“Pek Çok iyi adam bir kadın yüzünden köprü
altını boylamıştır..”
–Henry Chinaski
Not: Yazıyı okumadan önce okuyucuya bir not belirtmeliyim. Bu not bu yazının bir eleştiri yazısı değeri taşımadığıdır. Bu yazı bu kitap içindeki Kadınlar hakkında bilgilendirme, Chinaski'nin neler yaptığı ve benzeri şeylerle alakalı. İçinde de pek çok alıntı ve bununla birlikte spoiler dediğimiz şeyler var. Okuyana teşekkürler.
Kadınlar
tarafından bok çukuruna atılmış oradan çıkamadığınız, ziftlerle dökülmüş
sokaklardan geçmiş , o sokaklarda kendi acılarınızı çokça görmüşsünüzdür.
Kolay değildir kadınlarla baş etmek, hayatınızın altüst olması kaçınılmazdır. Bir
kadın sizi kamyonun altında süründürüp üstünüze balgamı atıp yoluna devam
edebilmiştir. Kadınlarla baş ettiğinizi anladığınız an bok çukuru size doğru
açılır, sonrası ise İnandığınız değerleriniz bir süre sonra silinir ve bir daha
geri gelmez o değerler ya da başka şeyler. Geriye sadece lağım atıkları
kalmıştır.
İnandıklarınız artık geride bir çöp misali
olarak kalmıştır. Bir kadın için hayatının geri kalanını siktir
edebildiğiniz zamanlara denk gelmişsinizdir. Dünyadaki boklukların farkına
varamamış o kadınla bulutların üstüne çıkıp o bulutların üstünden inmek
istememişsinizdir.Ama bir kadın tarafından terk edildiğinizde
bataklığa saplanmış, sigara izmaritleri üstünüzde yanmış, bir boksörün sert
yumruklarına maruz kalmışsınızdır. O kadar sert bir yumruktur ki sizi alt etmek
için sadece bu yeterlidir. Ve geriye dönüşe baktığınız da artık ne geriye
gidebilmişinizdir ne de ileriye.Umut kapıları bir ,bir kapatılmış, suratınıza
gülen insanlar karşısında yüzünüz kırışmıştır.
Kadınlar bazen her yolu denerler mutsuzluk için, duyguları ile mantıkları arasında kısa bir bağlantı vardır. Bu bağlantıyı çözmek ise kestirilemez. Çünkü bir kadın anlaşıldığını anladığı an bütün gizemi sona erer, bu da onlara felaket gibi gözükebilir..
Charles Bukowski..
O’na her şeyi diyebilirsiniz..,
Kaybeden numarası yapan, Kadınları düzmek için sırada bekleyen, bar köşesine
geçip içki içmekten başka hiçbir işe yaramayan yaşlı osuruk, kamyon şoförü,
postanede çalışan memur, klasik müzik dinleyerek zamanını geçiren klas bir
yazar, kaçık, hapishane hücrelerinde dolanan deli, ya da hiçbiri…
1930-40’lı yıllarda
şüphesiz Amerika’nın en klas yazarlarından biriydi Bukowski. 24 yaşına
kadar bakir kaldı, sonrasında sefil bir yaşam sürdü. Sokak köşelerinde kaldı,
içki içti, kadınlarla düzüştü. Hayatını belki de sıradan yaşadı. 70’li yılların
sonuna doğru (1978 yılında) 3.romanı olan “Kadınlar” romanını
yayınladı. Çok tepki çekti . Kitabın içinde ismi olan
kadınlar bu durumdan habersizdi. " "Kadınlar" nihayet
1978 Aralık'ında yayınlandığında Linda Lee Beighle ile evlenmeden önce yaşamını
paylaştığı kadınlar hayli rahatsız oldu.’’
Kitabın yaşam öyküsünün yazarı Howard
Sounes şöyle yazıyor; “ Bukowski'nin eski kız arkadaşlarından pek
çoğu, kendilerini kitaplarına malzeme yaptığından habersizdi. Seks hayatlarını
bütün açıklığıyla anlatırken onların iznini almadığı da ortadaydı. “ Böyle bir ortamda Charles Bukowski’nin
" Kadınlar " kitabı çıkmış oldu. Bukowski her
zaman olduğu gibi diğer kitaplarında olduğu gibi; samimi, rahat ve serbest anlatımıyla dikkat çekiyor. Kitap, " pek çok iyi adam, bir kadın yüzünden köprü altını boylamıştır " sözüyle açılıyor. Konuya geçecek olursak; Kitaptaki
kahramanımızın adı “ Henry Chinaski(Hank) “ . Diğer kahramanımız ise
Chinaski’nin (Hank) belalısı Lydia Vance. Kitabından başından itibaren Lydie Vance ile Henry Chinaski'nin arıza ilişkisine ve sonrasında Chinaski'nin yaşadığı maceralara tanık oluyoruz.
Lydia Vance: Chinaski tabirince tam bir kaçık, ruh
hastası, dans etmeyi seven, heykeltıraş diğer erkeklerle düzüşmeyi, flört
etmeyi, tepki çekmeyi seven bir hatun. Lydia, Chinaski’ye göre çok
enerjik, çok hareketli. Her gece düzüşmekten zevk alan biri. Chinaski ise yaşlı
osuruğun teki. Arıza bir ilişkileri var. Henry Chinaski; fazla konuşmayı
sevmeyen, kalabalıklardan hoşlanmayan , daktilosuyla beraber kaldı mı her şeyi
başkalaştıran , klasik müzik dinleyen, geceleri puro tüttüren, yazarken her
gece içkinin dibine vuran, altılık biraları elinden düşmeyen, ‘’kadınımı al
arabamı asla ‘’ diyen , tabiri caizse yaşlı osuruk.
Türlü türlü kadınla birlikte oluyor Chinaski. Başındaki belalardan biri Lydia. Çok fazla düzüşmek istiyor
kendisiyle, ama Chinaski bu düzüşmelere göre oldukça yaşlı bu kendisini
zorluyor. Düzüştüğü kadınlar arasında sevdiği kadınlarda da oluyor,
düzüştüğünde ölüden farksız olduğunu düşündüğü kadınlar da. Hepsi
bir kutuda toplanıyor Chinaski için. Hangi kadınla birlikte olursa olsun
Chinaski aklına Lydia geliyor, Deliriyor. Delirmektense bir
tımarhaneye kapatılması gerektiğini düşünüyor. Lydia ile çok kavga ediyor, bir süre
yerini değiştiriyor sonrasında başka kadınlara gidiyor. Lydia’dan
sonra ilk adres Dee Dee’nin evi oluyor.
Dee Dee, arka arkaya gelen başarısız
ilişkilerle kendini mahvetmiş biri. Vücudunun çekiciliği Chinaski
tarafından Dee Dee’nin sevilen bir yanı.. “ İşlerin yolunda
gitmediğinde insanın sığınabileceği bir yeri olması olması hoştu.’’ sözleriyle anlatıyor Chinaski bu durumua. Dee Dee’den
hoşlanıyordu Chinaski, ne derse desin evet diyen bir hatun vardı karşısında.
Nihayetinde Dee Dee’nin karşısında da kadınlara karşı başarısız bir adam vardı. Chinaski, kendini zeki ve üstün
gören bütün ibnelerden nefret ediyor ve iğreniyordu. Dünyanın çevresinde
dolanan bir bok ağına takılmış gereksizler yığınıydı hepsi. Chinaski de yazarlarla ilgili sorununu şöyle dile getiriyordu
" Bir yazar için en kötü şey başka bir yazarla görüşmek, ondan da kötüsü, çok sayıda yazar tanımaktır. Aynı bok parçasına konmuş sinekler misali..’’
Dee Dee, aynı zamanda uzun yolculuklara
çıkmayı seven biri. Chinaski ne kadar parasız olsa da , Dee Dee'nin avantajlarından yararlanıyordu. Dee Dee, Chinaski’nin
İyi olmasını, iyi hissetmesini, iyi düzüşmesini, güzel şeyleri arzulamasını
istiyor . Bunu başarıyordu, bu nedenle Chinaski ondan hoşlanıyordu.
Lydia’ya aşık olsa da Lydia onu kazıklayıp gitse de bir süre Dee Dee ile
takılmıştı ama Dee Dee nasıl olsa bir gün kafayı yiyeceğini biliyordu,
sonrasında haplar atıp kendini kaybetmiş, kusmaya başladı.
Dee Dee’yi görmek istediğinde Dee Dee acılar çekiyor,
gitmemesi için Chinaski’ye yalvarıyor. Yatağında
acılar içinde yatıyor, yalvarıyor, kusuyor ve tek istediği Chinaski’nin kadını
olması. Artık Chinaski’nin kendisinin erkeği olamayacağını anlamıştı ve
doğrulup onu yumruklamaya başlayarak “ orospu çocuğu senden nefret
ediyorum “ dedi.
Chinaski eve döndüğünde Lydia , onu
Dee Dee’yi düzmekle suçluyor. Kadınlar böyleydi yapmadığınız şeyler konusunda
yaptınız gibi muamele görüyordunuz, bundan kaçış yoktu. Chinaski’ye hayran duyan kadınların sayısı
azalmak bilmiyordu. Bu kadınlardan biri de Nicole . Her kadın gibi o
da beğenmişti Chinaski’nin yazılarını. Sonrasında Chinaski’yi evine davet
etmişti. Chinaski için Nicole klas bir hatundu, mizahi yönü fazlaydı. Nicole kendi yaşamından bahsetti Chinaski’ye, babasının komünist olduğundan annesinin
terzi olduğundan ,bir adamla on yıl evli kaldığından sonrasında boşandığında ve
nafakayla geçindiğinden, kendisinin yazış biçimini sevdiğinden ve her şeyden…
Ağaç ve çalılıklar arasında orman yolunda
kayboluyor Chinaski. Yardım edecek kimse yok, Korku hissediyor. Orman da yürürken
şiir yazıyor, şelaleyi seyrediyor, buzlu suya giriyor. Ve ormanda kaybolurken
kendisinin de dediği gibi " İkinci sınıf şair Henry Chinaski, Utah ormanında
ölü bulundu " Chinaski’yi ormanda bırakırsanız iki
seçenek vardır. ‘Ya ölür, ya içer’ bundan başkası düşünülemez.
Kaybolduğu yerde Lydia ve kız
kardeşini arıyor, hüzünlü sesiyle " Lydia " diye bağırıyor, ama
ses veren yok. Ormanın ortasında ‘alkolik yaşlı osuruk’. " Kız
kardeşiyle dans ve partiler hakkında konuştuklarını, Lydia’nın uzun
saçlarına ellerini götürdüğünü’’ düşünüyor. En sonunda bir çıkış yolu buluyor.
Bataklıklara giriyor, çıktı bir çiftliğinde ortasında öyle kalıyor.
Kurtulmak için yeniden yol arıyor Chinaski. Chinaski başlığını
görebiliyordu ve şöyle yazıyordu; " Henry Chinaski, ikincil şair
yumuşak Los Angeles kıçını kurtarmak için Utah civarında sel baskınına neden
oldu"
Şiir dinletileri sayesinde meşhur olma
yolunda ilerliyor Chinaski. Farklı farklı yerlerde şiir dinletileri veriyor,
sarhoş oluyor, sarhoş olarak dinleyicileri eğlendiriyor hem de şiirini okuyor.
Aldığı paranın hakkını veriyor birnevi. Şiir dinletisine uçmadan önce
bataklıklar içinde yara bere içinde kalan yaşlı osuruğun evine Bobby geliyor.Bobby daha önce karısını Chinaski’ye sunan
biri. Bobby’de ne bulursa onla yetinen biri, aynı Chinaski gibi.. Ama
Chinaski bu konuda bazen seçici davranıyor.
Bobby eve geldiğinde Chinaski kanlar
içinde acı çekiyor. Chinaski, Lydia’ya kan kaybından öleceğini söylüyor,
Lydia Chinaski’yi iplemiyor, yalan söylediğini düşünüyor, ama sonrasında
olayın ciddiyetini anlıyor. Houston’a sarılı bacakla gidiyor Chinaski.
Şiir dinletisine kardeşi Efram’ı yolluyor, olaylar öylece gelişiyor. O ara
antibiyotik alıyordu Chinaski, bunu sonrasında şiir dinletisinde olanlara
itiraf ediyor..
Şiir dinletisi bitmiş, bir kafede yemekli
bir parti düzenleniyor. Chinaski orada sıkı bir hatun keşfediyor, gözlerini
ondan alamıyor. Chinaski, hatuna ‘Katherine Hepburn ’ diye hitap ediyor,
asıl ismi o değildi bunu da konuştukça fark ediyor. Ün meraklısı bir hatunda
değildi Chinaski’nin dediğine göre. Yazdığı şiirlerle o ihtiyarlığa rağmen
eline düşürdüğü hatunları bir şekil düzüyor. Elinden kaçan çok nadirdi.
Kendisinin de dediği gibi;
“ Aslında ürkütüyordu beni. Ne işi vardı benimle yatak odasında? Ün meraklısı kızlardan birine benzemiyordu. Banyoya gittim, döndüm, ışığı söndürdüm. Yatağa girdiğimi hissettim. Onu kollarıma aldım, öpüşmeye başladık. İnanamıyordum talihime. Ne hakkım vardı? Birkaç şiir kitabı bunu nasıl sağlıyordu bunu? Gel de anla “
Lydia’nın abazan
manyağın teki olduğunu belirtmemize gerek yok. Ne de olsa Chinaski sıradan yaşlı
bir osuruk. Onu fazla kaldıramıyor.Lydia, Chinaski’nin düzüşebilecek durumda olmadığını duyunca çılgına dönüyor.
Sekse aç olan Lydia , Chinaski’nin yanına hiç bu kadar abazan gelmemişti
belki de. Her şeye seks gözüyle bakan sevişmekten çıldıran Lydia’nin iyice
tepesi atmıştı artık, Chinaski’nin bir boka yaramadığını söylüyor.
Lydia, çekip gittikten sonra yine Katherine’ye dönüyor Chinaski.
Katherine; Yattığı üçüncü erkek
Chinaski idi. Katherine değişik değişik heriflerle birlikte
olmuş. Kafası kıyak adamlar, Kokaine saranları, alkoliği,
zengini, eğitimli ve kaçık olanları vs… Katherine’nin Eski kocası Arnold
kokaine dadanmış biriydi. Kokaine dadanınca birden değişivermiş Arnold.Katherine fazla iş yapmıyor, sadece
personele kahve götürdüğü için maaş ödüyor Arnold ona, sevişmek için çıldıran
bir tip değil Arnold, arada yemeğe çıkıyorlar o kadar. Boşansalar da Arnold,
Katherine’ya ihtiyaç duyuyordu, ama kokain onu baştan çıkarmıştı artık..
Mevzular bu çerçevede dönüyor, ama
kadınların sayısı olaylar oldukça artıyordu. Kavgalar artıyor, içkilerin dozu
artıyor, şiirler okunuyor, yeni kadınlarla tanışılıyordu.. Bu defa
Chinaski’yi tanıyan Monty Riff kapıyı çalıyor . İlk başta tanıyamadı, sonra
Dee Dee ismini fısıldayınca hatırladı. Monty yanında Joanna adında bir
hatun getiriyor yanında.
Hipodrom,
seks, alkol arası geçiyor Chinaski’nin hayatı, hayatına sığdırabilecek küçük
şeylerdi bunlar. Joanna ile ilişkisini Chinaski şöyle özetliyor;
“ Soyunup yatağa girdik . 1.80 boyundaydı. Ufak tefek kadınlarla birlikte olmuştum hep. Tuhaftı–elimi nereye atsam kadın geliyordu. Isındık. Üç-Dört dakika yaladım onu, sonra girdim. İyiydi, gerçekten iyiydi. Temizlendik ,giyindik, sonra beni akşam yemeğine Malibu’ya götürdü. Teksas’ın Galveston kasabasında yaşadığını söyledi bana. Telefon numarasını , adresini verdi, ziyaretine gelmemi söyledi. Geleceğimi söyledim. Paris ve birlikte yaşama konusunda samimi olduğunu söyledi. İyi bir düzüşme olmuştu, yemek de mükemmeldi"
Sonrasında başına gelenler hakkında da sözünü esirgemeden konuşmaya devam ediyor
“Üzgünüm Katherine. Keşke olmasaydı. Söyleyecek başka bir şey bulamıyorum. Kapattı. Aramayacak, diye geçirdim içimden. Hayatımda karşıma çıkan en iyi kadındı ve çuvallamıştım. Hak ediyordum yenilgiyi, bir akıl hastanesinde tek başıma ölmeyi hak ediyordum “
“ Soyunup yatağa girdik . 1.80 boyundaydı. Ufak tefek kadınlarla birlikte olmuştum hep. Tuhaftı–elimi nereye atsam kadın geliyordu. Isındık. Üç-Dört dakika yaladım onu, sonra girdim. İyiydi, gerçekten iyiydi. Temizlendik ,giyindik, sonra beni akşam yemeğine Malibu’ya götürdü. Teksas’ın Galveston kasabasında yaşadığını söyledi bana. Telefon numarasını , adresini verdi, ziyaretine gelmemi söyledi. Geleceğimi söyledim. Paris ve birlikte yaşama konusunda samimi olduğunu söyledi. İyi bir düzüşme olmuştu, yemek de mükemmeldi"
Sonrasında başına gelenler hakkında da sözünü esirgemeden konuşmaya devam ediyor
“Üzgünüm Katherine. Keşke olmasaydı. Söyleyecek başka bir şey bulamıyorum. Kapattı. Aramayacak, diye geçirdim içimden. Hayatımda karşıma çıkan en iyi kadındı ve çuvallamıştım. Hak ediyordum yenilgiyi, bir akıl hastanesinde tek başıma ölmeyi hak ediyordum “
Çuvallamış vaziyetteydi. Kendisininde dediği
gibi Katherine’nin aramayacağını biliyordu sonrasında Katherine’dan telefon
geldi. Yola koyuldu. O güzel saçları,o gözleri, kahkahasını ve dahasını
düşündü…
“Bardan çıkıp varış tabelasına baktım. Gecikme söz konusu değildi. Katherine havadaydı . bana doğru uçuyordu. Oturup bekledim. Tam karşıma iyi giyimli bir kadın oturmuştu, roman okuyordu. Elbisesi kalçalarına kadar çıkmıştı, naylon çorapların içindeki bacaklarını cömertçe sergiliyordu. Neden yapıyordu bunu? Gazete okurken arada sırada gazetenin üzerinden elbisesinin içini dikizliyordum. Nefisti bacakları. Kim götürüyordu o bacakları? Aptal gibi hissediyordum kendimi bacaklarını dikizlediğim için, ama elimde değildi. Müthişti vücudu. Bir zamanlar küçük bir kızdı, bir gün ölecekti, ama şimdi bana kıçını sergiliyordu. Lanet olası fahişe , ikiye yarardım onu! Bacak değiştirdi, eteği iki santim daha yukarı çıktı. “
Chinaski Katherine’yi beklemeye başlıyor,
Katherine’yı karşılıyor.
“ Katherine rampadan çıkıp yürümeye
başladı; harikulade kızıl kestane saçlar, süşün gibi bir vücut, yürürken
üzerine yapışan mavi bir elbise, beyaz ayakkabılar, zarif bilekler, gençlik.
Geniş kenarlı beyaz bir şapka vardı başında, kenarı hafiften aşağı kıvrık. İri,
kahverengi, gülen gözleriyle şapkanın altından baktı. Klas hatundu. Bir
havalimanını bekleme salonunda kıçını sergilemezdi. Ve ben , yüz kilo , kafam
sürekli karışık ve yitik, kısa bacaklı, gorilimsi, sırf göğüs, boyun yok, koca
kafa, gözler bulanık ,saçlar taranmamış, 1.80 boyunda bir bok çuvalı onu
bekliyordum. Katherine bana doğru geldi. O uzun, pırıl pırıl kızıl saçlar. Ne
kadar rahat , ne kadar doğaldı Teksaslı kadınlar. Dudaklarına bir öpücük
kondurup bagajı olup olmadığını sordum. Bara uğramayı önerdim. Garson kızlar
fırfırlı külotlarını sergileyen kısacık kırmızı elbiseler giymişlerdi.
Elbiselerin yakaları göğüsleri görünecek kadar dekolteydi. Maaşlarını hak
ediyorlardı, bahşişi hak ediyorlardı, hem de her kuruşunu . Banliyölerden
geliyor, erkeklerden nefret ediyorlardı. Anneleri ve erkek kardeşleriyle
yaşıyorlardı ve psikiyatrlarına aşıktılar. “
Güzel kadınlarla ilgili söz kitapta bellleğimizde şöyle yer ediniyor.
Güzel kadınlarla ilgili söz kitapta bellleğimizde şöyle yer ediniyor.
“ Güzel kadınların çoğu halkın içinde bir erkeğe ait olduğunu belli etmekten hoşlanmazlar. Bunu fark etmeye yetecek kadar kadın tanıdım. Kadınları oldukları gibi kabul ediyordum, aşk ise zor ve nadiren geliyordu. İnsan sonunda aşkı geri püskürmekten yoruluyor,izin veriyordu, çünkü aşkın da bir yere gitmeye ihtiyacı vardı. O zaman da başına alıyordun genellikle.”Güzeldi kadınlar, hepsi birer birer. Aşkın kollarına düştüğünde bir kobra gibi sizi sarıyordu, sonrasında kafayı yeme noktasına geliyordunuz. Beyin hücrelerimiz iptal oluyordu, zihniniz bir kasanın içinde kilitli kalıyordu. Bazen fiziksel ,bazen ruhsal. Masumiyetin geri alındığında onu tekrar kazanmak zor oluyordu. Hepsi bundan ibaretti.
Katherine temizliğe düşkün, beyaz et yiyen
bir kadın. Katherine ile aralarında geçenleri şöyle anlatıyor. Terbiyesizce, Hank uslubunca.
“ Talih benden yanaydı yine, tanrılar gülümsüyordu, Öpüşler giderek hararetlendi. Elini kamışımın üzerine yerleştirdim, geceliğini çıkardım. Yarığını okşamaya başladım. Yarıklı Katherine? Bızırı kabardı, usulca okşadım. Sonunda girdim. Yarısı içindeydi. Gidip geldim sonra kökledim. Muhteşemdi. Sıktı kamışımı. Kımıldadım, sıkmaya devam etti. Kendime hakim olmaya çalıştım. Ara verip heyecanımın yatışmasını bekledim. Öptüm onu, dudaklarını aralayıp alt dudağını emdim. Saçları yastığa yayılmıştı. Sonra onu memnun etme kaygısını bir kenara bırakıp sikmeye başladım, sert, acımasız . Cinayetten farksızdı. Umursamıyordum; kamışım çıldırmıştı. Saçları, genç ve harikulade yüzü. Bakire Meryem’in ırzına geçmek gibiydi. Boşaldım. İçine boşaldım, ruhunun ve bedeninin ta köküne püskürttüm belimi , tekrar tekrar …” –sf 105
“ Talih benden yanaydı yine, tanrılar gülümsüyordu, Öpüşler giderek hararetlendi. Elini kamışımın üzerine yerleştirdim, geceliğini çıkardım. Yarığını okşamaya başladım. Yarıklı Katherine? Bızırı kabardı, usulca okşadım. Sonunda girdim. Yarısı içindeydi. Gidip geldim sonra kökledim. Muhteşemdi. Sıktı kamışımı. Kımıldadım, sıkmaya devam etti. Kendime hakim olmaya çalıştım. Ara verip heyecanımın yatışmasını bekledim. Öptüm onu, dudaklarını aralayıp alt dudağını emdim. Saçları yastığa yayılmıştı. Sonra onu memnun etme kaygısını bir kenara bırakıp sikmeye başladım, sert, acımasız . Cinayetten farksızdı. Umursamıyordum; kamışım çıldırmıştı. Saçları, genç ve harikulade yüzü. Bakire Meryem’in ırzına geçmek gibiydi. Boşaldım. İçine boşaldım, ruhunun ve bedeninin ta köküne püskürttüm belimi , tekrar tekrar …” –sf 105
Chinaski burada kadınları nereye götürdüğünden bahsediyor
“ Ya boks maçına götürüyordum kadınları ya da hipodroma. O Perşembe akşamı Olympic salondaki boks maçına götürdüm Katherine’i. Daha önce boks maçına gitmemişti. İlk dövüşten önce oradaydık, ring kenarına oturduk. Bira ve sigara içerek bekledim.Tuhaf dedim. İnsanlar buraya geliyor ve iki kişinin şu ringe çıkıp birbirlerini yere sermelerini seyretmek için bekliyorlar. Korkunç benceÇok eskidir bu salon dedim eski salonu inceleyerek sadece iki tuvaleti var, biri erkekler, biri de kadınlar için, ikisi de küçük. Bu yüzden aradan önce ya da sonra gitmeye çalış.-Olur “ sf 106
“ Ya boks maçına götürüyordum kadınları ya da hipodroma. O Perşembe akşamı Olympic salondaki boks maçına götürdüm Katherine’i. Daha önce boks maçına gitmemişti. İlk dövüşten önce oradaydık, ring kenarına oturduk. Bira ve sigara içerek bekledim.Tuhaf dedim. İnsanlar buraya geliyor ve iki kişinin şu ringe çıkıp birbirlerini yere sermelerini seyretmek için bekliyorlar. Korkunç benceÇok eskidir bu salon dedim eski salonu inceleyerek sadece iki tuvaleti var, biri erkekler, biri de kadınlar için, ikisi de küçük. Bu yüzden aradan önce ya da sonra gitmeye çalış.-Olur “ sf 106
Başka yazarlara ayar vermeyi Unutmuyor Chinaski, o sözlerini en sert şekilde şöyle dile getiriyor;
Dövüşler hakkında sözlerini de şöyle tekrarlıyor;
“Başka yazarların neye gerekensendiklerini bilmiyordum; merak da etmiyordum, okuyamıyordum onları zaten. Kendi alışkanlıklarımın ve önyargılarımın tutsağı olmuştum. Nedeni sadece kendi cehaletinizse hiç de fena değildi aptal olmak. Bir gün Katherine hakkında yazacağımı ve kolay olmayacağını biliyordum. Fahişeler hakkında yazmak kolaydır,ama iyi bir kadın hakkında yazmak zor..” -Sf 107
Dövüşler hakkında sözlerini de şöyle tekrarlıyor;
“ Bütün dövüşler sıkıcıydı. Kalkıp tuvalete gittim. Döndüğümde çok durgun buldum Katherine’i. Bir bale resitalinde ya da konserdeymiş gibi daha çok. Öyle narin görünüyordu ki, oysa yatakta müthişti.” –sf 107
Chinaski’de At yarışı manyaklığı
sınır tanımıyor, hatunlarının bazılarını at yarışına götürüyor. Kafayı
iyice atla bozmuş bir manyak Chinaski.
“ -Sen oynamak istemiyor
musun? Belki hepimiz kazanırız.”
-Yo, hayır ,hiçbir şey bilmiyorum.”
- Basit ; sen onlara bir dolar verirsin
onlar da sana seksen dört dolar iade ederler. Buna ‘ kesinti’ deniyor. Hipodrom
ve devlet yarı yarıya kırışır. Yarışı kimin kazandığı onları ilgilendirmez,
onlar paylarını toplam gelirden alırlar “ –Sf 109
Kadınlar hakkında tespitlerine devam ediyor Chinaski
Kadınlar hakkında tespitlerine devam ediyor Chinaski
“ Güzel kadınlara çok kazandıklarını söyleyip onlarla yatağa girmeyi düşleyen en az bir düzine adam gelir her gün hipodroma. O kadar uzun boylu düşünmezlerdi de belki; ne olduğundan çok da emin olmadıkları bir şey için umutlanırlardı sadece. Yere iki seksen serilmiş, hakemin ona kadar saymasını bekleyen kuş beyinli, aptal tiplerdir bunlar. Kim onlardan nefret edebilirdi ki? Büyük kumarbazlar; ama oynarken görmelisiniz onları, 2 dolarlık gişelere giderler genellikle; ayakkabıların topukları aşınmış, üst baş dökük. Aşağılık heriflerdir hepsi “
Bobby, Chinaski’nin porno dükkanı olan bir
dostu. Bobby ve Valerie beraber takılıyor. Chinaski'nin tanımına göre Valerie’da sıkı
hatun. 22’lik çıtır. Chinaski’nin 2 blok ötesinde oturuyor. Bobby kadınlara
yazan bir tip chinaski’den farkı yok. Chinaski’ye karısını sunuyor. Bobby bir
kadınla konuştuğunda bütün dikkatini o kadına veriyor, gözü başka şeyi
görmüyor. İkisinin de birbirinden farkı yok, varsa da ikisinden birinin daha
fazla kadını düzmüş olmasıdır.
“ Dört beş gün daha kaldı Katherine.
Katherine için cinsel ilişkinin riskli olduğu döneme girmiştik. Prezervatifle
tahammülüm yoktu. Hamileliği önleyici köpük satın aldı katherine” sf 113
Tammie kızıl saçlı Chinaski'nin sıkı hatun dediklerinden. Hep klas
hatunlarla birlikte oluyor Chinaski. Erkeklerin attığı mailere cevap
vermiyor. Bir şekilde yolunu buluyor. Bir süre Lydia ortalıktan kayboluyor
sonradan tekrardan ortaya çıkıyor. Hamile kalıyor Lydia. Erkeklerle
düzüşmeyi seven bir tip, başını da belaya sokuyor. Lydia bütün
sorunlarından bahsediyor. Evli bir heriften hoşlandığından, cigaralık içtiğinden ve her şeyden . Chinaski için durum o kadar da parlak gözükmüyor. At ,alkol arası
geçiyordu hayatı. Lydia geri gelse de takılacak bir hatun buluyordu,
hayatı da böyle geçiyordu. Her defasında Lydia
arıza çıkarıyor, her defasında polis geliyor, o bölümlerden biri kitapta yerini şu şekilde alıyor
“ - Hank?
-Efendim
-Buraya
gelmenin nedeni bir kadın mı
-Evet
-Bitti
mi?
-Bittiğini
umuyorum. Ama hayır dersem…
-Öyleyse
bilmiyorsun
-Emin
değilim
-İnsan
emin olabilir mi
-Sanmıyorum
-Her
şey bu yüzden o kadar iğrenç
-İğrenç
gerçekten
-Sevişelim
-Fazla
içtim
-Yatağa
girelim
-Biraz
daha içmek istiyorum
-Ama
o zaman…
-Biliyorum
. Dört-beş gün kalmama izin verirsin umarım
-Performansına
bağlı
Adil ” Sf 136
Şiir dinletisi için bu defa farklı bir yere uçuyor Chinaski. Nereden teklif gelirse oraya gidiyordu dinleti için. Kafasına göre takılıyor, içiyor, sıçıyor, düzüşüyor. Tammie’yi de götürmek istiyor, cebinde beş kuruş yoktu. Neyse ki editörle işi bağlıyor.
“ Adamımız bizi bekliyordu, Gary Benson. O da şiir yazıyor, ayrıca taksi şoförlüğü yapıyordu. Çok şişmandı, ama şaire benzemiyordu hiç olmazsa, North Beach ya da East Village öğretmenlerine de benzemiyordu, bunun da yararı oluyordu, çünkü çok sıcaktı o gün New York, kırk derece civarında. Bavulları alıp arabasına bindik, taksiye değil, bize New York’ta araba sahibi olmanın neden anlamsız olduğunu izah etti. Bu yüzden bu kadar çok taksi vardı. Bizi havalimanından çıkardı, arabayı sürerken bir yandan da konuşmaya başladı. New York şoförleri de Los Angeles Şoförleri gibiydiler-kimse kimseyi umursamıyor,hayatta yol vermiyordu. Ne nezaket gösteriyor, ne de merhamet ediyorlardı; tampon tampona sürüyorlardı arabalarını. Anlıyordum: birine yol vermek trafik tıkanıklığına, rahatsızlığa, cinayete sebebiyet verebilirdi. Kanalizasyondaki bok parçaları gibi kesintisiz akıyordu trafik. Bunu gözlemlemek harikuladeydi ,kimse sinirlenmiyordu, herkes durumu kabullenmişti.” Sf 147
Bukowski “ Kadınlar” kitabında sadece kadınlardan
bahsetmiyor. Düzene , göt büyüten yazarlara, modanın peşinden sürtenlere,
büyük yazar gibi görünüp milyonları götürenlere inceden ayarı veriyor.
“ Şöyle bir sorunu vardı yazarların; yazdıkları basılır ve çok satarlarsa kendilerini büyük yazar sanıyorlardı; yazdıkları basılır ve orta satarsa kendilerini yine büyük yazar sanıyorlardı; yazdıkları hiç basılmazsa ve kendi kitaplarını bastıracak kadar paraları yoksa kendilerini gerçekten büyük yazar sanıyorlardı. İşin gerçeği şu ki, büyüklük azdır. Yok denecek kadar az. Ama en kötü yazarlar özgüvenleri en yüksek olan, kendilerinden en az kuşku duyanlardır. Neyse uzak durulacak insanlardır yazarlar, ben de onlardan uzak durmaya çalışırım, ama neredeyse imkansızdır bu. Bir tür kardeşlik hülyası içindedirler. Bütün bunların yazmakla yakından uzaktan ilgisi yoktur. Daktilo başına geçince hiç yararı olmaz.” – Sf 149
“ Şöyle bir sorunu vardı yazarların; yazdıkları basılır ve çok satarlarsa kendilerini büyük yazar sanıyorlardı; yazdıkları basılır ve orta satarsa kendilerini yine büyük yazar sanıyorlardı; yazdıkları hiç basılmazsa ve kendi kitaplarını bastıracak kadar paraları yoksa kendilerini gerçekten büyük yazar sanıyorlardı. İşin gerçeği şu ki, büyüklük azdır. Yok denecek kadar az. Ama en kötü yazarlar özgüvenleri en yüksek olan, kendilerinden en az kuşku duyanlardır. Neyse uzak durulacak insanlardır yazarlar, ben de onlardan uzak durmaya çalışırım, ama neredeyse imkansızdır bu. Bir tür kardeşlik hülyası içindedirler. Bütün bunların yazmakla yakından uzaktan ilgisi yoktur. Daktilo başına geçince hiç yararı olmaz.” – Sf 149
Seyirciler konusunda da sözünü esirgemiyor Chinaski, sözünü doksana asıyor!
" Seyirciler hep bir şey isterlerdi. Futbol seyircileri, bar seyircileri, şiir dinleti dinleyenler, boğa güreşini takip edenler, hipodroma takılanlar ve her biri. Parası neyse karşılığını almak zorundaydılar, almadıkları zaman çılgına dönebilirlerdi. Döndüler mi de bunun geri dönüşü olmazdı. Oradan saçma sapan davranışlarda bulunup paranın hakkını vermeyenlere küfürler saydırırdı. Seyircinin işi buydu.."
Hiç kimse tam olarak yazar değildi. Herkes
farklı işlerle ilgileniyordu. Kimi bir demir fabrikasında, kimi lastik
fabrikasında, kimi postane memuru. Chinaski postane memurdu o aralar, sık
sık iş değiştiriyordu. Patronların dediklerine karşı çıkan bir tiplemeydi.
William Kessing de arıza bir tipti. Uyuşturucudan tutuklanıp Üniversitede
geçici öğretmenlik işi bulmuştu. Her birinin hayatı farklıydı. Chinaski kitabın bu bölümlerinde hayatın leşliğini kendi sert sözleriyle tamamlıyor, okudukça daha iyi anlaşılacaktır.
Kitabın dillerden düşmeyen sözü kitapta yerini şöyle alıyor
“ Kadın senden soğumuşsa , unut gitsin. Seni severler, sonra içlerinde bir şey döner. Bir lağım çukurunda ölmek üzere olduğunu, ya da bir arabanın altında kaldığını görseler bile üzerine tükürürler.”-sf 181
Cecelia’ da diğer kadınlar gibi harikulade bir kadındı. İlk başta öyle görünürdü kadınlar, içlerini okuma fırsatı vermezlerdi, içinizi kemirirlerdi.Cecelia kocasından boşanıp genç bir adamla birlikte olsa da Bill’i seviyordu. Ölüm haberini alması herkeste bir şaşkınlık yaratmıştı. Soluğu Chinaski’nin yanında almıştı Cecelia.
“ İçmenin sorunu bu, diye geçirdim içimden
kendime bir içki koyarken. Kötü bir şey olduğunda unutmak için içiyordun,
iyi bir şey olduğunda kutlamak için içiyordun, hiçbir şey olmazsa bir şeyler
olsun diye içiyordun.” Sf- 184
Cecelia hakkında şöyle diyor Chinaski
“ Kapı açıldı Cecelia girdi içeri. Yere yakın ve güçlü bedeniyle hayli hoş görünüyordu. Amerikan kadınlarının çoğu ya çok inceydi ya da dayanıksız. Biraz sert kullandığında içlerinde bir şey kırılıyor, nevrozlu bir hal alıyorlardı; erkekleri de spor manyağı , alkolik ya da araba delisi oluyorlardı. Norveçliler, İzlandalılar, Finlandiyalılar biliyorlardı bir kadının nasıl olması gerektiğini; geniş ve sağlam, iri bir kıç, dolgun kalçalar, iri beyaz böğür, iri baş, iri ağız, iri memeler, gür saçlar, iri gözler, geniş burun delikleri, ve aşağısı- iri ve yeterince dar.” Sf- 190
Cecelia hakkında şöyle diyor Chinaski
“ Kapı açıldı Cecelia girdi içeri. Yere yakın ve güçlü bedeniyle hayli hoş görünüyordu. Amerikan kadınlarının çoğu ya çok inceydi ya da dayanıksız. Biraz sert kullandığında içlerinde bir şey kırılıyor, nevrozlu bir hal alıyorlardı; erkekleri de spor manyağı , alkolik ya da araba delisi oluyorlardı. Norveçliler, İzlandalılar, Finlandiyalılar biliyorlardı bir kadının nasıl olması gerektiğini; geniş ve sağlam, iri bir kıç, dolgun kalçalar, iri beyaz böğür, iri baş, iri ağız, iri memeler, gür saçlar, iri gözler, geniş burun delikleri, ve aşağısı- iri ve yeterince dar.” Sf- 190
Kitapta William
Burroughs’u içeren bir bölüm var. Kendisini anlatmaya gerek yok, o
dönemin Beat yazarlarından.
“ Joe Washington
döndü. 'Burroughs'a yan dairede senin kaldığını söyledim. 'Burroughs,' dedim,
'Henry Chinaski yan dairede.' 'Oo,' dedi, 'Öyle mi?' Seninle tanışmak
isteyip istemediğini sordum. 'Hayır,' dedii" Sf- 198
Chinaski
bir süredir 30 yaşında taş bir hatunla mektuplaşıyor. Hatun Fotoğraf
yolluyor Chinaski'ye. Mektup konusuna şöyle değiniyor Chinaski; İnsan ilişkileri hakkında da sözünü esirgemiyor,sözünü söylüyor
“ Böyleydi insan ilişkileri. Onları
tanıdıkça tuhaflıkları açığa çıkıyordu. Bazen gülünçtü bu tuhaflıklar-
önceleri.” – sf 208
Fante , Charles Bukowski’nin tanrısıydı, en azından o
öyle görüyordu. Tanrıların rahatsız edilmeyeceği söz konusuydu. Kitapta da
Celine’den ,Fante’den bahsediyor Chinaski.
Çevresinde kendisinden küçük
hatunları becermek için fırsat kolluyordu Chinaski. Ağzı iyi laf yapıyordu.
Bazen iki sürtüğü aynı anda idare ettiği de olmuştu ama sonrasında hepsi
bitiyordu kendi kendine kalıyordu. Tanıştığı harikulade kadınlardan biri olan Debra ile konuşurken Los Angeles’a döndüğünü şöyle tanımlıyor Chinaski; yine bildiğimiz Hank, yine bildiğimiz Leş sözlerle tanımlıyor.
“ Debra bacak bacak üstüne attı eteği yukarı çıktı.
-Çok güzel bacakların var Debra. Giyinmeyi de biliyorsun. Annemin zamanındaki kızları anımsatıyorsun bana. -Kadınların kadın olduğu günler.
Ağzın iyi laf yapıyor Henry
-Ne demek istediğimi anladın. Özellikle Los Angeles civarı için geçerli bu. Uzun zaman önce kentten ayrılmıştım, döndüğümde nasıl fark ettim döndüğümü biliyor musun?
Yo , hayır…
"Sokakta yanımdan geçen ilk kadınla. Eteği o kadar kısaydı ki apış arası görünüyordu. Külotunun önünden, özür dillerim ama kılları seçiliyordu. İşte o zaman farkına vardım Los angeles’a döndüğümün. “ – sf 225 “
Sara; saçları kızıl-sarı restoran işleten ince
bir hatun. Zaman geçtikçe Chinaski’ye daha da güzel gelmeye başlıyor.
Kaldığı evde Ron diye ev arkadaşı geliyor. Sonra diğer tipler. Evdeki kişi
sayısı çoğalmıştı, teker teker topukluyorlar.
“ İlerde karşılacağımız sorunları
görebiliyordum. Bir münzevi olarak insan trafiğinden nefret ederim.
Kıskançlıkla filan ilgisi yoktu, insanları sevmiyordum, kendi şiir
dinletilerimi saymazsak kalabalığa tahammülüm yoktu. İnsanlar yoruyorlardı
beni, ruhumun iliğini kurutuyorlardı. İnsanlık baştan kokuşmuştu zaten.” – sf
241
Ayrılıklar.. Korkunuzdan ödünüz bokuna
karıştığı zamanlar. Beyniniz iflasın eşiğine gelmiş çareyi duvarlara bakmakta
bulduğunuz günler. Chinaski ayrılık mevzusuna şöyle el atıyor.
“ Ayrılıkları düşündüm, ne kadar zor olduklarını, ama bir kadından ayrılmadan başka bir kadınla ilişkiye giremiyordun. Kadınları gerçekten tanımak, içlerine nüfuz etmek için onların tadına bakmak gerekiyordu. Erkeği kafamda tasarlayabiliyordum, çünkü ben de erkektim; ama kadınları yeterince tanımadığım için onlar hakkında yazamıyordum. Bu yüzden onları elimden geldiğince araştırıyor, içlerinde insani şeyler keşfediyordum. Yazma faslı unutulmalıydı. Yaşanan tamamlanmadan hakkında yazmak yazıyı yaşananın gölgesinde bırakmak demektir. Yazmak işin tortusuydu sadece. Bir erkeğin kendini hissedebilecek kadar sahici hissetmesi için bir kadın tanıması gerekmiyordu, ama birkaç tane tanımanın da zararı yoktu. Böyle ilişki bittiğinde kendini gerçekten yalnız ve delirmek üzere hissetmenin ne olduğunu öğreniyor, sonun geldiğinde neyle yüzleşeceğine dair fikir sahibi oluyordun.” –sf 245
Birçok hatun Chinaski ile düzüşmek için fırsat kolluyordu. Güzel olduklarından, kendilerini düzmesi için mektup atıyorlar, karşılığı da Chinaski tarafından veriliyordu. Iris çok soru soran bir kadın. Chinaski'nin her bokunu inceliyor. Kafa siken hatun tiplemelerinden biriydi Chinaski için. Chinaski gerektiğinde soru sorardı, lafı düzüşmeye getirirdi.
“ - Bu kadar çok kadınla birlikte olmak niye-
Çocukluğumla ilgili.
Sevgi ve şefkat eksikliği.
Yirmili ve otuzlu yaşlarında da durum pek farklı değildi.
-Telafi etmeye çalışıyorum.
- telafi ettiğini nasıl anlayacaksın
- büyük palavracısın
- bu yüzden yazıyorum ya” – sf 264
Yeniden Iris’e dönmüştü Chinaski.
Erkeklerin başını döndüren bir vücudu olmalıydı Chinaski’nin anlattığına göre.
Bu işi iyi biliyordu. Erkekleri nasıl tahrik edeceğini, onların hangi giysiler
karşısında büyüleneceğini vs… “ Hep ıslaktı Iris” cümlesi Iris’in ne
denli ateşli bir hatun olduğunu gösteriyordu bir yandan.
“ Iris’in bende kaldığı günler boyunca
kayda değer bir şey olmadı. İçtik,yedik ve düzüştük. Hiç tartışmadık. Sahil
boyunca uzun gezintilere çıktık, deniz ürünleri yedik. Hiç yazmadım. Daktilodan
uzak durmayı gerektiren zamanlar vardır. İyi bir yazar ne zaman yazacağını
bilir. Herkes daktilo kullanabilir. İyi bir daktilo yazdığımdan değil; imlam ve
gramerim de berbattır ayrıca. Ama ne zaman yazacağımı biliyordum. Düzüşmek
gibiydi. Arada sırada aleti dinlendirmek zorundaydın. Bana zaman zaman mektup
yazan Jimmy Shannon adında eski bir arkadaşım vardı. Yılda altı roman
yazıyordu, hepsi ensest üzerine. Açlıktan ölmek üzere olmasında da şaşılacak
bir şey yoktu tabii ki. “ –sf 270
Cinsel alet konusunda cinsellik konusunda önemli meseleye değiniyor Chinaski!
“ Benim sorunum cinsel aletimi yazı aletimi dinlendirdiğim gibi dinlendirememekti. Dinlendiremiyordum, çünkü kadınlar sadece dalgalar halinde geliyorlar, başkasını aleti devreye girmeden sen malı kaldırmak istiyordun. On yıl kadar bir süre yazmaya ara vermek hayatımın en talihli olaylarından biridir diye düşünüyorum. ( Bazı eleştirmenler okurun hayatının da en talihli olaylarından biri olduğunu söyleyeceklerdir şüphesiz) İki taraf için de on yıllık bir dinlenme süreci. On yıl içmeyi bıraksaydım neler olurdu kim bilir. “ – sf 270
Ahlaki değerler konusuna da şöyle değiniyor Chinaski!
“ Ahlaki değerlerden yoksun insanlar sık sık başkalarından daha özgür oldukları sanısına kapılırlar, ama aşk ve sevgi duyguları körelmiştir. O yüzden de zamparalık yaparlar. Ölülerin düzüşmesi. Ne kumar ne de mizah vardır oyunlarında- cesetlerin düzüşmesi. Ahlak değerleri kısıtlayıcıdır, ama yüzyıllardan beri birikmiş insan deneyiminin üzerine inşa edilmişlerdir. Bazı ahlak değerleri insanların fabrikalarda köle gibi çalışmalarını, kiliseye gitmelerini, Devlet’e sadık kalmalarını savunur. Diğerleri ise sağduyuya seslenir. Zehirli ve zehirsiz otların yetiştiği bir bahçe düşünün. Hangilerinin yeneceğini, hangilerinden uzak durmak gerektiğini öğrenmek zorundasın” – sf 271
Pornocu dostu Bobby’den kadınını bazen
ödünç alıyor Chinaski. O bölümü okuduğunuzda oldukça kahkaha
atacaksınız.Yapışık tiplerden hoşlanmazdı Chinaski. Valencia da onlardan biriydi. Muhabbeti iyi değildi. Daha Chinaski ile tanışmadan ona
hayranlık beslemişti. Çalıştığı yere Chinaski’nin resmini asmıştı.
Valencia hakkında, Chinaski şöyle diyor;
“ Onu memnun etme arzusu duymuyordum. Kutusu dardı Valencia’nın. İyice kaptırmıştım ama karşılık alamıyordum. Umurumda değildi. Pompaladım. Bir kez daha. Araştırma,şiddet duygusu hiç yoktu. Yoksulluk ve cehalet kendi gerçeğini üretir . Benimdi. Ormanda iki hayvandık ve onu öldürüyordum. Bir şeyler hissetmeye başlar gibi olmuştu Valencia. Öptüm, dudakları aralandı nihayet. Kökledim. Mavi duvarlar bizi seyrediyordu. Küçük iniltiler dökülüyordu Valencia’nın dudaklarından. Bu da beni kamçılıyordu. “ –sf 282
“ Tipim değildi Valencia. Hoşlanmamıştım ondan. Böyle insanlar vardır- tanır tanımaz antipati duyarsınız. “ – sf 279
Her zaman kadınlara önceliğini veriyor
Chinaski, diğerleri umrunda olmuyor. Onunla kafa bulmaya çalışan, içmek için
can atanlar erkekleri dışlıyor, onlarla taşak geçiyor. O bölümlerden biri bu şekilde yerini alıyor kitapta, bu kısım bir yandan da gülümsetmeyi başarıyor.
“ -Henry Chinaski sen misin?
Genç bir
erkek sesi-Evet-Yazar Henry Chinaski sen misin
-Evet-
Gerçekten mi
-Evet
-Biz bel
air’den bir grup genciz ve senin kitaplarını çok seviyoruz moruk. O kadar çok
seviyoruz ki seni ödüllendirmeye karar verdik!
-Yok ya-Evet, birkaç altılık
paket bira alıp sana geliyoruz-
Kıçına sok sen o biraları-
Ne? O biraları kıçına
sok dedim
-Kapattım “ – sf 290
Yılbaşı geceleri için doğru tespitte bulunuyor Chinaski.
“ Yılbaşı geceleri aşılması güç bir başka berbat geceydi benim için. Annem ve Babam pek severlerdi yılbaşı gecelerini; radyodan gelişini dinlerlerdi, kent be kent, Los Angeles’a varıncaya kadar. Sonra havai fişekler patlar, klaksonlar öttürülür, amatör içiciler kusar, erkekler başka erkeklerin karılarıyla , kadınlar da kimi bulurlarsa onlarla flört ederlerdi. Herkes öpüşüp banyoda, dolapta ve bazen açıkta birbirini götürürdü, özellikle gece yarısı ve ertesi gün korkunç kavgalar çıkardı, Gül Festivali’ne ve Rose Bowl maçına hiç girmeyelim. “ –sf 295
Sara’ya geri dönüyor Chinaski yeniden. Tanya'ya göre farklı bir kadındı Sara. Sadakata, güven duygusuna dair bir sözü kapı aralıyor.
“ Yılbaşı geceleri aşılması güç bir başka berbat geceydi benim için. Annem ve Babam pek severlerdi yılbaşı gecelerini; radyodan gelişini dinlerlerdi, kent be kent, Los Angeles’a varıncaya kadar. Sonra havai fişekler patlar, klaksonlar öttürülür, amatör içiciler kusar, erkekler başka erkeklerin karılarıyla , kadınlar da kimi bulurlarsa onlarla flört ederlerdi. Herkes öpüşüp banyoda, dolapta ve bazen açıkta birbirini götürürdü, özellikle gece yarısı ve ertesi gün korkunç kavgalar çıkardı, Gül Festivali’ne ve Rose Bowl maçına hiç girmeyelim. “ –sf 295
Sara’ya geri dönüyor Chinaski yeniden. Tanya'ya göre farklı bir kadındı Sara. Sadakata, güven duygusuna dair bir sözü kapı aralıyor.
“Gerçekten iyi bir kadındı Sara. Bir Tanya için öyle bir kadını kaybetmek salaklığın daniskasıydı. Ama Tanya da bir şeyler getirmişti bana. Sara daha iyi muameleyi hak ediyordu. Evli olmadıklarında bile insanların birbirlerine sadık olmaları gerekebiliyordu. Hatta, yasayla onaylanmış olmadığı için güven duygusu daha güçlü olmalıydı." –sf 313
Erkeklere dair de doğru tespitte bulunuyor chinaski, bu kadınlar için ne kadar doğru görülür bilinmez ama erkekler için doğru tespit olduğunu söylemekte yarar var.
“İyi kadındı Sara. Kendime çekin düzen vermeliydim. Bir erkek sadece iyi bir kadın bulamadığında çok fazla kadına ihtiyaç duyuyordu. Erkek çok fazla düzüşerek kimliğini yitirebiliyordu. Sara ona verdiğimden çok daha fazlasını hak ediyordu." –Sf 316
Çeviri Analizi ( Yorumu ) :
Bukowski romanlarının ve çoğu beat kuşağında yer alan romanın Türkiye'deki çevirmeni Avi Pardo'ya saygı duymak gerekir. Çevirinin ne kadar önemli olduğunu Avi Pardo sayesinde bu kitapta bir daha anlıyoruz. Bukowski romanları öyle kolay çevrilecek eserler değildir. Avi Pardo'nun çok hakkı var ki, genellikle kitaplar okunduktan sonra çevirmenleri hakkında söz edilmez ama bu kitapta Avi Pardo'nun emeği Bukowski kadar olmasa da o atmosferi yaşattığı kadar var. Sokak jargonunu konuşturmasını biliyor, çoğu konuda kelimelerin karşılıklarını veriyor ve akıcı anlatımın olmasında büyük rol oynuyor kendisi.
Kadınları elde tutmasını buluyor Chinaski, duygusuz seksten nefret ediyor. Birçok kadınla ilişki yaşıyor. Kimisi sadece sekse dayalı olsa da sonunda bir çıkış yolu buluyor.
Sonuç olarak; Direkt mevzuya bodoslama giren, ahlaksız, bol içkili, seksli, ama samimi bir roman " Kadınlar " bol kamışlı, bol yarıklı bir Bukowski romanıyla karşı karşıyasınız. Her ne kadar tüm kadınları hakkında uzun uzun bahsetsem de bu kitap ne kadar uzun uzun bahsedersek bir daha bahsedelim diyeceğimiz bir kitap. Bukowski'nin de dediği gibi “Pek Çok iyi adam bir kadın yüzünden köprü altını boylamıştır..” Kitap için her şeyi özetleyen bir söz olsa da kitapta bunun benzerine dair pek çok söz var. Bu kitabı hem günümüzde hem öncesinde okuyan kadınların çoğunluğu Bukowski'yi " edebi değeri yok " diye kitabı eleştirse de bunun pek de önemi olmayacaktır.
Kitabın Adı: "Women" ( Kadınlar)
Kapak Düzeni: Nurcan Zamur
Yayın Yönetmeni: Metin Celal
Basım: Üçüncü Basım (2009)
Yayınevi: Parantez Yayınevi
Çeviri: Avi Pardo
OKURKEN ALTINI ÇİZDİKLERİM:
"
“ Odamın nerede olduğunu unutmuştum. Tek yapmak istediğim odama dönmekti artık. Bütün odaları denedim yine, ama bu kez sessizce , şortumun ve çoraplarımın çok farkında. Kimse açmadı kapısını. ' Büyük adamlar yalnızlığa mahkumdur ' " sf-26
" Evi tertipli bir erkek tanıdığımda bir sorunu olduğunu bilirim. Çok tertipliyse ibnedir zaten. " -sf 22
" Sonra uyuduk . Ya da Katherine Uyudu. Arkadan sarıldım ona. Hayatımda ilk kez evliliği düşündüm. Katherine’in henüz su üstüne çıkmamış kusurları olduğundan emindim. İlişkinin başı her zaman en kolay kısmıydı. Sonra örtüler kalkmaya başlıyordu, sonu gelmecesine. Olsun, yine de evliliği düşündüm. Bir ev,bir köpek ve bir kedi, markette alışveriş. Henry Chinaski taşşaklarını yitiriyordu. Ve umurunda değildi” –sf 105
“ İçmeye devam
ettim. Dövüş fazla sertleştiğinde Katherine elimi tutuyordu. Nakavt seviyordu
seyirci. Boksörlerden biri yığılacak gibi olduğunda sevinç çığlıkları
atıyorlardı. Yumrukları atan onlardı sanki. Patronları a da karılarını
yumrukluyorlardı belki. Kim bilir? Kimin umurunda? Biraz daha bira “ –sf 107
“ Bir deyişim
vardır; “ Kadınımı al, arabamı elleme.” Kadınımı çalan birini asla
öldürmem, ama arabamı çalan birini öldürebilirim. “ sf-108
“ İki üç gencin mavi
bebeğimle otobanda yarıştıklarını, esrar içip kahkahalar atarak gaz pedalını
sonuna kadar köklediklerini hayal ettim. Sonra Santa Fe Bulvarı’ndaki araba
hurdalıklarını düşündüm. Dağ gibi yığılmış tamponlar, ön paneller, kapı
kolları, silecek motorları, motor parçaları, lastikler, direksiyonlar,
kaputlar, krikolar, koltuklar, fren balataları, radyolar, pistonlar, supaplar,
karbüratörler, miller, vites kuyuları, akslar– yakında benim arabamda bir
aksesuar yığınına dönüşecekti.” –Sf 108
“ O gece Katherine’e
sarılıp uyudum, ama yüreğim kederli ve soğuktu. “ Sf 108
“ Gerçekten
kazananlar hava basmazlar, otoparkta öldürülmekten korkarlar. “ –Sf 110
“ O gece yarım
şişe kırmızı şarap içti, kaliteli kırmızı şarap, yine de kederli ve sessizdi.
Beni boks maçlarındaki ve hipodromlardaki insanlarla özdeşleştirdiğini
biliyordum ve doğruydu. Onlarla birdim, onlardan biriydim. Sağlıklı insanların
olduğu anlamda sağlıklı biri olmadığımın farkındaydı Katherine” – Sf 110
“ Hep yanlış şeylere
meyletmiştim: içmeyi seviyordum, tembeldim, tanrım yoktu, siyasetim yoktu,
fikirlerim yoktu, ideallerim yoktu. Hiçliğe razıydım; yoktum aslında ve bunu
kabullenmiştim. Bu ilginç kılmıyordu beni tabii ki. İlginç olmak da
istemiyordum zaten, fazlasıyla zahmetliydi. Tek isteğim yumuşak ve puslu bir
yerde bir başıma , rahatsız edilmeden yaşamaktı. Diğer taraftan ,içince
nara atıyor, sapıtıyor, kontrolden çıkıyordum. Genel halimle sarhoş halim
çelişiyordu. Umursamıyordum. “
“ O gece çok güzel
seviştik, ama o gece kaybettim onu. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Yana
devrilip silinirken o banyoya gitti. Hollywood’un üzerinde bir polis
helikopteri dolanıyordu.”
“ O akşam içmeye
başladım. Kolay olmayacaktı Katherine’siz. Geride bıraktığı birkaç şey
buldum-bir çift kolye, bir kolye. Daktiloma dönerim diye geçirdim içimden.
Sanat disiplin gerektirir. Götün teki de etek peşinde koşabilir. Bu
düşüncelerle içtim.”
“ Sabah uyandığımda
banyoya gidip Joanna’nın diş fırçasını kullandım, iki bardak su içtim, elimi
yüzümü yıkayıp yatağa girdim yine. Joanna bana doğru döndü ve ağzım ağzını
buldu. Sertleşmeye başladım. Elini kamışımın üzerine yerleştirdim.
Saçından kavradım, başını geriye çekip vahşice öptüm onu. Yarığıyla oynadım.
Uzun süre bızırını okşadım. Sulanmıştı. Girdim ve Kökledim. Tuttum içinde.
Karşılık verdiğini hissedebiliyordum. Uzun süre boşalmadan sevişebildim.
Sonunda daha fazla tutamadım. Terden sırılsıklamdım. Kalbim o kadar hızlı
atıyordu ki duyabiliyordum. “ – Sf 136
“ Resim yapmaya
başladım. Joanna müzik setini açtı. Tuhaf bir müzik çalıyordu, ama hoşuma
gitti. Etrafa bakındım, Joanna gitmişti. Umursamadım. Yeni intihar etmiş bir
adamın resmini yaptım, kendini çatı kirişine asmıştı. Bir sürü sarı kullandım,
parlak ve güzeldi ölü adam.” Sf 137
“ Resim yapmaya
başladım yine. Bu sefer gerçekten kaptırdım. Kocaman, yeşil bir kurt kızıl
saçlı bir hatunu düzüyordu, kurt kadının havaya kalkmış bacaklarının arasında
köklerken kadının kızıl saçları geriye doğru uçuşuyordu. Çaresiz ve teslim
olmuş bir hali vardı kadının. Başlarının üstünde gece yanıyordu, açık
havadaydılar, uzun kollu yıldızlar ve ay onları seyrediyordu. Alev alev yanan
rengarenk bir resim. “ sf 138
“ Ev her zamanki
gibi görünüyordu-her yerde boş şişeler ve çöp. Biraz temizlemek gerekecekti.
Biri evin bu halini görse beni akıl hastanesine kapattırabilirdi.” Sf 139
“ Kim
olduğunu biliyorlardı dedi Tammie. Bazı yerlerde kıkırdadım. Mahçup oluyor
insan. Hem de nasıl biliyorlardı kim olduğunu. Şehvet akıyordu her
yerinden. Karafatmalar, karıncalar, sinekler bile onu düzmek için yanıp
tutuşuyorlardı. “ sf 149
“ Kırıta kırıta bir kaldırımdan ötekine geçiyordu Tammie. Hollywood’da olsa arabalar durur, zenciler teklifte bulunurdu. Serenat yapanlar, alkışlayanlar çıkardı. New York farklıydı; yorgundu, yılgındı, teni hor görüyordu."
“ Birkaç
bira alıp asansörle yukarı çıktım. Soyundum, duş yaptım., yatağın baş kısmına
birkaç yastık yerleştirdim, uzanıp bira içmeye başladım. Şiir dinletileri
iflahımı kesiyorlardı. Ruhunu emiyorlardı insanın. Birayı bitirip bir şişe daha
açtım. Şiir dinletileri iyi bir parçayla yatağa girmenizi de sağlıyordu bazen.
Rock yıldızları götürüyordu malı asıl; yükseltmekte olan boksörler götürüyordu,
büyük boğa güreşçilerine bakireler sunuluyordu. Sadece boğa güreşçileri
hak ediyordu kolay yarığı bana sorarsanız.” – sf 152
“ Telefonu kapatıp
Tammie’ye döndüm. Sertliğimi yitirmemiştim. Saçından kavrayıp sertçe öptüm
yine. Gözleri kapalıydı, ağzında hayat yoktu. Soktum yine. Dışarıda insanlar
yangın merdivenlerinde oturuyorlardı. Güneş batıp gölgeler belirmeye başlayınca
dışarı çıkıyorlardı serinlemek için. New Yorklular dışarıda oturup bira, maden
suyu ve buzlu su içiyor, dayanmaya çalışıyor, sigara tüttürüyorlardı.
Hayatta kalmak bile bir zaferdi. Yangın merdivenlerini saksılarla
süslemişlerdi. Olanla idare ediyorlardı..” – sf 154
“ - Fazla içme
, Hank.
Sarhoş olduğunda
sözcükleri yuvarlayıp dizelere unutuyorsun
-Nihayet dedim aklı
başında bir laf ettin
-Dinleyicilerden
korkuyorsun değil mi
-Evet ama sahne
korkusu değil. Kurbanlık koyun gibi çıkıyorum oraya. Kendi bokumu yiyişimi
seyretmeye geliyorlar. Ama elektrik faturasını ödeyip hipodroma gitmemi mümkün
kılıyor, başka mazeretim yok.” – Sf 156
“ Yıkılıyordu
ortalık. Bir şey yapmana gerek yoktu. Onlar yapacaklardı her şeyi. Yine de
dikkatli olmak gerekiyordu. Ne kadar sarhoş olurlarsa olsunlar yapaylık içeren
her hareketi, her sözü hemen fark ederlerdi. Seyirci asla küçümsenemez. Para
ödemişlerdi içeri girmek için, içkiler için para ödemişlerdi; karşılığını
almaya kararlıydılar, alamazlarsa okyanusa kadar kovalarlardı seni..” –Sf 158
“ Oturdum, mikrofonu ayarladım ve ilk şiiri okumaya başladım. Sustular. Arenada boğayla yalnızdım artık. Korku hissettim. Ama yazmıştım şiirleri. Okumak da neydi? Hafif, alaycı bir şiirle başlamak en iyisiydi. Şiiri bitirdim, duvarlar sarsıldı. Alkış sırasında dört-beş kişi kavgaya tutuştu. İşler yolunda gidiyordu. Tek yapmam gereken sahnede kalmaktı. Onları küçümseyemezdin, kıçlarını da yalayamazdın. Ortalarda bir yerde dengeyi sağlamak zorundaydın.” –Sf 159
“ Oturdum, mikrofonu ayarladım ve ilk şiiri okumaya başladım. Sustular. Arenada boğayla yalnızdım artık. Korku hissettim. Ama yazmıştım şiirleri. Okumak da neydi? Hafif, alaycı bir şiirle başlamak en iyisiydi. Şiiri bitirdim, duvarlar sarsıldı. Alkış sırasında dört-beş kişi kavgaya tutuştu. İşler yolunda gidiyordu. Tek yapmam gereken sahnede kalmaktı. Onları küçümseyemezdin, kıçlarını da yalayamazdın. Ortalarda bir yerde dengeyi sağlamak zorundaydın.” –Sf 159
“ O gece telefon
çaldı. Venice Beach’de verdiğim bir şiir dinletisinde tanımıştım onu.
Yirmi sekiz yaşındaydı. Vücudu hoş, bacakları biçimli, bir yetmiş boyunda mavi
gözlü bir sarışın. Saçları uzun ve hafif dalgalıydı, sürekli sigara içerdi.
Muhabbeti sönük, kahkahası genellikle abartılı yapmacıktı. Dinletiden sonra
evine gitmiştim. Sahilde, kaldırımın gerisinde bir apartmanda oturuyordu. Ben
piyano çalmıştım, o bongo. Bir testi Red Mountain şarabımız vardı. Ve
cigaralığımız. Eve dönemeyecek kadar sarhoş olmuştum. O gece orada kalmış
ertesi sabah, eve dönmüştüm. “ sf 168
“ Sonunda soyunup
yatağa girdik, önce Mercedes, sonra ben. Öpüşmeye başladık, yarığını okşadım.
Kamışımı tuttu. Üstüne çıktım. Mercedes kamışımı tutup yarığına soktu. İyi kavrıyordu,
daracıktı. Bir süre oynadım onunla, neredeyse çıkarır gibi yapıp başını ileri
geri hareket ettiriyordum. Sonra dibine kadar soktum, yavaşça, miskince. Sonra
birden dört beş kez vurdum, başı yastığın üzerinde sıçradı. “ Ouff “ dedi.
Sonra yavaşlayıp bir ritim tutturdum.”
“ Çok sıcak bir
geceydi, ikimiz de ter içinde kalmıştık. Mercedes epey bira ve ot çekmişti.
İşini havalı bir şekilde bitirmeye, bir-iki numara çekmeye karar verdim. Hiç
ara vermeden pompaladım. Beş dakika. On dakika daha. Boşalamadım. Yumuşamaya
başlamıştım. Mercedes endişelendi “ boşal” dedi. “ hadi boşal sevgilim!” Hiç
yararı olmadı bunun. İndim üzerinden. Sıcak dayanılır gibi değildi. Çarşafı
alıp terimi sildim. Gümbür gümbür atıyordu kalbim. Hüzün vardı atışında.
Mercedes’in ne düşündüğünü merak ettim. Ölüme uzandım orada, kamışım sönük.
Başını bana doğru çevirdi Mercedes. Öptüm onu. “
“ Öpüşmek düzüşmek daha mahremdi. Sevgililerimin başka erkekleri öpmelerinden bu yüzden hiç haz etmemişimdir. Onları düzmelerini yeğlerdim.” Sf-168
“ Mercedes’le öpüşmeye
devam ettim, öpüşmeyi çok sevdiğim için sertleştim yine. Onu hayatımın son
saatini yaşıyormuşum gibi öperek üzerine çıktım. Kamışım içeri kaydı. Bu kez
boşalacağımı biliyordum.Hissediyordum mucizeyi. Yarığına patlayacaktım
kancığın. Belimi içine akıtacaktım, beni durdurmak için yapabileceği hiçbir şey
yoktu. Benimdi. Fetheden bir orduydum, bir tecavüzcü, onun efendisi,ölümü.
Çaresizdi. Başı yuvarlandı, bana sıkıca sarıldı, derin bir soluk alıp sesler
çıkarmaya başladı. “ Ouff… ssss, ah ,ah.. offf!” Kamışımı
besliyordu bu sesler. Tuhaf bir ses döküldü gırtlaığımdan sonra da boşaldım.
Beş dakika sonra horluyordu. İkimiz de horluyorduk.” Sf- 168
“ Koltukta karar
kıldım. Sabahın dördüydü. Sokağın ortasına park edip dörtlü flaşörleri
yakmıştım. Sulu votkayı bitirdim. Giderek sarhoş oluyor, gücümü yitiriyordum.
Kaldırdım koltuğu, gerçekten ağırdı. Arabaya taşıdım. Yere koyup ön kapıyı
açtım. Zorladım lanet koltuğu içeri. Sonra kapıyı kapatmaya çalıştım.
Kapanmadı. Koltuğun ayağı dışarda kalmıştı. Çekip çıkarmaya çalıştım lanet
şeyi. Sıkışmıştı. Sövdüm, daha da içeri itmeye çalıştım. Koltuğun bacaklarından
biri ön camdan dışarı çıkıp gökyüzünü işaret etti. Hala kapanmıyordu kapı.
Kapanmak üzere bile değildi. Kapıyı kapatabilmek için koltuğun ayağını ön camdan
biraz daha dışarı çekmeye çalıştım. Acayip sıkılmıştı koltuk, kımıldamadı bile.
Çaresizlik içinde çektim,ittim,çektim. Polis gelse hapı yutmuştum. Sürücü
koltuğuna atladım. Tek bir park yeri bile yoktu sokakta. Arabayı pizzacının
otoparkına çektim, kapanmayan kapı bir ileri bir geri sallanıp duruyordu.
Kapısı açık ve tavan lambası yanar durumda öylece bıraktım orada. ( Tavan
lambası sönmüyordu.) Ön camım kırılmış, koltuğun ayağı y ışığında camdan dışarı
fırlamıştı. Edepsizce, delice bir manzara. Cinayet ve suikast kokuyordu. Benim
güzel arabam. Eve yürüdüm. Kendime sulu bir votka daha hazırlayıp
Tammie’ye telefon ettim. “ sf-170
“ Sabahın altısında
uyandım, giyindim ve pizzacıya yürüdüm. Araba oradaydı hala. Güneş
yükseliyordu. Uzanıp yapıştım koltuğa. Kımıldamadı. Kuduruyordum öfkeden,
çektim, sövdüm,ittim. O direndikçe ben çıldırdım. Birden bir tahta çatırtısı
geldi. Ümitlendim, enerji doldum. Küçük bir tahta parçası kırıldı elimde.
Baktım, yere fırlattım ve işime döndüm. Bir parça daha kırıldı. Fabrika günleri,
yük trenlerini boşalttığım günler, donmuş balık kasaları kaldırdığım günler,
sığır ölüsü omuzladığım günler; işe yarıyorlardı şimdi. Her zaman güçlü ama bir
o kadar da tembel olmuştum. Şimdi o koltuğu parçalıyordum. Sonunda çekip
çıkardım koltuğu arabadan. Saldırdım lanet şeye otoparkta. Paramparça ettim.
Sonra parçaları güzelce toplayıp birilerinin ön bahçesine istifledim. Vosvos’a
bindim, eve yakın bir yerde park yeri buldum. Bütün yapmam gereken Santa Fe’de
bir hurdacıya gidip kendime yeni bir ön cam almaktan ibaretti. Şimdilik
bekleyebilirdi. Eve girdim, iki bardak buzlu su içip yattım” Sf- 172
“ Üzerimde ölmüş
babamın bana gelen büyük paltosu vardı. Pantolonum fazlasıyla uzundu,
paçaları ayakkabılarımın üzerine dökülüyordu ve bu yararımaydı, çünkü ayağımda
iki farklı çorap vardı ve ayakkabılarımın topukları aşınmıştı. Berberlerden
nefret ettiğim için saçımı kesecek bir kadın bulamadığım zaman kendim keserdim.
Traş olmayı ve uzun sakalı sevmediğim için de iki-üç haftada bir makası alıp
sakalımı kırpardım. Gözlerim bozuktu ama sadece okurken gözlük takardım.
Dişlerim kendimindi ama sayıca fazla değillerdi. Yüzüm ve burnum içkiden
kızarmıştı ,ışık gözlerimi rahatsız ettiği için gözlerimi sürekli kısıyordum.
Dünyanın herhangi bir yerindeki bir Sefilhane’de hiç yadırganmayacağım şüphe
götürmezdi”-sf 179
“ O gece mektupları
ve şiirleri kadar ilginçti Keesing. Birkaç istisna dışında muhabbete edebiyat
karıştırmayacak kadar da sağ duyulu. Başka şeylerden söz ettik. Mektupları ve
şiirleri iyi olan şairlerle bile şansım pek yaver gitmemişti o güne kadar.
Douglas Fazzick’le karşılaşmam tam bir fiyasko olmuştu mesela. Yazarlardan uzak
durup işini yapmak en iyisiydi, ya da işini yapmamak. “-sf 179
“ O gece kötü bir
dinleti daha sundum. Umurumda değildi. Umurlarında değildi. John Cage sahneye
çıkıp bir elma yemek için bin dolar alabiliyorsa, ben de çuvallamak için beş
yüz dolar artı uçak bileti alabilirdim. “ sf- 182
“ Sonrası her zamanki gibiydi. Hazırlık sınıfında okuyan genç kızlar şehvetli bedenleri ve çakmak çakmak yanan gözleriyle gelip benden ellerindeki kitapları imzalamamı istediler. Bir gece beşini birden sikip onları sistemimden sonsuza dek atmak isterdim.” Sf- 183
“ Hasta ve mutsuz
olmasına rağmen ölecek birine benzemiyordu Bill. Çok ölüm vardı böyle ve ölümü
bilmemize, hemen hemen her gün düşünmemize rağmen, sıradışı ve sevilen birinin
ani ölümüyle karşılaştığımızda zordu ölümü kabullenmek. “ –Sf 184
“ Hayvan katliamına
karşıydı, et yemiyordu. Yeterince etliydi zaten. Her şey harikuladeydi bana
söylediğine göre, dünya güzelliklerle doluydu ve bütün güzellikler bizim
içindi, yeter ki uzanıp ona dokunalım” –sf 186
“ Nereden geliyordu
bütün bu kadınlar? Tükenmek bilmeyen bir stok. Her biri kendine özgüydü,
farklıydı. Yarıkları farklıydı, öpüşmeleri farklıydı, göğüsleri farklıydı, ama
hiçbir erkek hepsinin tadına bakamazdı, sayıca çok fazlaydılar, bacak bacak
üstüne atıyor, erkekleri delirtiyorlardı. Ne şölen! “ –sf 186
“ İçmekle düzüşmek
arasında bir tercih yapmak zorunda kalsaydım düzüşten vazgeçerdim
herhalde.” –sf 189
“-Düzüşmek insanın
başına iş açabilir dedi Valerie
-Karım dışarda
başkasıyla sikiştiğinde ben pijamamı giyer yorganı başıma çeker, uyurum dedi
Bobby
-Serikanlıdır kocam
dedi valerie
-Hiçbirimiz cinselliği nasıl kullanacağımızı, onunla ne yapacağımızı bilmiyoruz, dedim. Çoğu insan için cinsellik – kur çalışsın.
-Ya aşk dedi Valerie
-Ruhsal yükün altından kalkabilenler için güzeldir aşk. Deli gibi akan bir idrar nehrini sırtında ağzına kadar dolu bir çöp bidonuyla aşmaya çalışmak gibi.
-O kadar da kötü değildir
-Bir önyargı biçimidir aşk. Benim yığınla önyargım var zaten “
-Hiçbirimiz cinselliği nasıl kullanacağımızı, onunla ne yapacağımızı bilmiyoruz, dedim. Çoğu insan için cinsellik – kur çalışsın.
-Ya aşk dedi Valerie
-Ruhsal yükün altından kalkabilenler için güzeldir aşk. Deli gibi akan bir idrar nehrini sırtında ağzına kadar dolu bir çöp bidonuyla aşmaya çalışmak gibi.
-O kadar da kötü değildir
-Bir önyargı biçimidir aşk. Benim yığınla önyargım var zaten “
“ Şişemi alıp odama
gittim. Şortuma kadar soyunup yatağa girdim. Hiçbir şey asla uyum içinde
değildi. İnsanlar buldukları her şeyi körü körüne benimsiyorlardı: Kominizm ,
sağlıklı beslenme, zen, sörf, bale, ipnotizma, grup terapi , toplu seks,
bisiklet, otlar, Katoliklik, halter, seyahat, inziva, vejetaryenlik, Hindistan,
resim, yazmak, yontmak, beslemek , orkestra yönetmek, sırt çantasıyla yollara
düşmek, düşüp kalkmak, kumar oynamak, içki içmek, takılmak, yoğurt, Beethoven,
Bach, Buda , isa, TM, Eroin, havuç suyu, intihar, ısmarlama takım elbiseler,
uçakla seyahat, New York; sonra her şey buharlaşıp uçuyordu. Ölmeyi beklerken
yapacak şey arıyordu insanlar. Seçim sahibi olmak da güzeldi.” – sf 190
“ Et yiyordum.
Tanrım yoktu. Düzüşmekten hoşlanıyordum. Doğa ilgimi çekmiyordu. Oy
kullanmıyordum, savaş seviyordum, uzay beni sıkıyordu. Beysbol beni sıkıyordu,
tarih beni sıkıyordu, hayvanat bahçeleri beni sıkıyordu.” –sf 195
“ Oturup
onu bekledim. Hep huzursuzlanıyordum bu durumlarda, geldiklerinde, keşke onları
görmesem duygusuna kapılıyordum. Liza güzel olduğunu yazmıştı ama hiç
fotoğrafını görmemiştim. Bir keresinde yazışmalar sonucunda hiç görmediğim bir
kadınla evlenmiştim. O da zekice mektuplar yazmıştı, ama iki yıl süren
evliliğim tam bir fiyasko olmuştu. İnsanlar mektuplarına hayatlarında
olduklarından çok daha iyiydiler genellikle. Şairlere benziyorlardı bu anlamda.
“ –sf 201
“ İkinci dövüş
de sıkıcıydı. Seyirci bol bira içti, bağırdı, çağırdı kükredi. Bir süre için de
olsa fabrikaları, atölyeleri, mezbahaları, araba yıkamaya servislerini
unutmuşlardı; ertesi gün yine esarete döneceklerdi, ama şimdi özgürlük
çılgınıydılar. Yoksulluğun tutsaklığını düşünmüyorlardı. Ya da işşizlik
sigortasının ve yemek karnelerinin esaretini. Yoksullar bodrumlarında atom
bombası yapmayı öğreninceye kadar hepimiz güvencedeydik..” - Sf 107
“ Tamamen örtülü bir
kadın heyecan vericidir, bence. Vücudunun nasıl olduğunu bilemezsin elbette,
ama bazı tahminlerde bulunur insan.” –sf 201
“ Kadınlar hakkında
ne düşünüyorsun? diye sordu-
Düşünür değilim ben.
Her kadın farklı. Temel olarak en iyi ile en kötünün bir karışımı gibi
görünüyorlar bana. Hem büyüleyici hem de korkunç. İyi ki varlar ama
-Kadınlara nasıl
davranırsın
-Onlar bana benim
onlara davrandığımdan daha iyi davranırlar-
Adil mi bu sence?-
Adil değil, ama öyle
-Dürüstsün
-Tam da değil “ – sf
203
“ Onu
düzmemekle hata etmiştim belki. Nasıl bilecekti erkek ne yapması gerektiğini?
Karşındaki insana karşı bir şeyler hissediyorsan beklemek daha iyidir
genellikle diye karar verdim. Görür görmez nefret ettiysen en iyisi hemen
düzmektir; düzememişsen bekle , daha sonra nefretle düzersin. “ –sf 204
“ Liza yatak odasına
döndü. Sonra yeşil kırmızı, yer yer yaldızlı bir elbiseyle çıktı. Orta
uzunlukta, göbeği açık bir elbiseydi. Önümde yürürken özel bir biçimde
gözlerimin içine bakıyordu. Ne mahcup ne de seksi, mükemmel. Kaç kıyafet
sergilediğini hatırlamıyorum, ama sonuncusu en güzeliydi. Vücudunu eldiven gibi
sarmıştı, eteğinin iki yanı da yırtmaçlıydı. Yürürken önce bacaklarından biri
görünüyordu, sonra diğeri. Siyahtı elbise, parlak kumaştan ve dekolte. Önümde
geçerken kalkıp belinden kavradım. Tutkuyla öptüm onu, belini geriye bükerek.
Onu öpmeye devam ederken uzun elbisesini yukarı kaldırdım. Elbisenin arkasını
tamamen yukarı kaldırdım ve külotunu gördüm, sarıydı. Elbisenin ön tarafını da
kaldırıp kamışımı dayadım. Dilini ağzıma kaydırdı- buzlu su içmişçesine
serindi. Geri geri yürütüp yatak odasına soktum, yatağa itip biraz hırpaladım.
Önce sarı külotunu çıkardım, sonra da pantolonumu. Hayal gücümü kendi akışına
bıraktım. Bacaklarını boynuma doladı. Bacaklarını iyice açtım, biraz yukarı
çıktım ve içine daldırdım. Oynadım bir süre, değişik hızlar, sonra öfkeli
vuruşlar , sonra aşk vuruşları, sonra da köklemece. Zaman zaman dışarı
çıkarıyor, sonra yine başlıyordum. Sonunda kaptırdım, boşaldım ve yanına yığıldım.
Liza beni öpmeye devam etti. Orgazm olup olmadığından emin değildim. Ben
olmuştum.” – sf 206
“ Bir kadınla kendi
mekanımda olmaktansa onun mekanında olmayı yeğlemişimdir. Onların mekanındaysam
istediğim zaman kalkabiliyordum” –sf 208
“ Kalabalık aynıydı,
ama aklım işimdeydi. Giderek ısındılar, coştular, heyecanlandılar. Bazen onlar
sırtlıyordu gösteriyi, bazen sen. Genellikle sen boks ringine çıkmak gibiydi;
onlara borçlu olduğun duygusunu taşımalısın, onlar olmasa sen orada olmazdın
çünkü. Direklerimi konuşturdum, çapraz kroşeler çıkardım, dans ettim ve son
rauntta iyice açılıp hakemi yere serdim. Gösterinin iyisi kötüsü olmaz. Bir
gece önce çuvalladığım için tuhaflarına gitmişti mutlaka. Benim tuhafıma
gittiği kesindi” –sf 217
“ Şairlerin çoğu kuralcı
ve boktan tiplerdir” –sf 218
“ Ölünceye dek
yaşamak bile çok zahmetli iş. “ –sf 221
“ Bazen işimi
yaparken iyice huysuzlaşıyorum. Ama sonra kendimi toparlıyorum, onlar da bana
tahammül ediyorlar. Allahın cezası avukatların ne iğrenç tipler olduklarını
bir bilsen! Her şeyini isterler, işi hazırlamanın ne kadar zaman aldığı onları
hiç ilgilendirmez. “ – sf 225
“ Avukatlar ve
doktorlar içinde yaşadığımız toplumun hak ettiğinden fazla kazanan en şımarık
fertleridir. Sonra araba tamircileri gelir. Dişçileri de listeye dahil
edebiliriz. “ –sf 225
“ Üzerimde sadece
şortumla yatak odasına girdim. Şortumun üzerine sarkan beyaz göbeğimden
utanıyordum. Karnımı içeri çekmek için çaba sarf etmedim ama. Yatağın yanında
durdum, şortumu indirip çıkardım. Birden daha fazla içmek istedi canım. Yatağa
girdim , çarşafın altına. Sonra Debra’ya döndüm. Ona sarıldım vücudunu vücuduma
bastırdı. Öptüm onu. Islak bir yarıktan farksızdı ağzı. Hazırdı. Hissediyordum.
Isınmaya gerek yoktu. Öpüşürken dilini ağzıma sokup çıkarıyordu. Dişlerimle
dilini yakalayıp tuttum. Sonra üstüne çıkıp soktum. Onu düzerken başını yana
çevirme biçimiyle ilgiliydi sanırım. Tahrik etti beni. Başını yana çevirmişti
ve her vuruşta sıçrıyordu başı yastıkta. Zaman zaman başını kendime doğru çevirip
o kan kırmızı ağzı öpüyordum. İntikam saatim gelmişti nihayet. Paranız ( ya da
umudunuz) varsa iki dolara bir fahişeyle yatabileceğiniz 1937 yılında Los
Angeles kaldırımlarında gezinirken gördüğüm, arkalarından arzuyla baktığım
bütün kızları ve kadınları düzüyordum. Çok uzun zaman beklemiştim bunun için.
Vurdum, pompaladım, kökledim. Kıpkırmızı ve yararsız bir düzüşmenin içindeydim.
Debra’nın başını bir kez daha kavradım, kırmızı ayağına yumulup içine
patlattım, diyaframına. “ –sf 227
“ Bardağı dipledim,
şişede kalan son şarabı koydum. Playa Del Ray’deydim. Soyunup elbiselerimi
kanepeye fırlattım. Hiçbir zaman iyi giyinen biri olamadım. Gömleklerim soluk
ve küçüktü, beşaltı yıllık,paçavra. Pantolonlarım da öyle. Alışverişten nefret
ediyordum, tezgahtarlardan nefret ediyordum; sizi küçümser, hayatın sırrını
keşfetmiş gibi davranırlardı. Benim sahip olmadığım bir özgüvene sahiptiler.
Ayakkabılarım her zaman eski ve buruşuktu, ayakkabı mağazalarından da nefret
ederdim. Elimdeki kullanılmaz gelinceye dek hiçbir şey satın almazdım, araba
dahil. Bir satıcıya gereksinimi olan bir alıcı olamadım hiçbir zaman; özellikle
satıcı bu kadar yakışıklı, soğuk ve üstünken. Hem zaman alıyordu bütün bunlar,
ayaklarını uzatıp içmek varken. “ –sf 227
“ Biz, Batı
Hollywood sakinleri için tuvaletler hiçbir zaman gerektiği gibi çalışmaz, ev
sahiplerinin ikinci sınıf tesisatçıları onları bir türlü tamir edemezlerdi.
Rezervuar kapaklarını açık bırakır, evde mutlaka pompa bulundururduk. Musluklar
damlardı, karafatmalar yaşamın bir parçasıydılar, köpekler her yere
pislerlerdi, tel kapılardaki deliklerden sinek ve havada uçuşan envai çeşit
böcek girerdi içeri. “ –sf 229
“ Herkes bir şekilde
beklemek zorundaydı. Bekle, bekle– hastaneyi, doktoru, tesisatçıyı, akıl
hastanesini, kodesi, ölüm babayı. Önce kırmızı yandı , sonra yeşil. Dünyanın
vatandaşları yemek yiyor, televizyon seyrediyor, beklerken işlerinden ya da
ahlak eksikliğinden kaygı duyuyorlardı.” Sf- 230
“ O kırmızı kısa
eteği ve naylon bacaklarıyla Tessie kancığı diye geçirdim içimden adama ödemeyi
yaparken. Hiç düşünmeden bir düzine adamın altına yatmıştı mutlaka. Onun
sorununun düşünmeme olduğuna karar verdim. Sevmiyordu düşünmeyi. Bu da sorun
sayılmazdı, çünkü düşünmek zorunda olduğunu söyleyen bir yasa ya da kural
yoktu. Birkaç yıl sonra ellisine merdiven dayayınca düşünmek zorunda kalacaktı
ama.” – sf 231
“ -Kitaplarında
içmekten söz ediyorsun sürekli. İçmenin sanatına katkısı oldu mu sence?
Hayır
yazarlığı öğlene kadar uyuyabilmek için seçmiş bir alkoliğim ben” – sf 240
“ Karanlıkta
öpüştük. Öpüşme manyağıydım zaten, hem Sara o güne kadar tanıdığım kadınların
içinde en iyi öpüşenlerden biriydi. Onunla kıyaslayabileceğim birini bulmak
için Linda’ya kadar geri gitmek zorundaydım.” Sf- 241
“Her kadın farklıydı
yine de, her biri farklı öpüşüyordu. Lydia orospu çocuğunun tekini öpüyordu o
anda muhtemelen, daha da kötüsü yalıyordu.” Sf- 241
“ Sara kamışımı eline
alıp okşamaya başladı. Sonra yarığına sürttü. Bir aşağı bir yukarı sürtüyordu,
bir aşağı bir yukarı. Tanrı’ya itaat ediyordu. Drayer Baba’ya. Yarığına
dokunmadım. Drayer Baba’ya ters gitmek istemiyordum. Öpüşmeye devam etti,
kamışımı içine sokmasını bekliyordum. Sürtmekle yetiniyordu ama. Kıllar
kamışımı yakmaya başladı. Çekildim. “ sf- 242
“ Hayal kırıklığına
uğradım neredeyse, çünkü stres ve delilik ortadan kalktığında yerine
koyabileceğim güvenilir bir şey yoktu hayatımda” – sf 244
“ Varılacak bir hüküm
yoktu, bir seçim yapmak zorundaydın. İyiliğin ve kötülüğün ötesinde fikri
teoride iyiydi, ama yaşamı sürdürmek için seçim yapmak zorundaydın: kimi
diğerlerinden daha müşfikti, kimi seninle daha ilgili; bazen de dış görünü
harikulade ama içi buz gibi olanlar da gerekebiliyordu; sırf eğlence olsun
diye, iki paralık boktan filmler gibi. Daha müşfik olanlar daha iyi
düzüşüyorlardı gerçekten; onlarla bir süre takıldıktan sonra gözüne harikulade
görünmeye başlıyorlardı, çünkü harikuladeydiler gerçekten. Sara’yı düşündüm, o
fazladan şey vardı onda. Şu lanet Drayer Baba ‘ DUR’ levhasıyla karşımıza
dikilmese her şey güllük gülistanlık olacaktı. “ –sf 246
“ Sara beni
kaygılandırıyordu. Cinselliğin onun için evlilik anlamına geldiğini söylemişti.
Şaka etmiyordu, ciddiydi. Kesinlikle bakir bir yanı vardı, ama birçok farklı
şeyden de zevk alıyordu; kamışı kıllarına sürtülen tek erkek ben değildim
herhalde. Benim tahminin onun kafasının da herkes kadar karışık olduğu
yönündeydi. Bu koşullar altında onunla görüşmeye devam etmem gerçek bir
muammaydı benim için. Onun direncini kırma çabası içinde filan değildim.
Fikirlerine katılmıyor, ama ondan yine de çok hoşlanıyordum. Seksten usanmıştım
belki. Nihayet yaşlanıyordum belki.” –sf 247
“ Hep nefret
etmişimdir müzik setlerinden. Yoksul semtlerde yaşayanalar sürekli
birbirlerinin sesini duyarlar, düzüşme sesleri dahil, ama en rahatsız edici
olanı onların müziğini, o kusmuğu, üç saat kadar sonuna kadar açılmış olarak
dinlemek zorunda kalmaktır. Üstelik genellikle pencerelerini açık bırakırlar,
onların hoşuna gidenin senin de hoşuna gideceğinden emin. “ –sf 248
“ Şiir
okuduğun için sana para ödeyecekleri bir yere gitmek saçmalığın daniskasıydı.
Hoşlanmıyordum, abuk sabuk buluyordum. Elli yaşına kadar anlamsız, aşağılık işlerde
katır gibi çalıştıktan sonra, birden , ülkenin bir yerinden bir yerine uçarken
bulmak kendini, elinde votka bir atsineği misali. “ –sf 250
“ Seattle’da
McIntosh bekliyordu beni, arabasına atladık. İkimiz de fazla konuşmadığımız
için yolculuk iyi geçti. Dinletiyi özel bir kuruluş destekliyordu, ki
üniversite destekli dinletilere bin kere yeğlerim. Üniversiteler korkuyorlardı;
en çok da sefil şairlerden, ama öte yandan pas geçemeyecek da meraklıydılar. “
–sf 250
“ İşin ehli birini
bulmak zordu ama insanlar o kadar beceriksizdiler ki..” –sf 254
“ Genellikle
Meksikalılar ve alt tabakadan insanlar gelirdi Olympic’e , film yıldızları ve
ünlülerin de geldiği olurdu. Çok iyi, yürekleriyle dövüşen Meksikalı boksörler
çıkardı ringe. Sadece beyazların ve zencilerin dövüşleri zevsksiz geçerdi,
özellikle ağır siklette. Tuhaf bir duyguydu Katherine’le orada olmak. İnsan
ilişkileri tuhaftı. Demek istediğim, bir süre biriyle birlikte oluyor,onunla
yiyor , yatıyor,sevişiyor, konuşuyor, geziyor, hayatını paylaşıyordun, sonra
bitiyordu. Bir süre kimseyle birlikte olmuyordun, sonra düzüşüyordun ve her şey
çok doğal görünüyordu; siz hep onu, o da hep sizi beklemiş gibi. Hep eksik
hissettim kendimi yalnızken; iyi hissettiğim de oldu, ama hep eksik” –sf 106
“ Sara ile kutlamaya
ve içmeye başladık, dünyanın yarısı sarhoş olmak için kıçını yırtarken kolay
değildi sarhoş olmak. “ –sf 295
-Hey , moruk senin dinletinden önce sahne aldığım gece… o
kadar kötü müydüm Hank?- Gerçeği söyle-Bak Dinky kalbini kırmak istemiyorum,
ama ben dinlemekten çok içiyordum. Sahneye çıkıp onlarla nasıl yüzleşeceğini
düşünmekten başka bir şey yapamıyordum, gerçekten kusturur beni.-Ama ben
bayılıyorum seyirci önüne çıkmayı, hele şarkılarımı sevmişlerse cennetteyim-Yazmak
farklıdır. Yalnız yapılır, seyirciyle ilgisi yoktur.”
“ Gel gör ki,
sırf karşında oturduğu için bir adamın yeteneğini pohpohlamak bütün yalanların
en bağışlanmazıydı; çünkü bu onu yüreklendirmek demekti, gerçek yetenekten
yoksun birini yüreklendirip hayatını harcamasını telkin etmekti. Çok insan
yapar bunu, dostlar ve arkadaşlar özellikle. “ – sf 297
“ Ahizeyi
beşiğine koydum. Sara’yı düşündüm. Sara ile evli değildik ama. Erkeğin hakkı
vardı. Ben bir yazardım. Pis bir moruktum. İnsan ilişkileri yürümüyordu zaten.
İlk iki hafta bir şeye benziyor, taraflar daha sonra heyecanlarını
yitiriyorlardı. Maskeler düşüyor, gerçek yüzler belirmeye başlıyordu:
çatlaklar, gerizekalılar, sapıklar, kinciler, sadistler, katiller. Modern
toplum kendi türlerini yaratmıştı ve hepsi birbirlerinden besleniyorlardı.
Ölümüne bir düello lağım çukurunda . İnan ilişkilerinden
umulabilecek en uzun sürenin iki buçuk yıl olduğuna karar vermiştim. “ – sf 299
“İlk dövüş sıkıydı,
bol kan ve cesaret. Boks maçlarına ve hipodroma giderek yazmak hakkında bir
şeyler öğrenebiliyordum. Mesaj açık değildi ama bana yararı oluyordu. Önemli
olan da buydu zaten; Mesajın açık olmayışı. Sözsüzdü, yanan bir ev gibi, deprem
gibi,sel gibi, arabadan inerken bacaklarını sergileyen bir kadın gibi. “ –sf 106
“ Kendimi giderek
daha kötü hissediyor, evin içinde dolanıp duruyordum. Eve gitmek yerine orada
kaldığım için kötü hissediyordum kendimi beki de. Istırabı uzatmaktan
farksızdı. Ne bok heriftim ben? Gerçekten kötü, gerçekdışı oyunlar
oynayabiliyordum. Neyin peşindeydim? Bir şeylerin intikamını mı almaya mı
çalışıyordum? Kendime sürekli bunun aslında bir araştırma, dişiye dair bir
inceleme olduğunu daha ne kadar telkin edebilirdim? Ne yaptığımı hiç düşünmeden
rüzgara kapılmış gidiyordum. Kendi bencil ve bayağı zevkimden başka bir şey
düşünmeden. Şımarık bir lise öğrencisinden farkım yoktu. En adi fahişeden daha
adiydim; bir fahişe sadece paranızı alır. Başkalarının hayatlarıyla
oyuncaklarımla oynar gibi oynuyordum. Nasıl erkek dedim kendime? Nasıl şiir
yazardım? Özüm neydi? İkinci ligde oynayan bir Sade’ydim, onun zekasından
yoksun. Bir katil bile benden daha dürüst ve açıktı, ya da bir tecavüzü. Ben
kendi ruhumla oynanmasını, onunla alay edilmesini istemiyordum; bu kadarından
emindim en azından. “ –sf 256
“ Sapıma kadar
kötüydüm. Halının üzerinde bir aşağı bir yukarı gezinirken hissedebiliyordum
bunu. Kötü. İşin en berbat yanı aslında olmadığım gibi davranıp insanları
kandırmamdı- iyi biri gibi. Bana duydukları güven yüzünden girebiliyordum
başkalarının hayatlarına. Kirli bir işi kolayına kaçarak yapıyordum. Sırtlanın
Aşk Hikaye’sini yazıyordum. Düşüncelerimin verdiği şaşkınlıkla odanın ortasında
kalakaldım. Sonra yatağın kenarında otururken buldum kendimi, ağlıyordum.
Parmaklarımla dokunabiliyordum gözyaşlarıma. Beynim dönüyordu, ama aklımın
başında olduğunu biliyordum yine de. Başıma geleni anlamakta güçlük çekiyordum.
“ –sf 256
“ Hayatıma
olanları anlamakta güçlü çekiyordum. Bilgeliğimi,dünyeviliğimi , o kalın ve
sert kabuğumu yitiriyordum. Başkalarının sorunlarına bulaşarak mizah duygumu
yitirmiştim. Geri istiyordum hepsini. Hayatım tatlı bir pınar gibi aksın
istiyordum. Ama geri gelmeyeceklerini de biliyordum bir şekilde, yakında değil
en azından. Hayatımı suçluluk duygusu çekerek yaşamaya sürdürmeye mahkumdum. “
- sf 258
“ Kendimi suçluluk
duygusunun bir tür hastalık olduğuna ikna etmeye çalıştım. Suçluluk duygusundan
yoksun insanlar ilerleme kaydediyorlardı bu dünyada. Yalan söyleyebilen,
kandırabilen, bütün kestirmeleri bilen insanlar. Cortez. Şakası yoktu. Vince
Lombardi’de öyle. Ama bütün telkin çabalarıma rağmen kötü hissediyordum
kendimi. Bu işi halletmeye karar verdim. Hazırdım. Günah çıkarma hücresi.
Katolik’tim bir kez daha. Gir ,çık ve bağışlanmayı bekle.” – sf 258
“ Güzel bir
bahar temizliği yapmaya niyetlenmiş, ama başaramamıştım. Giderek daha kötü
hissediyordum kendimi. Bunalım ve intihar kötü beslenmenin bir sonucudur
genellikle. Son zamanlarda iyi besleniyordum ama. Eski günleri düşündüm,
günde bir parça çikolatayla beslendiğim. Atlantic Monthly ve Harper’s a elle
yazılmış öyküler yolladığım günleri. Yemekten başka bir şey düşünmezdim. Vücut
beslenmeyince , zihin de aç kalıyordu. Ama son zamanlarda fevkalede besleniyor,
çok güzel şaraplar içiyordum. Bu da düşüncelerimin doğru olduğunu kanıtlıyordu.
Herkes kendinin özel, ayrıcalıklı, müstesna olduğunu düşünüyordu. Balkonundaki
saksıları sulayan kocakarı bile. Ben müstesna olduğumu düşünüyordum çünkü elli
yaşında fabrikalardan çıkıp şair olmuştum. İyi bok yemiştim! Çaresizlik içinde
olduğum günlerde patronlar ve müdürler nasıl üzerine işemişse, şimdi de ben
herkesin üzerine işiyordum. Aynı kapıya çıkıyordu. Kıytırık bir ün sahibi,
köküne kadar çürümüş götün tekiydim “ –sf 259
“ Çarşamba
akşamı havalimanında Iris’i beklerken buldu beni. Oturup kadınları seyrettim.
Hiçbiri- birkaçı hariç- Iris’la kıyaslanamazdı. Yolunda olmayan bir şey vardı
ben de. Cinselliği çok fazla düşünüyordum. Gördüğüm her kadınla yatağa
girdiğimi hayal ediyordum. Havalimanlarında beklerken zaman öldürmenin iyi bir
yoluydu. Kadınlar; elbiselerinin renklerini seviyordum; yürüyüşlerini
seviyordum; kimilerinin yüzündeki acımasızlığı seviyordum; ender de olsa başka
bir yüzdeki saf güzelliği, bütünüyle ve büyüleyici biçimdeki dişiliği
seviyordum. Üstündüler bizden; planlama ve organizasyonda bizden çok daha
yetkindiler. Erkekler futbol seyreder, bira içip bowling oynarken onlar ,
kadınlar bizim hakkımızda düşünüyor, bizi inceliyor, karar vermeye
çalışıyorlardı- bizi bıraksalar mı , atsalar mı, değiştirseler mi, öldürseler
mi, yoksa sadece terk mi etseler? Uzun vadede fark etmiyordu, ne yaparlarsa
yapsınlar yalnızlık ve delilikti sonumuz. “ – sf 261
“ Gençken sürekli
bunalırdım. Ama intihar hayatımda bir olasılık olmaktan çıkmıştı artık. Benim
yaşımda öldürülecek pek az şey kalmıştır. İyiydi yaşlı olmak, kim ne derse
desin. Bir tür berraklığa ulaşabilmek için bir yazarın en az elli yaşına gelme
gerekliliği son derece mantıklıydı. Ne kadar çok nehir aşarsan o kadar çok şey
öğrenirdin nehirler hakkında- deli gibi akan suya ya da gizli taşlara yenik
düşmediğini varsayarak. Azgın akar bazen nehirler.” – sf 264
“ Sıradan Amerikan
kadını değildi, bu da ona kestirilmesi güç bir görünüm kazandırıyordu. Sapına
kadar kadındı, ama bunu insanın yüzüne fırlatmıyordu. Amerikan kadını pazarlığa
gelince çetin cevizdi, ama sonunda kazıklanmış çıkıyordu alışverişten. Doğal
bir Amerikan kadını bulmak için Teksas’a ya da Louisiana’ya gitmek gerekiyordu
artık. “ – sf 265
“ Öğleden sonrayı
içerek geçirdik, beş-altı sularında sıra hindiye geldi. Yemek bizi ayılttı
biraz. Bir saat kadar sonra içmeye başladık yine. Yatağa erken girdik, on buçuk
gibi. Uzun bir düzüşmeyi garanti edebilecek kadar ayıktım. Vurmaya başladığım
andan itibaren işi kıvıracağımdan emindim. Ben boşalırken o da orgazm oldu
sanki. Emin olamıyordum elbette. Yanına uzandım. Hep bayılmışımdır Kanada
pastırmasına.” – sf 266
“ Ahlaki değerlerden
yoksun insanlar sık sık başkalarından daha özgür oldukları sanısına kapılırlar,
ama aşk ve sevgi duyguları körelmiştir. O yüzden de zamparalık yaparlar.
Ölülerin düzüşmesi. Ne kumar ne de mizah vardır oyunlarında- cesetlerin
düzüşmesi. Ahlak değerleri kısıtlayıcıdır, ama yüzyıllardan beri birikmiş insan
deneyiminin üzerine inşa edilmişlerdir. Bazı ahlak değerleri insanların
fabrikalarda köle gibi çalışmalarını, kiliseye gitmelerini, Devlet’e sadık
kalmalarını savunur. Diğerleri ise sağduyuya seslenir. Zehirli ve zehirsiz
otların yetiştiği bir bahçe düşünün. Hangilerinin yeneceğini, hangilerinden uzak
durmak gerektiğini öğrenmek zorundasın” – sf 271
“ Iris ile deneyimim
son derece zevkli ve doyurucu olmuştu, oysa ne ben ona aşık olmuştum ne de o
bana. Karşındaki insana özen göstermek kolay, göstermemekse çok zordu. Ben özen
gösterdim.” – sf 270
“ Iris Duarte’yi uçağa bindirme saati geldi çattı. Sabah uçuşu olduğu için biraz çetrefilliydi benim için. Öğle saatlerinde uyanmaya alışıktım; akşamdan kalmalık için çok iyi bir tedaviydi, ömrüme beş yıl katacaktı. Hiç hüzünlemedim onu havalimanına götürürken. Harikulade bir cinsellik yaşamıştık; kahkaha da eksik olmamıştı. Daha uygarca zaman geçirdiğimi hatırlamıyorum, birbirimizden hiçbir şey talep etmedik, ama samimiydik; duygudan yoksun, ölü etin ölü etle çiftleşmesi değildi. Nefret ediyordum o tür cinsellikten; Los Angeles, Hollywood, Bel air, Malibu, Laguna Beach düzüşmeleri. İki yabancı olarak başlar, iki yabancı olarak bitirirdin- birbirlerini mastürbe eden adsızlar topluluğu.” – sf 270
“ Iris Duarte’yi uçağa bindirme saati geldi çattı. Sabah uçuşu olduğu için biraz çetrefilliydi benim için. Öğle saatlerinde uyanmaya alışıktım; akşamdan kalmalık için çok iyi bir tedaviydi, ömrüme beş yıl katacaktı. Hiç hüzünlemedim onu havalimanına götürürken. Harikulade bir cinsellik yaşamıştık; kahkaha da eksik olmamıştı. Daha uygarca zaman geçirdiğimi hatırlamıyorum, birbirimizden hiçbir şey talep etmedik, ama samimiydik; duygudan yoksun, ölü etin ölü etle çiftleşmesi değildi. Nefret ediyordum o tür cinsellikten; Los Angeles, Hollywood, Bel air, Malibu, Laguna Beach düzüşmeleri. İki yabancı olarak başlar, iki yabancı olarak bitirirdin- birbirlerini mastürbe eden adsızlar topluluğu.” – sf 270
“ Park etmek
üzereyken kırmızı elbise giymiş zenci bir hatun geçti yanımdan. Kıçını kendine
özgü , harikulade bir biçimde çalkalıyordu, nefes bir salınım. Sonra bina
görüşümü kesti. Nasıl yürüneceğini biliyordu yosma; hayat birkaç kadına zarafet
bağışlamış, diğerlerini reddetmişti sanki. O tarifsiz zarafet vardı bu kızda.”
– sf 272
“ Iris’in bende
kaldığı günler boyunca kayda değer bir şey olmadı. İçtik,yedik ve düzüştük. Hiç
tartışmadık. Sahil boyunca uzun gezintilere çıktık, deniz ürünleri yedik. Hiç
yazmadım. Daktilodan uzak durmayı gerektiren zamanlar vardır. İyi bir yazar ne
zaman yazacağını bilir. Herkes daktilo kullanabilir. İyi bir daktilo
yazdığımdan değil; imlam ve gramerim de berbattır ayrıca. Ama ne zaman
yazacağımı biliyordum. Düzüşmek gibiydi. Arada sırada aleti dinlendirmek
zorundaydın. Bana zaman zaman mektup yazan Jimmy Shannon adında eski bir
arkadaşım vardı. Yılda altı roman yazıyordu, hepsi ensest üzerine. Açlıktan
ölmek üzere olmasında da şaşılacak bir şey yoktu tabii ki. “ –sf 270
“ Benim sorunum
cinsel aletimi yazı aletimi dinlendirdiğim gibi dinlendirememekti.
Dinlendiremiyordum, çünkü kadınlar sadece dalgalar halinde geliyorlar,
başkasını aleti devreye girmeden sen malı kaldırmak istiyordun. On yıl kadar
bir süre yazmaya ara vermek hayatımın en talihli olaylarından biridir diye
düşünüyorum. ( Bazı eleştirmenler okurun hayatının da en talihli olaylarından
biri olduğunu söyleyeceklerdir şüphesiz) İki taraf için de on yıllık bir
dinlenme süreci. On yıl içmeyi bıraksaydım neler olurdu kim bilir. “ – sf 270
“Banyoya gidip
aynada yüzüme baktım. Korkunç görünüyordu. Sakalımdan ve kulaklarımdan birkaç
beyaz kıl yoldum. Selam, Ölüm. Ama neredeyse altmış yıldan beri hayattayım.
Beni o kadar kadar çok siper dışında yakaladın ki şimdiye kadar çoktan haklamış
olman gerekirdi. Hipodroma yakın gömülmek istiyorum… son düzlükteki koşuyu
duyabilecek kadar.” –sf 300
“Ne kadar
hüzün vardı her şeyde, işler yolunda gittiği zaman bile." -sf 310
“İçki satın aldığım yeri sık sık değiştirmeyi severim, gece gündüz yüklü alışveriş yaptığında tezgahtarlar alışkanlıklarını öğreniyorlardı. Hala nasıl hayatta olduğuma hayret ettikleri duygusuna kapılıyordum, bu da beni rahatsız ediyordu. Böyle bir şey düşündükleri filan yoktu, muhtemelen ama yılda üç yüz akşamdan kalmalık yaşayan biri bir süre sonra paranoyaklaşabiliyor." –sf 313
“ O kadar çok şey vardı ki beni duygulandıran; yatağın altında bir kadın ayakkabısı, etajerin üstünde unutulmuş saç tokası; “ çişim geldi” deyişleri, saç kurdeleleri, öğlenin bir buçuğunda onlarla çıkılan bulvar yürüyüşleri; içki, sigara ve muhabbet dolu o uzun geceler, tartışmalar, intiharlar, birlikte yiyip kendini iyi hissetmek, nerden geldiğini anlamadığın şakalar ve kahkahalar, havadaki mucize duygusu, arabayı park edip içinde oturmak, sabahın üçünde eski sevgilileri kıyaslamak; horladığının söylenmesi, onun horladığını duymak, anneler, çocuklar, kediler, köpekler, bazen ölüm ve boşanma, ama hep sürdürerek, halletmeye çalışarak çalışarak bir sandviç büfesinde tek başına gazete okurken onun şimdi zeka seviyesi 95 olan bir dişçiyle evli olduğunu düşünüp efkarlanmak; hipodromlar, park gezintileri, piknikler, kodesler bile; onun sıkıcı arkadaşları; senin içkin, onun dansı, senin onu boynuzlaman, onun seni boynuzlaması, onun hapları, senin aldatmaların, onun aldatmaları, birlikte uyumak…” sf -245-246
“İçki satın aldığım yeri sık sık değiştirmeyi severim, gece gündüz yüklü alışveriş yaptığında tezgahtarlar alışkanlıklarını öğreniyorlardı. Hala nasıl hayatta olduğuma hayret ettikleri duygusuna kapılıyordum, bu da beni rahatsız ediyordu. Böyle bir şey düşündükleri filan yoktu, muhtemelen ama yılda üç yüz akşamdan kalmalık yaşayan biri bir süre sonra paranoyaklaşabiliyor." –sf 313
“ O kadar çok şey vardı ki beni duygulandıran; yatağın altında bir kadın ayakkabısı, etajerin üstünde unutulmuş saç tokası; “ çişim geldi” deyişleri, saç kurdeleleri, öğlenin bir buçuğunda onlarla çıkılan bulvar yürüyüşleri; içki, sigara ve muhabbet dolu o uzun geceler, tartışmalar, intiharlar, birlikte yiyip kendini iyi hissetmek, nerden geldiğini anlamadığın şakalar ve kahkahalar, havadaki mucize duygusu, arabayı park edip içinde oturmak, sabahın üçünde eski sevgilileri kıyaslamak; horladığının söylenmesi, onun horladığını duymak, anneler, çocuklar, kediler, köpekler, bazen ölüm ve boşanma, ama hep sürdürerek, halletmeye çalışarak çalışarak bir sandviç büfesinde tek başına gazete okurken onun şimdi zeka seviyesi 95 olan bir dişçiyle evli olduğunu düşünüp efkarlanmak; hipodromlar, park gezintileri, piknikler, kodesler bile; onun sıkıcı arkadaşları; senin içkin, onun dansı, senin onu boynuzlaman, onun seni boynuzlaması, onun hapları, senin aldatmaların, onun aldatmaları, birlikte uyumak…” sf -245-246
Not: İsim ve kaynak belirtmeden
alıntı yapanları Melih Gökçek dudaklarından öpecektir.
Cem Kurtuluş, 2013
0 yorum:
Yorum Gönder