// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

26 Mart 2015

Gladio'nun Türk Tetikçisi: REİS - Soner Yalçın & Doğan Yurdakul



















Kitabın Adı: Reis ( Gladio’nun Türk Tetikçi)
Kitabın Yazarı: Soner Yalçın / Doğan Yurdakul
Kapak Tasarım: Hayalgücü
Basım: 19. Baskı (2002)
Kitap Sayfası:  391
Yayınevi: Doğan Kitap 

Not: Bazı kitapların dönem itibariyle verdiği bilgilerin önemli ve kayda değer, araştırma yönünden titizle incelenmesi  sebebiyle kitap hakkında kabataslak değil de, dönemini ayırarak inceleme yapılması gerekir. Elimde tuttuğum kitap, Abdullah Çatlı’nın dönem itibariyle neler yaptığını anlatan, bilgileriyle okuyucuyu aydınlatan kitap var, bu kitabın da inceleme yazısının uzun olması gerektiğini düşündüm. 


70’li yılların Türkiye’si, 1980 darbesinin gelmesiyle gelen Türkiye farklıydı. Ülkücüler 70’li yıllarda işledikleri cinayetlerden sonra 80’li yıllarda biraz olsun duraksamıştı.  Bu dönem karanlık bir dönem olduğu kadar, dönem itibariyle  bir  çok cinayeti, katliamı, faili meçhul cinayeti beraberinde getirmişti. Mafyalar, devletin içinde bulunduğu operasyonlar ve bu operasyonlar sonucu katillerin bulunamaması, dosyaları yok etmeler ve bir çok şey bu dönem içinde vardı, ama bu fazla bir süre sürdü, bunlar 90’lı yıllarda da devam etti. Asıl konumuz bir döneme damgasını vurmuş, devlet tarafından kullanılan, bir sürü katliamda ismi geçen, “ REİS “ lakabıyla tanınan o döneme nam salan Abdullah Çatlı.

Çatlı bir çok olayda kullanıldı, ailesinden gizli yaşadı, passaport değiştirdi. Kimse izini bulamadı kendisinin. Ermeni terör örgütü ASALA’nın Türkiye’de  Ve Avrupa’da Türklere yaptığı saldırılardan sonra Çatlı bu olaylar için devreye girdi, ASALA’yı bitiren Çatlı değildi ama çatlı bu olaylar da vardı. Gladionun Türk Tetikçisi “ REİS “ adıyla piyasaya iki gazeteci Doğan Yurdakul Ve Soner Yalçın’ın elinden çıkan kitap salt bir Abdullah Çatlı biyografisi sunmuyor, dönemin içindeki olaylara da kanıtlarıyla ışık tutuyor, özellikle dönemle ilgili en kapsamlı kitaplardan biri olma özelliğini taşıdığını söylemek pek yanlış olmaz.

Kitabın hazırlamasında bir çok isim var. Gazeteci, emniyet müdürü, avukatlar,ülkücüler, yeraltı dünyasından bazı isimler, Çatlı’nın ailesi ve bir çok şey. “ REİS “ dört bölümden oluşuyor, dönem dönem ayrılıyor.  Birinci bölüm olarak bahsedeceğimiz bölüm Abdullah Çatlı ile başlıyor. Çatlı’nın ülkücü teşkilata nasıl katıldığı, Türkeş’le nasıl tanıştığı, ilkokul ve ortaokulda nasıl biri olduğu ve Menderes Sevgisine dair bir çok şey kitabın ilk bölümünde yerini alıyor. Kitapta aynı zamanda Türkeş’in başında olduğu CKMP döneminde  ülkücülerin nasıl komando eğitimi verildiği yazılmıştı, bunların hepsi bir dönem ülkücü teşkilatın içinde bulunduğu eğitimlerdendi. Bu eğitimde Molotof kokteyli hazırlamaktan tut birçok şey yapılıyordu.  60’ların sonuna doğru ortalık yerini tamamen kavgaya bırakmıştı. Sağ-sol kavgası tırmanmaya başlamıştı O dönem içinde neler olduğunu kitaptaki yazılanlarla hatırlayalım

İlk Öldürülen kişi solcu Vedat Demircioğlu’ydu.
16 Şubat 1969, “ Kanlı Pazar “ Duran Erdoğan Ve Ali Turgut Aytaç
19 Eylül 1969: Mehmet Cantekin
23 Eylül 1969: Taylan Özgür
14 Aralık 1969: Mehmet Büyüksevinç ve Batalmehetoğlu.

1970’e gelindiğinde 8 kişi yaşamını yitirmişti, hepsi solcuydu. 1970 yılına gelindiğinde saldırılar devam etti.
“Ülkücü Mustafa Bilgin 21 Eylül  1969’da Milli Türk Talebe Birliği binasında patlayıcı madde imal ederken yaşamını kaybetti. 18 Haziran 1970’de Ankara’da ülkücülerin elindeki Site Öğrenci Yurdu’nda nöbet tutan Ülkü Ocakları Derneği üyesi Zeki Erdoğan,ülküdaşı Muzaffer Sözügüzel tarafından kazayla öldürüldü. İki Ülkücü öğrenci; Süleyman Özmen Ankara Yüksek Okulunda çıkan kavgada, Dursun Önkuzu da Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’ndaki çatışmada çatıdan düşerek yaşamını kaybetti. “

Kitabın bu bölümleri dönemin gerçeklerini anlatsa da hem sol-hem sağ kesimden ölen bir çok insanın altını çizmek gerekir, bu açıdan kitabın objektif olduğunu söylemek yanlışlık olur! 1970’lerde ülkücü teşkilat en güçlü dönemini yaşıyordu, arkalarındaki devlet ülkücüleri hem koruyor hem kullanıyordu. Kurulan komando kampları bir süre sonra rafa kalmıştı.  Kontrgerilla sözcüğüyle ilk bu dönemde tanışılmıştı. Kitapta buna dair şöyle söyleniyor;

“ İşkence görenlerden çoğu, tahliye olduktan sonra “ kontrgerilla” diyen kişiler tarafından sorgulandıklarını söylediler. Özellikle İstanbul Ziverbey Köşkü’nde işkence görenler gözleri bağlıyken duydukları şu sözleri her zaman anımsadılar : “ Genelkurmay’a bağlı Kontrgerilla teşkilatının elindesin. Burada Anayasa yok! Yasalar Yok! Yalnızca biz varız. Sorduklarımıza doğru cevapları verirsen kurtulursun. Yoksa ölümlerden ölüm beğen! İstersek seni yok ederiz ve kimse de bizden hesap soramaz “

Bu sözler bir dönemin Türkiye’sinde acı ama gerçek bir tabloydu. George Orwell’ın 1984 kitabında uygulanan işkence yöntemleri Kontrgerilla’nın tavan yaptığı dönemde de uygulanmıştı. Dönemin İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün Yankı Dergisi’nin 17 ekim 1973 tarihli sayısına verdiği demeçte “ Ben Kadıköy’deki köşkü ( Ziverbey) Kontrgerilla örgütüne özel olarak hazırlattım “ sözü dönem içindeki gerçekliği gözler önüne seriyor. 

Kitabın ikinci bölümü; ülkücü teşkilatın hızlı olduğu, sol’un da yükseldiği, 1974-1980 dönemini kapsıyor. Abdullah Çatlı o zaman hızlı çağında değildi, yavaş yavaş teşkilata giriyordu, okuduğu okul ülkücülerin kontrolünde olduğu için teşkilat içinde yükselmesi kendisi için zor olmadı. 28 Kasım 1974’te bir kararla ülkücü hareket yaptıkları kurultayda Komünizme karşı eylem kararı aldı ve bu dönemlerde siyasal olaylarda ölen ilk 10 kişi tıpkı 60’lı yıllardaki gibi sol görüşlüydü. Çatlı yeni yeni ülkücü teşkilatın içine yerleşiyordu, ama sol görüşlüler öldürülmeye başlamıştı, çünkü Çatlı’dan önce 68 yılının sol mücadelenin üç gencecik fidanı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan asılarak idam edilmişlerdi, ve bu zamanda ülkücü teşkilat Amerika’ya yakınken sol mücadelede bulunan bu üç kişinin başında olduğu oluşum 6.filo için Türkiye’ye  Amerikalıları denize döktüğünü tekrardan hatırlatmak gerekir.

1973’te Genel Seçim’e gidildi, seçimden umduğunu bulamayan MHP meclise 3 milletvekili soktu. Dönem CHP-MSP koalisyonuydu. MHP bir süre sonra devletin içine sızmayı başardı. Alpaslan Türkeş Başbakan yardımcılığına getirildi. Görev Alanı Milli İstihbarat teşkilatıydı. Mit artık Türkeş’in elindeydi. “ 12 Mart darbesinden sonra 1974 yılında da tıpkı dört yıl olduğu gibi yine ülkücüler solcuları öldürmeye başladı. “ Dönem itibariyle öldürülenler listesi kitabın içinde şöyle sıralanıyor

“ 10 Temmuz 1974’te sol görüşlü İzmit Petkim işçisi Ümit Tok vuruldu. Daha sonra yine sol kesimden; sırasıyla işçi Mehmet Filiz, öğrenci Şahin Aydın, işçi Hüseyin Örek öldürüldü “ 1975 yılında 8’i solcu toplam 9 kişi öldürülmüştü, bu öldürülmeler Türkeş’in başına geçtiği MİT’den itibaren devam etmişti. O yıllarda söylenene göre ateşli silahlar tek-tük kullanılıyordu Dinamit ve Bomba ise hiç yoktu. Kitapta bir cümle çoğu şeyi açıklayıcı nitelikte olduğunu bize gösteriyor. “ Baş tehdit ve dolayısıyla baş düşman komünizmdi. Ülkücüler ise bu savaşta devletin paramiliter gücüydü “

O yıllarda devlet ülkücüleri kullanmasını biliyordu. Komando kampları dönem itibariyle yeniden dirilmeye başlamıştı. Komando kamplarında silah kullanma, silah söküp takma, bomba yapımı, dağa çıkma gitme eğitimleri ülkücülere veriliyordu. Bu eğitimler verilirken dönem içinde bomba imal ederken parçalanarak ölen insanlar oluyordu, bu imal eden kişi ülkücüydü. İsmi ise İskender Karyağdı idi. Saldırılar devam ediyordu dönem içinde. Dönem içinde neler oldu hatırlayalım

“ 1974 yılından 1975’in sonuna kadar geçen iki yıllık sürede meydana gelen çatışmalarda 50 kişi ölmüştü. Bunlardan 28’i sol, 6’sı sağ görüşlüydü. 16’sının ise görüşü belirlenememişti “

Çatlı’nın yükselişe hızlı olmuştu, dönem içinde ülkücü teşkilat fazlasıyla güçlüydü.  Esat bütün o dönemi şöyle anlatıyor;
“ 70’li yıllarda bizler için komando tabiri vardı. Biz bu komando tabirini yıkmak için takım elbise giyiyorduk. Özellikle yönetici durumunda olanlar mutlaka takım elbise giyerlerdi. “

Dönem içinde takım elbise giymeleri polislerin ülkücülerden şüphelenmemesiyle alakalıydı. Üniversiteler olaylar büyümüş,öldürülmeler devam ediyordu. Hem ülkücüler,hem solcular birbirlerini öldürüyordu, coğrafya dönem itibariyle tam olarak kana bulanmıştı. Dönem itibariyle birkaç şeyi hatırlayalım.

27 Mayıs 1960 askeri hareketinin ünlü subaylarından Muzaffer Yurdakuler’in kendisi gibi solcu olan oğlu Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi Hakan Yurdakuler tabancayla vurularak öldürüldü. 15 yıl önce birlikte hareket ettikleri Yurdakuler’in oğlunun öldürüldüğü o günlerde MHP lideri Türkeş “ Ülkücüler devlet güçlerine yardımcı oluyor “ sözü birçok şeyi anlatıyor.

Kitabın bu bölümünde Çatlı’nın ülkücü teşkilat içinde aldığı görevlerinin çoğu anlatılıyor. Çatlı, Sahte kimlik yapmayı öğreniyor, cezaevlerinden sahte evraklarla ülkücü kaçırılma olayları bir çok olay kitabın (1974-1980) dönemi adlı ikinci bölümünde yerini alıyor. Kitapta ince bir ayrıntı var ki o da Almanya’nın Nasyonalist gençlerinin Türkiye’ye gelip Çatlı’dan akıl almış olması. Çatlı dönem itibariyle herkesin saygısını kazanmaya başlıyor, ülkücü teşkilat içinde yükseliyor.

 Birçok bildiğimiz olay bu kitapta karşımıza kanıtlarıyla, belgeleriyle ortaya çıkıyor. Bahçelievler Katliamı bunun ilk örneğini oluşturuyor, sonrasında cezaevlerinden toplu şekilde kaçırılan ülkücüler bunu takip ediyor. 1978 yılında Maraş Katliamı patlak verdi. 18 aralık 1978 akşamı başrolünü Cüneyt Arkın’ın oynadığı “ Güneş Ne zaman Doğacak “ filminin gösterildiği Kahramanmaraş’taki Çiçek Sinemasına bomba atılmıştı, bombacıyı ülkücüler atmıştı ama solcuların attığı söylentisi yayılmış sonrasında olan olmuştu. Kitapta bir kısım ise her şeyi özetleyerek okuyucuya sesleniyor.

“ Allahını seven, Peygamberini seven yürüsünün. Komünist Alevileri yaşatmayan. Bunları öldüren cennetlik olur. Maraş ,Alevilere mezar olacak. Müslüman Türkiye, Aleviler Moskova’ya, Sütçü İmam Aşkına Vurun “  Çatlı’nın yine yeraltı dünyasıyla tanışmasını bu bölümde görüyoruz. Yeraltına hakim olma kavgalarının ayrıntılarını daha net okuyoruz bu bölümde.  Abuzer Uğurlu Ve Silah Kaçakçılığına bu bölümde tanıklık ediyoruz ve bu bölümde bir söz dikkatimizi çekiyor.
“ Ancak Türkiye’de bir istisna vardır: MİT Ve Emniyet Türkiye’deki yeraltı dünyasını öyle paylaşmışlardır ki yeraltı dünyasının yarısı MİT’in yarısı da Emniyetin Adamı olmuştur. “

Birçok yeraltı adamının ülkücülerle nasıl bağlantılı içerisinde olduğu bunları bilenlere yabancı değil, ama kitapta bunu kanıtlarıyla birlikte öğreniyoruz.  Oflu İsmail’in ülkücülere para yardımı yaptığı söyleniyor kitapta. Yeraltı dünyasının bazı solcu babalarıyla, bazı ülkücü babalarının aralarından su sızmıyordu, bu dönem için ince ayrıntılardan biri. Kitabın en önemli kısımlardan biri, okuyucuya “ Abdi İpekçi Ve Henze buluşması”  olarak aktarılan kısım. Ergenekon kitabında fazla ayrıntısını göremediğimiz “ İpekçi Cinayeti”, kitabın 2.bölümündeki en ince ayrıntılarıyla yerini alıyor, özellikle Mehmet Ali Ağca ile bilinmeyen sorulara kitap cevabını veriyor.  Ağca’nın cezaevinden kaçışı, kimlerle yakın olduğu ve cezaevinde hangi görevlilere ücret verilerek kandırıldığı birçok şey kitabın bu bölümünde yerini alıyor.

 Kitapta buna benzer birçok şey var, ama hepsini yazmak yerine kitabı okuyarak öğrenmeniz daha yararlı olur. Ağcayla ilgili söylenen bir söz dönem içinde Abdullah Çatlı'nın başını çektiği ülkücü camiada birçok şeyi anlatıyordu.  Meral Çatlı, Ağca’nın evlerinde kalışını şöyle anlatıyor

“ Ağca’nın hapisten kaçtığı dönemde sıkı yönetim vardı, evler sürekli aranıyordu ancak bizim evimiz hiç aranmadı. “

Meral Çatlı bunu söyledikten sonra şunu ekliyor; “ Rahmetli Uğur Mumcu’nun Ağca’nın kaçışıyla ilgili yazdıklarının yüzde 80’i doğrudur “
Kitabın üçüncü bölümü  “ 1980-1990”  dönemini kapsıyor.  Bu bölüm 12 Eylül darbesinin yapıldığı dönemden sözler taşıyor. 12 Eylül döneminde ne olmuştu hatırlayalım.

“ 12 Eylül Darbesinden sonra toplam 210 bin dava açıldı. 650 bin kişi gözaltına alındı. 50 idam cezası infaz edildi. 177 kişi işkenceyle öldü. 30 bin kişi yurt dışına kaçtı. 14 bini yurttaşlıktan çıkarıldı. “

Bu dönem pek çok farklılığı beraberinde getirmişti, ülkücüler güçlerini az da olsa yitirir olmuştu bunu belli eden başlı şeylerden biri Haluk Kırcı’nın çevresinin sivil polislerle sarıldığında kimliğinin istenmesi. Kitapta en önemli kısımlardan biri şu sorunun sorulması; “ 1979 tarihinde Haluk Kırcı’nın kimliğinde Ahmet Balta ismi yazıyordu ama 2 yıldır aranan ancak elini kolunu sallaya sallaya dolaşıp cinayetler işleyen Haluk Kırcı 12 Eylül’den sonra nasıl bu kadar kolay yakalanıvermişti?”

Bu bölümde Ağca’nın yurt dışındaki bağlantılarından tutun, Mit’te görev alan Mehmet Eymür’ün Bulgar Mafyası tarafından öldürüleceğine dair pek çok şey yazıyor.  Bunun haricinde Türkiye’de de İtalya’dan gelme olan Gladio’nun ne iş yaptığını, infazları hangi yollarla yaptığına kitabın bu bölümünde tanıklık ediyoruz. Can Dündar Ve Celal Kazdağlı’nın ortak hazırladığı “ Ergenekon” kitabından bildiğimiz “ Gladio” meselesine kitapta daha ayrıntılı şekilde değiniliyor.  Bunun yanında Papa I. Jean Paul’un nasıl öldüğüne dair bilgiler veriliyor bu bölümde, İtalya’da bu olayların ne kadar derin olduğunu bir kez daha anlıyoruz.”

“Abdullah Çatlı ve Oral Çelik, Papa Suikastından kendilerini sıyırabildiler. Ama onların bu işin içinde olduğunu bilen ve yıllar sonra konuşan çok önemli bir tanık vardı. Cıa’nin çok taraflı ajanı. Gladio şeflerinden Francesco Pazienza “

Kitap, CIA  meselesine  ayrıntılı şekilde değinip sonrasında Gladio şefi Francesco hakkında bilgiler veriyor.  Özellikle CIA’nin Papa Suikastinde nasıl başrol oynadığı açıkça belirtiliyor. Kurnazlık, yalanlar, oynanan oyunlar bir bir ortaya çıkıyor, ve sonrasında CIA, KGB, Mit  ve mafyalar işin içine giriyor. Çatlı, Oral Çelik, Ağca üçgeninde şekilleniyor kitabın bu bölümü. Çatlı’nın sahte pasaportunun Zürich’te kimler tarafından verildiği şu bilgilerle aktarılıyor okuyucuya.

“ Bu pasaport kendisine Türkiye Cumhuriyeti Zürich Başkonsolosluğu’nca 10.12.1981 tarihinde verilmiştir. Tahrifat görmüş kimlik kartının tetkikinde ve ayrıca uluslar arası kriminal polis örgütünün düzenlediği 1359/80 sayılı sayılı suç fişinde cinayet suçuyla arandığı belirtilmektedir. “

Çatlı bir çok olayda başrol oynuyordu. Çetenin ele başıydı, ülkücü teşkilatın Avrupa sorumlularının bazılarıyla ters düşüyordu. Çatlı’nın Costa Rica’da eğitildiğini Ağca’dan öğreniyoruz. Görevinin , Ortadoğu ve Türkiye’de komünist terör örgütlerine karşı savaşmak olduğunu söylüyor Ağca. Çatlı bu olayların sonralarında pek çok insanın ölümüne sebep olan “ ASALA” örgütü için devreye girdi, bu olaylar MİT’in yardımlarıyla gerçekleşti. Bu olayın gerçekleşmesinde Çatlı’nın başında bulunduğu ekibin tek şartı vardı, o da suçsuzluğuna inandıkları arkadaşlarının Salıverilmesiydi. Mehmet Eymür, Çatlı konusunda şu ifadeye yer veriyor; “ Çatlıyı bir süre kullandık, uyuşturucu ticareti yaptığını fark edince kullanmaktan vazgeçtik “

 “Çatlı eylemci olarak olayların içinde bulunmasa da yönlendiren ve eylemleri hazırlayan önemli isimlerden biriydi, ama kitapta sözü edilen ASALA’nın parçalanma ve dağılma sürecine girişi iddia edildiği gibi Çatlı ve arkadaşlarının eylemlerinin bir eseri değil. “  Çatlı ve arkadaşları ASALA’nın tamamen parçalanmasında başrolde olmamış olabilir ama MİT ile birlikte hareket ettiği gerçeği unutulmamalı. Çatlı’nın yurt dışındaki uyuşturucu trafiğindeki rolü ve sonrasında Çatlı’nın Fransız polisi tarafından tutuklanışıyla başlayan süreç kitapta Çatlı’nın hapishaneden kaçma girişimi vs…   ayrıntılı şeklinde anlatılıyor. 

Çatlı’nın solculardan yardım aldığını da kitap sayesinde öğrenmiş oluyoruz.  Aynı zamanda Oral Çelik’e PKK’lı kimliği verilmesini de bu detaylara eklemeliyiz. Kitapta Çatlı ile olan çoğu bilgiyi kendi ağzından eşi Meral Çatlı anlatıyor bize. Kitabın üçüncü bölümü (1990-1996) dönemini kapsıyor. Bu dönemde bir çok olay  oldu. Bunlardan bazıları; Gladio ismi öne çıktı, fail-i meçhul cinayetler arttı, kontrgerilla hareketini kuranların nasıl dolaplar çevirdiği ve polis kılığına girip işlenen cinayetlerin hepsi bu dönem içinde oldu. Bu dönem üzerinden gidecek olursak; yine Çatlı ismi üzerine duracağız. 

Çatlı yurt dışında o kadar olaydan  sonra Türkiye’ye  ilk resmi adımını 25 Nisan 1990’da atıyor. Bu bölümde Çatlı’nın hükümet içindeki insanlarla nasıl yakınlık kurduğunu, ANAP kulisinde ANAP’lı eski ülkücü arkadaşlarıyla nasıl görüştüğünü, bu ülkücü arkadaşlarının Çatlı’ya bir takım sözler verdiğini ama Çatlı’nın istediğinin gerçekleşmediğini, sonrasında Çatlı Ve Haluk Kırcı’nın bir şirket kurduğunu,  sahte Pasaport olaylarında  bürokrat tanıdıklarıyla nasıl yakın ilişkiler kurduğunu  okuyacaksınız. Can Dündar Ve Celal Kazdağlı’nın hazırlamış olduğu “ Ergenekon” kitabında kabataslak şekliyle anlatılan olaylar “ REİS “ kitabında birçok soruya  o dönemin önemli isimleri hakkında bilgiler vererek cevap veriyor. Dönem içinde yine başrolde fail-i meçhul cinayetler vardı. PKK’ye yardım ediyor iddiasıyla birçok kişi polis yelekleri üzerinde olan kişilerce öldürüldü ama kitap şöyle anlatıyor o durumu.

“ Haraç istendikten sonra öldürülenler sadece Kürtler değildi. Türkiye’de yaşayan azınlıklardan da haraç alınmaya başlamıştı. Haraç miktarı kişi başına 500 bin dolardı. “

Çatlı’da dosya kapanmıyordu. Dönemin en önemli isimlerinden biri o dönem yükselişe geçen Mehmet Ağar’dı. Mehmet Ağar, Çatlı’ya yardım ederek sahte uzmanlık belgesi verdi. Mehmet Ağar’ın 1980’den berin bu işlere nasıl giriştiğini Uyuşturucu Kaçakçısı Liceli Hüseyin Baybaşin şöyle anlatıyor;

“ Mehmet Ağar’la 12 Eylül 1980’den sonra Selamiçeşme’deki Melih Baler’e ait Kolin Kulüpte sık sık bir araya geldik. Ben polis arabaları ile geziyordum. Devamlı olarak polislerin adına kayıtlı silahları kullanıyordum. Bunları bana bizzat Mehmet Ağar veriyordu. Çok mermi vermiştir bana. Hüseyin Baybaşin adımı yazarak bana polis kimlikleri düzenliyordu. Bizim isteğimiz üzerine birçok kişiye de verdi. 1980’den sonra hep onun verdiği kimliklerle dolaştım. Bizzat kendisi bana eliyle pasaport verdi. Devlet görevlisi yazardı pasaportta. Bir defasında pasaportta eşi yazıyordu. Ben de kızmıştım, neden benim tanımadığım kadınları bana eş yapıyorsun diye ) Mehmet Ağar, Baybaşi’nin anlattıklarını hepsini yalanladı)

Kitapta bir çok konu dahil ismi geçenlerden biri Yaşar Öz’dü. Mehmet Ağar bu konuda da Yaşar Öz’e yardım etmişti, Yaşar Öz daha sonraları yakalandı. Kitapta mevzu bahis konusu olan başka konulardan biri Azerbaycan Darbesiyle ilgili önümüze sunulanlar. Bunun içinde dönemin önemli bürokratları,, CIA ve diğer unsurlar anlatılıyor. Bunların haricinde 90’lı yıllarda devam eden polis yelekleri giymiş kişilerce işlenen cinayetler kanıtlarıyla açığa çıkıyor.  Emniyet bütün bu işlerde başrolde. Mit raporları okunuyor ve  Emniyetin, uyuşturucu kaçakçılarına yeşil pasaport vererek yardım ettiğini gözlemliyoruz. Bu olayların haricinde başka olaylarda oluyordu. 12 Mart 1995’te Alevilerin hakim olduğu Gazi mahallesinde kahvehane taranmıştı, bu olaydan sonra şiddet daha da tırmanmıştı. Hanefi Avcı, bu olayı yapanın “ Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım olduğunu açıkladı.

“ Emniyet Müdürü Avcı, provokasyonun yapılma nedeninin Tarık Ümit olayıyla ilgilenen JİTEM’e ders vermek olduğunu açıklıyordu.”

Kitapta bir söz her şeyi açıkça ortaya koyuyordu. “ Aslında işin özü şuydu: Devletin güvenlik güçleri, JİTEM, MİT, Emniyet, birbirine düşman olmuştu. Kendi çıkarları için onlarca kişiyi ölüme götürecek provokasyonlar yapmaktan da geri vurmuyorlardı. “

Herkes bir çıkar peşindeydi. Kaçakçılık almış başını gitmişti. Çatlı’nın yurt dışında da petrol işine burnunu sokmuştu, Türkiye’de de bu işin peşini bırakmıyordu. Ülkücü camia illegal yollardan parayı götürüyordu, emniyetse bu kişilere çanak tutuyordu. Şirketler birden bire büyüyordu, bu şirketlere gözdağı veren tek isim değişmiyordu, o da ÇATLI. Kürtlerin elinde olan uyuşturucu piyasası birden ÇATLI’nın başında olduğu çetenin eline geçmişti. Ortada büyük paralar dönüyordu, ÇATLI’nın da bu işlere girişme nedenlerinden biriydi bu. Çatlı’nın başında olduğu terörle mücadele amacıyla Tansu Çiller’in isteğiyle özel tim oluşturulması kitapta kanıtlarıyla  iyi işlenmiş. Bu Özel Tim’de yer alan isimler polis yelekleri giyerek bazı kişileri kaçırıyor, bu kişilerden yüksek para alıyorlar, vermedikleri takdirde kendilerini öldürüyordu. Bu Çeteden devlet haberdar olsa da ses çıkarmıyordu.  Bu çetenin amacı piyasayı toptan ele geçirmekti, Türkiye’deki piyasanın bir çoğuna hakim oldular ama sonraları işler karıştı. Kitap bu kısımları isimleriyle bilgiler vererek anlatıyor, kim kiminle neler yaptı, telefon görüşmeleri ve bununla birlikte Emniyet ile yapılan işbirlikleri…

Bu aleme nam salan ÇATLI’nın girmediği, çıkmadığı delik kalmamıştı. Ölümün geleceğini hissediyordu Çatlı.  Bir dönem o’nu kullanan devlet, yine o’nun canını almaya geliyordu. Çatlı öldüğünde öldüğü Mercedes’in içinden cephane çıktı, bu cephanelerin haricinde bir çok önemi sır saklandı ya da aydınlatılmak istenmedi.

Bir röportajda Abdullah Çatlı’nın eşine Çatlı’nın ölümüyle başlayan süreçle sorulan soruya Meral Çatlı şöyle cevap veriyor; ( Kitapta da Meral Çatlı’nın ağzından pek çok gerçeği öğreniyoruz)

“ Meral Çatlı:  Beklediğimiz bir şeydi de kimse açıklama yapmadı. Abdullah Çatlı devlet için kendini hibe etmiştir. Özel bir hayatı kalmamıştır, yaşatılmamıştır. Birileri gidip Abdullah Çatlı’nın kulağına fısıldıyor 18–19 yaşında. “Sen bunları yapacaksın yavrum” deniyor. Büyük bir görev veriliyor. Bugün, Çatlı öldürüldü mü? sorusuna geliyoruz”

Meral Çatlı buna benzer pek çok röportajda Çatlı’yı öldürülenlerin kim olduğunun anahtarının Sedat Bucak'ta olduğunu söylüyor. Çatlı’nın ölümünden sonra bazı bilgiler açığa çıkıyordu, bu sırlardan biri 25 Ağustos 1996 tarihinde Aydınlık’a konuşan bir General’in sözlerinde şöyle yer alıyordu.“ El altından İsrail’den silah alımı başladı. Bunu kim ayarlıyor: Özel Örgüt ve Özer Çiller “

Çatlı öldüğünde kendi camiası olmak üzere birçok kişide iz bıraktı. Kitabın sonlarına doğru  Meral Çatlı'nın final cümlesi biraz olsun bir şeyleri anlatıyor Özetliyor;  “ Eşim yaşamının önemli bir bölümünde sürekli arandı, değişik isimlerle dolaştı. Nevşehir’e hep kendi adıyla dönmek isterdi. Öyle de oldu “  

Sonuç olarak;   “ REİS “ Gladio’nun Türk Tetikçisi,  Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı’nın yaşam öyküsünü sunuyor okuyucuya. Bunu sıradan bir yaşam öyküsü olarak sunmuyor, bunu sunarken okuyucuyu bilgilendiriyor. Bu öyküyü sunarken Abdullah Çatlı’nın yakın arkadaşları, eşi, kızı ile irtibata geçiyor. Abdullah Çatlı’nın ülkücü teşkilata nasıl girdiğini, bu camiada nasıl yükseldiğini, 70’li yıllarda  sahte mahkeme kararları alarak nasıl cezaevlerinden insan kaçırıldığı, Avrupa’daki bağlantılarını, yine devlet eliyle  uyuşturucu dünyasında nasıl söz sahibi olduğunu anlatıyor. Çatlı, neler yaptı, nerede saklandı, nereye girdi –nereye çıktı hepsi Soner Yalçın Ve Doğan Yurdakul’un usta araştırmacılığıyla okuyucuya sunuluyor. Okuyucuya sunulurken yalnız bir kısmı da atlamamak gerekir. Dönemsel bilgiler verilirken bu kitapta  Objektiflikten uzak cümleler de gözünüze takılıyor. Bunlar gözünüze takılacak olsa da kitap pek çok önemli belgeyi, bilgiyi okura ulaştırmayı biliyor. Dönem içerisindeki bürokrat olsun, yeraltı dünyası ve  Susurluk olayına karışanlarla ilgili önemli bilgiler vermesi, okuyucuyu sıkmaması açısından referans alınacak bir kitap olarak " REİS " köşemizde bulunması gereken kitaplar arasında yerini allıyor! 



Cem Kurtuluş, 2015

0 yorum: