Karaköy’ün en sahici adamlarından biriydi Celal Abi. Herkesi
tanırdı. Fahişelerden tut esnafa kadar her türlüsünü tanırdı. Gerçek yeraltı
adamıydı. Cebinde çoğu zaman parası yoktu ama misafirlerini boş çevirmezdi.
Borç yapar yine boş sofrayı mezelerle donatırdı. Yanında takılan, sokaklarda
sabahlayan Mustafa Dede’nin ondan aşağı kalır yanı yoktu. Sırdaşıydı, her
şeyini onunla paylaşırdı. İstinye’de devletin inşa ettiği evsiz insanların
kaldığı bir yerde kalıyordu Mustafa Dede.
Balık –şarap aldığımız
gün Mustafa dedeyi polisler kodese tıktı. Yaşı 70 ama işi bitmemiş
olanlardandı Mustafa Dede. Memurlara da postayı o gün koymuştu, elindeki
kırmızı tuborgu bitirmeden teslim olmadı polislere. “ bırakın da biramı içeyim
be” demişti o gün memurlara.
Memurlar diğer
memurlara göre anlayışlı davrandı, Celal Abi memurlara 20 kağıt sıkıştırdı,
memurlar kabul etmedi. Memurlar bu defa iyi polisi oynuyordu. Kırmızı tuborgu
içtikten sonra teslim aldılar Mustafa Dedeyi. İki gram ot çekip etrafı duman
altı yapmıştı. Alınma nedeni de buydu. Memurlar otu bulamadı ama üflediği
dumanın bıraktığı etki fazlaydı. Polis sonra aldı götürdü. İşi zordu. Zor
yürüyor, zor yaşıyor, yaşamak için çırpınıyordu. Yaşadıklarını anlatsa roman
olurdu herkes gibi.
Karaköy’ün bütün sokaklarını talan etmişti. Karaköy’ün
alayı tanıyordu Mustafa Dedeyi. Kendisine ot satan kenan bile tanıyordu onu.
İyi müşterilerindendi ne de olsa, torbacılar iyi müşterilerini kaçırmak istemezdi.
O civarlarda derin iz bırakmıştı. Kırmızı tuborgu
kana kana içmesi için o gün ben almıştım, sonra memurlar derken ortalık
karıştı. Bunlardan 1 ay sonra Celal Abiye uğradığımda Mustafa Dede yoktu, ne
yapacağımı bilmeden aylak aylak yürüyordum sokaklarda. 1 haftadır deniz
havasını bırak, mahalle havası almamıştım. Oksijenden eksiktim. Celal abiyi
buldum o gün.
Her zamanki yerindeydi. Görmüş geçirmiş adamdı, her şeyi yaşamıştı.
Eski kaynakçıydı ama herkesle selam sabahı vardı. Denize tutsak adamdı, her
yüzü tanıyordu. Arkadaşı Ahmet geldi çöktü yanımıza. Köpekler havlıyordu, o
köpeklerin çoğunun ne yapacağını biliyordu. Ahmet abiye sinirlenerek “ kalk şuradan rakı alalım”
dedi. Bütün parayı rakıya yatırdık, cebindeki bozuk paraları çıkardı hepsini
rakıya bastık.
Yoksullar şarap,
zenginler rakı içerdi ama bu defa yoksul olsak da rakıya ufaktan başlamıştık. Celal
abi Görmüş geçirmiş adam olduğundan ne anlatsa eksik kalırdı ama bunu kimse anlamazdı. Bir süre her şeyi siktir
ettik, kendimizi bile.. Siktir edildiği her halinden belliydi, kendi başına
olmak tehlikeli bir işti her zaman. Anlattıkça anlattı. O anlattıkça beynim
sulandı.
Yılların Celal Abisiydi, rakıyı sek içiyordu. Rakı daha etkisini göstermemişti. “ Ahmet varya
kendini başkalarına siktiriyor dedi” kafamı salladım, sonra laflarını
sıralamaya başladı. “ Bak evlat ben burda herkesi tanırım, onlarda beni tanır.
Seni ezmelerine izin verirsen ensene yapışırlar, belanı sikerler” dedi. haklıydı.
5.dublesi bitmişti, 6.dubleyi doldurdum Celal Abiye. İbne diye bahsettiği
Ahmet’ten bir sigara almış hayatını
siken insanları anlatıyordu.
Ağzı iyice bozulmuştu, rakısını bir dikişte bitirmeyi
bilen adam olarak keyifle içmiyordu rakıyı. Ahmet abi rakı içmek için yoluna gitti. Patates yemeği
hariç masamızda hiç bir şey yoktu. Karanlık
çökmüştü, rakı içmeye devam ediyorduk. Kafası beş milyondu, ne dediğini
bilmiyordu Celal Abi.
Etrafta kaynakçılar
hariç kimse yoktu. Celal abinin küfürlerine onlar alışıktı, ben alışık
değildim. En azından alışık olduğum tek şey küfürbaz biri olmamdı. Kafası
güzelken “ burada kimse kalmıcak ulan,
ben gittikten sonra kim kalırsa sikerim” diyordu rakıyı içerken. Söylediklerini
tekrarladı. Sakladığım rakıyı celal abiye vererek yaylanıp yoluma gittim…
Cem Kurtuluş, 2014 / Karaköy
0 yorum:
Yorum Gönder