// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

24 Nisan 2012

Rise of the Footsoldier -(2007): Holiganlıktan Mafya'ya Uzanış


















Holiganlıktan Mafya'ya Uzanış: Rise Of The Footsoldier (2007)- Julian Gilbey/Will Gilbey

 Kuşkusuz ki futbolun bir dili olduğuna inanıyorsanız,bu sahici dilden başka cümle ile anlatılamazdı. Futbol ile tribün arasındaki bağlantı ise öfke ve nefret sözcüklerinden geçmesi kaçınılmazdır. Her ne kadar futbol birleştirici unsur olsa da,bir o kadar çağrışım olarak karşıt sözcüğü de nefret ve öfke kelimesinde birleşir. Bir tür adrenalin atma gerçeği de denebilir.

 Konumuza gelecek olursak…Gerçek hikayeyi/olayları merkeze taşıyan  “Rise Of The Footsoldier”  Londra yeraltı dünyasının tanınmış isimlerinden Carlton Leach’ın hayatına el atıyor. Film; 1995 yılının Aralık ayında  morgda  başlayan hayatlara ışınlıyor bizi , daha sonra asıl her şeyin çıkış noktası olan Carlton Leach’in futbol ile çıkış noktasını kendi iç sesinden dinleyerek asıl mevzuya odaklanıyoruz.

 Anlatıcı rolünde Carlton Leach bu durumu “Bir çağın kapanışıydı. Cinayetler başlamadan önce  işkencenin,kavgaların,Ectasy’nin  hepsinin üstünde  futbol vardı.  Görüldüğü gibi futbol kötülüğün ve  nefretin kaynağından besleniyordu.O tribünler aslında  benim için her şeyin başladığı yerdi” cümlesiyle anlatıyor. Bu başlangıçta kötülük diye hissettirdiği bir nevi insanın kendi iç dünyasındaki nefretin dışavurumu oluyor.

 Asıl hikayenin çıkış noktası ve kavga için bahane arayan bir nesli anlatıyordu film. Anlatıcı tarafından Carlton Leach kendi hikayesini yazıyordu. Nereye giderlerse gitsinler iki tarafta da kavga etmek kendi tayfasının mesele haline geldiğini aktarıyordu. Film üç ana bölümden oluşsa da ilk bölümde holiganlık yılları, deplasman hikayeleri ile sıralanan hayatlara tanıklık ediyoruz.

 Film bütün bu mevzuyu anlatırken  kendi hikayesini “Daha 16 yaşıma yeni basmıştım ve üst statüye doğru çıkmaya çalışan  küçük yaramaz bir holigan haline gelmiştim. West Ham’lıydım ve Futbol, kavga etmek, düzüşmek bizim için yaşam biçimiydi. Eğer bizim mekanımıza gelmişseniz dayak yemeniz kaçınılmazdır. Eğer biz sizin mekanınızdaysak kaybedecek olan yine sizsiniz. Çünkü bizim için her şey saygınlıktan ibarettir.” sözleriyle anlatıyordu Carlton Leach.  O esnada kamerada kavga etmek için fırsat arayan ya da fırsatlar yaratan bir nesli gösteriyordu. Carlton Leach’in dediği gibi “Biz dünyayı kurtarmaya çalışmıyoruz,kavga etmek için fırsat yaratıyorduk” diyordu.

 Kameranın mevzuyu gösterdikten sonra yüzünü West Ham’ın acımasız lideri olan Bill Gardner’e çeviriyor. Deplasmanda verilen sıcak çayı tribüne fırlatacak denli biri olarak tanıyoruz Bill Gardner’ı.  “IRA’dan sonra en büyük tehdit haline geldiğimizi söylüyorlardı, bu kimin umrundaki? “ cümlesi aslında bir tür medyanın bu işleri ne halde gördüğünün kanıtıydı. Çünkü bir yanda Britanya’da bomba patlatan IRA, bir yanda azılı şekilde sokaklarda kavga arayan holiganlar. Hangisi daha tehlikeli” sorusu da burada ortaya çıkıyordu

 Gerçeği sevmeyebilirsiniz, ama gerçekten kaçamazsınız. Filmin dili de kendisi gibi serttir,acımasızdır,çünkü tam da futbolun dilinin sert olduğu gibi. Filmde “Inter Cıty” diye bahsedilen tribün tayfasının kendilerine bu ismi verdiklerini ve kendilerine ait trenle deplasman yaptıklarını da burada öğreniyoruz.  Bir Manchester deplasmanına giderken otobüsün arıza yapmasıyla birlikte sokak jargonunca avlanmanın bedelini ödeyen Inter Cıty tayfasının köprü altındaki mevzusu filmin ilk yarısındaki tribün jargonuyla tuzağa düşürülmeyi gösteriyor bize. Burdaki sahne tam tamına alt kültürün ne olması gerektiğine dair durumu gözler önüne seriyor. İngiliz kültürünün vücut dili ve köprüde olan mevzu filmin en atardamar yerlerinden biri oluyor.

 Film, aynı hikaye anlatımı olacağını zannetseniz de kısa sürede Carlton Leach’in evliliğe adım attığını, daha sonra da bar fedailiğine geçtiğini gösteriyor. Bu işi neden yaptığı üzerinden bir konuşma geçiriyor film bize ve Carlton Leach’in ağzıyla söylediği gibi “Benim dünyamda kibarlık,zayıflık adına yapılmış bir hatadır” diyor. Gece kulübünde bar fedailiği yapmaya geçmiş, holigan arkadaşlarını da yanına almıştı Carlton Leach, bununla birlikte gece alemine atılmasıyla birlikte evli olan Carton Leach eşini de ilk burada aldatmış olur.Her şey Carlton Leach için berbat hale giderken 1986 yılında Arsenal deplasmanına giderken Milwall’lıların emanetlerle beklemesiyle başlayan mevzu filmin iskeletini oluşturuyor. Bu, aynı zamanda en delişken,en vahşet ve acımasız sahnelerden biri olur, kafasına darbe yediği esnada flashback ile geçmişten kurtaramayacağının hikayesini sunar bize. 

“Hayat,sürekli ileriye bakmaktan başka bir şey değildir” sözü karşılar bu bölümde bizi. Bu vahşi sahnelerin hepsinin çıktığı yer “kan” cümlesinde toplanır. Şiddet sahnesini izleriz filmin başından itibaren Carlton Leach anıları ile polis kayıtlarınca gösterilen görüntülerle birlikte film futbol ile holiganizme dair nokta atış cümlesini “Eskiden oyun içinde taraftarlardan çok aynasızlar vardı” sözüyle yapar. Bu esnada filmin başından itibaren gördüğümüz Bill Gardner’i kelepçelerle götürülüşüne tanıklık ederiz. İlk evliliğinden sonra gece alemindeki kaldığı yerden devam eden Leach daha sonra uyuşturucu kullanarak hayatına bir kadın alarak kendine yeni bir  sayfa açıyor. Yeraltı dünyasının içinde olan Carlton Leach, daha sonra “Tony Tucker” ismiyle tanışıyoruz.

 Daha sonra Carlton Leach’in evliliğindeki sorunlar, şiddet ve öfke sorunu ile birlikte bu bölüm kendine yer bulur. Film adına sonda söyleyeceğimi başta söylemeliyim ki; film hızlı geçişlerle birlikte bir karmaşıklığa doğru yola çıkıyor. Carlton Leach’in holiganlık yıllarından başlayıp,daha sonra ilk evliliği,oradan yeraltı dünyasındaki düzeni ve sonra uyuşturucuya bulaşmasıyla birlikte ilerliyor,bu da çok hızlı geçiş yaparak bir kafa karışıklığına sebep oluyor. Tekrardan filme dönecek olursak; yeraltı dünyasında tanınmış hale gelen Carlton Leach’in filmin ilk yarım saatinin sonunda Türk Mafyasının işin içine girmesiyle olaylar başka hale gidecektir.

 Yüksek meblağda eroinin kaybolmasıyla film kendini daha çok gangster/mafya temasının olduğu bir yere çekecektir.Türk mafyasının kendine has sorgu sahnesiyle de birlikte film sanki iyi ayrı filmden alınmış izlenimi veriyor. Daha sonra uyuşturucu trafiğindeki başka karakterle tanışmış oluyoruz,bunlardan biri de “mizahi kurgu” usulüyle düşündüğümüz “Craig” oluyor. Bunlara öncesinde “Pat Tate” ismi ekleniyor. Hepsinin ortak özelliği “Rettendon Cinayeti” olarak bilinen “Essex Range Rover Cinayetleri”  serisine dayanıyor.

 Filmin başlarında nasıl Carlton Leach şiddet yönüyle ortaya çıkan karakter gözükse de,filmin ikinci yarısındaki manzarada Pat Tate ismi tehlikeli,şiddet ve öfke sorunu olan karakter olarak kendini gösteriyor bize.  Özellikle bize bunu evine pizza göndermeyenlere karşı pizzacının yanına gidip bütün vahşetini sergiliyor.Bu bölümden sonra tarihte “Rettendon Cinayeti” olarak bilinen o meşhur Range Rover cinayetine götürür seyirciyi.  Film her ne kadar Carlton Leach üzerinden gitse de,filmin ikinci yarısıyla birlikte uyuşturucu trafiğinde hızlı olmanın bedeli hızlı düşmektir diye de mesajını vermekten kendini geri çekmiyor.

 Oyunculara gelirsek…   Pat karakteriyle karşımıza çıkan Cragg Fairbrass mafya tiplemesine benzer bir rol oynayarak oynadığı rolün hakkını verirken, Tony Tucker karakterine can veren Terry Stone peruklu hali bir yana filmdeki olgunluğu,ağırlığıyla rolüne oldukça cuk oturuyor tanımına uyuyor. Carlton Leach karakterine can veren Ricci Harnett’in oyunculuk adına  iyi iş çıkardığı kısımlar West Ham’ın holiganlık yıllarından yaşadığı mevzulardan ibaret oluyor. Filmin ilk 15-20 dakikalık diliminde iyi performans gösteriyor.  “The Football Factory” filminden tanıdığımız,bu filmde “Jack Whomes” karakterine can veren “Frank Harper” da kısa rol almasına rağmen oynadığı rolün ağırlığını taşıyor. 


Aynı zamanda film  uyuşturucu trafiğinde Türklerin de  önemli bir rol aldığını bize resmediyor. Türk usulü işkence yapıldığı sahneler filmin en başarılı sahneleri olarak yerini alıyor. Filmin kurgu kısmında  Julian Gilbey ve Will Gilbey sorumluluğu alan iki isim alıyor. Kurgu da dağınıklıklar olsa da özellikle görüntü yönetmeni Ali Asad; mekan çekimleri, renk tonlarıyla ilgili başarılı iş çıkarıyor ve bunun üstüne müziklerin sahnelerin üstüne oturtulmasıyla da ne kadar klas bir işin üstüne imza attığını gösteriyor.

 Sonuç olarak;  Düşük bütçesiyle, temasıyla,gerçek hikayeden alınan ve  başarılı müzikleriyle şiddeti merkeze alan  “Rise Of The Footsoldier”  1970’lerle birlikte holiganizm döneminden başlıyor hikayesini anlatmaya,bu hikaye daha sonrasında Carlton Leach ismi üzerinden yeraltı dünyasına doğru kendisine yol buluyor. Daha önceden izlememişler için filme futbol/tribün temalı bakılması en büyük yanlışlık olur. Çünkü film tam anlamıyla bir suç biyografisine davet ediyor seyirciyi. Carlton Leach’in de o şiddet ortamından filmin ikinci yarısından da nasıl kaçtığını da gözlemliyoruz. Bu kaçmak değil,bir nevi kendisi için sevdiklerini korumak için yapılan eylemin diğer türlüsüydü,belki de her şey Carlton Leach’in dediği gibidir;

 

“O tribünler aslında  benim için her şeyin başladığı yerdi”

 

 Cem Kurtuluş,2012



1 yorum:

film harika bir film. gerçekten herkesin izlemesi gerekiyor. baştan sona sarıyor.