F.Dostoyevski, “Bir insan umudunu yitirir ve amaçsız kalırsa, sırf
can sıkıntısı bile onu bir hayvana çevirebilir.” diyor.
Dostoyevski’den sözlerle bize kesitler sunan Zeki Demirkubuz’un “
Yeraltı” sı da merkeze Dostoyevski’den referanslar
sunan,aynı zamanda kabuğuna çekilen sert yalnızlığın derin kıyılarına doğru
yolculuğa çıkıyor. Zeki Demirkubuz isminden de ilerleyecek olursak;Zeki Demirkubuz ismi herkese tanıdık
gelecektir. Demirkubuz daha önce Kader, Kıskanmak, C Blok, Bekleme
Odası, Masumiyet gibi filmlerle kendinden söz ettiren bir yönetmen
olmuştu. Kendinden söz ettirmek her ne kadar bunun dışında kalacak olsa
bile; kendine dair yeri ve duruşuyla o gerçekçiklikten iz sürmeyi iyi
bilmiştir. Zeki Demirkubuz
filmlerinden yola çıkarsak, diyeceğimiz ilk şey; görüntüden çok düşüncelere
önem verdiği. Kavramlara kafa patlatır, samimiyetle dertleşir,sokak dili
sahnelerde göze çarpar.Yeraltı da buna işaret eden bir film olma özelliğini
taşıyor.
Dostoyevski; Zeki Demirkubuz için bir ilham kaynağı. Dostoyevski sözleri ağırlıkta olacak olsa da elbette " Yeraltında Notlar " kitabıyla çok fazla kıyaslama içine girilmemeli,bu uyarıyı yazının başında yapmak da yarar var! Dostoyevski sözleriyle kestirme bir yol çiziyor Demirkubuz bu filminde. Filmin başından itibaren Dostoyevski sözleri beynimizde yer ediniyor. Filmin esin kaynağının Dostoyevski'nin " Yeraltından Notlar" kitabı olduğunu Demirkubuz her yerde dile getirmişti ama bunu dile getirirken Demirkubuz aynı zamanda " Senaryoyu yazarken romanı elimden attım,onsuz yazdım " diyor. Bunu da bir şekilde dile getirelim.
Konuya geçecek olursak;Filmin ilk sekansı sırtını dönmüş bir adam etrafıyla yalnızlığını derin yaşarcasına etrafı gözetliyor. Gece, insan kalabalığı,taksiler o ara önünden geçiyor. Son da olanı başta söylemek gerekirse; Zeki Demirkubuz’un Yeraltısında Engin Günaydın, Muharrem karakteriyle karşımızda. Yeraltından Notlar kitabının hikayesine uygun şekilde Zeki Demirkubuz bir o kadar yeraltını yaşayan Muharrem karakterini Ankaralı bir memur yerleştirerek yapıyor bunu ve aynı zamanda Aylak; hayvan belgeselleri izleyen, kendisiyle yüzleşen,döneceği tek yer kendi yeraltı olan adam karşımızda oluyor. “ Yeraltı” diye betimlediği şeyse kendi evi, kendi dünyasındaki kendi hali.
Muharrem karakteri her insanın kendinden bulabileceği özelliklere sahip olsa da herkesin anlayacağı türden bir yalnızlık değil onunki. İçe saplanan,derinlere doğru koyulaşan,kendi gezegeninde kendiyle savaşan türünden. Filmin içinde de bir takım insanın kendiyle konuşması Engin Günaydın’ın sesiyle açığa çıkması bir o kadar etkili, ve ve “ akıllı bir adam kendine karşı acımasız değilse gururlu da olamaz “ diyor filmin ilk yarısında bir söz. Filmin ilk yarısında yalakalığa ve arkadaş ortamlarında sözünü sakınmadan söyleyen Muharrem karakterini izleriz,ki bu ileriye fırtınalar yaratacağının da habercisidir. Başkalarının hikayelerini çalıp onları kitaplaştıran bir yazara karşı “ hırsız “ diyebilecek potansiyelde olduğunu gösterir Muharrem bize bu bölümde.
Muharrem karakteriyle kendinizden çok şey bulmak mümkün ki insanın kendisiyle kavga ettiğini kendisinde görüyoruz. " Her şey ile aramda gizli bir kavga başladı" sözleriyle Muharrem'in hayatına inceden nüfus ederiz. İçindeki istek, azim bazen gizli bir nefrete dönüşüyor, bazen de sonsuz arzu ile ilerliyordu bir yandan. Muharrem’in iç dünyasındaki tek söz ise “ çamura batmanın bile bir anlamı olmalıydı “ sözünde saklı oluyordu.
Filmin ilk yarım saatinde güçlü bir şekilde anlatıyordu. Ağır şekilde,sessiz merdivenleri çıkar misali gösteriyordu. Ortak beş arkadaşın aynı masada oturduğu esnada Muharrem yine karakterini göstererek bir takım yalaka takımına itinalı şekilde cümleleriyle nokta atış yapar,bunun diğer bir adı bu bölümün tiradıdır,ki özeti ise “ arkadaşlık,alaycılığa gelmez “ cümlesidir. Her şeyi onaylayan, yalakalıkta çığır açmış çağ insanına seslenir Muharrem.
Filmin başından itibaren Muharrem’e bir nevi temizliğini üstlenen “ Türkan “ karakteri de üstünde durulması karakter arasında yer alır, diğeri de kısa olarak da gözüken “ fahişe “ karakteridir. Türkan, bir nevi; Muharrem’in kendine ait yeraltı dünyasında, dağınık sofraların ve alkol krizleri ile devam eden çatışmaların sabahında Muharrem’in gözcülüğünü yaptığını söyler bize. Bazen birbirleriyle dertleşir, bazen fikir danışır bazen de bir çatışmanın ortasında görürüz onları. Baktığı hasta bir adama küfürler savuran Türkan’ı,filmin sonlarına doğru kendisiyle evlenmek isterken duyarız,bu yıkık döküklerin arasında geriye Muharrem karakterinin sofrayı dağıtışı ve o öfke hali. kalır.
Fahişe ile Muharrrem arasındaki en büyük bağ birbirlerine duydukları şefkat gibi izlettirilir bize. Muharrem’in o ağır sözlerinin altında kadının bakışları da dokunaklı olur. Sevişme sahnesini görmediğimiz bu bölümde iki sessiz yıkık insana yer verir Demirkubuz,bunu verirken kadın karakterin göğüs hattını gösterir, bu her ne kadar eleştirilse de doğallık adına da kısa da önemli oluyor. Açık açık kadının metalaştırılması değil iki yıkık insanın kendi iç dünyalarında sevişildikten sonra sadeliği olarak okunabilir.Kadın karakterin sessizliği ve donukluğu yüz hattıyla son kısımda etkili bir portre çiziyor. Filmin sonlarına doğru Muharrem yeniden kendi yeraltısınla başbaşa kalırken,kendi iç sesiyle “ artık değişemeyeceğimi,bunu kendimde istemediğimi,başka bir adam olamayacağımı söylüyordu. “ sözüyle anlatıyordu olan biteni.
Zeki Demirkubuz sinemasındaki bazı detaylara dönecek olursak;
Demirkubuz’un “ gerisarma “ özelliğiyle yaptığı yönteme şöyle
bir soru soruluyor, Demirkubuz’un cevabı şöyle oluyor
-Yemek sahnesinde daha önce hiç yapmadığın bir şey yapıyorsun, geri sarma. Neden böyle bir tercih?
-O sahne, Muharrem gibi zayıf bir adamın dışta gösterdiği ile içte sakladığı arasındaki derin uçurumun farkını ortaya koymak içindi. Orada flashback ya da Haneke'nin yaptığı gibi gerisarma yapabilirdim. Ama bu yöntem, Muharrem'in insanî yönünü, gösterdikleri ile sakladıkları arasındaki farkı daha iyi ortaya koyuyordu.”
Oyunculuklara gelirsek; Muharrem karakteriyle karşımıza çıkan Engin Günaydın bu rol için 6 ay çalıştığını söylerken bununla ilgili röportajda şunları söylüyor
“Çok uzun süre kendimi mutsuzlaştırdım. Yaşamın hiçbir anlamının olmadığı bir psikoloji içindeydim. Çok kötü rüyalar görüyordum. Rolü kabul ettikten hemen sonra, yani çekimlere 6 ay kala bu ruh haline girdim. Sonrasında 6 ayı savrularak geçirdim. Hayattan zevk almıyordum. Bunalıma girmiştim. Başka türlü oynayamıyorum. O yüzden bu tür rollerden çekiniyorum.”
Muharrem karakterine partner olarak eşlik eden " Türkan" karakterine can veren Nihal Yalçın filmin atmosferine uyum sağlıyor ve etkili bir performans ortaya çıkarıyor.Görüntü yönetmeni " Türksoy Gölebeyi " filmde iyi iş çıkarıyor. Senaryodan bahsedecek olursak; Dostoyevski referanslı olsa da film tamamen Dostoyevskinin bütün unsurlarından ziyade Demirkubuz başka bir iş beceriyor. Peterburstaki memur hayatını Ankara’ya çeviriyor Demirkubuz filmde, yeraltı adamının o bitik haline dair o bunalımı etkili bir şekilde anlatmasını biliyor.
Sonuç olarak; Kendi içimize seslenen, insanın kendi çatışmasına dair kendi sıkışık dünyasında söz söylemenin ötesine geçen bir yapım " Yeraltı"
Kendi içinde boğulanlara yüksek sesli bir mesaj olarak da söylenebilir, dıştan
kapıyı kapatan sessizliğiyle boğulan insanlarla ilgili de. Herkes olabildiğince
hissettiğini alıyor bu filmden. Zeki
Demirkubuz filmleri arasında belki en
iyisi olmayabilir;ama o yeraltı durumunu anlatmak da hiç kolay olmayacaktır.
Son olarak herkesin bir yeraltısı vardır. Kimi Muharrem gibi, kimi
başkaları gibi gömülür o yeraltına!
“ Muharrem” karakteri için son sözü Zeki Demirkubuz’a bırakıyorum
“Ben yaşadığım hiçbir dönemde ruhta bölünmenin bu kadar keskinleştiği bir dönemi hatırlamıyorum. Ve bu beni korkutuyor. İşte bir insan ve vatandaş olarak yıllar yılı, bu düşüncelerimin, hissedişlerimin, en iyi niyetlerimin duvarlara çarpa çarpa beni getirdiği nokta Bekir, Musa, Muharrem gibi karakterleri yazmak oluyor. Bir gün kıyamet koparsa, öyle depremle, tufanla kopmayacak. Bütün bu başkalaşmanın, yabancılaşmanın, siyasal, toplumsal olayların içerisinde küçük insanın hissettiği ve kanser gibi içine düştüğü yalnızlık hastalığından kopacak. İşte tüm bunların duygusu beni Muharrem'i yazmaya getirdi. Bütün bu tepişmeler, büyük laflar, olaylar, süslü hayatlar bu ülkede bir yeraltı duygusu uyandırdı bende. Bunun için de Muharrem bu ülkenin yeraltından çıktı. “
Filmi İzlerken Altını Çizdiklerim;
"Sayın generalim ve kadirşinas yalakaları; şunu iyi bilin ki, gösteriş budalası insanlardan, gösterişli laflardan, gösterişin kendisinden, hiç hoşlanmam, bu bir. Kibirden, kendini beğenmişlikten, bütün bu dağları ben yarattım havalarından, süslü kişiliklerden nefret ederim, bu iki. Yalakalardan, yalakalıktan, yalakaca edilmiş laflardan ve davranışlardan da nefret ederim bu üç. Dördüncüsü, gerçeği, içtenliği, samimiyeti çok severim. Ve Dostoyevski'nin dediği gibi: gerçeğin, her şeyin üstünde, zavallı egolarımızın bile üstünde tutulmasını isterim. Arkadaşlığın karşılıklı, açıksözlü ve yalansız olanı için canımı veririm. Evet buna bayılırım. Arkadaşlık, hassaslık ve incelik isteyen bir iştir. Öyle kabalığa, özensizliğe, alaycılığa gelmez. “
“ paramızla yemeğe gelelim dedik, ananıza sövmüşüm
gibi triplere girdiniz. “
“ arkadaşlar, orospular yüzünden birbirine gücenmemeli
“
“ zaten ölüsün,hissetmezsen fark etmez ki “
“ canın biraz oyun istedi diye bana nasıl sapık
muamelesi çekersin “
Cem Kurtuluş, 2012
0 yorum:
Yorum Gönder