Kitabın
Adı: Reis ( Gladio’nun Türk Tetikçi)
Kitabın
Yazarı: Soner Yalçın / Doğan Yurdakul
Kapak
Tasarım: Hayalgücü
Basım:
19. Baskı (2002)
Kitap
Sayfası: 391
Yayınevi: Doğan Kitap
Not: Bazı kitapların dönem itibariyle verdiği bilgilerin önemli ve kayda değer, araştırma yönünden titizle incelenmesi sebebiyle kitap hakkında kabataslak değil de, dönemini ayırarak inceleme yapılması gerekir. Elimde tuttuğum kitap, Abdullah Çatlı’nın dönem itibariyle neler yaptığını anlatan, bilgileriyle okuyucuyu aydınlatan kitap var, bu kitabın da inceleme yazısının uzun olması gerektiğini düşündüm.
Not: Bazı kitapların dönem itibariyle verdiği bilgilerin önemli ve kayda değer, araştırma yönünden titizle incelenmesi sebebiyle kitap hakkında kabataslak değil de, dönemini ayırarak inceleme yapılması gerekir. Elimde tuttuğum kitap, Abdullah Çatlı’nın dönem itibariyle neler yaptığını anlatan, bilgileriyle okuyucuyu aydınlatan kitap var, bu kitabın da inceleme yazısının uzun olması gerektiğini düşündüm.
70’li yılların Türkiye’si, 1980 darbesinin gelmesiyle
gelen Türkiye farklıydı. Ülkücüler 70’li yıllarda işledikleri cinayetlerden
sonra 80’li yıllarda biraz olsun duraksamıştı.
Bu dönem karanlık bir dönem olduğu kadar, dönem itibariyle bir çok cinayeti, katliamı, faili meçhul cinayeti
beraberinde getirmişti. Mafyalar, devletin içinde bulunduğu operasyonlar ve bu
operasyonlar sonucu katillerin bulunamaması, dosyaları yok etmeler ve bir çok
şey bu dönem içinde vardı, ama bu fazla bir süre sürdü, bunlar 90’lı yıllarda
da devam etti. Asıl konumuz bir döneme damgasını vurmuş, devlet tarafından
kullanılan, bir sürü katliamda ismi geçen, “
REİS “ lakabıyla tanınan o döneme nam salan Abdullah Çatlı.
Çatlı bir çok olayda kullanıldı, ailesinden gizli
yaşadı, passaport değiştirdi. Kimse izini bulamadı kendisinin. Ermeni terör
örgütü ASALA’nın Türkiye’de Ve Avrupa’da
Türklere yaptığı saldırılardan sonra Çatlı bu olaylar için devreye girdi,
ASALA’yı bitiren Çatlı değildi ama çatlı bu olaylar da vardı. Gladionun Türk
Tetikçisi “ REİS “ adıyla piyasaya
iki gazeteci Doğan Yurdakul Ve Soner Yalçın’ın elinden çıkan kitap salt bir
Abdullah Çatlı biyografisi sunmuyor, dönemin içindeki olaylara da kanıtlarıyla
ışık tutuyor, özellikle dönemle ilgili en kapsamlı kitaplardan biri olma
özelliğini taşıdığını söylemek pek yanlış olmaz.
Kitabın hazırlamasında bir çok isim var. Gazeteci,
emniyet müdürü, avukatlar,ülkücüler, yeraltı dünyasından bazı isimler,
Çatlı’nın ailesi ve bir çok şey. “ REİS
“ dört bölümden oluşuyor, dönem dönem ayrılıyor. Birinci bölüm olarak bahsedeceğimiz bölüm
Abdullah Çatlı ile başlıyor. Çatlı’nın ülkücü teşkilata nasıl katıldığı, Türkeş’le
nasıl tanıştığı, ilkokul ve ortaokulda nasıl biri olduğu ve Menderes Sevgisine
dair bir çok şey kitabın ilk bölümünde yerini alıyor. Kitapta aynı zamanda Türkeş’in
başında olduğu CKMP döneminde ülkücülerin nasıl komando eğitimi verildiği
yazılmıştı, bunların hepsi bir dönem ülkücü teşkilatın içinde bulunduğu
eğitimlerdendi. Bu eğitimde Molotof kokteyli hazırlamaktan tut birçok şey
yapılıyordu. 60’ların sonuna doğru
ortalık yerini tamamen kavgaya bırakmıştı. Sağ-sol kavgası tırmanmaya
başlamıştı O dönem içinde neler olduğunu kitaptaki yazılanlarla hatırlayalım
İlk Öldürülen kişi solcu Vedat Demircioğlu’ydu.
16
Şubat 1969, “ Kanlı Pazar “ Duran Erdoğan Ve Ali Turgut Aytaç
19
Eylül 1969: Mehmet Cantekin
23
Eylül 1969: Taylan Özgür
14
Aralık 1969: Mehmet Büyüksevinç ve Batalmehetoğlu.
1970’e gelindiğinde 8 kişi yaşamını yitirmişti, hepsi
solcuydu. 1970 yılına gelindiğinde saldırılar devam etti.
“Ülkücü Mustafa Bilgin 21 Eylül 1969’da Milli Türk Talebe Birliği binasında
patlayıcı madde imal ederken yaşamını kaybetti. 18 Haziran 1970’de Ankara’da
ülkücülerin elindeki Site Öğrenci Yurdu’nda nöbet tutan Ülkü Ocakları Derneği
üyesi Zeki Erdoğan,ülküdaşı Muzaffer Sözügüzel tarafından kazayla öldürüldü.
İki Ülkücü öğrenci; Süleyman Özmen Ankara Yüksek Okulunda çıkan kavgada, Dursun
Önkuzu da Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’ndaki çatışmada çatıdan düşerek
yaşamını kaybetti. “
Kitabın bu bölümleri dönemin gerçeklerini anlatsa da hem
sol-hem sağ kesimden ölen bir çok insanın altını çizmek gerekir, bu açıdan
kitabın objektif olduğunu söylemek yanlışlık olur! 1970’lerde ülkücü teşkilat en güçlü dönemini yaşıyordu,
arkalarındaki devlet ülkücüleri hem koruyor hem kullanıyordu. Kurulan komando
kampları bir süre sonra rafa kalmıştı.
Kontrgerilla sözcüğüyle ilk bu dönemde tanışılmıştı. Kitapta buna dair
şöyle söyleniyor;
“ İşkence görenlerden çoğu, tahliye olduktan sonra “
kontrgerilla” diyen kişiler tarafından sorgulandıklarını söylediler. Özellikle
İstanbul Ziverbey Köşkü’nde işkence görenler gözleri bağlıyken duydukları şu
sözleri her zaman anımsadılar : “
Genelkurmay’a bağlı Kontrgerilla teşkilatının elindesin. Burada Anayasa yok!
Yasalar Yok! Yalnızca biz varız. Sorduklarımıza doğru cevapları verirsen
kurtulursun. Yoksa ölümlerden ölüm beğen! İstersek seni yok ederiz ve kimse de
bizden hesap soramaz “
Bu sözler bir dönemin Türkiye’sinde acı ama gerçek bir
tabloydu. George Orwell’ın 1984 kitabında uygulanan işkence yöntemleri Kontrgerilla’nın
tavan yaptığı dönemde de uygulanmıştı. Dönemin İstanbul Sıkıyönetim Komutanı
Faik Türün Yankı Dergisi’nin 17 ekim 1973 tarihli sayısına verdiği demeçte “
Ben Kadıköy’deki köşkü ( Ziverbey) Kontrgerilla örgütüne özel olarak
hazırlattım “ sözü dönem içindeki gerçekliği gözler önüne seriyor.
Kitabın
ikinci bölümü; ülkücü teşkilatın hızlı olduğu, sol’un da yükseldiği, 1974-1980
dönemini kapsıyor. Abdullah Çatlı o zaman hızlı çağında değildi, yavaş yavaş
teşkilata giriyordu, okuduğu okul ülkücülerin kontrolünde olduğu için teşkilat
içinde yükselmesi kendisi için zor olmadı. 28 Kasım 1974’te bir kararla ülkücü
hareket yaptıkları kurultayda Komünizme karşı eylem kararı aldı ve bu
dönemlerde siyasal olaylarda ölen ilk 10 kişi tıpkı 60’lı yıllardaki gibi sol
görüşlüydü. Çatlı yeni yeni ülkücü teşkilatın içine yerleşiyordu, ama sol
görüşlüler öldürülmeye başlamıştı, çünkü Çatlı’dan önce 68 yılının sol
mücadelenin üç gencecik fidanı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan asılarak
idam edilmişlerdi, ve bu zamanda ülkücü teşkilat Amerika’ya yakınken sol
mücadelede bulunan bu üç kişinin başında olduğu oluşum 6.filo için
Türkiye’ye Amerikalıları denize
döktüğünü tekrardan hatırlatmak gerekir.
1973’te Genel Seçim’e gidildi, seçimden umduğunu
bulamayan MHP meclise 3 milletvekili soktu. Dönem CHP-MSP koalisyonuydu. MHP
bir süre sonra devletin içine sızmayı başardı. Alpaslan Türkeş Başbakan
yardımcılığına getirildi. Görev Alanı Milli İstihbarat teşkilatıydı. Mit artık
Türkeş’in elindeydi. “ 12 Mart darbesinden sonra 1974 yılında da tıpkı dört
yıl olduğu gibi yine ülkücüler solcuları öldürmeye başladı. “ Dönem itibariyle
öldürülenler listesi kitabın içinde şöyle sıralanıyor
“ 10 Temmuz 1974’te sol görüşlü İzmit Petkim işçisi Ümit
Tok vuruldu. Daha sonra yine sol kesimden; sırasıyla işçi Mehmet Filiz, öğrenci
Şahin Aydın, işçi Hüseyin Örek öldürüldü “ 1975 yılında 8’i solcu toplam 9 kişi öldürülmüştü, bu
öldürülmeler Türkeş’in başına geçtiği MİT’den itibaren devam etmişti. O
yıllarda söylenene göre ateşli silahlar tek-tük kullanılıyordu Dinamit ve Bomba
ise hiç yoktu. Kitapta bir cümle çoğu şeyi açıklayıcı nitelikte olduğunu bize
gösteriyor. “ Baş tehdit ve dolayısıyla baş düşman komünizmdi. Ülkücüler
ise bu savaşta devletin paramiliter gücüydü “
O yıllarda devlet ülkücüleri kullanmasını biliyordu.
Komando kampları dönem itibariyle yeniden dirilmeye başlamıştı. Komando
kamplarında silah kullanma, silah söküp takma, bomba yapımı, dağa çıkma gitme
eğitimleri ülkücülere veriliyordu. Bu eğitimler verilirken dönem içinde bomba
imal ederken parçalanarak ölen insanlar oluyordu, bu imal eden kişi ülkücüydü.
İsmi ise İskender Karyağdı idi. Saldırılar devam ediyordu dönem içinde. Dönem
içinde neler oldu hatırlayalım
“ 1974 yılından 1975’in sonuna kadar geçen iki yıllık
sürede meydana gelen çatışmalarda 50 kişi ölmüştü. Bunlardan 28’i sol, 6’sı sağ
görüşlüydü. 16’sının ise görüşü belirlenememişti “
Çatlı’nın yükselişe hızlı olmuştu, dönem içinde ülkücü teşkilat
fazlasıyla güçlüydü. Esat bütün o dönemi
şöyle anlatıyor;
“
70’li yıllarda bizler için komando tabiri vardı. Biz bu komando tabirini yıkmak
için takım elbise giyiyorduk. Özellikle yönetici durumunda olanlar mutlaka
takım elbise giyerlerdi. “
Dönem içinde takım elbise giymeleri polislerin
ülkücülerden şüphelenmemesiyle alakalıydı. Üniversiteler olaylar
büyümüş,öldürülmeler devam ediyordu. Hem ülkücüler,hem solcular birbirlerini
öldürüyordu, coğrafya dönem itibariyle tam olarak kana bulanmıştı. Dönem
itibariyle birkaç şeyi hatırlayalım.
27 Mayıs 1960 askeri hareketinin ünlü subaylarından
Muzaffer Yurdakuler’in kendisi gibi solcu olan oğlu Ankara Siyasal Bilgiler
Fakültesi öğrencisi Hakan Yurdakuler tabancayla vurularak öldürüldü. 15 yıl önce birlikte hareket ettikleri Yurdakuler’in
oğlunun öldürüldüğü o günlerde MHP lideri Türkeş “ Ülkücüler devlet güçlerine
yardımcı oluyor “ sözü birçok şeyi anlatıyor.
Kitabın bu bölümünde Çatlı’nın ülkücü teşkilat içinde
aldığı görevlerinin çoğu anlatılıyor. Çatlı, Sahte kimlik yapmayı öğreniyor,
cezaevlerinden sahte evraklarla ülkücü kaçırılma olayları bir çok olay kitabın
(1974-1980) dönemi adlı ikinci bölümünde yerini alıyor. Kitapta ince bir
ayrıntı var ki o da Almanya’nın Nasyonalist gençlerinin Türkiye’ye gelip
Çatlı’dan akıl almış olması. Çatlı dönem itibariyle herkesin saygısını
kazanmaya başlıyor, ülkücü teşkilat içinde yükseliyor.
Birçok bildiğimiz
olay bu kitapta karşımıza kanıtlarıyla, belgeleriyle ortaya çıkıyor.
Bahçelievler Katliamı bunun ilk örneğini oluşturuyor, sonrasında cezaevlerinden
toplu şekilde kaçırılan ülkücüler bunu takip ediyor. 1978 yılında Maraş
Katliamı patlak verdi. 18 aralık 1978 akşamı başrolünü Cüneyt Arkın’ın oynadığı
“ Güneş Ne zaman Doğacak “ filminin gösterildiği Kahramanmaraş’taki Çiçek
Sinemasına bomba atılmıştı, bombacıyı ülkücüler atmıştı ama solcuların attığı
söylentisi yayılmış sonrasında olan olmuştu. Kitapta bir kısım ise her şeyi
özetleyerek okuyucuya sesleniyor.
“
Allahını seven, Peygamberini seven yürüsünün. Komünist Alevileri yaşatmayan.
Bunları öldüren cennetlik olur. Maraş ,Alevilere mezar olacak. Müslüman
Türkiye, Aleviler Moskova’ya, Sütçü İmam Aşkına Vurun “ Çatlı’nın yine yeraltı dünyasıyla tanışmasını bu bölümde
görüyoruz. Yeraltına hakim olma kavgalarının ayrıntılarını daha net okuyoruz bu
bölümde. Abuzer Uğurlu Ve Silah
Kaçakçılığına bu bölümde tanıklık ediyoruz ve bu bölümde bir söz dikkatimizi
çekiyor.
“ Ancak Türkiye’de bir istisna vardır: MİT Ve Emniyet
Türkiye’deki yeraltı dünyasını öyle paylaşmışlardır ki yeraltı dünyasının
yarısı MİT’in yarısı da Emniyetin Adamı olmuştur. “
Birçok yeraltı adamının ülkücülerle nasıl bağlantılı
içerisinde olduğu bunları bilenlere yabancı değil, ama kitapta bunu
kanıtlarıyla birlikte öğreniyoruz. Oflu
İsmail’in ülkücülere para yardımı yaptığı söyleniyor kitapta. Yeraltı
dünyasının bazı solcu babalarıyla, bazı ülkücü babalarının aralarından su
sızmıyordu, bu dönem için ince ayrıntılardan biri. Kitabın en önemli
kısımlardan biri, okuyucuya “ Abdi İpekçi
Ve Henze buluşması” olarak aktarılan
kısım. Ergenekon kitabında fazla ayrıntısını göremediğimiz “ İpekçi Cinayeti”, kitabın 2.bölümündeki en ince ayrıntılarıyla
yerini alıyor, özellikle Mehmet Ali Ağca ile bilinmeyen sorulara kitap cevabını
veriyor. Ağca’nın cezaevinden kaçışı,
kimlerle yakın olduğu ve cezaevinde hangi görevlilere ücret verilerek
kandırıldığı birçok şey kitabın bu bölümünde yerini alıyor.
Kitapta buna benzer
birçok şey var, ama hepsini yazmak yerine kitabı okuyarak öğrenmeniz daha yararlı
olur. Ağcayla ilgili söylenen bir söz dönem içinde Abdullah Çatlı'nın başını
çektiği ülkücü camiada birçok şeyi anlatıyordu.
Meral Çatlı, Ağca’nın evlerinde kalışını şöyle anlatıyor
“
Ağca’nın hapisten kaçtığı dönemde sıkı yönetim vardı, evler sürekli aranıyordu
ancak bizim evimiz hiç aranmadı. “
Meral
Çatlı bunu söyledikten sonra şunu ekliyor; “ Rahmetli Uğur Mumcu’nun Ağca’nın
kaçışıyla ilgili yazdıklarının yüzde 80’i doğrudur “
Kitabın
üçüncü bölümü “ 1980-1990”
dönemini kapsıyor. Bu bölüm 12 Eylül darbesinin yapıldığı
dönemden sözler taşıyor. 12 Eylül döneminde ne olmuştu hatırlayalım.
“ 12
Eylül Darbesinden sonra toplam 210 bin dava açıldı. 650 bin kişi gözaltına
alındı. 50 idam cezası infaz edildi. 177 kişi işkenceyle öldü. 30 bin kişi yurt
dışına kaçtı. 14 bini yurttaşlıktan çıkarıldı. “
Bu dönem pek çok farklılığı beraberinde getirmişti,
ülkücüler güçlerini az da olsa yitirir olmuştu bunu belli eden başlı şeylerden
biri Haluk Kırcı’nın çevresinin sivil polislerle sarıldığında kimliğinin
istenmesi. Kitapta en önemli kısımlardan biri şu sorunun sorulması; “ 1979 tarihinde Haluk Kırcı’nın kimliğinde
Ahmet Balta ismi yazıyordu ama 2 yıldır aranan ancak elini kolunu sallaya
sallaya dolaşıp cinayetler işleyen Haluk Kırcı 12 Eylül’den sonra nasıl bu
kadar kolay yakalanıvermişti?”
Bu bölümde Ağca’nın yurt dışındaki bağlantılarından
tutun, Mit’te görev alan Mehmet Eymür’ün Bulgar Mafyası tarafından
öldürüleceğine dair pek çok şey yazıyor. Bunun haricinde Türkiye’de de İtalya’dan gelme
olan Gladio’nun ne iş yaptığını, infazları hangi yollarla yaptığına kitabın bu
bölümünde tanıklık ediyoruz. Can Dündar Ve Celal Kazdağlı’nın ortak hazırladığı
“ Ergenekon” kitabından bildiğimiz “
Gladio” meselesine kitapta daha ayrıntılı şekilde değiniliyor. Bunun yanında Papa I. Jean Paul’un nasıl
öldüğüne dair bilgiler veriliyor bu bölümde, İtalya’da bu olayların ne kadar
derin olduğunu bir kez daha anlıyoruz.”
“Abdullah
Çatlı ve Oral Çelik, Papa Suikastından kendilerini sıyırabildiler. Ama onların
bu işin içinde olduğunu bilen ve yıllar sonra konuşan çok önemli bir tanık
vardı. Cıa’nin çok taraflı ajanı. Gladio şeflerinden Francesco Pazienza “
Kitap, CIA meselesine
ayrıntılı şekilde değinip sonrasında
Gladio şefi Francesco hakkında bilgiler veriyor. Özellikle CIA’nin Papa Suikastinde nasıl
başrol oynadığı açıkça belirtiliyor. Kurnazlık, yalanlar, oynanan oyunlar bir
bir ortaya çıkıyor, ve sonrasında CIA, KGB, Mit
ve mafyalar işin içine giriyor. Çatlı, Oral Çelik, Ağca üçgeninde
şekilleniyor kitabın bu bölümü. Çatlı’nın sahte pasaportunun Zürich’te kimler
tarafından verildiği şu bilgilerle aktarılıyor okuyucuya.
“ Bu pasaport kendisine Türkiye Cumhuriyeti Zürich
Başkonsolosluğu’nca 10.12.1981 tarihinde verilmiştir. Tahrifat görmüş kimlik
kartının tetkikinde ve ayrıca uluslar arası kriminal polis örgütünün
düzenlediği 1359/80 sayılı sayılı suç fişinde cinayet suçuyla arandığı
belirtilmektedir. “
Çatlı bir çok olayda başrol oynuyordu. Çetenin ele
başıydı, ülkücü teşkilatın Avrupa sorumlularının bazılarıyla ters düşüyordu.
Çatlı’nın Costa Rica’da eğitildiğini Ağca’dan öğreniyoruz. Görevinin , Ortadoğu
ve Türkiye’de komünist terör örgütlerine karşı savaşmak olduğunu söylüyor Ağca.
Çatlı bu olayların sonralarında pek çok insanın ölümüne sebep olan “ ASALA”
örgütü için devreye girdi, bu olaylar MİT’in yardımlarıyla gerçekleşti. Bu
olayın gerçekleşmesinde Çatlı’nın başında bulunduğu ekibin tek şartı vardı, o
da suçsuzluğuna inandıkları arkadaşlarının Salıverilmesiydi. Mehmet Eymür,
Çatlı konusunda şu ifadeye yer veriyor; “ Çatlıyı bir süre kullandık,
uyuşturucu ticareti yaptığını fark edince kullanmaktan vazgeçtik “
“Çatlı eylemci olarak olayların içinde
bulunmasa da yönlendiren ve eylemleri hazırlayan önemli isimlerden biriydi, ama
kitapta sözü edilen ASALA’nın parçalanma ve dağılma sürecine girişi iddia
edildiği gibi Çatlı ve arkadaşlarının eylemlerinin bir eseri değil. “ Çatlı ve arkadaşları ASALA’nın tamamen
parçalanmasında başrolde olmamış olabilir ama MİT ile birlikte hareket ettiği
gerçeği unutulmamalı. Çatlı’nın yurt dışındaki uyuşturucu trafiğindeki rolü ve
sonrasında Çatlı’nın Fransız polisi tarafından tutuklanışıyla başlayan süreç
kitapta Çatlı’nın hapishaneden kaçma girişimi vs… ayrıntılı
şeklinde anlatılıyor.
Çatlı’nın solculardan yardım aldığını da kitap sayesinde
öğrenmiş oluyoruz. Aynı zamanda Oral
Çelik’e PKK’lı kimliği verilmesini de bu detaylara eklemeliyiz. Kitapta Çatlı
ile olan çoğu bilgiyi kendi ağzından eşi Meral Çatlı anlatıyor bize. Kitabın
üçüncü bölümü (1990-1996) dönemini
kapsıyor. Bu dönemde bir çok olay oldu. Bunlardan bazıları; Gladio ismi öne çıktı,
fail-i meçhul cinayetler arttı, kontrgerilla hareketini kuranların nasıl dolaplar
çevirdiği ve polis kılığına girip işlenen cinayetlerin hepsi bu dönem içinde
oldu. Bu dönem üzerinden gidecek olursak; yine Çatlı ismi üzerine duracağız.
Çatlı
yurt dışında o kadar olaydan sonra
Türkiye’ye ilk resmi adımını 25 Nisan
1990’da atıyor. Bu bölümde Çatlı’nın hükümet içindeki insanlarla nasıl yakınlık
kurduğunu, ANAP kulisinde ANAP’lı eski ülkücü arkadaşlarıyla nasıl görüştüğünü,
bu ülkücü arkadaşlarının Çatlı’ya bir takım sözler verdiğini ama Çatlı’nın
istediğinin gerçekleşmediğini, sonrasında Çatlı Ve Haluk Kırcı’nın bir şirket
kurduğunu, sahte Pasaport
olaylarında bürokrat tanıdıklarıyla
nasıl yakın ilişkiler kurduğunu
okuyacaksınız. Can Dündar Ve Celal Kazdağlı’nın hazırlamış olduğu “ Ergenekon” kitabında kabataslak
şekliyle anlatılan olaylar “ REİS “
kitabında birçok soruya o dönemin önemli
isimleri hakkında bilgiler vererek cevap veriyor. Dönem içinde yine başrolde fail-i meçhul cinayetler vardı. PKK’ye yardım ediyor iddiasıyla birçok kişi polis
yelekleri üzerinde olan kişilerce öldürüldü ama kitap şöyle anlatıyor o durumu.
“
Haraç istendikten sonra öldürülenler sadece Kürtler değildi. Türkiye’de yaşayan
azınlıklardan da haraç alınmaya başlamıştı. Haraç miktarı kişi başına 500 bin
dolardı. “
Çatlı’da dosya kapanmıyordu. Dönemin en önemli
isimlerinden biri o dönem yükselişe geçen Mehmet Ağar’dı. Mehmet Ağar, Çatlı’ya
yardım ederek sahte uzmanlık belgesi verdi. Mehmet Ağar’ın 1980’den berin bu
işlere nasıl giriştiğini Uyuşturucu Kaçakçısı Liceli Hüseyin Baybaşin şöyle
anlatıyor;
“
Mehmet Ağar’la 12 Eylül 1980’den sonra Selamiçeşme’deki Melih Baler’e ait Kolin
Kulüpte sık sık bir araya geldik. Ben polis arabaları ile geziyordum. Devamlı
olarak polislerin adına kayıtlı silahları kullanıyordum. Bunları bana bizzat
Mehmet Ağar veriyordu. Çok mermi vermiştir bana. Hüseyin Baybaşin adımı yazarak
bana polis kimlikleri düzenliyordu. Bizim isteğimiz üzerine birçok kişiye de
verdi. 1980’den sonra hep onun verdiği kimliklerle dolaştım. Bizzat kendisi
bana eliyle pasaport verdi. Devlet görevlisi yazardı pasaportta. Bir defasında
pasaportta eşi yazıyordu. Ben de kızmıştım, neden benim tanımadığım kadınları
bana eş yapıyorsun diye ) Mehmet Ağar, Baybaşi’nin anlattıklarını hepsini
yalanladı)
Kitapta bir çok konu dahil ismi geçenlerden biri Yaşar
Öz’dü. Mehmet Ağar bu konuda da Yaşar Öz’e yardım etmişti, Yaşar Öz daha
sonraları yakalandı. Kitapta mevzu bahis konusu olan başka konulardan biri
Azerbaycan Darbesiyle ilgili önümüze sunulanlar. Bunun içinde dönemin önemli
bürokratları,, CIA ve diğer unsurlar anlatılıyor. Bunların haricinde 90’lı
yıllarda devam eden polis yelekleri giymiş kişilerce işlenen cinayetler
kanıtlarıyla açığa çıkıyor. Emniyet
bütün bu işlerde başrolde. Mit raporları okunuyor ve Emniyetin, uyuşturucu kaçakçılarına yeşil
pasaport vererek yardım ettiğini gözlemliyoruz. Bu olayların haricinde başka
olaylarda oluyordu. 12 Mart 1995’te Alevilerin hakim olduğu Gazi mahallesinde
kahvehane taranmıştı, bu olaydan sonra şiddet daha da tırmanmıştı. Hanefi Avcı,
bu olayı yapanın “ Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım olduğunu açıkladı.
“
Emniyet Müdürü Avcı, provokasyonun yapılma nedeninin Tarık Ümit olayıyla
ilgilenen JİTEM’e ders vermek olduğunu açıklıyordu.”
Kitapta bir söz her şeyi açıkça ortaya koyuyordu. “
Aslında işin özü şuydu: Devletin güvenlik güçleri, JİTEM, MİT, Emniyet,
birbirine düşman olmuştu. Kendi çıkarları için onlarca kişiyi ölüme götürecek
provokasyonlar yapmaktan da geri vurmuyorlardı. “
Herkes bir çıkar peşindeydi. Kaçakçılık almış başını
gitmişti. Çatlı’nın yurt dışında da petrol işine burnunu sokmuştu, Türkiye’de
de bu işin peşini bırakmıyordu. Ülkücü camia illegal yollardan parayı
götürüyordu, emniyetse bu kişilere çanak tutuyordu. Şirketler birden bire
büyüyordu, bu şirketlere gözdağı veren tek isim değişmiyordu, o da ÇATLI.
Kürtlerin elinde olan uyuşturucu piyasası birden ÇATLI’nın başında olduğu
çetenin eline geçmişti. Ortada büyük paralar dönüyordu, ÇATLI’nın da bu işlere
girişme nedenlerinden biriydi bu. Çatlı’nın başında olduğu terörle mücadele
amacıyla Tansu Çiller’in isteğiyle özel tim oluşturulması kitapta
kanıtlarıyla iyi işlenmiş. Bu Özel Tim’de
yer alan isimler polis yelekleri giyerek bazı kişileri kaçırıyor, bu kişilerden
yüksek para alıyorlar, vermedikleri takdirde kendilerini öldürüyordu. Bu Çeteden
devlet haberdar olsa da ses çıkarmıyordu. Bu çetenin amacı piyasayı toptan ele
geçirmekti, Türkiye’deki piyasanın bir çoğuna hakim oldular ama sonraları işler
karıştı. Kitap bu kısımları isimleriyle bilgiler vererek anlatıyor, kim kiminle
neler yaptı, telefon görüşmeleri ve bununla birlikte Emniyet ile yapılan
işbirlikleri…
Bu aleme nam salan ÇATLI’nın girmediği, çıkmadığı delik
kalmamıştı. Ölümün geleceğini hissediyordu Çatlı. Bir dönem o’nu kullanan devlet, yine o’nun
canını almaya geliyordu. Çatlı öldüğünde öldüğü Mercedes’in içinden cephane
çıktı, bu cephanelerin haricinde bir çok önemi sır saklandı ya da aydınlatılmak
istenmedi.
Bir röportajda Abdullah Çatlı’nın eşine Çatlı’nın
ölümüyle başlayan süreçle sorulan soruya Meral Çatlı şöyle cevap veriyor; (
Kitapta da Meral Çatlı’nın ağzından pek çok gerçeği öğreniyoruz)
“
Meral Çatlı: Beklediğimiz bir şeydi de kimse açıklama yapmadı.
Abdullah Çatlı devlet için kendini hibe etmiştir. Özel bir hayatı kalmamıştır,
yaşatılmamıştır. Birileri gidip Abdullah Çatlı’nın kulağına fısıldıyor 18–19
yaşında. “Sen bunları yapacaksın yavrum” deniyor. Büyük bir görev veriliyor.
Bugün, Çatlı öldürüldü mü? sorusuna geliyoruz”
Meral
Çatlı buna benzer pek çok röportajda Çatlı’yı öldürülenlerin kim olduğunun
anahtarının Sedat Bucak'ta olduğunu söylüyor. Çatlı’nın ölümünden sonra bazı
bilgiler açığa çıkıyordu, bu sırlardan biri 25 Ağustos 1996 tarihinde
Aydınlık’a konuşan bir General’in sözlerinde şöyle yer alıyordu.“ El altından
İsrail’den silah alımı başladı. Bunu kim ayarlıyor: Özel Örgüt ve Özer Çiller “
Çatlı
öldüğünde kendi camiası olmak üzere birçok kişide iz bıraktı. Kitabın sonlarına
doğru Meral Çatlı'nın final cümlesi biraz olsun bir şeyleri anlatıyor Özetliyor; “ Eşim yaşamının önemli
bir bölümünde sürekli arandı, değişik isimlerle dolaştı. Nevşehir’e hep kendi
adıyla dönmek isterdi. Öyle de oldu “
Sonuç
olarak; “ REİS “ Gladio’nun
Türk Tetikçisi, Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı’nın
yaşam öyküsünü sunuyor okuyucuya. Bunu sıradan bir yaşam öyküsü olarak sunmuyor,
bunu sunarken okuyucuyu bilgilendiriyor. Bu öyküyü sunarken Abdullah Çatlı’nın
yakın arkadaşları, eşi, kızı ile irtibata geçiyor. Abdullah Çatlı’nın ülkücü
teşkilata nasıl girdiğini, bu camiada nasıl yükseldiğini, 70’li yıllarda sahte
mahkeme kararları alarak nasıl cezaevlerinden insan kaçırıldığı, Avrupa’daki
bağlantılarını, yine devlet eliyle uyuşturucu dünyasında nasıl söz
sahibi olduğunu anlatıyor. Çatlı, neler yaptı, nerede saklandı, nereye girdi
–nereye çıktı hepsi Soner Yalçın Ve Doğan Yurdakul’un usta araştırmacılığıyla
okuyucuya sunuluyor. Okuyucuya sunulurken yalnız bir kısmı da atlamamak gerekir. Dönemsel bilgiler verilirken bu kitapta Objektiflikten uzak cümleler de
gözünüze takılıyor. Bunlar gözünüze takılacak olsa da kitap pek çok önemli
belgeyi, bilgiyi okura ulaştırmayı biliyor. Dönem içerisindeki bürokrat olsun,
yeraltı dünyası ve Susurluk olayına karışanlarla ilgili önemli
bilgiler vermesi, okuyucuyu sıkmaması açısından referans alınacak bir kitap olarak " REİS " köşemizde bulunması gereken kitaplar arasında yerini allıyor!
Cem Kurtuluş, 2015
0 yorum:
Yorum Gönder