// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

01 Şubat 2013

Scent of a Woman / Kadın Kokusu (1992): Bakmaktan kaçtığımız gün öldüğümüz gündür :




















 

Ruhunu satmak; beş para etmez bir olaydır. İspiyonlamak da bu kategoriye girer ve ne zaman başı belaya girse insan kendini birini ispiyonlarken bulur. Kendi kendine, kendini alt edemez, başkasını alt etmek için plan hazırlar, tuzak kurar, onun kuyusunu kazmak için her yolu dener. Bu da kendi sonunu hazırlar. Kimse tarafından sevilmez ruhunu sevmeyen, takım ruhunun eşsiz bir parçasıdır. Kurduğu o kuyuya kendisi düşer insan.

 Kelimelerin kıfayetsiz kaldığı anda benim aklıma her zaman bir Al Pacino filmi gelir. Bu filmlerden biri olan  Scent of Woman/ Kadın Kokusu” ise kült filmler mertebesinde dönemine damga vuran film olmakla birlikte;derinliği,hüznü,mizahı ve güçlülüğüyle de ayrı kendine dert eden bir yönü var.

 “Kadın Kokusu/Scent of Woman” filmin başından itibaren bir takım serserilik yapmaya çalışan kolej öğrencilerini göstererek başlıyor, buradan sonra bu kolej öğrencileri arasında kendi halinde biri gibi saf,temiz bir çocuk olan Charlie’nin hem boş günlerini değerlendirmek için hem de paraya ihtiyacı olduğu için Frank Slade’a bakmak için bir iş buluyor. Bu işi bulurken saf,iyi niyetli bir öğrenci olan Charlie Simms’in başına okulun müdürü tarafından bir takım olaylar gelir,ama bu olaylar gelirken film  uzun süre kendini Charlie ve Yarbay Frank Slade arasında yaşanacak dostluğa giriş hikayesine bırakır kendini. 

Bu tanışma merasiminde Frank daha çok kaba,çekilmeyen,bir o kadar sözünü esirgemeyen karakteriyle karşımızda duruyor. Karşınızda kör bir insan olsa da aslında kör bir insanın hislerini gören insandan daha etkili olacağını Yarbay Frank Slade üzerinden gözlemliyoruz.

 Frank Slade her şeyden önce otoriter,disiplinli,katı, sert ve hayatın zorluklarını daha önce üstlenmiş ve bu katı kurallar karşısında da kendisini öyle sunar bize, Charlie Simms kendisinin aksine göre hayata karşı gözlerine açmamış, daha çok saflıkla yaklaşan içinde kötü niyet beslemeyen bir karakterle karşımızda beliriyor. Yarbay Frank Slade ile Charlie Simms arasında çıkılan yolculuk ise Charlie Simms’in sınırlarının dışında olacak olan New York’a karşı oluyorlar.

 "Körlük" kavramı üzerinden de Charlie Simms’e “kör müsün?” sorusuna karşılılık” aldığı “hayır” yanıtından sonra “Tüm hayatın boyunca MTV seyredince nerden bileceksin” cevabı da Yarbay Frank Slade’ın ne kadar katı olduğuna bir perde gösteriyor bize. Seyahate çıktıkları sırada Frank Slade’in kadınların her vücut hattına dair şairane cümleleri sadece vücutlarını övmek değil,aslında ruhuna giden yolun betimlemesi olur. Yanına yaklaşan hostesin parfümünden kokuyu alabilme yeteneğine sahip biridir Yarbay Frank Slade.  Bayat iltifatlardan ziyade,ruhuyla söylenen iltifatlara inanmanın ötesinde biridir Frank,diğer deyişle bu dünyadan değildir.

 Gerçeklerini apaçık söylemesi de diğer deyişle kendisini başkalarının gözünde kötü yapacaktır ama o bundan vazgeçecek kalibrede biri olmayacaktır. Ama Charlie ile oluşturduğu bağdaki boyut ise görülmeye değer. New York’a adım attıklarında ise klasik Amerikan vari övünç metni “Medeniyetin mabetindeyiz” cümlesiyle kendine yer bulur. Frank’in aile yemeğine katıldığı esnada yine sitemkar sözlerini işitiriz,bazıları için sert sözler olsa bile katılınası sözler olmadığı görülür. 

Yarbay Frank Slade’in gözlerini nasıl kaybettiği hikayede herkesin birbirine tartışma ortamı yaratıldığında geriye Frank’ın kan çanağı gözlerinde öfke ifadesini görürüz,bu aynı zamanda filmin başından beri gördüğümüz Al Pacino’nun sadece oynarmışçasına değil,yaşarmışçasına bir role verdiği değeri gösterir bize.

 Frank’ın bize gösterdiği şey bazı zamanlar hayatı doyasıya yaşamak olsa da, Frank aslında kendi ölümüne gün sayarmışçasına yaşıyor,kendi yıkıcı yalnızlığınızı bize anlatıyor. Bunu da kardeşine “iyi biri değilim,hiçbir zaman olmadım” cümlesiyle anlatıyor,aslında bu kendini itiraf etmek gibi görünse de Frank daha çok gerçeklik üzerine yoğunlaşmış birini hissettiriyor bize. “Vicdan” kavramı üzerinden de düzenbazlık,arkadan iş çevirenlere karşı sözünü esirgemiyor Frank. “Devir, dostuna ihanet etme devri” diyerek açıklıyor bu cümleleri. Kendini ölüme yaklaştırırken Frank,bir yanda da yaşamak için çırpınıyor.

 Frank ile Charlie’nin birlikte gittikleri bir yerde Donna adında  yalnız bir  kadınla tango dansına davet edişiyle başlayan süreç filmin en büyüleyici bölümlerinden birini oluşturuyor. Kadının zarafeti tango dansını bilmiyor oluşu, Frank’in gözlerinin görmüyor oluşuyla yaşama olan bağlılığı arasında bir gösteri izletir bize bu bölüm. “Tangoda hata olmaz,tango hayata benzemez” gibi basit bir tabirle anlatır Frank olan biteni, Frank de askeri rütbeden gelen otoriter biri olsa da aslında pek çok şeyin basit olmasını ister.

 Frank;ölüme meydan okuyan hem yaşamın içinde ölümle savrulan biri olduğunu “Ferrari” sahnesiyle bize gösteriyor, bu sahnede “Bizi öldüreceksiniz” sorusuna yanıtının “Ben bir körüm “olması bir o kadar gerçekçidir. Ama burada körlükten bahsettiği ancak delilik ve cesaretle açıklanabilir,zira bazı tutkular vardır ki ancak ölüme kadar gittiğinizde onları alaşağı edebilirsiniz.

Frank’ı da Ferrari’ye olan tutkusunda ölüme giden bir yolu açmasından anlamak isteriz,zira buradan sonra “çok uzun sürdü” diyerek ölüme ayrı bir perde açar Frank. 

Her daim ölümü arzular aslında. Hayattan yorulmuşluğun ifadesini Yarbay Frank Slade’in hüzün dolu yüzünde görürüz. Kendi iç dünyasındaki savaşı, ölümle olan dolambaçlı yolu ve yoldaşlık ettiği Charlie’ye karşı silahını doğrultması daha kendi savaşını doğruluyor.

 “Ben kötü biri değilim,çürümüş biriyim” diye haykırıyor Yarbay Frank Slade. Bir nevi kendi ruhsal dalgalanmasını anlatıyordu bize. Bir hayatı olmadığından,karanlıklar içinde kaldığının resmini çiziyordu Yarbay Frank Slade,ne kadar yaşam arzusu yüksek gibi gözükse de kendini gömdüğü yerin başka tarafını anlatıyordu bize.

 Filmin ilk bölümünde Frank ve Charlie’nin dostlukları; Frank’ın Charlie’ye verdiği hayat dersleri,alkole  ve kadınlara olan bağlılığı, bir kör adamdan ziyade daha çok hislerinin yoğunluğunu işlerken,filmin ikinci yarısına olan bölümü Charlie’nin okul yönetimi tarafından yargılanma süreci, eğitim sistemi ve bu eğitim sistemi sırasındaki çatlaklıkların konusunu oluşturuyor. Özellikle bu bölümde Charlie Simms’in tek başına yargı sahnesi çıkması ve o yargı sahnesine Yarbay Frank Slade’in kendisine destek sağlaması da en etkili bölümlerden birini oluşturuyor. Film, bu bölümde Frank Slade üzerinden adalet,haksızlık, arkadaşlarını ispiyonlama gibi önemli kavramlardan yola çıkarak gerçekleri diğer anlamda kalabalığa haykırıyordur. 

Frank ve Charlie üzerinden bir nevi aslında hiçbir suçu olmadan, tanıklar olmadan,birileri birilerini tanıyor diye suçluluk kıyafetini üstüne yapıştıranların olduğunu imalıyordu. Çünkü filmin yükselişe geçtiği dönemin neoliberal veyahut daha çok burslu öğrencilerin ezildiği ve para babalarının söz sahibi olduğu dönemi işaret ediyordu. Yarbay Frank Slade’in adaletsizliğe haykırdığı mahkeme salonunda “Dünyadaki en kötü görüntü kesilip atılmış bir ruhtur” sözü de her şeyi belirleyen söz olacaktır. Bununla birlikte adaletsizliklere karşı bir duvar olmuş gibi hareket eden Yarbay Frank Slade’in Charlie Simms’e dair  “Geleceğini satın almak için kimseyi satmayacaktır” sözü de filmin finaline doğru bir tokat etkisi yaratmıştır.

 Oyunculuklara gelirsek… Yarbay Frank Slide karakterine can veren Al Pacino filmin bütün yükünü omuzlarında taşımış olup,sadece rolünü oynamakla kalmayıp çeşitli ruh hallerine girererek ne denli büyük bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Al Pacino bu rolde oynamadan önce  gözleri görmeyen insanlarla yaşamaya başlamıştır. Büyük oyuncu olmanın en karakteristik özelliklerinden biri olduğunu da böylelikle göstermiştir. Aynı zamanda Al Pacino’dan önce Yarbay Frank Slide rolü Jack Nicholson’a teklif edilmiş olup,bu teklif Jack Nicholson tarafından reddedilmiştir.

 Kendisine film boyunca dostluk görevi üstlenen Charlie Simms karakterine can veren  Chris O’ Donnell de saf,iyi niyetli,başarılı bir yoldaşlığın dürüstlük çerçevesinde geçeceğini resmini iyi oyun çıkararak göstermiştir. Filmde Yarbay Frank Slide’ın “Tango” dansına eşlik edip, büyüleyici güzelliğiyle kısa süre de olsa harikalar yaratan Donna karakterine can veren Gabrielle Anwar da bu sahnesiyle hafızalarda etkili bir iz bırakmıştır. Bununla birlikte filmin kostümlerinin hazırlanmasında  Aude Bronson  Howard ismini ayrı bir yere sahip olduğunun altını çizmemiz gerekir. Sinematografik açılarıyla  Donald E.Thorin ismini de  baş köşeye  eklememiz gerekir.

 Giovanni Arpino’nın   İtalyan romanı olan  “Il buio e il miele”( Darkness And Honey)  tarafından uyarlanan,senaryosu Bo Goldman tarafından yazılan,Martin Brest tarafından yönetilen  “Scent of a Woman/Kadın Kokusu”  sadece hayat dersi vermekle kalmayıp;hem hüznün doruklarında hem dostluğun önemine vurgu yapmakla kalmayıp “görmek her şeye yeter mi “diye haykıran bir yandan da görmekten ziyade duyumsamanın,hissin yoğun olmasıyla birlikte ne kadar ruhlu bir film olduğunu kanıtlıyor.

 Son sözü sanırım senaryo yazarı Bo Goldman’a bırakmak yerinde olacaktır

 “Filmden alınacak bir ders varsa, o da kendimizi hayatın şaşırtıcı çelişkilerine açık ve müsait bırakırsak, devam edecek gücü bulacağımızdır.”

  Filmde Altını Çizdiklerim:

 "Eğer takım yenilirse, liderlik ruhu ölür; çünkü liderleri yaratanlar, nasıl liderler yarattıklarına asla dikkat etmiyorlar.”
 
" Tangoda hata olmaz. Hayat gibi değildir, basittir. Bu yüzden tango harikadır. “
 
  “Tüm hayatın boyuncu MTV seyredince nerden bileceksin”
 
“Kadınlar. Ne denebilir ki?
Onları kim yarattı?
Tanrı çok zeki bir hergele olmalı
Saçlar… Saçlar, her şeydir derler
Burnunu buklelerden oluşan bir dağa gömüp sonsuza dek uyumak istedin mi hiç?
Ve dudaklar.. Dudaklarına değince çölü geçtikten sonra içtiğin şarabın ilk yudumuna benzer.
Memeler… Büyük memeler,küçük memeler.  Gizemli Deniz fenerleri gibi. Sana dik dik bakan göğüs başları.
Ve bacaklar.. Yunan sütunları  veya ikinci el Steinwey gibi olup olmadıkları umrumda değil.
Aralarındaki şey cennet için bir vizedir.”
 
 “Tangoda hata olmaz. Tango hayata benzemez”
 
“Bakmayı bıraktığımız gün ölmüşüz demektir”
 
“Bunları nasıl ödeyeceksiniz
Gıcır gıcır Amerikan dolarıyla”
 
“Kendinizi öldüreceğinizi mi söylediniz
Hayır, beynime kurşun sıkacağım dedim”
 
“bu dünyada iki çeşit insan vardır
Öne çıkıp sorumluluk almayı kabul edenler
Kaçıp saklanacak delik arayanlar
Saklanmak daha iyidir”
 
 “Kadın huysuzlaşırsa azdı demektir”
 
 “Eldeva Willie. İyi biri değilim,hiçbir zaman olmadım”
 
 “Şu anda başka planlarım var
Ne planlarınız var
Ölmek,evlat”
 
 “Bizi öldüreceksiniz
Beni suçlama ben bir körüm”
 
 “Yarbay,bana mı bakıyorsunuz;
Ben körüm Charlie”
 
 “Ben olmazsam bu dünyada nasıl sağ kalacaksın?”
 “Kötü değilim,çürümüş biriyim”
 “Kötü değilsiniz,sadece acı içindesiniz”

Cem Kurtuluş, 2013

0 yorum: