"Benim
Kelimelerim, Benim Hayatım " The Words (2012)- Brian Klugman-Lee Sternthal
Yazar olmak
zor iştir. Kelimeleri kendine göre seçmek ,ya da uydurmak ya da bir şeylere
göre uyarlamak. Yazdıklarının toplum tarafından kabul görmemesi, yazdığın
kitaplar üstünden tabiri caizse parayı cebe indirip ün kazanman ya da başka
şeyler yazar olduğunda karşılaşacağın zorluklarla eş değerdir. Her yazar
istemez ün yapmayı, tanınmayı ya da cebine istediğinden çok para indirmeyi.
Meselenin özü bu şekilde ilerler. Bunun başka boyutunda “ İntihal “ kısmı
vardır ki birinin yazdığı bir eseri,bir sözü kaynak kullanmadan kendine
uyarlamaktır.
Bu sözlerden
yola çıkarsak; “Çalıntı Hayat “ olarak çevrilen “The
Words“ böyle bir süreci konu alıyor. Ama baştan söylemeli
ki Türkçe’ye “ Kelimeler “ olarak çevrilmesi yerinde
olurmuş. Üç farklı öykü, üç farklı yazar ve şiirsel
anlatımla bir resital sunuyor “ The Words“
Bu resitalden
önce filmin hikayesinden bahsetmek yerinde olacaktır. Ernest Hemingway’in ilk
karısı Hadley Richardson’un Hemingway ile yaşadıkları aşk dolu yaşadıkları
zamanlarda Lyon’da tren beklerken Hemingway’e ait bir bavul kaybolur, bu
kaybolan bavulun içinde önemli bir el yazması vardır. Bu Hemingway için aynı
zamanda uğraşıp didindiği, notlar aldığı bir kitabı işaret etmiştir. “The
Words” ün hikayesi de tam olarak burada başlıyor.
Film;
Clay Hammond’ın “The Words” (Kelimeler ) adlı
kitabın birinci bölümünü özel bir toplantıda dinleyicilerine okumasıyla
başlıyor. Kahramanımız Rory Jansen genç bir yazar olarak
karşımıza çıkıyor. Hikaye anlatılmaya başlanırken yağmurun altında limuzine
binen genç çiftimizin yanında gözümüze takılan bir yaşlı adam görürüz, bu
filmin daha baştan kitap gibi anlatılacağının sinyalini verir. Genç yazar;
yazdığı bir kitap sonrası ödül konuşmasında “sadece hayal ettiğim gerçeği
yazmaya çalıştım. Bir adamın, eşinin ve çocuğunun hikayesini “ diye
anlatıyor serüvenini.
Filmin başından itibaren Clay Hammond’un hikayeyi devam ettirmesini izleriz. Bu bölümler bir roman misali sunulur seyirciye. Bu hikaye şiirsel anlatımlarla verilirken daha sonralarında filmdeki baş kahramanımız Rory Jansen’in kendi kitaplarını bir türlü yayınlamayı başaramamış, yayınevleri tarafından övülen ama daima reddedilen biri olarak tanıklık ederiz. Taa ki ikinci kitabının hikayesini nasıl buluncaya dek. Buraya gelmeden önce; Rory Jansen’ın ilk kitabından sonra parasız kaldığını görürüz, ve bu durum babasından borç almaya kadar gitmiş olur. Bir türlü çıkmazda olmanın diğer adıdır bu ve sonrasında da babasından nasihat dinlemiş olur. Hikaye, anlatılmaya devam ederken; film bu durumu anlatıcının ağzından “Rory Jansen günlük bir işe gitmek zorunda kaldı” diye anlatır bu durumu.
Hikaye anlatılmaya devam edilir, Rory ve
Dora evlenmiş olur,hikayenin asıl bölümü burada başlayacaktır. Yazdığı kitap
sonrası yıllarını harcayan yazarın yayınevi tarafından reddedilişine tanık
ederiz. Övgü dolu sözlerle başlayan konuşma, reddediliş ile bitmesi aslında
günümüzde pek çok yayınevinin uyguladığı politikalara dair mesajını verir.
Film daha sonra Rory Jansen, balayındayken karısının kendisine aldığı eski bir deri çantada tesadüfen bir el yazması bulduktan sonra bu yazmayı ikinci kitabını oluşturmaya başlamak üzere başka rotaya doğru yolunu çizer. Aynı zamanda balayına çıktıkları Fransa’da “Hemingway “ yazısı dikkatlerden kaçmaz, bu da aynı zamanda filmin hikayesine dair bu kısımlarda ipucu verir. Filmin başında beliren yaşlı adam, hikayenin gerçek kahramanı ile hikayesini kitabına uygulayan adamın konuşmalarına tanıklık ederiz bu bölümde. Ama öncesinde bulunan el yazmasıyla birlikte Rory Jansen’in bulduğu el yazmasını noktalama işaretlerine dokunmadan yazdığını aktarır.
Aslında bütün bu hikayede kimsenin haksız olduğunu görmeyiz,bütün bu sorular
içinde ilk sorumuz da “Eğer Rory Jansen yazdığını götürdüğü anda
reddedilmeseydi böyle bir işe kalkışır mıydı” sorusu da akıllarda tek soru olur
bu bölümde ve gecesini gündüzüne katıp nokta işaretlerine dahi dokunmadan kendi
yazmış gibi hikayesine devam eder Rory Jansen. Eşinin de bunu okumasıyla
büyük bir yazar olduğunu düşünür, ama gerçekte her şeyin başka olduğu
ortadadır. Bir yandan bütün kelimeleri yazarken Rory,bir yandan aslında içine
kemiren bir duygu var gibidir. Film bu gerilim tonunu inceden hissettirir bize.
Hikaye bu
şekil ilerlese de Rory artık tanınmış ve ün olmanın peşinden gidecek, artık
sözleşmeli bir yazar olmuştur.”Artık iyi bir iş bulmalısın,adam olmalısın” diye
nasihatte bulunan babasının oğlu üne kavuşunca tabiri caizse nasıl fırıldak
olduğunu da burada tanıklık ederiz. “Rory Jansen seçimini yaptı” diye
anlatılan hikayede yağmur damlalarını sayarken, ünü yükselmiş ve kamera aslında
arkadaki gizemli kahramanımızı gösterir aynı filmin başında olduğu gibi… Birinci
bölüm hikayede sona ererken bu gerçekle karşılaşacağının sonudur. Her şeyin
sonunda hayatın gerçeği bir gün çıkaracağına kuşku olmadığını da gösterir “The
Words” bize. Hikayeyi anlatan anlatıcı
rolündeki “Clay Hammond” bize gerçeği gösterir ve bunu da şatafatlı
geçen kitapları imzalamasını isteyen kalabalıktan anlatır bize. Filmin ilk
yarım saatinde bütün hikaye bir kitabı okurmuş gibi anlatılır, sihirli bir
anlatım söz konusudur. Şiirsellik adı altında sunulur hepsi seyirciye.
Filmin ikinci
bölümü film adına asıl dramatik alandır. Asıl hikayenin başladığı yer de
bölümde başlar. Yaşlı adam, Rory
Jansen’a hikayeyi anlatmaya başlar , filmin en dramatik noktalarından birini
oluşturur bu bölüm. Hemingway’ın “Paris Anılarını” yazdığı zamanlardan
alınmadır bu bölüm. Anlatıcı rolündeki yaşlı adam, hikayenin derinliğine
ulaştırır izleyeni de. Yaşlı adam ile genç adam arasındaki geçen bölümle John
Fante ile tanıştığını söyleyerek filmde Fante’ye selam çakar “ The
Words” Bu bölüm aynı zamanda filmin en can alıcı kısmıdır. Yaşlı adam
iğneleyerek konuşur,eğer konuşmasa bile bunu bakışlarından anlamak mümkün olur.
“Benim Kelimelerim,
Benim Hikayem”
Okuduğunda da
söylediği “Hikayelerini okuduğum zaman kendimi orada hissettim” cümlesi ile bütün
olan biten anlatılır,çünkü yaşlı adam kendisini ima eder burada. Bir tür alay
eder,film kendine doğru bizi çıkar. Kitabı yazanın, kelimelerini çalan birine
karşı kitabını imzalatıp, “ kalemi olmayan bir yazar” diyerek de bu
bölüm iğnelemeye devam eder. Yaşlı adam daha sonra kitabının nasıl
kaybolduğuyla ilgili hikayeyi anlatmaya başlar.Hikaye anlatıldıkça detaylar
daha da açığa çıkar. Hikaye,masalsı şekilde anlatılır, ve içine de aşk eklenir.
“Hayatında ilk defa yazmaya çalışmış” diye hikayeyi devam ettirir yaşlı
adam. Bu,aynı zamanda hem içinde mutluluk vardır,hem de trajedi. Filmin en
dramatik bölümünü anlattıkça burukluk duygusu yaşanır. Asıl hikayeye girdiğimiz
kısım hem yaşlı adamın anlatışı,hem de hikayeye konu olan çiftin dramıdır.
Delirmenin sonunda genç kahramanımızın nasıl zorluklarla yazdığını görürüz.
Hikaye anlatıldığında geriye kalan söz ise “ne kadar istesen de geçmişi
silemezsin” cümlesinde saklı kalıyor. Hikayenin bütün özetinin tek cümlesi
yaşlı adamın dediği gibidir “bunlar benim kelimelerim,benim hikayelerim” Bir yanda delirerek kağıda dökülmüş
hissiyatlarla,bir yanda yazdığı emeği çöpe atan yayınevlerine karşı başka bir
emeği çalan başka birinin hayatı…
“Kelimelerin
Her Şeyi Mahvettiğini Bilmiyor musun? “
Bütün
gerçeklerin gün yüzüne çıkmasıyla Rory Jansen, kitabı çaldığını eşine itiraf
ederken görürüz. Rory Jansen’in hayatındaki yazar olma isteği hiçbir zaman
gitmemişti,bunu da filmin başından itibaren bize göstermişti. O kitabı
yazdığında da kendisine bambaşka gözle bakan eşi de bundan payını alır. Gerçek
şu ki;kelimelerle kendisini şekillendirenler karşısında dürüstlük pahalıya
patlar. Çünkü aslında Rory Jansen’ı kendi olduğu için değil, yazar olduğu için
sevmenin diğer tarafını gösterir bize “The Words” ve burda da Clay Hammond’un
“Kelimelerin her şeyi mahvettiğini bilmiyor musun” cümlesini hatırlarız.
Başkaları hayatları üzerinden hırsızlık yapan “yazar
“ adı altındaki kişilere cevabı yaşlı adamın “Hayatımın bir kısmını
çalabileceğini mi sanıyorsun “ sözüyle daha net anlamış oluruz.
Kelimeler bunlarla da sınırlı kalmaz, finalinde vurucu cümleler devam eder. En
keskin cümle de “kelimeleri alınca, acıyı da aldın” cümlesiyle daha da açığa çıkar. Bütün filmin
özetini de “benim felaketim,kelimeleri onlara yazmama ilham veren kadından daha çok sevmemdi. “ repliği özetler. Burada kelimelerin gücünü hissederiz,diğer
deyişle Oğuz Atay’ın meşhur sözü;” kelimeler albayım,bazı anlamlara gelmiyor”
akıllara gelir.
Oyunculuklara gelecek olursak… Yaşlı adam(The Old Man) karakterine can veren Jeremy Irons hikayenin en büyük kahramanı oluyor film adına. Tüm oyunculardan daha müthiş oynayarak o ağırlığı taşımasını biliyor. Bir hikaye nasıl anlatılır’ın büyük ruhunu oynadığı rol ile ortaya çıkıyor. Clay Hammond karakterine can veren filmin hikayesini anlatıcı olarak karşımıza çıkan Dennis Quaid sadece sesiyle bile etkilemeyi başaran bir pozisyonda oluyor. Özellikle yaşlı adam karakterinin hikayeye kattığı derinlik başka bir portre çizerken , “Rory Jansen “ karakterine can veren Bradley Cooper biraz daha sönük kalıyor film genelinde,ama hemen hemen tüm zorlu duyguların üstesinden de gelmeyi başarıyor. Bradley Cooper’a burda biçilen rol ağır bir rol, kendisini izlediğimiz filmler ise daha enerjik, daha da atraksiyon dolu işler olduğu için bu açıdan bakmak daha doğru olacaktır.
Dora
Jansen karakterine can veren Zoe Saldana filme uyum
sağlıyor,ama karakterinin derinleştirilememesi nedeniyle çok da ileriye
gidemiyor. Ve de oynadığı rol itibariyle yapay bir görüntü çizmiş. Yan karakter
olarak “Daniella” karakterine can veren
Olivia Wilde film adına hem lüzumsuz hem de zorlama bir karakter
oluyor,çok da filmi çıta olarak yükseğe çıkaramıyor. Flashback’lerde gördüğümüz
gençlik zamanlarında Ben Barnes ve Nora
Arnezeder filmin fiziği görüntü olarak güzel çiftlerinden olarak göze
çarpıyor, ve rollerinde de müthiş bir gerçeklik katmışlar hikayeye. En az Jeremy
Irons kadar hikayenin genelinde etkili bir performans ortaya çıkarıyorlar.
Sonuç olarak; Yazarlığa bulaşmış ya da bulaşacak olanlar için her şey kelimeyle başlar,kelime ile son bulur. Temasını da kelimenin gücünden alıp, “intihal” konusuyla devam ettiren Brian Klugman ve Lee Sternthal’ın senaryosunu 1999 yılında yazdığı ve beraber yönettiği “ kitap yazıp kaybeden bir adamla, onu bulan sidikli bir veledin hikayesi “ olarak betimlenen ve bir roman okur gibi seyirciye sunulan, şiirsel anlatımıyla, başarılı kurgusuyla, hikayenin akışına giden müzikleriyle öne çıkan “ The Words “ Hemingway, Fante gibi yazarları selamlayan,finaliyle sönük kalsa da, daha çok Hemingway’den beslenen bir film olmakla birlikte günümüzde başkalarının kelimelerini çalarak kendini yazar olarak tanıtan kesime okkalı bir tokat atıyor.
Filmi İzlerken Altını Çizdiklerim:
0 yorum:
Yorum Gönder