Nuri Bilge Ceylan sineması hakkında ahkam kesmek gibi olmasın, ama bu sinemaya hakim olduğumu söyleyemem. Ancak izlediğim filmler neticesinde tespit yapabilirim, bu da herkesin yapacağı tespitle aynı doğrultuda olur. Nuri Bilge Ceylan filmleri sessiz şekilde ilerleyip, az diyaloga yer verip, karakterleri genellikle mutsuz portrelerden oluşur. Karanlığın arkasına saklanır bir şeyler arıyormuş hissine kapılmanız kaçınılmaz olur. Bunu kısa kesmek gerekirse; “ Bir Zamanlar Anadolu’da “ gerçek bir olaya dayanan, filmin senaristlerinden biri olan Ercan Kesal’in 25 yaşında zorunlu hizmet için gittiği bir kasabada kendi yaşadıklarını senaryoya dökülmesiyle gerçek hayattan izler taşıyan bir konuyla karşımıza çıkıyor.
Film, çilingir sofrasını gösteren
bir sekansla açılıyor, hemen sonra kamera
Anadolu’da işlenen bir cinayetin izlerine sürmek için yola çıkan ekibe
odaklanıyor. Bu ekibin içinde Komiser,
Polis, Doktor, Şoför, Savcı ve bu ekibi takip eden Jandarmalar
var. Sessiz bir kasaba, bir takım
uğultular ve bu uğultuların izinde her defasında cinayeti çözmek için yollarda
olanlar… Her defasında cinayet yer/mekan
değiştiriyor, cinayetin peşinde
olanlarsa bundan sıkılmak zorunda kalıyor. Bizse cinayetin peşinde dolanıyoruz, karakterlerin dediği gibi “ Bir Zamanlar
Anadolu’da böyle bir şey yaşandı “ deyip karanlığın peşinde iz sürüyoruz.
Filmin ilk bir saat içinde pek çok şeyle
karşılaşıyoruz. Özellikle bir saat
içinde diyalogların çeşitli olması, edebiyat çizgisinde ilerlemesi filmi izlenebilir kılıyor, oyuncular da bu
süreçte oyunculuğunun hakkını vermiş oluyor. Film her ne kadar cinayet üzerinden ilerlese
de filmde iki cinayet hikayesini gözlemliyoruz. Biri hikayesel anlamda
anlatılıyor, biriyse cinayetin peşinde olan ekip tarafından. Özellikle Savcı ve Doktor arasında geçen
diyaloglar filmin en sıkı /sahici bölümlerinden birini oluşturuyor.
Filmin ikinci bölümünde cinayetin sır perdesi
aydınlanıyor, film böylelikle durağan bir anlatıma geçiyor. Bu kısımda daha az
diyaloga tanıklık ediyoruz. İkinci
bölümde alt tabaka/ üst tabaka olayına da Komiser Naci’nin gözünden bakıyoruz.
Cesedi bulup çıkaran ekibin başında olup gece gündüz çalışan Naci’nin “ daima halay başı olacaksın “ sözü
hiçbir şey yapmadan masa başında oturup yatan savcıları doğrular nitelikte
oluyor. Bu bölümde özellikle Nuri Bilge Ceylan; karakterleri iyi işliyor. Konuşmadan
harekete geçirmeyi etkili bir şekilde kullanıyor. Eşini kaybeden kadın ve
çocuğu bu noktada etkili bir örnek oluyor. Özellikle kadının kocasını
kaybettiği sahne de sadece gözyaşlarının dökülmesi görülmeye değer. Bu anlamda
kameranın kadına odaklandığı sahnelerdeki görsellik ve ışık kullanımı da
film adına başarılı olduğunun altını çizmek gerekir. Filmin finaline doğru
otopsi esnasında çıkan insan organı seslerini takip eden siyah ekran film adına
eksilerden biri olabilir. Filme diğer ufak bir detaysa cinayetin ne için işlendiğini bilememek oluyor. Belki bu detay seyircide olumsuz izlenim bırakmış olabilir, ki izlediğim süreç içinde cinayetin nasıl işlendiği hakkında ipucu bile seyirciye heyecanlandırabilirdi.
Oyunculukları değerlendirdiğimizde; Yılmaz
Erdoğan taşrada görev yapan ciddi bir komiseri canlandırıyor, yer yer
güldürdüğü oluyor diyalog bazında başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Taner
Birsel savcı rolünün üstesinden kalkmış, arada da gizemli bir insan rolüne
bürünmüş. Doktoru oynayan Muhammed Uzuner, sessiz görünümüyle
sadece bildiği konularda konuşması Savcı gibi gizemli biri haline getiriyor
kendisini. Muhtar rolüyle karşımıza çıkan Ercan
Kesal diğerleri kadar filmde uzun süre almasa da hakkını veren isimlerden. (ki
senaryoya katkı veren isimlerden biri kendisi ) Arab’ı canlandıran Ahmet Mümtaz Taylan her ne kadar sadece şoför karakterinde oynasa
da ciddiyetli rolün hakkını vermiş gözüküyor.
Cinayette sorumlu kişiyi oynayan “ Kenan “ karakterine can veren Fırat Tanış, öyle kuvvetli sessizliğe
bürünüyor ki diğer oyuncuların belki de
yarısına eşitleniyor. Soğukkanlı katil profilini hiç konuşmayarak fazla
etkileyici oynamış olduğunu söylemek gerekir.
Film adına diğer eleştirilecek noktalardan biri de filmin uzun süresi
olabilir ,ki Nuri Bilge Ceylan sinemasına alışık olmayanlar için bu durum
normal karşılanabilir.
Sonuç
olarak; “ Bir Zamanlar Anadolu’da “
görseli kuvvetli, ışık kullanımıyla öne çıkan, hemen kavranacak bir film
olmamasının yanında, taşra hayatına yakınlık duyanlara seslenen bir film olmayı başarmış bir yapım. Çöpe atılacak
bunca film varken sinemada, bu filmin çöpe atılması sinemaya haksızlık olur
demenin altını çizelim. Tekrardan hatırlatmak gerekir ki ilk izleyişinizden
sonra daha dikkatli karanlık bir odada yalnız başınıza izlediğinizde filmin
esrarengiz olduğunu daha iyi anlayacaksınız!
Filmi İzlerken Altını Çizdiklerim:
“
bir insan, başkasını cezalandırmak için kendini öldürebilir mi? Olabilir mi
böyle bir şey?
-zaten
intiharların çoğu başka birini cezalandırmak için yapılmıyor mu “
“
kadınlar bazen çok acımasız olabiliyor doktor “
“
Hz.Süleyman 750 yaşına kadar yaşamış. Altın mücevher
Ee
dünya ona da kalmamış
Değil
mi doktor? “
Cem Kurtuluş, 2011
0 yorum:
Yorum Gönder