Kitabın Adı: 1984
Basım Tarihleri: 1984, 1989,1994,1999, 5.Basım 2003
Kapak Düzeni: Semih Özcan
Yayın Yönetmeni: İlknur Özdemir
Düzelti: Nurten Sönmezcan
Kitap Çevirmeni: Nuran Akgören
Sayfa Sayısı: 250
Dünyada küçük balıkları yutanlar, medyayı kendi tarafına çeken paralı patronlar, bir emrin altında çalışanlar, çıkarlar, menfaatleri ile patronların sözünden çıkmayanlar, gizlice kameremanlar tarafından izlenen insanlar. Tuvalette, banyoda, yatakta, sokakta, evde, aklınıza neresi geliyorsa...
George Orwell, çoğu kişinin 1984 adlı romanıyla herkesin tanıdığı yazar. 1984; kitabının önsözünde dediği gibi ‘ Orwell’ın sanatının tacıdır ve kuşku götürmez biçimde,dikenlerden oluşmuş taçtır bu." Kitabın önsözünün dikkatli okunması gerektiği kanaatindeyim. Bu önsözde yer alan diğer önemli sözlerden biri kitapta şöyle yerini alıyor. " Orwell'a göre özgürlük, yazıyla ilintilidir ve özgürlüğü yok etmek isteyen bürokratlar kötü konuşur, kötü yazarlar; anlamın , bütün anlamın kaybolduğu cümlelere sığınırlar. Her yurttaşın, özellikle de gazetecilerin görevi, bu tür cümle ve sözcükleri yakalayıp bunlara karşı savaşmaktır "
George Orwell " 1984" kitabında bizi umut ile korku arasında bir yolculuğa çıkarıyor. Kendi dünyasını kuruyor, bu dünyanın içinde kaybolmamızı istiyor. Kitaba dönecek olursak; kitapta konu üç süper devlet üzerinde geçiyor. Okuyucuya kitap 3 bölüm şeklinde aktarılıyor. Özgür düşünceyi kaldırmak için her şeyi yapan anlayış her tarafa yerleştirilmiş durumda, tele ekranlar ve mikrofonlar tarafından insanlar sürekli izleniyor. Bu düzen içinde yaşamaya çalışan Kahramanımız Winston Smith. Kitap bize Winston Smith'i partinin çıkarları doğrultusunda çalışan biri olarak tanıtıyor. Kitabın ilk bölümünde Winston Smith'in neler yaptıkları anlatılıyor okuyucuya. Winston en büyük suçu işleyerek partideki kuralların dışına çıkarak devleti yönetenlerin tarihle oynadıklarını, insanları kandırdığını düşünüyor.
Partinin kurallarına göre bir fahişeyle ilişkiye girmek yasaktır. Asıl amaç cinsel ilişkiden zevki kaldırmaktır. Evlilik ya da başka bir şey cinsel ilişki hayatlarından kaldırılacaktır. Her şey partinin isteği doğrultusunda olmak zorundadır. Burada Orwell kendi dünyasını yaratıyor. Günümüzde düzenin aynı işlediğini Orwell bize kapalı bir üsluple anlatıyor. Partide gerçek bir aşk ilişkini düşlemek olanaksız, buna kalkışan en büyük cezaya çarptırılmaydı. Kitapta bu kısım şu sözle anlatılıyor;
" Tüm kadınlar, partinin amaçladığı gibi ulaşılmazdı. İstediği, sevilmekten çok, ömründe bir kez de olsa bu erdem duvarını yıkmaktı. Cinsel eylem, eğer başarıyla yerine getirilirse başkaldırmak demekti. Birisini istemek bir düşünce suçuydu..."
Partideki kadınların hepsi aynı. Her şeyin baş kahramanı Winston Smith. Winston Smith, Londra’da oturanı Okyanusya’nın propaganda fabrikası hakikat vekaletinde çalışan vasat zekalı memurdur. Daha önce verilen bilgiler Winston’un parti içindeki göreviyle alakalı. 1984'ü okuduğumuzda karşımızda Londra'yı buluyoruz. Kitabın başlarında " Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Bilgisizlik Kuvvettir " sözleri kitabın başlarından itibaren hafızamızda yerini alıyor. Kitabın başlarından itibaren Kahramanımız Winston Smith'in neler yapacağını gözlemliyoruz.
" Tüm kadınlar, partinin amaçladığı gibi ulaşılmazdı. İstediği, sevilmekten çok, ömründe bir kez de olsa bu erdem duvarını yıkmaktı. Cinsel eylem, eğer başarıyla yerine getirilirse başkaldırmak demekti. Birisini istemek bir düşünce suçuydu..."
Partideki kadınların hepsi aynı. Her şeyin baş kahramanı Winston Smith. Winston Smith, Londra’da oturanı Okyanusya’nın propaganda fabrikası hakikat vekaletinde çalışan vasat zekalı memurdur. Daha önce verilen bilgiler Winston’un parti içindeki göreviyle alakalı. 1984'ü okuduğumuzda karşımızda Londra'yı buluyoruz. Kitabın başlarında " Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Bilgisizlik Kuvvettir " sözleri kitabın başlarından itibaren hafızamızda yerini alıyor. Kitabın başlarından itibaren Kahramanımız Winston Smith'in neler yapacağını gözlemliyoruz.
Parti’nin hemen hemen efsanevi düşmanı karşı ihtilalcı ve partinin bütün askeri,ekonomik başarısızlıkların sebebi olarak gösterilen Emmanuel Goldstein ‘in perdede görünmesiyle salondakilerin nefreti zirveye erişir. Goldstein, yarı mistik bir adamdır. Büyük Birader ismi parti için büyük önem taşır. Herkes emirleri ondan alır, kimse ona karşı gelemez, karşı geldiği takdirde en ağır cezayı alır. Korku imparatorluğu arası mekik dokumalar işlemden geçirilir. Aynı zamanda Büyük Biraderin yüzünü gören yoktur,Salondakilerin nefreti arttığında Golstein’a lanet okur ve küfür ederler.
" Büyük Birader " (Big Brother) ismi çeşitli ülkelerde kavramsal olarak kullanılır, burada anlatılması istenen Büyük Biraderin bir korku imparatorluğu yaratması, ve diktatörlüğüyle bütün insanları susturma isteği.. Romanın bu bölümünde Winston'un karıştığı mevzuların nasıl olduğunu anlamak için şu alıntıyı paylaşmak uygun olur. Sadece Winston ile ilgili değil, Büyük Birader'in tek söz sahibi olduğu bir yeri çok iyi anlatan sözler desek de kabul görür.
" Tutuklamalar her zaman gece yapılırdı. Uykudan, ansızın sarsılarak uyanma, omzunuzu dürten kaba bir el, gözlerinize tutulan ışık, yatağınızın çevresinde katı yüzlerden bir halka. Olayların büyük çoğunluğunda yargılama olmaz, tutuklama gerekçesi gösterilmezdi. İnsanlar geceleri ortadan kayboluverirlerdi, o kadar. Adları sicillerden silinir, o güne dek tüm yaptıkları kayıtlardan silinir bir zamanlar var oldukları yadsınır ve sonra unutulurdu. Böyle ortadan kaldırılanlara, yok edilenlere genellikle buharlaştı denilirdi. "
" Büyük Birader " (Big Brother) ismi çeşitli ülkelerde kavramsal olarak kullanılır, burada anlatılması istenen Büyük Biraderin bir korku imparatorluğu yaratması, ve diktatörlüğüyle bütün insanları susturma isteği.. Romanın bu bölümünde Winston'un karıştığı mevzuların nasıl olduğunu anlamak için şu alıntıyı paylaşmak uygun olur. Sadece Winston ile ilgili değil, Büyük Birader'in tek söz sahibi olduğu bir yeri çok iyi anlatan sözler desek de kabul görür.
" Tutuklamalar her zaman gece yapılırdı. Uykudan, ansızın sarsılarak uyanma, omzunuzu dürten kaba bir el, gözlerinize tutulan ışık, yatağınızın çevresinde katı yüzlerden bir halka. Olayların büyük çoğunluğunda yargılama olmaz, tutuklama gerekçesi gösterilmezdi. İnsanlar geceleri ortadan kayboluverirlerdi, o kadar. Adları sicillerden silinir, o güne dek tüm yaptıkları kayıtlardan silinir bir zamanlar var oldukları yadsınır ve sonra unutulurdu. Böyle ortadan kaldırılanlara, yok edilenlere genellikle buharlaştı denilirdi. "
Proleterler hakkında uzun bir alıntı romanın en önemli cümlelerinden.
“
Proleterler yönetimsiz bırakıldıkları zaman Arjantin’ın ovalarına salınıvermiş
sığırlar gibi, doğal buldukları ilkel bir yaşam birimi geliştirmişlerdi.
Doğarlar, sokaklarda büyürler, on iki yaşında işe gitmeye başlarlar, kısa bir
güzellik ve cinsellik döneminden geçip yirmi yaşında evlenirler, otuz yaşında
orta yaşlı olurlar ve ortalama altmış yaşına ölürlerdi. Ağır bir çalışma
hayatı, ev ve çocuk sorunu, komşularla ufak tefek tartışmalar, sinema, futbol,
bira ve her şeyden önemlisi kumar, akıllarının ufkunu doldururdu. Onları
denetlemek zor değildi. Düşünce Polisinin birkaç casusu aralarında dolaşır,
yalan dolan söylentiler yayar, tehlikeli olabileceği düşünülen bireyleri saptar
ve ortadan kaldırırlardı; ama Partinin ideolojisini kendilerine aşılamak için,
hiçbir girişimde bulunmazlardı. Proleterlerin, güçlü siyasal görüşlerinin
olması istenmezdi. Onlardan beklenen tek şey, çalışma saatlerinin uzatılması ve
yiyecek tayını kısıntılarını kabul etmelerini kolaylaştıracak ilkel bir yurtseverlik
duygusuydu. Bazen hoşnutsuzluk duyabiliyorlardı, ama bu hiçbir sonuca
götürmüyordu onlardı, çünkü tutunacakları herhangi bir düşünceleri
olmadığından, bu hoşnutsuzlukları ufak tefek, belirli sorunlara yöneliyordu.
Büyük sorunların her zaman dikkatlerinden kaçması kaçınılmazdı. Proleterlerin
büyük bir kısmının evinde tele ekran bile bulunmazdı. Sivil polis işlerine çok
az karışırdı. Londra’da her türlü suç almış yürümüştü; hırsızlar, dolandırıcılar,
fahişeler, uyuşturucu madde pazarlayıcıları ve her türlü karanlık işle
uğraşanlar, dünya içinde dünya oluşturmuşlardı; ama tüm bunlar proleterlerin
kendi bünyelerinde var olduğundan önemsenmiyordu. Ahlak konularında ,
dedelerinin kurallarını izlemelerine izin veriliyordu. Partinin cinsel disiplin
eğitimi onlara uygulanmıyordu. Rastgele cinsel ilişkiler cezalandırılmıyor,
boşanmaya izin veriliyordu. Eğer proleterler herhangi bir gereksinim duymuş
olsalardı, ibadete ve dine bile izin verilecekti. Kuşkunun sınırları
dışındaydılar. Partinin sloganında belirtildiği gibi ‘ Proleterler ve hayvanlar
özgürdür “
Partilerin kişilerden daha üstün tutulduğu 1984'te gözümüze sokuluyor, böyle bir düzende kişilerin değil, partilerin bir şeyleri değiştireceği betimleniyor ve her şey tek adam üstüne kurulu olduğunu, günümüzde de bu tek adamlık sistemini Orwell gözümün içine sokarak anlatıyor. Kitapta 1950'li yılların öncesine dönemine şöyle değiniliyor, eski zamanlara bir gönderme olduğu bariz belli oluyor. " Ellili yılların öncesindeki her şey yitip gidiyordu. Başvurulacak somut kayıtlar olmadığından kendi yaşamınızın bile kesinliği kalmıyordu. Anımsadığınız kimi olaylar uydurmaydı. Olayların yer aldığı havayı tekrar yakalayamadan onlara ait bir takım ayrıntıları anımsıyordunuz. Arada bir türlü doldurulamayan büyük boşluklar kalıyordu. O zamanlar her şey bambaşkaydı. Ülkelerin adları ve haritadaki biçimleri bile farklıydı. 1 No'LU Havaüssünün adı, eskiden değişikti, oraya İngiltere ya da Britianya derlerdi. Ama Londra'nın her zaman Londra olduğundan kuşkusu yoktu."
Savaş Öncesi ve sonrası durumunu kitapta Devrim Öncesi hayatı sorgulayan, bu hayat hakkında bir şeyler öğrenmek isteyen Winston'un barda yaşlı bir adamla konuştuğu şu sözler anlatıyor.
" Ben daha doğmadan , siz yaşını başını almış bir adamdınız herhalde. Devrimden önceki günleri hatırlıyor olmalısınız. Benim yaşımdakiler bu konuda hiçbir şey bilmiyorlar. Öğrendiklerimizin tümü kitaplardan, ama kitaplarda yazılı olanlar doğru olmayabilir. Bu konuda düşüncenizi öğrenmek isterdim. O zamanlar baskı, adaletsizlik ve yoksulluk varmış. Her şey düşünebileceğimizden de kötüymüş. Burada, Londra'da insanların büyük bölümü doğumlarından ölümlerine dek yetersiz besin alıyorlarmış. Yarısından çoğunun ayağında ayakkabı bile yokmuş. Dokuz yaşında okuldan ayrılır, günde on iki saatten çok çalışır, bir odada on kişi uyurlarmış. Bu arada azınlıkta olan ve kapitalist denilen varlıklı ve güçlü bir avuç insan varmış. Tüm mal mülk onların elindeymiş. Otuz hizmetçisi olan koskocaman evlerde yaşarlar, otomobillerle ya da dört atlı faytonlarla gezerler, şampanya içer, silindir şapka giyerlermiş..."
Winston hakkında bilgiler verilirken kitaptan, roman ilerledikçe başka karakterlerle tanışıyoruz. Bayan Parsons, Wither, Syme, O'Brien, Ve Julia.. Kitabın ikinci bölümünde Roman dairesinde çalışan, Nefret anında Winston ile karşılaşan Julia'ya yer veriliyor. Nefret anında Julia adında bir kızın kendisini takip ettiğini sanıyor Winston. Takip ettiğini sandığı şey ise düşünce polisinin bir mensubu olduğunu sanması. Julia, Proleterya sınıfı için ucuz romanlar çıkaran makineleri tamir eden biri olarak romanda yerini alıyor.
Winston’a gizlice üzerinde " Seni Seviyorum’’ yazılı bir not bırakıyor ve bu nottan sonra Julia ve Winston televizyondan uzak ve sessiz bir yerde buluşmak üzere anlaşıyorlar. Çünkü kendileri için tek çare tele-ekranlardan, kameralardan uzak bir yerde buluşmaları. Bunu seçme nedenleri parti içindeki sorumluluklar. Bu anlaşmayla birlikte Julia İle Winston'un tele-ekranlardan uzak kaçamak ilişkilerine tanıklık ediyoruz. Ama bu aşkta birçok şey açığa çıkıyor. Çünkü partiye göre partidekiler kendi arkadaşlarını yoldaş bilirler, ve parti tarafından görüldükleri takdirde ceza alacaklarını bilirler. Winston ile Julia arasındaki diğer ortak özellikle Parti'yi sevmiyor oluşlarıydı. Herkes partinin değerleri için çalışıyor, Büyük Birader'e itaat ediyor ama kimse çalıştığı yerde bulunmayı sevmiyordu. Diktatörlüğün de böyle olduğunu Orwell anlatıyordu. Kitabın ilk bölümünde sıkılacağınız pek çok yer olurken, ikinci bölümünde Winston ve Julia'nın kaçamak ilişkileriyle heyecanlanmanız kaçınılmaz oluyor. Winston ile Julia arasındaki geçen diyalog Julia'nın fahişe bir profilde olduğunu anlatıyordu, ama Julia bunu sadece parti üyeleriyle yapıyordu.
" Dinle. Ne kadar çok erkekle yatmışsan seni o kadar seviyorum. Anlıyor musun?
Evet, hem de çok iyi
Saflıktan nefret ediyorum, iyilikten nefret ediyorum. Erdem denen şey hiçbir yerde var olmasın istiyorum. Herkesin iliklerine dek ahlaksızlaşmasını istiyorum
Öyleyse ben tam sana göreyim. İliklerime dek ahlaksızım ben "
Orwell, bireylerin özgürlüklerini nasıl kısıtladıklarını Winston ile Julia karakterleri üzerinden anlatıyor. Bu ilişkide ilk kural tele-ekranlara gözükmemek. Çünkü partiye göre sevişmek yasak, yakalanıldığınız takdirde cezaya çarptırılıyorsunuz. Sonraki zamanlarda aynı yerde buluşamıyor bu ikili. Sığınacak yer arıyorlar, ilk sığınacak yer Mr. Charrington'un evi oluyor, ama evde kendilerini beklenmedik şeyler bekliyor. Kaldıkları oda farelerle dolu, sadece kaldıkları oda değil bütün Londra'nın fareyle dolu olduğunu söylüyordu Julia, sonralarında Londra’nın her yanında ansızın yeni bir poster belirmiştir. Yazısı yoktur posterin, yalnız makineli tüfeğini kalçası düzeyinde tutmuş, koca çizmeleri olan Moğl yüzünde hiçbir anlatıım bulunmayan bir Avrasyalı askeri yürürken gösteren üç dört metre boyunda bir resimdir bu. Kentin her yeri bu posterle doludur. Goldstein’in resimleri yakılmıştır, Avrasyalı asker posterleri yırtılıp alevlere atılmıştır. Bazı dükkanlar yağmalanmış, bir karı kocanın evi ateşe verilmiş, ikisi de dumanlar arasında can vermiştir. Bu poster Londra'nın gerçek yüzüydü, diktatörlük sisteminin başında bulunan Büyük Birader'di...
Winston ile Julia'nın kaldıkları yer onların cennetiydi. Orada sevişiyorlar, orada uyuyorlardı.Winston Smith için Charrington soyu tükenmiş bir hayvandı. Ama Winston’un kendisiyle konuşmasından keyif alıyordu. Charrington aynı zamanda eskici dükkanın yaşlı sahibiydi. Yaşlılar kendileriyle ilgilenenleri severlerdi. Charrington da böyle biriydi. Winston, bazen partiye karşı başkaldırıyı düşünüyordu, onu destekleyenler olsa da bu yanıltıcıydı. Partiyi yenmek olanaksızdı. İsyan edilse de partinin düzeni ve kendisi değişmeyecekti. Partinin iki amacı vardı. Yeryüzünü tümüyle ele geçirmek ve bağımsız düşünce olanağını sonsuza dek ortadan kaldırmaktı.Partilerde önemi bir yasa vardır..
" Kitlelerin ne düşündükleri partiyi ilgilendirmez’’
Parti üyesi daima düşünce polisinin gözetimi altında yaşar. Parti üyesinin yaptığı her şeye dikkat ederler. Parti üyesi düşüncesini söylemekten acizdir, söylediği takdirde bir boşluğa sürükleneceğini ve işkence göreceğini bilir.. Winston işkence göreceğini bile bile kendi doğrularını söylemekten vazgeçmemiştir. Partiye karşı olduğu için partidekiler tarafından ağır eleştirilir, işkenceye mahkum edilir. Hep büyük Biraderi indirmenin planını yapmaktadır Winston, ama bu soruların cevapsız olduğunu bilir. Parti yalnız kendisine güç vermesini ister. Partiler için başkalarının iyiliği değil, partinin iktidarda olması önemlidir!
O ‘Brien’a göre Winston Smith kendi düşüncelerini söylediği ve partinin yanlışlarını sorguladığı için silinmesi gereken bir lekedir. Winston, süründüre ,süründüre öldürülecektir, ama bunun için beklemesi gerekmektedir. Winston, işkence edilerek yavaş yavaş öldürülüyordu, ağır tutuk hareket ediyor, yorgun hissediyor, ama Julia’yı satmıyordu. Bunun haricinde Winston her türlü saldırı ve işkenceye uğramış, oldukça hırpalanmıştı. Partiye karşı gelmenin cezasıydı bu. Orwell buralarda başkaldıran insan modelinin resmini çiziyor okuyucuya. Büyük Birader'den herkes nefret ediyordu ama herkes onun için çalışıyordu, çünkü bu Diktatörlük sisteminin baş nedeniydi.
Kitabın en can alıcı bölümü O' Brien'ın Winston'a dönerek " Dünyada en kötü şey farelerdir " dediği, Winston'u 101 no'lu en dehşet odalara hapsedip cezalandırdığı bölüm. Kitaptaki bu bölümü okuduğunuzda 1980 darbesinde işkence görmüş insanlar zihninizde canlanması kaçınılmaz oluyor. Bu bölümdeki sözler kitapta dehşet duygusu yaşamamıza neden oluyor, Orwell bunu ustaca başarıyor.
“ Yalnız acı kendi başına yeterli olmayabilir,bazı durumlarda insan ölümle sonuçlansa bile acıya katlanabilir. Ama herkesin karşı koyamayacağı, düşünmek bile istemediği bir şeyler vardır. Böyle durumlarda korkaklık ya da cesaret söz konusu değildir. Yüksek bir yerden düşerken bir ipi yakalamaya çalışmak korkaklık değildir. Bunlar yok edilemeyecek basit içgüdülerdir. Aynı şey fareler için de geçerlidir. Senin için onlara karşı koymak olanaksızdır. Onlar senin için istesen de direnç gösteremeyeceğin bir baskıdır. Sonunda senden istenileni yapacaksın “
“ Seni yendik Winston. Seni parçaladık. Bedenine ne olduğunu gördün. Aklında aynı durumda. Artık,gururunu yitirdin. Tekmelendin,aşağılandın,azarlandın, acıyla çığlık attın,kusmuk ve kan içinde yerlerde yuvarlandın,acınma dinlendin, herkesi ve her şeyi sattın. Yaşamadığın bir tek rezillik kaldı mı?”
Kitapta birçok mevzu dönüyor. Kahramanımız Winston'un farelerle dolu bir kafes içinde acı içinde kıvranılmasıyla kendisinin ağzından tek söz çıkıveriyor. " Artık dünyada cezasını devredebileceği tek bir kişi olduğunu anlamıştı, farelerle kendisi arasına koyabileceği bir tek kişi vardı." bunu söyledikten sonra Julia'yı ispiyonlanıyor. Ve sonra şöyle diyor!
" Julia'ya yapın! Julia'ya yapın! Bana değil Julia'ya. Ona ne yaparsanız yapın! Umurumda değil! Yüzünü yırtın, etlerini parçalayın.Bana değil Julia'ya! Bana değil! "
İşkence sırasında buna mecbur bırakılmıştı Winston. Birbirlerine kendilerini sattıklarını sonunda itiraf etmiştiler.
“ Kestane ağacının altında
Sen beni sattın,ben de seni”
Winston’un Büyük Birader’e karşı olan nefreti fazlaydı. Bunun azalacağını veya Büyük Biraderi sevebileceğini kim bilebilirdi ki? Hayatta her şey tersine dönebiliyordu..
Sonuç olarak; 1984'te ; Orwell kitap boyunca sorgulama içindedir. Kahramanımız Winston Smith, Devrim öncesi hayatı merak etmekte, bu hayatı sorgulamaktadır. Kendisi gibi sorgulayan insanları bulmak istemekte, ama kendisi gibi sorgulayan insanlar bu düşünceden mahrum bırakılmıştır. Winston’un bu yaptıkları parti yasalarına göre yasaktır. Çünkü içinde bulunduğu parti sorgulamaya, düşünmeye izin vermez.
Sonuç olarak; 1984'te ; Orwell kitap boyunca sorgulama içindedir. Kahramanımız Winston Smith, Devrim öncesi hayatı merak etmekte, bu hayatı sorgulamaktadır. Kendisi gibi sorgulayan insanları bulmak istemekte, ama kendisi gibi sorgulayan insanlar bu düşünceden mahrum bırakılmıştır. Winston’un bu yaptıkları parti yasalarına göre yasaktır. Çünkü içinde bulunduğu parti sorgulamaya, düşünmeye izin vermez.
Toplumun özgürlüklerinin sınırlandırılmasını, baskıcı rejimlerin birey üzerinde etkisini, Gelişen teknoloji ve iktidarların insanları kontrol altına almasını, özgürlüklerin kısıtlanmasını, sorgulamanın yasak olduğu bir toplumu, her yerde izlendiğimizi karamsar bir şekilde gözümüze sokarak anlatıyor Orwell. Kuşkusuz en iyi distopya örneklerinden birini sunuyor okura. Tele Ekranlar, mikrofonlar, kameralar, uydular... Ütopik dünyayı içinde barındırsa da günümüze ışık tutuyor.
Kitabın çevirisi Nuran Akgören'e ait. Bu kitap daha sonraları Can Yayınları çevirmeni " Celal Üster " tarafından çevrilmiş, aşağıda " Altını çizdiklerim " kısmında okuyacağınız çeviri Nuran Akgören'e ait. Kitabın yeni baskısındaki çeviri Celal Üster'e ait, ikisi arasındaki farklar bariz belli oluyor ama bu çevirinin berbat bir çeviri olduğunu söyleyemem. Nuran Akgören pek çok konuda Orwell'ın dünyasını başarıyla kelimelere dökmüş...
Kitabın çevirisi Nuran Akgören'e ait. Bu kitap daha sonraları Can Yayınları çevirmeni " Celal Üster " tarafından çevrilmiş, aşağıda " Altını çizdiklerim " kısmında okuyacağınız çeviri Nuran Akgören'e ait. Kitabın yeni baskısındaki çeviri Celal Üster'e ait, ikisi arasındaki farklar bariz belli oluyor ama bu çevirinin berbat bir çeviri olduğunu söyleyemem. Nuran Akgören pek çok konuda Orwell'ın dünyasını başarıyla kelimelere dökmüş...
Orwell, romanı İskoçya'da verem ile boğuşurken
1947-1948 yılları arasında yazdı. Kitap
sosyalizm karşıtı olarak suçlandı.
O dönemin politikacılarıyla karşılaştırma yaparsanız romanı daha iyi anlayabilirsiniz (Adolf Hitler, Stalin gibi..) Bir de Roman üzerinden uyarlama " 1984’’ filmini kitabı okuyarak izlerseniz daha yararlı olur sizin adınıza.Kitabı okurken bazen beyninizi fareler kemiriyor gibi bir hisse kapılabilirsiniz. Yazar çoğu yerde kapalı bir dil kullandığını bizlere " 1984" kitabında gösteriyor.
Orwell için Cia
ajanı olduğunu söyleyenler olsa da bu rivayetten öteye gidememiştir. Bir
ütopya harikasıyla karşı karşıyasınız, yıllar önce yazılan bu kitapta Orwell
günümüze " 1984" adlı kitabıyla günümüzü işaret ediyor. Kitabı okurken Orwell'ın yıllar öncesinden bugünleri görmesi onu gözümüzde "dahi" yapıyor. Kitapta oldukça
korku, kuşku karamsarlık unsuru olduğunun da altını çizmek gerekir. (Winston
Smith 101 nolu odada Farelerle yalnız kalması sonucunda gördüğü işkence
kısmını) kafanızda canlandırdığınız korku basamaklarını yavaşça tırmanmaya
başlıyorsunuz.
Tek cümleyle özet geçmek gerekirse; George Orwell’ın
1984’ü bizi korku imparatorluğun içine
sokarak umutsuz bir yolculuğa çıkarıyor.
Okurken Altını Çizdiklerim
” Fahişelerle ilişki yasaktı. Ama ara sıra kendinize güveninizi toplayıp çiğneyebileceğiniz bir yasaktı bu. Bu işin tehlikeleri vardı, ama bir ölüm kalım sorunu değildi. ”
” Partinin amacı yalnızca, kadınlarla erkeklerin arasında sonradan denetlemeyeceği bağların oluşmasının önüne geçmek değildi. Asıl amacı, cinsel ilişkiden zevki kaldırmaktı. Sevgi değil de, ister evlilikte olsun, ister evlilik dışı olsun , cinsellikti tehlikeli kabul edilen. Parti üyeleri arasındaki tüm evliliklerin bir komite tarafından onaylanması gerekiyordu. Bu komite, ilkelerini açıklamamakla birlikte , eğer çiftlerin birbirlerine fiziksel olarak bağlandıklarını fark ederse bu evliliği onaylamazdı. Evliliğin tek amacı, partinin hizmetine verilecek çocuklar üretmekti. ”
” Eskiden şanlı Devrim yapılmadan önce, Londra bugünkü gibi güzel bir kent değildi. Karanlık, pis kimsenin doğru dürüst yiyecek bir şey bulamadığı, yüzlerce ve binlerce yoksul insanın yalınayak dolaştığı, uyuyacak bir dam altı bile bulamadığı, sefil bir yerdi. Sizler yaşında çocuklar, zalim efendileri için günde on iki saat çalışırlardı. Yavaşlarlarsa kırbaçlanırlar, yalnızca bayat ekmek ve suyla beslenirlerdi. Bu korkunç yoksulluğun ortasında emirlerinde otuz kadar hizmetçi çalıştıran varlıklıların oturduğu birkaç güzel, kocaman ev vardı. Bu varlıklı kişilere kapitalist denirdi. Bunlar yan sayfadaki resimde de görüldüğü gibi şişko, iğrenç yüzlü, çirkin adamlardı. Frank denilen siyah giysileri, silindir şapka denen soba borusu gibi garip, parlak şapkaları vardı. Bu kapitalistlerin üniformasıydı ve başka kimsenin bunu giymesine izin verilmezdi. Dünyadaki her şey kapitalistlerindi, herkes onların kölesiydi. Bütün topraklar, evler, fabrikalar ve para onlarındı. Eğer birisi onlara başkaldırırsa , onu tutuklarlar ya da işine el koyarak açlıktan ölmeye terk ederlerdi. Yoksul biri, bir kapitalistle konuştuğu zaman onun önünde eğilmek, şapkasını çıkarmak ve ona efendim diye seslenmek zorundaydı. Kapitalistlerin başkanına Kral denirdi. ”
” Çağdaş hayatın en önemli özelliği, acımasızlığı ya da güvensizliği değil , çıplaklığı, ruhsuzluğu ve bayağılıydı. ”
” Özgürlük iki kere ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir. Eğer buna izin verilirse , gerisi kendiliğinden gelir. ”
” Asıl önemli olan kapitalistler, onlar ve onların gölgesinde yaşayan hukukçular ve din adamları; yeryüzünün sahipleri onlarmış. Her şey onların yararına işlermiş. Sizler, sıradan insanlar, işçiler onların kölesiymişsiniz. Size istediklerini yapabilirlermiş. Sizi bir gemiye yükletip sığır gibi Kanada’ya yollayabilirlermiş. Canları isterse kızlarınızla yatabilirlermiş. Sizi dokuz kuyruklu kırbaç denilen nesneyle dövebilirlermiş. Onlar geçerken şapkanızı çıkarmak zorundaymışsınız. Her kapitalist yanında uşaklarıyla dolaşırmış…”
” Her zaman gece gelirlerdi sizi almaya. Tutuklamadan önce en doğrusu kendinizi öldürmekti. Kuşkusuz pek çok insan böyle yapmıştı. Ortadan yitmelerin çoğunluğu intiharlar sonucuydu. Ateşli silahları, ani etkili kuvvetli zehirleri elde etmek olanaksız olduğundan intihar etmek için korkunç bir cesaret gerekiyordu. Korkunun ve acının biyolojik yararsızlığını düşündü. Fazladan bir çaba göstermek zorunda kaldığınızda bedeniniz hareketsiz kalıveriyordu. Yeteri derecede hızlı davranmış olsaydı kızı susturabilirdi. Ama tehlikenin büyüklüğü eylem gücünü yitirmesine yol açmıştı. Korkulu anlarda , insan düşmana karşı değil, kendine karşı bir savaşım veriyordu gerçekte. Şimdi bile, cin içmiş olmasına karşın midesindeki uyuşuk ağrı, yerinde düşünebilmesini engelliyordu. Tüm trajik kahramanlık anlarında böyle olur, diye düşündü. Savaş alanında, işkence odasında , batan bir gemide, uğruna savaşılanlar unutulur, çünkü bedeniniz tüm dünyanızı dolduracak kadar büyümüştür; korkudan felce uğramış ya da acıyla feryat ediyor olmasanız bile hayat, açlığa, soğuğa, uykusuzluğa , ekşiyen bir mideye ya da ağrıyan bir dişe karşı verilen savaşımdan başka bir şey değildir artık. ”
” Tele ekranın sürekli olarak izlediği bir yer varsa o da tuvaletlerdi. ”
” İster Avrasya’dan olsun, ister Doğu Asya’dan ,tüm yabancılar birer hayvan türüydüler. ”
” Olabileceğin en kötüsünü söylemek bile bir tür aşkını sunmak demekti. ”
” Yalnızca birine duyulan aşk değil, bu hayvansal içgüdü, bu dokunulmamış, sınırlandırılamamış tutku, Partiyi parçalayabilecek güç buydu. ”
” Bir zamanlar diye düşündü, erkekler bir kadının bedenine bakar ve çekici bulurlardı ,işte o kadar. Artık saf aşk ya da tutku söz konusu değildi. Hiçbir duygu saf olamıyordu, çünkü her şeye korku ve nefret sinmişti. Kucaklaşmaları bir savaş orgazmlarıysa bir zafer olmuştu. Bu partiye indirilmiş bir darbeydi. Sevişmek siyasal bir eylemdi. ”
” Belki de insanların, ancak açlık sınırlarına yaklaştıkları zamanlarda söyleyecek şarkıları oluyordu. ”
” Birlikte belki altı ay, belki bir yıl daha geçirebiliriz, ama sonrası bilinmez ki. Ayrılacağımız ortada. O zaman kendimizi ne kadar büyük bir yalnızlık içinde hissedeceğiz, hiç düşündün mü? Bizi ele geçirdiklerinden , birbirimiz için yapabileceğimiz hiçbir şey olmayacak. Eğer ben itiraf edersem seni vuracaklar, itiraf etmezsem yine vuracaklar. Yapabileceğim ya da söyleyebileceğim hiçbir şey senin ölümünü beş dakika bile geciktirmeyecek. Birbirimizin yaşayıp yaşamadığını bile öğrenemeyeceğiz. Durumumuzda bir değişiklik yapmasa bile, önemli olan tek şey birbirimizi satmamamız…”
” Söylediklerinin ve yaptıklarının önemi yok, önemli olan neler duyduğundur. Eğer beni sana olan aşkımdan vazgeçerlerse , işte bu seni satmak olur. ”
” İnsanın içine giremezler. İnsan olarak kalmanın bir değer taşıdığını içinde gerçekten hissediyorsan, somut bir sonuç elde etmesen bile , onları yenmişsin demektir.
” Savaşın işlevi yok etmektir: Yalnız insanları değil, insan emeğinin ürünlerini yok etmektir. Savaş, kitlelerin rahatını ve sonuçta zekasının artmasını sağlamak için kullanabilecek malzemenin havaya uçurulması ya da denizlerin dibine yollanmasıdır. Savaş endüstrisi, tüketim maddeleri üretmeksizin işgücünü kullanmanın akıllıca yoludur”
” Partinin iki amacı vardır; Yeryüzünü tümüyle ele geçirmek ve bağımsız düşünme olanağını sonsuza dek ortadan kaldırmaktı. ”
” Aralıksız süren bir savaş, tehlike olmaktan çıkar. Askeri gereksinimler ortadan kalkar. Teknik gelişme durabilir, en açık olaylar bile yadsınıp görmezlikten gelinebilir. Nitekim, bilimsellik niteliği taşıyan araştırmalar , ancak savaş amaçlarıyla sürdürülmekte, bunlar gerçekte hiçbir önem taşımamaktadırlar. Etkinliğe askeri etkinliğe bile gerek kalmamıştır. ”
” Kitlelerin ne düşündükleri partiyi ilgilendirmez. Kafalarında düşünce diye bir şey olmadığı için onlara düşünce özgürlüğü tanınmıştır. Öte yandan bir parti üyesinin en önemsiz bir konu hakkında düşüncesinin bile farklılaşmasına izin verilmez. ”
” Kurallara tam anlamıyla bağlılık, düşünce sistemine tam bir egemenliği gerektirir ”
” Bir Partinin kişisel duyguları olamaz. Ondan, dış düşmanlardan ve iç sabotajlardan sürekli nefret etmesi, zaferlerden gurur duyması, Partinin gücü ve dahası karşısında kendisini bir hiç olarak görmesi beklenir. ”
” Geçmişteki bütün oligarşiler ve katılaştıkları ya da gevşedikleri için iktidardan düşmüşlerdir. Ya aptallıkları ve gururları yüzünden kendilerini değişen koşullara uyduramamışlar ve devrilmişler; ya da koşullara uyduramamışlar ve devrilmişler; ya da korkaklık ve hoşgörüleri yüzünden, zor kullanacakları yerde ödün vermişler. ”
” Resmi ideoloji ,gerek olmayan yerlerde bile çelişkilerle doludur. ”
” Proleterler ölümsüzdü, insan avludaki kocaman bedene baktığı zaman böyle düşünüyordu. Sonunda uyanacaklardı. Ve bu gerçekleşinceye dek, belki bin yıl boyunca tüm sorunlara karşı hayatlarını sürdürebilecek ve partinin öldüremediği o canlılığı ve dinçliği, kuşlar gibi bedenden bedene aktaracaklardı. ”
” Katlanamayacağımız tek şey, ne kadar güçsüz ve gizli olursa olsun dünyada yanlış bir düşüncenin var olmasıdır.”
” Geçmişte doğru yoldan sapanlar, ölüme aynı düşünceleri taşıyarak giderlerdi. ”
” Bizi ilgilendiren başkalarının iyiliği değil yalnız ve yalnızca iktidardır. Servet, Lüks, uzun ömür ya da mutluluk değil, yalnızca iktidardır. Geçmişteki tüm oligarşilerden farklıyız, çünkü biz ne yaptığımızı biliyoruz. Tüm diğerleri, bize benzeyenler bile ikiyüzlü ve korkaktılar. Alman Nazileri, Rus Komünistleri kullandıkları yöntemlerle bize çok yaklaşmışlardı. Ama hiçbir zaman, kendi dürtülerini tanıyabilecek kadar cesaret gösteremediler. Yönetime istekleri dışında sınırlı bir süre için geldiklerine ve kısa bir süre sonra, tüm insanların eşit ve özgür oldukları bir cenneti kurabileceklerine inanıyorlardı. Biz böyle değiliz. Kimse yönetime onu bırakmak çin geçmez. İktidar araç değil, amaçtır. ”
“ Kimse bir devrime bekçilik etmek için diktatörlük kurmaz;devrim diktatörlüğü kurmak için yapılır. Baskı kurmanın amacı baskı kurmaktır. İşkencenin amacı İşkencedir. İktidarın amacı İktidardır.”
“ Ama dünya bir toz zerresidir ancak. Ve insanlar küçücüktürler, güçsüzdürler. İnsanoğlu ne zamandır dünya üzerinde yaşıyor? Milyonlarca yıl boyunca yeryüzü bomboştu. Saçma . Dünya bizimle aynı yaştadır. Daha yaşlı nasıl olabilir? İnsan bilincinden önce hiçbir şey yoktu ortada.”
“ Yalnızca kendi başına olmak, dövülmemek, sorgulanmamak istiyordu; yeterli besinin olması, temiz olması yetiyordu ona.”
“Her şey insanın kafasından yer alıyordu. Herkesin kafasında var olan olaylar gerçek olaylardır.”
“ Dünyadaki en kötü şey kişiden kişiye değişir. Diri diri gömülmek, ateşte yakılmak, boğulmak ya da kazığa sokulmak ya da sayısız ölüm biçimlerinden biridir. Bazı durumlarda öldürücü olmayan, sıradan bir şey bile olabilir. “
“İktidar acı çektirmek ve küçük düşürmek demektir. İktidar insanın kafasını parçalamak ve istenen biçimde bir araya getirmektir. Nasıl bir dünya yaratmaya çalıştığımızı anlamaya başlıyor musun? Yaşamanın amacını zevk kabul eden aptal ütopyacıların tam tersi bir yer… Korkunun, acının, işkencenin dünyası. Kendini geliştirdikçe daha da acımasızlaşan bir yer.”
“ Seni yendik Winston. Seni parçaladık. Bedenine ne olduğunu gördün. Aklında aynı durumda. Artık,gururunu yitirdin. Tekmelendin,aşağılandın,azarlandın, acıyla çığlık attın,kusmuk ve kan içinde yerlerde yuvarlandın,acınma dinlendin, herkesi ve her şeyi sattın. Yaşamadığın bir tek rezillik kaldı mı?”
“ Dünyamızdaki gelişme, acıya doğru ilerleyen bir gelişme olacaktır. Eski uygarlıklar,sevgi ve adalet üzerine kurulduklarını ileri sürerlerdi. Bizimki nefret üzerine kurulu. Bizim dünyamızda korku,kin ve övünmeden başka duygulara yer yok. Bunun dışında her şeyi yok edeceğiz-her şeyi. Şimdiden. Devrimden önceki düşünce alışkanlıklarını parçalamaya başladık bile. Ana-babayla çocuk ,insanla insan, kadınla erkek arasındaki bağları kopardık. Kimse eşine ya da çocuğuna ya da arkadaşına güvenmiyor artık. Gelecekte eşler ve arkadaşlar da ortadan kalkacak. Çocuklar ,doğar doğmaz annelerinden alınacaklar. Yumurtanın kuluçkadan alınması gibi. Cinsel içgüdü ortadan kalkacak. Üreme, tayın kağıdını yenileme gibi yıllık bir formalite olacak. Orgazmı ortadan kaldıracağız. Nörologlarımız şu anda bu konu üzerinde çalışıyorlar. Partiye karşı olandan başka bağlılık bulunmayacak. Büyük biradere karşı duyulandan başka sevgi duyulmayacak. Bir düşmanın yenilgisine gülmekten başka kahkaha olmayacak. Sanat, edebiyat, bilim diye bir şey kalmayacak. Her şeye egemen olduğumuzda bilime gerek kalmayacak. Güzellikle çirkinlik arasında bir ayrım bulunmayacak. Merak ve yaşama sevinci ortadan kalkacak.Tüm zevkler parçalanacak. Ama şunu hiçbir zaman unutma ki Winston, günden güne büyüyen ve kurnazlaşan kendinden geçmiş iktidar hep var olacak. Her an,zafer coşkunluğu ve zayıf bir düşmanın ezilmesi duyguları taşınacak. Geleceğin nasıl olacağını bilmek istiyorsan, bir insanın yüzünü aralıksız çiğneleyen bir düşle"
" Tutuklamalar her zaman gece yapılırdı. Uykudan, ansızın sarsılarak uyanma, omzunuzu dürten kaba bir el, gözlerinize tutulan ışık, yatağınızın çevresinde katı yüzlerden bir halka. Olayların büyük çoğunluğunda yargılama olmaz, tutuklama gerekçesi gösterilmezdi. İnsanlar geceleri ortadan kayboluverirlerdi, o kadar. Adları sicillerden silinir, o güne dek tüm yaptıkları kayıtlardan silinir bir zamanlar var oldukları yadsınır ve sonra unutulurdu. Böyle ortadan kaldırılanlara, yok edilenlere genellikle buharlaştı denilirdi. "
“ Şunu asla unutma; her zaman üzerine basılacak bir yüz bulunacaktır. Partinin düşmanı olan çılgın biri olacak ve o hep aşağılanarak, defalarca yenilecektir. Elimize düştüğünden bu yana yaşadıkların,başkaları için de sürecek, daha da kötüleşecektir. Casusluklar, ihbarlar, tutuklanmalar, işkenceler, idamlar, ortadan kaybolmalar, asla son bulmayacak. Parti güçlendikçe acımasızlaşacak; muhalefet zayıfladıkça, despotluk güçlenecektir”
“ Sen bu kemikleri gördün mü Winston? Elbette ki hayır. Onları on dokuzuncu yüzyıl biyologları uydurmuşlardı. İnsandan önce bir şey yoktu. İnsandan sonra-eğer onun sonu gelirse- bir şey var olmayacak. İnsan dışında hiçbir şey yoktur.”
“ Sen bir yanlışsın. Silinmesi gereken bir lekesin. Sana biraz önce geçmiştekilerden farklı olduğumuzu söylemiştim. Biz, zorla boyun eğilmesinden hoşlanmayız. Bize kendi isteğinle uymalısın. Biz, bize başkaldıranları yok etmeyiz. Akıllarını ele geçirip değiştirir, yeniden biçimlendiririz. Ondaki tüm kötülüğü yok eder, onu yalnız görünüşte değil, tüm gönlü ve tüm ruhuyla kendi tarafımıza çeker,sonra öldürürüz. Katlanamayacağımız tek şey, ne kadar güçsüz ve gizli olursa olsun,dünyada yanlış bir düşüncenin var olmasıdır.”
“ Biz hayatı her düzeyde denetliyoruz Winston. Sen ‘ insanın doğası’ diye bir şey olduğuna ve bunun bize başkaldıracağına inanıyorsun. Ama insan doğasını biz yaratıyoruz. İnsanlar uysaldır. Belki de proleterlerin başkaldırarak bizi devirecekleri varsayımına geri döndün. Bunu sil! Onlar güçsüz hayvanlar gibidirler. İnsanlık partidir. Onun dışındakiler önemsizdirler.”
“ Tanrıya inanır mısın Winston
Hayır
Öyleyse bizi yenecek olan ilke nedir
Bilmiyorum. İnsan ruhu
Ve sen kendini insandan mı sayıyorsun
Evet
Eğer sen insansan sonuncususun. Senin türün tükendi, mirasçılar bizleriz. Yalnızsın anlıyor musun? Sen tarih dışısın ,yoksun!”
“ Anlaman gereken ilk şey, burada şehit diye bir olay olmadığıdır. Geçmişteki dinsel kıyımları okumuşsundur. Ortaçağlarda Engizisyon vardı, ama başarılı olamadı. Doğru yoldan ayrılanları yok etmek amacıyla işe başladı. Ama sonunda yok olan kendisi oldu. Çünkü kazığa bağlayıp yaktığı her adamın yerine binlercesi çıktı. Neden böyle oldu? Çünkü Engizisyon, düşmanlarını herkesin önünde tövbe etmeden öldürüyordu. Öldürme nedeni zaten suçluların tövbe etmemeleriydi. İnsanlar gerçek inançlarından vazgeçemedikleri için ölüyorlardı. Aslında tüm onur suçlunun, tüm utanç ise onu yakan Engizisyonun oluyordu. Daha sonraları, yirminci yüzyılda totaliterler vardı. Alman Nazileri ve Rus Komünistleri. Ruslar doğru yoldan ayrılanları, Engizisyondan daha şiddetli cezalandırdılar. Geçmişteki yanlışlardan öğrenmişlerdi; şehitler yaratılmamalıydı. Kurbanlarını mahkeme önüne çıkarmadan önce insanlık onurlarını öldürüyor, aç bırakarak, işkence ederek, tüm dirençlerini kırıyorlardı. “
“ Kuşakların seni savunacağını sakın düşünme Winston. Sonrakiler senin adını bilmeyecek,seni tarih zincirinden söküp atacağız. Seni gaz haline sokup atmosfere salacağız. Senden geriye hiçbir şey kalmayacak; ne bir ad, ne bir kayıt, ne de beyinlerde bir anı. Geçmişten olduğu gibi, gelecekten de silineceksin. Sen hiç yaşamamış olacaksın.”
“ Savaşa karşı en akılcı tutumu takınanlar, sürekli el değiştiren topraklardaki kölelerdir. Savaş bu insanlar için üzerlerinden sürekli gelip geçen bir dalga gibidir. Hangi tarafın kazandığı onlar için bir fark yaratmaz. Efendilerinin değişmesi, eskiden yaptıkları işi, kendilerine farklı davranmayan yeni efendileri için de yapmayı sürdürmeleri demektir. “
“ Gerçekte her şey ne kadar basitti! Yalnızca teslim ol, gerisini düşünme! Ne kadar çabalarsan çabala, seni sürekli geriye atan bir akıntıya karşı yüzmek ve sonra geri dönüp akıntıyla birlikte yüzmeye karar vermek gibi bir şeydi bu. Sizin tutumunuzdan başka değişen bir şey yoktu. Olması kararlaştırılan şey nasıl olacaktı; neden başkaldırdığını bile bilmiyordu artık. Her şey kolaydı, yalnız!...”
“ Dünyadaki en kötü şey kişiden kişiye değişir. Diri diri gömülmek, ateşe yakılmak, boğulmak ya da kazığa sokulmak, ya da sayısız ölüm biçimlerinden biridir. Bazı durumlarda öldürücü olmayan sıradan bir şey bile olabilir”
“ Yalnız acı kendi başına yeterli olmayabilir,bazı durumlarda insan ölümle sonuçlansa bile acıya katlanabilir. Ama herkesin karşı koyamayacağı, düşünmek bile istemediği bir şeyler vardır. Böyle durumlarda korkaklık ya da cesaret söz konusu değildir. Yüksek bir yerden düşerken bir ipi yakalamaya çalışmak korkaklık değildir. Bunlar yok edilemeyecek basit içgüdülerdir. Aynı şey fareler için de geçerlidir. Senin için onlara karşı koymak olanaksızdır. Onlar senin için istesen de direnç gösteremeyeceğin bir baskıdır. Sonunda senden istenileni yapacaksın “
“ Kabullendiğimiz gerçek şudur; Tüm insanlar eşit yaratılmışlar ve yaradan tarafından yaşam, özgürlük, mutluluk gibi tartışmasız haklarla donatılmışlardır. Bu hakları korumak üzere, gücünü yönettiklerinden alan devletler kurulmuştur. Bu hakları elden alan ya da yıkan bir devleti değiştirmek ya da ortadan kaldırmak ve yeni bir devlet kurmak halkın hakkıdır. “
CEM KURTULUŞ, 2012
1 yorum:
Orwellın distopyasıyla günümüz dünyasını karşılaştırınca "ne ileri görüşlü adammış!" demekten alamıyorum kendimi.
Yorum Gönder