Hayata yenik düşmüşlük her daim sinemanın vazgeçilmez unsurudur,bunu
anlatmak her sinemacının derdi olmasa da bazılarının derdidir. Bu düşünceyle
yola çıkarsak; Hayata tekme atamayanların, bir köşede kalanların, hayatın
tekmesini yiyenlerin filmidir "Tabutta Rövaşata’’ Bu
hayatları bize “Mahsun” karakteri
üzerinden anlatııyor Derviş Zaim . Filmin başlarında yapmadığı bir suçtan
ötürü dayak yiyen Mahsun'u gördüğümüzde içimiz daha baştan cız ettirmesini
biliyor Derviş Zaim. Balıkla yaşamını sürdüren, eroin kullanan bir
kadın ve acımasızlığın pençesinde olan hayatlara ışınlanıyoruz. Filmin
dramatize yönü Mahsun karakterinden anlatılıyor izleyene, biz de bu
kısımlarda “ Ah Mahsun Ah ”diyerek filmin başlarından itibaren
kendimizi Mahsun karakterinden alamıyoruz.
Hayatın acımasızlığını, vicdansızlığını Mahsun karakterinin yaşayışlarında
görüyoruz. Filmin başlarında bize gösterilen araba çalması hem Mahsun için bir
keyif, hem de ısınacak bir yer bulma durumu. Arkadaşlarına yardım etmek
istiyor, daha sonrasında arkadaşının donarak ölümüne tanıklık ediyor. Sakat bir
köpeğe yardım edecek kadar vicdanlı birine tanıklık ediyoruz filmin ilk
sürecinde. Arkadaşlarını gömdükleri esnada imamın tuhaf bakışları arasında
şaraplar içiliyor, arkadaşlarını uğurluyorlar. Bu süreçte filmin dramatik
yönünü görürüz. Mahsun, arkadaşı " Sarı" gibi
ölmek istemiyor. Eski vukuatlarını yapmaya devam ediyor. İtfaiye,
ambülans, İett otobüsü çalıyor.
Derviş Zaim, Mahsun karakterini öyle yaratmış ki her şeyi Mahsun'da
görmemiz kaçınılmaz oluyor. Mahsun’u artık ne karakollar kabul ediyor, ne
de başka yerler. Falaka yemekten amirler kendisinden bıkmış, bıkmamış insan
kalmamıştır. Karakol komiseri bu durumu " ben dayak atmaktan sıkıldım,o
yemekten sıkılmadı " sözüyle anlatıyor. Filmde de ilk başlarında Mahsun'un
karakterinin ne olduğunu anladığımız gibi polislerin Reis'e söylediği " bakarsın teknene eroin koyulur "
minvalinde söz de polislere dair bir mesaj niteliği taşıyor.
Mahsun'un dünyasında hırsızlık; arabayı teslim edene kadar süreçten ibaret, onun evsiz dünyasında istediği de aslında ısınabilmek. Filmin bu sahiciliğini sarsıcı şekilde işliyor. Filmin ilk yarısında Mahsun'un dışlanışlarına tanıklık ederiz. Borcu olan,ama vicdanlı bir adamı anlatır Mahsun bize.
Yoksulluğun temasını üstündeki elbiselerle belli eder,pek çok kişi
tarafından hor görülür. Ne kahvede onu anlayan biri vardır,ne de dışarıda
herkesin izlediği yere girmek istediği yerde de bir dışlanma görüntüsünü
izleriz. Mahsun'un hayatı sonralarında şeklini değiştirir. Bir işe
yerleştirilir,düzenli bir işi vardır. Tuvalet temizler,tuvalet bekçiliği yapar.
Bu bize bir nevi insanın yoksunluğuna dair bir mesaj verir bazen. Filmin
istediği Mahsun'un vicdanlı ama daima yaşamla ilintisinde bulmamız doğal. Diğer
yönden ağır atmosferde eroin çeken kadının bakışlarında ağır bir hüzün akar.
Dumanlar gözümüze bir hüznün temsilcisini anlatır gibi durur. Futboldan da dem
vurur film. Türkiye'nin 1996 yılında elemelere katıldığını gösterir. Herkes
sevinirken Mahzun bu olanlara şaşırır, kendi derdinin bu olmadığını gösterir
film bize.
Arkadaşlarıyla bir akşam üstü ölen arkadaşı sarı için şarap alıp arkadaşının
mezarına gidiyorlar. Hepsi birlikte içiyor, birlikte ısınıyor, birlikte
dertlerini paylaşıyorlar, arkadaşlarının mezarına şarap döküyorlar. “
Ama arkadaşlar iyidir” sözünün geçerliliği mezar başında şarap
içmeleriyle kanıtlanıyor. Bu şarap aslında bu arkadaşlığın ortak noktası, bir
hayatın paylaşımı... Bize de hüznün,dramın sahici yüzünü gösterir diğer
açıdan. Arkadaşının ardından bir ağıt misali bu sahne izlerken insanın içini
cız ettirir
Mahsun bütün hayatın acımasızlığına, yoksulluğuna, yediği sert darbelere ve
bu koşuşturmalara rağmen aşk’a olan inancını kaybetmiyor. Ama aşık olduğu
kadın eroin almak için vücudunu erkeklere pazarlıyor,bunun karşlığında eroin
satın alıyor. Mahsun bu bölümlerde bize vicdan-iyilik kavramlarını birer
hatırlatıyor; kendi iyi niyetini suistimal edenlere dair mesaj yolluyor. Araya
sıkıştırılan müziklerle birlikte Mahsun karakterini izledikçe sorulacak sorular
artıyor.
Filmin ilk yarısında belgeselde tavuskuşu'nun osmanlı döneminde kötülüklere dair iyiliği simgelediğinden dem vurulur, Mahzun'un gözünden ise orada hapsedilen bir hayvanı "seni diğerlerinden ayırdığım için özür dilerim " sözüyle anlatılır bir nevi.
Mahsun'un saf dünyasına araba çalarken yerde gördüğü köpeğe yardım ederken de
görüyoruz, evini verdiği kadının vücudunu pazarlayıp eroin almasına kadar
ilerliyor süreç. Mahsun aslında masum olmanın bedelini ödüyor kadına
karşı. Vicdanlı,dürüst, inanmanın bedelini Mahsun'da görüyoruz. İyilik,saflık,
bir aşk için nereye kadar gidilebilir den ziyade Mahsun'da görünen yaşamaya
inanmaktan ibaret gelir bazen. Tavuskuşu’nu kesip pişirirken yakalanan
Mahsun'un bu sahnesi açlığın pençesinde olan yoksulluğun sembollü olarak bize
aktarılır. İnsan, eninde ve sonunda gerçekten aç kalırsa yapabileceklerinin
sınırının olmadığını gösterir bu sahne aynı zamanda.
Filmde oyunculuk mevzusuna dönecek olursak… Ahmet Uğurlu’ya ayrı parantez açmak gerekiyor. Ahmet Uğurlu, şu ana kadar çok filmde oynadı ama belki de Tabutta Rövaşata'da olduğu gibi hiçbirisi bu kadar iz bırakmadı. Ahmet Uğurlu’nun bu filmde oynayacağı sene aynı zamanda bir dizide oynaması o dönem için sıkıntı yaratmıştır,sonra dizi yayından kaldırılınca bu film kadrosunda olur Ahmet Uğurlu. Reis karakteriyle karşımıza çıkan Tuncel Kurtiz de oyunculuk adına iyi iş çıkarıyor, filmde babacan rolünü iyi taşıyor. Tuncel Kurtiz İyi iş çıkarsa da filmin kahramanı Mahsun karakterini oynayan Ahmet Uğurlu oluyor. Ayşen Aydemir, eroin bağımlısı kadını oynarken en az Mahsun rolüne yakın bir potansiyelde oynuyor bu rolü. Fiziksel görüntüsüyle, gerek filmde çok görünmemesiyle film adına olması gereken etkiyi veriyor.
Ayrıca Ayşen Aydemir ödül alacağı
zamanlarda kanserden erken zamanda aramızdan ayrılıyor. Derviş Zaim; Ayşen
Aydemir ile alakalı,kıymetinin bilinememesiyle ilgili “ Öfkeliyim.
Çünkü Ayşen bir tek Tabutta Rövaşata'da oynadı. Çok mu yeteneksizdi bu kız?
Hayır. Aksine, en yeteneklisi, en iyisiydi. Ama filmlerde rol almak için
gereken o bayağı ilişkilere giremedi. Ortalama olanın prim yaptığı bir yerde
oyunculuk yapmaya çalıştığı için tanıyamadınız onu. Zaten o, ortalamanın
dünyasında varolamazdı.” sözleriyle anlatıyor durumu. Sadece bu
iki isim değil, yılların emektar oyuncusu “Reis”
karakterine can veren Tuncel Kurtiz
de filmde Mahsun’u babacan tavrıyla kendine kabul eden,yer yurt veren konumda
oluyor. Kısa bir rolü olmasına rağmen akıllarda kalan babacan tavrı oluyor.
Hayata dair ne ararsanız Tabutta Rövaşata'nın içinde de o var var. Alkol, eroin, mastürbasyon, sokaklarda donup ölen kimsesizler, polislerin acımasızlığı, insanların hiçe sayılarak suçlanması ve bir çok şey. “Tabutta Rövaşata” aynı zamanda zengin-yoksul çatışmasına, göç hikayelerine, acımasızlığa, yoksulluğa değinmesiyle Türk sinemasında ayrı bir yer ediniyor. Yönetmen, Mahsun karakteriyle bir durumun izahını “ Bir tekne batar sevdiğinin yüzüne dokununca. Her gün bir düş batar Mahsun’un denizinde, her gün yeni bir düşe inanır Mahsun inatla. Yaşama inandığı için…” sözüyle açıklar. İmkanla ve imkansızlıkla ilgili derin manalar içerir, bunun hakkında insanın derin düşünmesini sağlar.
Filmin prodüksiyon aşamalarına gelirsek… yoksulluğun,sefaletin,bütçesizlikten bütçe yaratmanın amatör ruhla temsilini anlatıyordu bize. Filmin kurgucusu Mustafa Preşeva’nın anlatımına göre sete girdiğinde kendisini etkileyen ilk isim de Ahmet Uğurlu oluyor. Böyle bir dönemde kurgucu olarak,pek çok imkansızlığa rağmen bu ekibin içinde yer alıyor Mustafa Preşeva. Negatif filmlerle cebelleşmesini, dönemin imkansızlığına rağmen bunun yaşanış süreçlerini,zorluklarından yıllar sonra bir videoda bahsediyor. Belki de pek çok kimsenin film ilk izlediğinde kendisinden habersiz olduğu,belki de üstünde az durduğu bir isim olmuştur Mustafa Preşeva. “Bulutlu hava, tek kostüm” diyerek de marifetin daha fazla olacağını aktarıyor Preşeva. Bunların çoğunu da o imkansızlık dahilinde yapıyor.
Kameraman ekibinde görüntü yönetmeni koltuğunda “Mustafa Kuşçu” oturuyor. Mustafa Preşeva bu durumu “ abi bu nasıl risktir “ diye anlatıyor. Sinema bazen risktir,ve bu riske değer ya da değmez olacağını filmin hep beraber sonunda görür insan. İmkansızlıklardan ötürü filmin müziklerinde Baba Zula ve Yansımalar var. Bu da bazı rivayetlere göre ücretsiz şekilde filmde yerini alıyor. Filmde Süha Arın’dan alınan belgesel kamerası ödünç olarak alınıyor, film 24 gün gibi kısa zamanda çekiliyor. Filmde bahsedilen tavuskuşu da belli süreçlerden geçer, bulunmaya çalışılır.O dönemlerin kendine has imkansızlığında iş yapılır eğer tutarsa para verilirdi. Bir nevi amatör ruhun temsilciliğiydi bu.
Filmde “Mahsun” karakterinin çaldığı otomobil bizzat Ahmet Uğurlu’nun kendi otomobilidir,diğeri ise görüntü yönetmeni Mustafa Kuşçu’nun otomobilidir. (-bu bilgilere https://www.derviszaim.com/tabutta-rovasata-ile-ilgili-dervis-zaim-ve-turgut-yasalar-soylesisi/ adresinden ulaşılabilir)
Söz tabiriyle incenin içinde boncuk bulmak kelimesinin karşılığıdır Kurgucu, tabii sadece Kurgucu değil ve buna yardım eden ekip de kurgucunun yükünü azaltır. Bu filmde varını yoğunu ortaya döken bir Mustafa Preşeva gerçeği var, çünkü bütçesizlik zamanlarında imkansızlıklarla boğuşmak kolay bir iş değil. Kendisi de bu filmde yaşanan onca zorluğa rağmen Altın Portakal’dan bu filmde en iyi kurgucu ödülünü alıyor.
Sonuç olarak; Derviş Zaim'in seçtiği oyuncu kadrosu, mekanı ve içine
serpiştirdiği müziklerle birlikte, İstanbul mekanlarını başarıyla kullanan,
Derviş Zaim’in annesinden aldığı tazminat parayla çekmek zorunda kaldığı ve
birçok zorluğa göğüs germek zorunda kaldığı,amatör ruhla Türk sinemasına damga vuran ve
hayatın tekmesini yiyenlerin filmidir " Tabutta
Rövaşata"
Hayatın tekmesini yemeden önce rövaşatayı atan siz olun, rövaşatayı yiyen siz olursanız kendi karakterinizin Mahsun karakterine benzemesi kaçınılmaz olur!
Cem Kurtuluş, 2012
İzlerken Altını Çizdiklerim:
" Şimdi siyah beyaz görmekle,sarhoşları anlamanın ne ilgisi var? "
" Mahsun, hayatın tüm olumsuzluklarına rağmen hayata küsmüyor, hayatına devam ediyor, dostlarıyla içiyor, içkisini paylaşıyor, onları seviyor , onlara kazık atmıyor.
Mahsun vicdanlı bir adam, bu vicdanlı davranışı sonunda hayatın tekmesini yiyor. Bir köpeğe çarptı mı bile ona yardım edecek kadar vicdanlı bir karakter izliyoruz film boyunca.
" yani rol yapsan sarhoşmuş gibi. hayvan rol yaptığını anlar mı?
anında çakar
nasıl yani?
yürü lan nerden anlıcak?
nefesin kokuyorsa, bir de yalpalıyorsan
köpek seni kafadan sarhoş zanneder..."
" sen artık temelli burda mısın?
burdayım
çay ocağına da bakıyor musun?
burasıyla ilgileniyorum
yatacak yer verdiler mi sana?
evet
yatacak yer verdilerse iyi
gıpta ediyorum benim halim senden kötü"
" arkadaşlar her zaman evde olmuyor "
" beni kandırdın orospu "
Reis: Kaç şeker?
Kahveci: Şekersiz içiyorum.
Reis: Babam taksiciydi. Bir gece saat 3 ya da 4'te bir sokaktan geçmek zorunda kalmış. Yirmi sene önce. Dar bir sokakmış. Karanlık, ancak bir tek aracın geçebileceği dar bir sokak. Sokağın ortasında bi masa varmış. Masanın başında da bi adam. Ne yapıyormuş biliyor musun? Çorba içiyormuş. işkembe ya da kelle paça. Sarımsaklar, sirkeler, biberler...
Kahveci: Meğer baban bir sirke düşmüş de haberi yok.
Reis: Tam bir masa. Her neyse, babam taksiden inmiş. Adama ne yapıyorsun? demiş. Adam hiç cevap vermemiş. Çekmiş tabancayı bang.
Kahveci: Bang
Reis: O yüzden ne zaman dar bir yola girsem, o yolda bir masa, masada da çorba içen birini görsem geri vitesine alıyorum.
Cem Kurtuluş, 2012
0 yorum:
Yorum Gönder