünkü kelimeler akıcı bir şekilde ilerliyor, ve aynı kelimelere dönmek zorunda kalıyorsunuz. Daha önceki bölümlerde sıkılabileceğiniz yerler varken, bu bölümlerdeki karakterin ağzından dökülen kelimeler size bir filmin ilk sahnesini ve son sahnesini açıp/kapatır gibi oyun oynuyor. Bu oyun dehalık ve delililik arasındaki bir süreç.
Hakan Günday kitap boyunca bir sorgulama içinde. " Azil" de Deha ve Delilik arasında
seyreden bir hayat sunuyor. Zihinlerle ilgili
sorgulayışlar, yokoluş sembollerine dair işaretler, umutsuzluk ve bir çok mesaj yer alıyor
kitabın içinde. Kitap içinde de okuyucu devamlı sorgulama peşinde oluyor.
Romanın dili sorgulamaya yakın olduğu için felsefi sözler romanın içine
sıkıştırılmış durumda. Bu sözler yer yer okuyucuyu sıksa da bu Hakan Günday
kitaplarında karşılaştığımız bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Asil kitap bitmeden işlediği suçu şöyle anlatıyor
" Zihnimden asla atamayacağım bir suç işledim ve onunla birlikte öleceğim. Bir suçla gömüleceğim. Bu yüzden, bilgi, yetenek ve düşüncelerimi harcayarak yaratmak ve yarattıkça yok olmak artık olanaksız. Ben, bir ayağı iskelede, diğeri demir alan bir teknenin güvertesinde olan, parçalanmaya yüz tutmuş bir aptalım. Her zaman olduğum gibi. Benimle tanışanların kendilerine bile itiraf edemedikleri, ama hissettikleri gibi bir aptalım. "
Daha sonrasında Asil ölüme yakın olduğunu, bu ölüme yakın olduğunu şu sözlerle devam ettiriyor ve Asil'i biz bu sözlerle hatırlayacağız.
"Azil" nedir-ne değildir diye merak edenlere kitabın son sayfası cevap veriyor
" Azil " Hakan Günday'ın en zor kitaplarından biri, öyle zor ki bu kitabı bir günde bitirebilmek zor bir ihtimal. Çünkü her okuduğunuzda kendi içinizde Yeni Asil'ler yaratmanız ve her bölümde geriye dönebilmeniz mümkün. Emrah Serbes'in Hikayem Paramparça kitabını anımsayacak olursak " Galip'in Hikayesi" kısmını bütün olarak ele almamız gerekir, çünkü kitabın genelinde çoğu bölümden sadece bir hikaye sizi allak bullak edebilir. İşte o bahsettiğimiz O hikaye de Yahya'nın Asil olduğu, Asil'in ise Yahya olduğu hikayeyle eş değer Galip'in Hikayesi. Kısacası bu romanda kendi kendinize yeni Asil'ler yaratmanız sizin elinizde. Sakın ola ki kitabın 50 sayfasını okuyup felsefi tanımlamalardan sıkılıp kitabı çöpe atmayın! Yahya karakteriyle tanıştığınızda neden böyle dediğimi daha iyi anlayacaksınız!
"Eve dönüp annem ile babamı öldüreceğim. Sonra da kendimi. Bu acı, korkunç. Bu acı felaket. Bu acı,benim sonum. Bu acı, benim her şeyim! Senin yanına gelmeyeceğimi biliyorum, sevgilim. Ama sensiz burada kalamam. Ölünce nereye gideceğim umurumda değil. Ya da nerede kalacağım! Tek isteğim, ölmek. Ama önce annemi ve babamı öldürmek. Çünkü onlar dayanamazlar. Kim dayanabilir ki, çocuklarının ölüm acısına? Kimse! Hiç Kimse! Onlara bu acıyı çektiremem! Ben, bu acıyı kimseye çektiremem! Seninle buluşmak için değil sevgilim, sensiz yaşayamadığım için kendimi öldüreceğim..."
"Azil" nedir-ne değildir diye merak edenlere kitabın son sayfası cevap veriyor
" Azil, Türkçe'de görevden almak,
Arapçada, hamileliği engellemek uğruna , kadının haricine boşalmak anlamına
gelir. Asil, görevden alınmış ve insanlığı döllememesi için , dışına terk
edilmiştir. Çünkü, kendisine sunulmuş olan bilgi, yetenek ve düşüncelerin
ağırlığından zihni kapanan ve delirmiş olan milyonlarca haberciden biridir.
Delirenlere, affedilmez ve terk edilir. Bu da suçu olmayan bir insana
verilebilecek en büyük cezadır. Deliren habercilerin sonu, intihar değilse,
linçtir. Benzersiz zihinlerini yönetmeyi öğrenip, hayatta kalanlarsa peygamber
olarak bilinir. Milyonlarca olasılıktan, sadece biri gerçektir. Milyonlarca
doğumdan, sadece biri Asil'dir. Milyonlarca Asil'den , sadece biri Yahya'dır.
Milyonlarca görevliden sadece biri, görevi yerine getirir. Milyonlarca dölden
sadece biri kutsaldır. "
“ İnsanlık tarihi, kutsal olanları anlatır. İnsanlık tarihi,
doğurtanları anlatır. Tarih, insanlık rahmine düşmüş peygamberleri anlatır.
Çünkü hepsinin laneti aynıdır: Düşünmek. Çünkü hepsinin alınyazısı aynıdır.
Düşünüyorum, öyleyse, varlığımı yok edebilirim. “
" Azil " Hakan Günday'ın en zor kitaplarından biri, öyle zor ki bu kitabı bir günde bitirebilmek zor bir ihtimal. Çünkü her okuduğunuzda kendi içinizde Yeni Asil'ler yaratmanız ve her bölümde geriye dönebilmeniz mümkün. Emrah Serbes'in Hikayem Paramparça kitabını anımsayacak olursak " Galip'in Hikayesi" kısmını bütün olarak ele almamız gerekir, çünkü kitabın genelinde çoğu bölümden sadece bir hikaye sizi allak bullak edebilir. İşte o bahsettiğimiz O hikaye de Yahya'nın Asil olduğu, Asil'in ise Yahya olduğu hikayeyle eş değer Galip'in Hikayesi. Kısacası bu romanda kendi kendinize yeni Asil'ler yaratmanız sizin elinizde. Sakın ola ki kitabın 50 sayfasını okuyup felsefi tanımlamalardan sıkılıp kitabı çöpe atmayın! Yahya karakteriyle tanıştığınızda neden böyle dediğimi daha iyi anlayacaksınız!
Okurken Altını Çizdiklerim
“
Bu cümle, yazmayı öğrendiğimin kanıtıdır. Bu cümleyse, okumaya devam ettiğinin
kanıtı. Birlikte, iki kanıtı olan bir suç işleyeceğiz. Bir hayata son
vereceğiz. Ancak korkma. Doğum yeri belli olmayan ölümün serpilişi o kadar
yavaş olacak ki ölenin kim olduğunu anlamayacaksın. İşlediğin bir suçtan ötürü,
belki de ilk kez pişmanlık duymayacaksın. Belki de o gün geldiğinde, bir hayata
son vermenin suç olmadığına inanacaksın” – sf 13
“
Tek başına işlenen suç bir göktaşıdır. Sırtında sadece sahibine yer vardır.
Ancak suç, var olan en güçlü tutkaldır. Suçun işlenmesinde payı olanların her
biri, birbirine yapışır.. Her ne kadar birbirlerinden kaçmaya çalışsalar da suç
çekimi onların ayrılmasını engeller. Sanıldığı gibi suçun işlendiği yere değil,
birbirlerine dönerler. Çünkü suç güvenli ve güvenilir değildir. Güvensizlik,
yirmi dört saatlik gözetimler gerektirir. Suç ortakları birbirini gözetler. Bu
yüzden, sen ve ben bir suçla yapışacağız. Tutkalımız ne dostluk ne de aşk;
güvensizlikten delirmemek için yalnız kalana kadar ortaklarının birbirlerini
öldürmeye çalıştıkları suç” –sf 13
“ Beni sadece fotoğraflardan tanıyorsun. Sadece nasıl
göründüğümü ve objektife nasıl baktığımı biliyorsun. Ama neler düşündüğümü ve neler hissettiğimi
bilmene olanak yok. Beni anımsaman olanaksız. Resimli romanlara benzediğine
emin olduğum rüyaların bile benim anımsamana yetmez. Çünkü kimsenin
anımsamadığı ve dönmediği bir yerdeyim. Bu yüzden kendini yorma. Nasıl olsa bu
satırları okudukça kimin yazdığını unutacaksın. Sen mi, ben mi? Ne fark eder?
Hiçbir şeyin fark etmediğini öğreneceksin. Sadece daktilo harfleri. Hepsi o
kadar. Ne el yazısı ne imza ne de bir kimlik. Suç işlemek için hiçbirine gerek
yok. Yok olacak bir varlığın varlığı yeterli. Gerisi ağaç, apartman, sokak.” -sf 14
“Çünkü kim olursan ol bana dönüşeceksin. Bittiğin an
başlayacağım. Sana, yaratarak yok olmanın anlamını ezberleteceğim. Kendinle ve
hayatınla vedalaş. Okuduklarını reddetmeye çalışsan bile belleğin sana ihanet
edecektir. Gözlerinden girip zihninden çıkan her bilgi, sahip olduklarından
birini yok edecek. Benimle savaşma. Çünkü kazanırsan kaybedersin. “ -sf 14
“ Mahkum olduğum şartların kolay olduğunu sanma. Sürekli
kaçıyor, gizleniyor ve yalan söylüyorum. Bunlar, hayatta kalmamı sağlıyor. Her
ne kadar hayatta kalmanın bedeli ölüm olsa da şimdilik bu kadarını ödeyebiliyorum…
“ -sf 15
“ Sana nasıl ulaştığımı ve kim olduğumu bir gün
öğreneceksin. O gün gelene kadar bunları düşünmemeye çalış. Sahip olduğun bütün
fotoğrafları bulmak için eşyalarını altüst etme. Sadece oku. Oku ve zamana
bırak. Sayesinde var olduğumuz zamanın seni taşımasına izin ver. Unutma ki
zaman gidecek yeri olmayanların evidir. “ –sf 15
“ Sevgi, tırmananları birbirine bağlayan bir halattı. Biri düşerse
diğerlerinin hayatta kalması için
halatın kesilmesi gerekiyordu. Ancak sevgi, kesilemeyecek kadar kalın bir
halattı ve sonunda herkes düşerdi. Aptallar sevdikleriyle düşer, kötüler
sevdiklerini aşağı çeker. “- sf 19
“ Yaşadığı son günü okuyarak geçirecek ve anlayıp anlamadığını
kimse umursamayacaktı. Yalnızken , aptallık da, kötülük de yok oluyordu.
Yalnızken korku yoktu . Bu yüzden ölmeliydi. Yalnız kalabileceği bir yere
gitmek için. Bu dünyada olmayan bir yere varmak için intihar etmeliydi. “ – 19
“
İçinde doğduğun evi tanımak zorundasın. Patlamanın geçmişi yok ettiğini bilmelisin. Patlama
öncesindeki hiçbir davranış ve düşüncenin sonucu yoktur. Kuralların doğum
tarihi, zamanın başlangıcıdır. Zamanın başlangıcıysa patlama anıdır. “- sf 21
“ Her şey bir patlamayla başladı. Ancak patlayan neydi? Neden
patladı ve bir patlama olması gerekli miydi? Binlerce ve Binlerce soru.
Azınlıklar , ne etnik ne dinsel ne de renklere ilişkin olanlardır. Yeryüzü ve
dışındaki tek azınlık yanıtlardır. Her şeyi ve herkesi sorular yönetir. Evren
nüfusunun çoğunluğu sorulardan oluşur. Soru ve yanıtların nadir evliliklerinden
doğan melezler de bildiklerimizdir. Melezlerin ışığı neyi aydınlatıyorsa onu
görürüz. Gerisi karanlıktır. Hiçbir gözün alışamayacağı kadar karanlık. El
yordamının bile kör kaldığı karanlık. Kabul etmen gereken ilk gerçek de,
doğumunda gözlerinin kapalı olduğudur. Hayata karanlıktan geldiğini bilmelisin.
Ana vatanın karanlıktır. Karanlığın kuralları yoktur. Karanlığın tarihi yoktur.
Gözlenebilen tek hareket, karanlığın dışına düşendir. Sadece karanlığın dışı
kurallara sahiptir.” – SF 21
“ Kurallar, buluşmaların gecikmesini yasaklar. Kurallar,
karanlığın dışındaki hareketin kimlik bilgileridir. Kurallar, onların varlığını
bilmeyenlere kadar, diğerleri için pusuladır. Önce varlıklarını kabul etmen
sonrasında da onları tanıman gerekir. Bedenli ya da bedensiz, her şeyin ve
herkesin boyun eğdiği kurallar yaratıcılığın sınırlardır. “- sf 21
“ İçinde doğduğun evi tanımak zorundasın. Patlamanın, geçmişi yok
ettiğini bilmelisin. Patlama öncesindeki hiçbir davranış ve düşüncenin sonucu
yoktur. Kuralların doğum tarihi, zamanın başlangıcıdır. Zamanın başlangıcıysa
patlama anıdır. Hala içinde yaşıyor olsan bile, doğduğun evi asla
tanıyamadığını biliyorum. Üzerindeki çelik ve cam tabutların, kentin kalbinden
uzaklaştıkça ahşap ve taş kundaklara dönüştüğü uzun caddenin sonunda, bütün
sokak sularının döküldüğü denizin kıyısında sessiz bir ev. Sessiz ve kalın
duvarlı bir ev. Sessiz, kalın duvarlı ve vestiyerine oksijen asılan bir ev.
Nefes almadan önce düşünülen bir ev. Cennet broşürlerinin tuvalet kağıdı olarak
kullanıldığı bir cehennem. Her şeyin ve herkesin mükemmel olduğu bir ev.
Kusursuz odalar, kusursuz halılar, kusursuz kusurlar. Hiçbir şeyi seçmedikleri
için boş vicdanlı sakinlerinin mutlak mutlular olduğu bir ev. “ –sf 21
“ Tek kuralın ev olduğu bir ev. Doğduğun ev. Doğumevin. Ancak
doğmayabilirdin. “ –sf 21
“ Baban seni istemedi. Baban, ikinin üç olmasını istemedi. Baban
seni öldürmek istedi. Nedeni basitti. Her doğumun bir bölünme, her bölünmenin
de güç kaybı olduğunu düşünüyordu. Güç kaybı mutlak durağanlığı bozacak ve
denge sonsuza dek yok olacaktı. “- sf 21
“ Böylece , Tanrı’nın şeytana içini dökmesinden insan doğdu.
Böylece, ışığın karanlığı delmesinden ve döllemesinden sen doğdun. Böylece sen
loş oldun. Bazen aydınlandığını Bazen de karardığını sandın. Ancak hangisinin
sen olduğuna asla karar veremedin. Ne kötüsün, ne de iyi. Her şeyi düşünebilir,
her şeyi hayal edebilir, ancak sadece seçtiklerini gerçekleştirebilirsin.
Düşünce şeytandan, davranış Tanrı’dandır. Hangi düşüncenin davranışa
dönüşeceğine karar verense insandır. “ – sf 22
“ Anlıyordu. Anlayabiliyordu. Okuduğu cümleleri anımsıyor , neden
ve sonuçları eleştirebiliyordu. Çünkü yalnızdı. Yalnızken normaldi. Baskının
olmadığı yer ve zamanda kendisiydi. Baskı, insan anlamına geliyordu.
Dolayısıyla kimse onu gerçekten tanımıyordu. Kimse şu an okuduğunu anlayabildiğine
tanıklık etmiyordu.” –sf 25
“ Tanıdığı herkes kahramandı. Hayat kahramanları. Belki
başkalarının değil, ama kendi hayatlarını kurtaran kahramanlar. Bir dünya
dolusu Süpermen.Telefon kulübelerinde pelerinlere bürünüp caddelere dağılan
kahramanlar. Şimdi onlardan biri gibi hissediyordu kendini. Tek fark, telefon
kulübesinden çıkamamasıydı. O sadece orada kahramandı. Tek korkusu telefonun
çalması olabilirdi, ama olasılığın düşüklüğü sakinleştirici düzeydeydi.
Yalnızca telefon kulübesinde kahraman olabilen, siyah takım elbiseli ve yalnız
bir Süpermen. Kulübeden çıkıp sıradan bir aptala dönüşmek istemiyordu. Suçladı.
Herkesi. Kendini. Yalnız kalmadığı için. Yalnız bırakılmadığı için. Yanında
daima insanlar olduğu için. Ve onların yanında daima aptal ve kötü olduğu için.
Baskıya dayanamadığı için. Baskıdan nefret ettiği için. Bedeninde ve ruhunda bu
kadar delik olduğu için. Ve o delikler başkalarının düşüncelerinin geçebileceği
genişlikte olduğu için” – sf 25
“ Babamın doğmamı istememesinin nedenini biliyorum. Annemin
kimseyi ve hiçbir şeyi sevmemesinin nedenini de biliyorum. Onları anlıyorum.
Onları tanıyorum. Ama ne yapabilirim? Ne yapabildim? Ben bir aptalım. Bir aptal
ne yapabilir? Sadece ağlar. Sadece kırar ve döker. Kimse beni sevmek zorunda değil.
Kimse benim akıllı ve iyi olduğumu düşünmek zorunda değil. Ben hastasyım.
Tedavim yok. Tedavim Ölüm. Beni benden başka kimse kurtaramayacak “ –sf 26
“ Doğdun. İki yıl sekiz ay geçti. Düşünmedin, Konuşmadın. İki yıl
sekiz ay sonra bir patlamayla uyandın. Kafatasının içi o kadar sıcaktı ki aklın alev aldı. Mükemmel
bir alev. Muhteşem bir yangın. Düşündün. Ama konuşmadın. İlk düşüncen geldi.
Sonra ikincisi. Sonra da devamı.” – sf 27
“ Herhangi bir düşünce, karşıtıyla karşılaştırsa özgün halinden eser
kalmaz. Karşıtından mutlaka etkilenir ve değişir. Bu da yok olduğu anlamına
gelir. Aynı zihindeki karşıt düşünce baskısına çelişki denir. Zihin, çelişki
karşısında birbirini parçalayan düşüncelerini ölümlerini terk etmek zorundadır
ve üççü düşünceyi üretmelidir. Zihin, yok olanların bıraktığı yeri üçüncülerle
doldurmalıdır. Aksi takdirde karşıt düşüncelerin aynı anda yok olmasıyla
boşalacak olan zihinde davranışa dönüşecek hiçbir şey kalmaacaktır.” Sf- 28
“ Bugüne kadar her şeyin söylendiğini ve her şeyin yapıldığını
düşünen, ancak üretmekten vazgeçmeyen bir yaratıcıyı düşün. Bir şairi,bir
yazarı ya da herhangi bir sanatçıyı. Davranışa dönüşmesine ramak kalmış iki
karşıt düşünce: Üretmek ve üretmemek. Ve ikisi için de yeterli geçerlilik
nedeni bulabilen bir zihin. Sence böyle bir oyun nasıl biter. Eğer birinci
kural tanınmıyor ona uygun hareket edilmiyorsa sanatçı durur. Zihnindeki
çarpışmanın ışığı o kadar güçlü olur ki kamaşmış gözleri perdelenir.” Sf- 29
“ Her şey söylenmiş olabilir, ama ben daha söylemedim. Ve eğer ben
söylemediysem her şey söylenmemiştir. Çünkü kimse benim gibi söyleyemez. Çünkü
ben tekim. Çünkü daha önce söylenmiş olanları benim gibi söyleyebilecek kimse
yok. Özgürlükten herkes söz etti. Ama ben değil. Komşum da etmedi. Onun komşusu
da . Ancak herkesin özgürlükten söz ettiği gün, özgürlük söylenmiş ve kapanmış
bir konu olur. Dolayısıyla yaşayan bütün akılların süzgecinden geçene kadar
bakir kalacak olan özgürlük düşüncesine ilişkin yaratımlar sürecektir” –sf 29
“ Çelişki seni öldürür. Çelişki işkencedir. Çelişki buz tutmuş bir
göldür. Çelişki buz tutmuş gölün çatladığı andır. Çelişki, göldeki çatlağa
saplanıp donmaya başlamandır. Çelişki, yardım istemek için açtığın ağzına dolan
sudur. “- sf 29
“ Sahip olduğun her bilgi ve düşüncenin birer ışık huzmesi
olduğunu anladın. Her birinin bölge boyu farklıydı ve sen onları ayırt
edebildin. Zihninin haritasını çıkarmayı öğrendin. Hangi düşünceye neden sahip
olduğunu çözdün. Ve hangi düşüncenin neye neden olduğunu görebildin. Sınırlı
zihnindeki düşünce ve bilgilerin ışık yollarını gözlerin kamaşmadan
izleyebildin. Kimse kendini senin kadar tanıyamadı. Kimse neyi neden
düşündüğünü senin kadar iyi bilemedi. Bundan zevk aldın. Başka çaren yoktu.
Başka çare aramadın. Ani yükselişin durmuyordu. Zihninin genişlemesi arttıkça
hızlanıyordu. Ve sen kuralları anlıyordun” – sf 30
“ Birbirinden çok farklı gibi görünen düşüncelerin birleştiğine
tanıklık ettin. Çekim gücünün sınırlarını tanıdın. Yok olmak ve yaratmak gibi
düşüncelerin nasıl birbirlerine yaklaştıklarını gördün. İnsanın yarattıkça yok
olduğunu anladın. Yaratıcılığın bedelinin yarattıkların kadar eksilmek olduğunu
kabul ettin. Ve amacın bu oldu. Yaratarak yok olmak. Son düşüncen de yok olana
kadar yaratmak” – sf 31
“ Bir insanı öldürmek, ondan nefret ettiğini düşünmenin yanında
daima kusurludur. Hiçbir davranış, düşüncenin gerçek tercümesi değildir “ – sf 31
“ Ve duyguları keşfettin. Ne kadar kıskanç ve güçlü
olabileceklerini anladın. Zihninde beliren duygu merkezlerinin çevresinde çekim
alanları olduğunu fark edince düşüncelerine etkisini ölçtün. Herhangi bir
düşünce, herhangi bir duygunun çekim alanına girdiğinde bükülüp yön
değiştiriyordu. Ve sen, düşüncenin gerçek kaynağını belirlemekte yanılıyordun. “
– sf 33
“ Her zihin bir patlamayla doğar, şişer ve genişlemeye devam eder.
Ancak sadece bazıları mükemmel dengeye ulaşır. Diğerleri yüksek yoğunlukları
yüzünden çöker. Bu, onların sonu değildir. Bu onların kapandığı andır. Her şeye
ve herkese kendilerini kapattıkları an. Böyle bir seçim yapılabilir mi?
Öğreneceksin. Ancak şimdilik diğer kuralları anımsamalısın. “ – sf 40
“ Sadece korkaklar yalan söyler” – sf 57
“ Neye inanmak istersen, ona inan. Ama annem ölmeni istiyor. Ben
bir geri zekalıyım , baba. Bunu unutma. Kendi babamı öldürür ,ama
cezalandırmam. Kendi babamı öldürür, ama hatırlamam. Benden daha uygun bir
katil var mı?Üstelik anlattıklarına göre cinayet konusunda tecrübeliyim “ – sf 68
“ Hiçbir şey geçmeyecek baba. Kimse kurtulmayacak. Çünkü Tanrı’nın
Tanrısı yok. Biz ona inanıyoruz, ama o hiçbir şeye inanmıyor. Belki de tek
gerçek tanrısız, Tanrı’nın kendisi. Tanrısızlık Tanrı’ya mahsus. Bu yüzden kurallarda
asalet ve adalet arama! Çünkü Tanrı, ne asil ne de adil olmak zorunda. Benim
gibi “ –sf 70
“ Çünkü her ne kadar hiç kimse göründüğü gibi olmasa da , herkes
göründüğü gibi olmaya çalışıyordu. Rahat gibi görünüyorsan rahat olmaya
çalışıyorsundur. Görüntün, hayalindir. Nadiren gerçekleşir, ama en azından
çabanın hangi yöne aktığı bellidir. “ – sf 77
“ Bilmediklerimiz, bilemeyeceğimiz kadar çok… Tanrı’nın hala
tanrıtanımaz bir anarşist olduğunu düşünüyorum. Ve insanın da çamurdan
üretilmiş bir maymun olduğunu. İkisi bir araya gelince mutlu bir son beklemek
zor. “ – sf 85
“ Artık intihar etmek aklıma gelmiyor. Her yarım saatte bir ölmeyi
düşünmüyorum. Yaşlanmak böyle bir şey olmalı. Uğruna ailemi yok ettiğim ve bir
zamanlar aşık olduğum kadınınsa adını bile hatırlamıyorum. Çamurdan bir maymun
olmak, böyle bir şey olmalı” –sf 86
“ İçkiyi terk ettim. Herhangi bir bağımlılığım kalmadı. Ne para
,ne alkol. Oysa kapitalizmin Türkçesi madde bağımlılığıdır. Ve her madde
parayla satılır. Ama ben bıraktım. Kapitalizmi de alkolizmi de . “ – sf 86
" Ancak uyarıcılara, hayat ve dünya deniyordu. Uyarıcılar, her şey ve herkesti. Böylece Asil, her şey ve herkesten nefret etti. Otuz üç kilogram olan bir beden için fazla ağır bir duygu. Ama Asil ne hissediyorsa oydu. Otuz üç kilogramlık bir hayat ve dünya nefreti. Canı yanan bir çocuğun midesinin her şeyden ve herkesten bulanması " -sf 88
“ Asil, hayatı ve dünyayı reddetmeyi öğrenmişti. Zihninin iki
yönlü hareketi yüzünden insanlık mirasını reddetmeye kararlıydı. Miras bırakan
değil, miras yaratan olmak istiyordu. Sadece dünya ve hayat bilgilerinden
ayrıştırılmış bir Ben, yaratılmış ilk insanın Ben’iyle eşit olabilirdi. Ancak
Asil’in hayali daha da uzağa gidiyordu. Doğumundan itibaren hiçbir uyarıcıyla
karşılaşmamış olmayı, sahip olduğu sinir sisteminin, işlenmemiş bir maden gibi
kalmasını istiyordu. Hiçbir biçimde hissedemediği huzurun, erişmesi çok güç bir
halde gizli olduğuna inanıyor ve yanılıyordu. Çünkü böylesi bir halin
gerçekleşmesine olanak yoktu. Annesinin hamileliğinin sekizinci haftasında zevk
ve acıyı tanınmaya başlayan, dünya ve hayatla ilişkiye giren bir varlığın,
çıplak Ben’e ulaşması bir rüyaydı. Sadece rüyada gerçek olabilecek bir hayal.
İnsan, öncelikle içinden çıktığı insanla, sonrasında da hayat ve dünyayla
zorunlu bir ilişkiye girdiği için, Ben, varlığı ancak sezilebilecek, ama asla
kanıtlanamayacak bir düşünceydi. Belki bir insanı oksijenden ve besinlerden
uzak tutmak olanaksızdı, ancak doğumundan itibaren sadece besin ve oksijenin
bulunduğu bir bulutun üzerinde yaşasa, sonucun ne olacağı da belli değildi.
Asil’in cahil arayışı bu yöndeydi. Bilgisizliği mutlak, ancak sezgileri
olağanüstüydü. Kendini, her şey ve herkesten yalıtan insanın keşfedeceği bir
Ben olduğuna inanıyordu. Böylesi bir inanca sahip olan dünya üzerindeki tek
insandı. “ –sf 89
“ İnsanın
ait olduğu yer hiçliktir. Hayatın ve dünyanın ulaşamadığı yer olan hiçlik,
insanın son evidir. Hiçlik içindeki insan, yani Ben, varlıktır.”
“ Varılabilecek
Son nokta bir noktaya dönüşmektir. Nokta mükemmeldir. İnsanın varlıktan ibaret
kalması gibi. Kusursuz bir hal. İnsanın varlık nedeni, hiçliğin merkezinde var
olarak mükemmel bir durağanlığa erişmek ve sonsuza kadar o halde kalmaktır.
Buna, yaratarak yok olmak denir. “-sf 96
“ Asil, kendini daima iyileştirmeye çalışan, ancak çok hasta olan
bir çocuktu. İnsanlardan korktuğu için de kimse ona yardım edemedi. Ne ailesi
ne de doktorlar. Nörolojik ilaçlar ve başına yapıştırılmış elektrotlarla
geçirilen yirmi dört saatlik gözlem testleri. Sayısız doktor tarafından telaffuz
edilen epilepsi kelimesi ve sonrasında gelen “ Ne yazık ki araştırılmaya devam
edilen bir konu. Epilepsi çeşitleri, tıp için hala aydınlatılmamış bir oda”
cümleleri. “
“ Önemli olan, Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan
denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta
gibi, Tanrı da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün
güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla
bestelemiştir. Ne bakire anneler ne de Sami ırktan gelen peygamberler
mucizedir. Mucize, Tanrı’nın elini koparıp dünyaya fırlatması ve sonra da ondan
geri dönmesini beklemesidir. Ancak elin, önce bir el olduğunu anlaması sonra da
Tanrı’ya ait olduğunu fark etmesi gerekir. Mucize, elin ait olduğu bedene
dönüşüdür. “ – sf 99
“Sonunda Tanrı sıkıntıdan patlamıştır. Buna da Big bang denir.” –sf
99
“ “ Her insanın boşluğa doğma hakkı olmalıydı. Vatansız,
toplumsuz, ailesiz ve kişiliksiz olmak her insanın hakkıydı"
Hiçbir insan, genetik ve kültürel mirasın baskısı altında yaşamaya mahkum edilemezdi. Hiçbir insan Tanrı’nın iyi olduğuna inanmak zorunda değildi. Kullanılması gereken yöntemler, kışkırtmak ve çelişkiye düşürmekti. Otoritenin tırnaklarını çıkarıp çirkin yüzünü göstermesi için kışkırtmak gerekiyordu “ Ne Tanrı, ne devlet ne de ben “ sloganını siyah bayraklara yazmanın zamanı gelmişti ve Asil bunu yapıyordu. Tanrısız Tanrı’nın çamurdan bir maymunu vardı ve bunu herkesin bilmesi gerekiyordu. Daha fazlasını umut etmemek için !” –sf 100
Hiçbir insan, genetik ve kültürel mirasın baskısı altında yaşamaya mahkum edilemezdi. Hiçbir insan Tanrı’nın iyi olduğuna inanmak zorunda değildi. Kullanılması gereken yöntemler, kışkırtmak ve çelişkiye düşürmekti. Otoritenin tırnaklarını çıkarıp çirkin yüzünü göstermesi için kışkırtmak gerekiyordu “ Ne Tanrı, ne devlet ne de ben “ sloganını siyah bayraklara yazmanın zamanı gelmişti ve Asil bunu yapıyordu. Tanrısız Tanrı’nın çamurdan bir maymunu vardı ve bunu herkesin bilmesi gerekiyordu. Daha fazlasını umut etmemek için !” –sf 100
“
Hayat, elle tutulabiliyor, gözle görülebiliyor,kulakla duyulabiliyor, burunla
koklanabiliyor, dile tat verebiliyordu. Ancak bütün bunlar, sadece saniyenin
yarısı kadar sürüyordu. Oysa insan , ortalama altmış beş yıl yaşıyordu.” – sf 110
“ Her insanın hayatı ve sahip olması gereken tanrısal
bilgiler farklıdır. İnsanlık, bir hayvan sürüsü olmadığına göre , tek bir dinin
milyarlar tarafından paylaşılması ve kutsal kitapların toptan gelmesi
düşünülemez. Çünkü Pigmeler ile Çinliler arasındaki ortak nokta, ağızlarındaki
diş sayısı kadardır. Bu yüzden her insan , kendini bekleyen bilgilere hayatı
boyunca mutlaka bir kez ulaşır. İlk kitap ve ilk peygamberden, yeryüzündeki
zihin sayısı kadar vardır. Bilgileri tanıyıp uygulamak, insan iradesine bağlıdır.
Tanrısal bilgilerin insana ulaşımı, her yolla gerçekleşebilir. Çoğu, en akla
gelmeyecek yollardır. Böyle olması normaldi, çünkü Tanrı, insan aklına gelmeyen
her şeydir. Kişisel ve tanrısal olan bilgileri, bilinçli ya da bilinçsizce
öğrenenler yeni insanlara dönüşürler, ancak diğerlerini son, biraz farklıdır. “
– sf 114
“
Ama Asil’in ne zaman neye değer vereceğini tahmin etmek olanaksızdı. Diğer
insanlar gibi ilkeleri yoktu. Diğer insanlar gibi kişiliği yoktu. Diğer
insanlar gibi tahmin edilebilir hayata sahip değildi. Hangi siyasi partiye oy
vereceğinden, hangi yatırım yöntemine yöneleceğine kadar, her şeyini tahmin
etmenin olanağı yoktu. Ne sabıkalı, ne meslek sahibi ne de insan. “ – sf 134
“
İnsanın, hiçliğin merkezinde, varlıktan ibaret kalmasıyla arasındaki en büyük engellerden
biri, iyilik bilgisiydi. Bu bilgi ,insana atılmış en büyük kazıklardan biriydi.
Umut ve umutsuzluk arasında gidip gelirken açlıktan ölmesine neden olacak kadar
belalı bir bilgi.” – sf 148
-
Tanrı’nın Maymunu adlı kitabınızda Tanrı’nın tanrısızlığından söz
ediyorsunuz. Bu fikri açabilir misiniz?
-
Allahsızlık, Allah’a mahsustur. İnsanın kaybetmekten korktuğu bir
tanrısı, ancak Tanrı’nın tükenmeyen insanları vardır. Dolayısıyla sorgulanması
gereken Tanrı’ya atfedilen niteliklerdir. Tanrı’nın varlığı yerine iyiliği ya
da kötülüğü hakkında kuşkuya düşmek gerekir. Unutmamak gerekir ki Allah’ın
dediğinin olduğu bir dünyada yaşıyor ve her saniye ölen bebeklere tanıklık
ediyoruz. Üzerinde düşünülmesi gereken iki soru var: Birincisi: Günümüz dünyası
kimin eseridir? İnsanın mı , Tanrının mı? İkincisi: İnsanlığın mutsuzluğu,
kutsal bir gereklilik midir? Yanıtlarını düşünmeye cesaret etmek, insanın
kendine doğru atacağı ilk adım olacaktır. - sf 150
“ Kaygan derili bir insan olarak
hiçbir şey tarafından tutulamam. Tutulmam için üzerime, derimin kayganlığını
yok eden kavramlar sürmeliyim. Bunların ilki de ailedir. Aileye bulanmış her insan,
bir gün Devlet ve Tanrı’yla yaşamak zorunda kalır “ – sf 151
“Aynı
zihinde karşıt olan düşünceler birbirini yok eder ve ışığa dönüşürler
“Zihin
boşluğuna neden olabilecek karşıt düşünce çarpışmaları ,ancak üçüncü düşüncenin
keşfiyle olasıdır. Ve Daima üçüncü düşünce vardır”
“Her şey ve herkes ışık yayar. Sonuç,
nedenlerin aydınlattığı noktada, nedense sonuçların aydınlattığı
noktadadır. “
“Her düşünce bir diğerini doygunlukları ve
aralarından uzaklık ölçüsünde çeker,- Düşünceler mükemmel, ancak davranışlar
kusurludur.”
“ Düşünceler ışık hızında hareket eder”
“ Zaman, var olan bütün etkenler ölçüsünde değişkendir”
“Davranışa dönüşen düşünceler daima geçmişe aittir.”
“Düşünceler,duyguların çekim alanlarına gidince bükülürler.”
“Olasılıklar dünya kadardı. Ama dünya,en iyi olasılıktı.
Milyarlarca olasılığın en iyisi.”
“Oluşum zamanıyla üzerindeki gazların birbiriyle etkileşim biçimi
ve süresiyle ,en iyi olasılık.”
“Ancak hayat asla basit değildi.Çünkü bazı durumlarda insan
davranışını yönlendiren etkenlerin sayısı evrendeki yıldızlar kadar
olabiliyordu.”
“Yokavar boyunca insan, sahip olduğu bütün
bilgi, düşünce ve yeteneği yaratmak için harcamalıdır.”
“Tanrısal bilgilere göre hayat, insanın neyi bilmiyorsa onu
öğrenmeye geldiği bir süreçti.”
“ Zihinsel ağırlığı ne olursa olsun her düşen beyin
aynı hızda hızlanır.
“ Her insanın yokavarı ,bilgi ,yetenek ve düşüncelerinin
düzeyine göre biçim değiştirir. Her insanın yokavarı’nın süresi farklıdır. Tek
bir cümlede tamamlanabilecek olanlar da vardır, elli hayat boyunca
yaratılanların yetmediği de.”
“ İyilik, ilk öğretilendi. Ancak gerçek değildi.
Yaratılması olanaksız eserler gibi, iyilik te bilinen boyutlar dahilinde var
olmayacak kadar hayaliydi. Ancak bir yerlerde iyiliğin olduğuna inanan ve
defalarca hayal kırıklığına uğramaktan mahvolmuş olan insanların yersiz
çabaları, kendilerini tanımalarını engelliyordu.”
“ Savaşlar, ihanetler ve yalanlar insana aitti.
Ve pişmanlık ya da komşunun hayatını eleştirmek, iyi olmaya yetmiyordu. Hiçbir
şey iyi olmak için yeterli değildi. Çünkü dünya ve insan eti, iyilikten
yoksundu.”
“İnsanlık,
çizginin diğer tarafındaydı. Ancak iyilik ve kötülüğü ayıran sınıra kadar
yakındı ki, iyiliğin ne olduğunu biliyor, ancak hayata geçiremiyordu.”
“Vicdan kelimesi ve duygusu ,sınıra
yakın olmaktan kaynaklanan bir sahtelikti. İnsan, iyiliğe yakın olan bir
kötüydü. Bu gerçeğin insan tarafından öğrenilmesinin zamanı gelmişti.”
“ İnsanlık, doğumundan itibaren dinlediği iyiliğin masal
olduğuna tanıklık etmeli ve göz kapaklarına oturmuş cehaleti savurup
uyanmalıydı.”
“İnsanlığın sonu, din ve devletin yaratıldığı gün gelmiştir”
“ Yer çekimi düşünce değildir. Ama Uçmak bir düşüncedir
Uğruna ölenlerin gerçekleştirdikleri bir düşünce.”
“ İtme gücü ,çekim gücünden şiddetlidir.”
“ İnsanlık, sosyalleştiğinden beri ,iyilikten hayali bir
mıknatıs yaratıp, tarafından çekilmeyi beklemiş, ancak çekim gücü, insanlığı
bir araya getirmeye yetmemişti. Çünkü gerçek değildi. Çünkü insan hayatı,
iyilik topraklarında geçmiyordu. Gerçek olan kötülüktü”
“ İnsanlığın iyiliğe yönelmesinin tek yolu, kötülükten
kaçması olacaktı.”
“ Ve Delilerin canı, diğer insanlarınkinden farklı yanardı.”
“İnsanlık teorisinde ,zararsızlık için ilk şart, bir meslek sahibi
olmaktı.”
“Zararsızlığın ikinci şartı, para sahibi olmaktı.”
Cem Kurtuluş, 2011
0 yorum:
Yorum Gönder