Sıkıcı ve klasik bir Pazar günü. Full mesailerden
bunalmış, yeterince rutine dönüşmüş hayatın son çıkışlarındasın, ve
yapılabilecek ne var diye kendine soruyorsun, soruyoruz. Akla gelen tek şey; “
Deplase olmak “ neresinin olduğunun önemi yok “ deplasman olsun da ne olursa olsun” diyoruz çoğumuz. Listeler
hazırlanıyor, planlar yapılıyor, müdüre yalanlar söyleniyor. Müdür bunu yemiyor
ama bir şekilde izni kopartıyorsun, kopartmasan bile kafaya koymuşsun
gideceksin başka yol yok. Gecenin geç
saatlerinde yolu beklemenin hazırlığına geçiyoruz. Dumanlı ve sis bulutlarının
kapladığı bir gecede bizi buğulu camlar bekliyor.
27’lik otobüste 35 kişi sığmaya çalışıyoruz, bir şekil
kimse bunu şikayet etmiyor. Herkesin amacı bir, böyle deplasmanlarda Passolig
de olmayınca deplasman daha çekilir oluyor. Yüksek sesli bestelerle yolumuza ilerliyoruz,
alkol dur durak bilmiyor, kafalar kıyak bir şekilde ilerliyoruz yolumuza. Her
duman çekişimizde besteler daha da yükseliyor. Şoförümüz kıyak çıkıyor, çoğu şeyi sıkıntı yapmıyor. Bu deplasman
işlerini bilen bir kafaya sahip olunca tayfa da şoförle iyi anlaşıyor. Bir
klasik olan Köfteci Yusuf’a uğruyoruz, kıyak kafalarla köfteler yeniliyor
yolumuza devam ediyoruz. Uşak’a indiğimizde ciddi bir tribün potansiyelini görüyoruz.
İçeri girmeden önce Uşak geneline parklarda memurlar
içki konusunda katı olduklarını şehire geldiğimiz andan itibaren
hissettiriyorlar bize, sonrasında da bunun çabası şikayet oluyor. Bu faslı
geçersek Uşak’a gelenler için tek yorum herhalde “ Uşak’a geldim kendimi
sorguluyorum “ cümlesi oluyor. Derken tribüne giriyoruz, akustik olarak muazzam
bir salona sahip Uşak’ın salonu. Modern yapıya uzak, taraftarla bütünleşmek
için bütün her şey bir arada. Tribüne girdiğimiz andan itibaren yer
bulamıyoruz, bir kesim diğer bölgeye geçiyor. Bu bölgede polis oradaki
taraftarı çıkarmak isterken arkadaşını vermemek uğruna mücadele edenler oluyor.
Sonrasında olanlar oluyor. Fenerbahçe tribünü bu maçta tribünlere sığmadığını
gösteriyor. Ataşehir’deki modern ve taraftar kültürüne uzak salona biat etmeyenler yerini alıyor bu
salonda aslında.
Sonuç olarak;
Passsolig’in olmadığı deplasmanlar her daim doyurucu oluyor hepimiz için. Dönüş yolunda bayılanlar da olsa, bu
baygınlıklar sonucunda sabahında işe gidecek olanlar içinse sabahında tek söz
geçerli oluyor; “ Hayat, deplasman dönüşü
başlar “
Tam da böyle bir noktada sonlandırıyoruz bu deplasmanı,
çünkü ertesi günün yorgunluğunun tarifi hepimiz için leş ötesi oluyor, hayatın
ağırlığında ezilsek de “ yine olsa yine gideriz “ düşüncesinde oluyoruz
hepimiz. Ve son olarak ; seni yolundan
edenler olmuşsa, yarı yolda bırakanlar olmuşsa, yolsuz kalmışsan ve gidecek yol
kalmamışsa gidilecek tek yol deplasmandır!
Passolig’siz deplasmanlara selam, yola devam.
Selametle.
Cem
Kurtuluş, Ekim 2016
1 yorum:
Yazılarının çoğunu okumuşumdur, dinlediklerini dinlemişimdir, okuduklarını okuyup, izlediklerini izlemişimdir. Senin tabirinle "Kasvetli Gecelerde" en çok burayı aramışımdır, her şey siyaha giderken. Dipte kuytuda ne varsa değer görmeye değen, sana biçtiğimiz değerden ötürüdür. Hiçbir ahbaba bahsetmeyecek kadar çok seviyorum buraları. öldüğün zaman, bu anılarını yaşamış gibi çocuklarımıza anlatıp, "Sonra yıllarca sarhoştu, ve ondan sonra öldü" diyeceğiz.
Özgür olduğunda Marmara, görüşürüz bir ara.
Yorum Gönder