// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

08 Mayıs 2013

" Benim Kelimelerim, Benim Hayatım " The Words (2012)

















"Benim Kelimelerim, Benim Hayatım " The Words (2012)- Brian Klugman-Lee Sternthal

Yazar olmak zor iştir. Kelimeleri kendine göre seçmek ,ya da uydurmak ya da bir şeylere göre uyarlamak. Yazdıklarının toplum tarafından kabul görmemesi, yazdığın kitaplar üstünden tabiri caizse parayı cebe indirip ün kazanman ya da başka şeyler yazar olduğunda karşılaşacağın zorluklarla eş değerdir. Her yazar istemez ün yapmayı, tanınmayı ya da cebine istediğinden çok para indirmeyi. Meselenin özü bu şekilde ilerler. Bunun başka boyutunda “ İntihal “ kısmı vardır ki  birinin yazdığı bir eseri,bir sözü kaynak kullanmadan kendine uyarlamaktır.

Bu sözlerden yola çıkarsak; “Çalıntı Hayat “ olarak çevrilen “The Words“  böyle bir süreci konu alıyor.  Ama baştan söylemeli ki Türkçe’ye “ Kelimeler “ olarak çevrilmesi yerinde olurmuş.  Üç  farklı öykü, üç farklı yazar ve şiirsel anlatımla   bir resital sunuyor “ The Words“ 

Bu resitalden önce filmin hikayesinden bahsetmek yerinde olacaktır. Ernest Hemingway’in ilk karısı Hadley Richardson’un Hemingway ile yaşadıkları aşk dolu yaşadıkları zamanlarda Lyon’da tren beklerken  Hemingway’e ait bir bavul kaybolur, bu kaybolan bavulun içinde önemli bir el yazması vardır. Bu Hemingway için aynı zamanda uğraşıp didindiği, notlar aldığı bir kitabı işaret etmiştir. “The Words”  ün hikayesi de tam olarak  burada başlıyor.

Film;  Clay  Hammond’ın  “The Words”  (Kelimeler )  adlı kitabın birinci bölümünü  özel bir toplantıda dinleyicilerine okumasıyla başlıyor. Kahramanımız Rory Jansen genç bir yazar olarak karşımıza  çıkıyor. Hikaye anlatılmaya başlanırken yağmurun altında limuzine binen genç çiftimizin yanında gözümüze takılan bir yaşlı adam görürüz, bu filmin daha baştan kitap gibi anlatılacağının sinyalini verir. Genç yazar; yazdığı bir kitap sonrası ödül konuşmasında  “sadece hayal ettiğim gerçeği yazmaya çalıştım. Bir adamın, eşinin ve çocuğunun hikayesini “ diye anlatıyor serüvenini.

Filmin başından itibaren Clay Hammond’un hikayeyi devam ettirmesini izleriz. Bu bölümler bir roman misali sunulur seyirciye. Bu hikaye şiirsel anlatımlarla verilirken daha sonralarında filmdeki baş kahramanımız Rory Jansen’in kendi kitaplarını bir türlü yayınlamayı başaramamış, yayınevleri tarafından övülen ama daima reddedilen biri olarak tanıklık ederiz. Taa ki ikinci kitabının hikayesini nasıl buluncaya dek. Buraya gelmeden önce; Rory Jansen’ın ilk kitabından sonra parasız kaldığını görürüz, ve bu durum babasından borç almaya kadar gitmiş olur. Bir türlü çıkmazda olmanın diğer adıdır bu ve sonrasında da babasından nasihat dinlemiş olur. Hikaye, anlatılmaya devam ederken;  film bu durumu anlatıcının ağzından “Rory Jansen  günlük bir işe gitmek zorunda kaldı” diye anlatır bu durumu. 

Hikaye anlatılmaya devam edilir, Rory ve Dora evlenmiş olur,hikayenin asıl bölümü burada başlayacaktır. Yazdığı kitap sonrası yıllarını harcayan yazarın yayınevi tarafından reddedilişine tanık ederiz. Övgü dolu sözlerle başlayan konuşma, reddediliş ile bitmesi aslında günümüzde pek çok yayınevinin uyguladığı politikalara dair mesajını verir.

Film daha sonra  Rory Jansen, balayındayken karısının kendisine aldığı eski bir deri çantada tesadüfen bir el yazması bulduktan sonra bu yazmayı ikinci kitabını oluşturmaya başlamak üzere başka rotaya doğru yolunu çizer. Aynı zamanda balayına çıktıkları Fransa’da “Hemingway “ yazısı dikkatlerden kaçmaz, bu da aynı zamanda filmin hikayesine dair bu kısımlarda ipucu verir. Filmin başında beliren yaşlı adam, hikayenin gerçek kahramanı ile hikayesini kitabına uygulayan adamın konuşmalarına tanıklık ederiz bu bölümde. Ama öncesinde bulunan el yazmasıyla birlikte Rory Jansen’in bulduğu el yazmasını noktalama işaretlerine dokunmadan yazdığını aktarır. 

Aslında bütün bu hikayede kimsenin haksız olduğunu görmeyiz,bütün bu sorular içinde ilk sorumuz da “Eğer Rory Jansen yazdığını götürdüğü anda reddedilmeseydi böyle bir işe kalkışır mıydı” sorusu da akıllarda tek soru olur bu bölümde ve gecesini gündüzüne katıp nokta işaretlerine dahi dokunmadan kendi yazmış gibi hikayesine devam eder Rory Jansen. Eşinin de bunu okumasıyla büyük bir yazar olduğunu düşünür, ama gerçekte her şeyin başka olduğu ortadadır. Bir yandan bütün kelimeleri yazarken Rory,bir yandan aslında içine kemiren bir duygu var gibidir. Film bu gerilim tonunu inceden hissettirir bize.

Hikaye bu şekil ilerlese de Rory artık tanınmış ve ün olmanın peşinden gidecek, artık sözleşmeli bir yazar olmuştur.”Artık iyi bir iş bulmalısın,adam olmalısın” diye nasihatte bulunan babasının oğlu üne kavuşunca tabiri caizse nasıl fırıldak olduğunu da burada tanıklık ederiz. “Rory Jansen seçimini yaptı” diye anlatılan hikayede yağmur damlalarını sayarken, ünü yükselmiş ve kamera aslında arkadaki gizemli kahramanımızı gösterir aynı filmin başında olduğu gibi… Birinci bölüm hikayede sona ererken bu gerçekle karşılaşacağının sonudur. Her şeyin sonunda hayatın gerçeği bir gün çıkaracağına kuşku olmadığını da gösterir “The Words” bize.  Hikayeyi anlatan anlatıcı rolündeki “Clay Hammond” bize gerçeği gösterir ve bunu da şatafatlı geçen kitapları imzalamasını isteyen kalabalıktan anlatır bize. Filmin ilk yarım saatinde bütün hikaye bir kitabı okurmuş gibi anlatılır, sihirli bir anlatım söz konusudur. Şiirsellik adı altında sunulur hepsi seyirciye.

Filmin ikinci bölümü film adına asıl dramatik alandır. Asıl hikayenin başladığı yer de bölümde başlar. Yaşlı adam,  Rory Jansen’a hikayeyi anlatmaya başlar , filmin en dramatik noktalarından birini oluşturur bu bölüm. Hemingway’ın “Paris Anılarını” yazdığı zamanlardan alınmadır bu bölüm. Anlatıcı rolündeki yaşlı adam, hikayenin derinliğine ulaştırır izleyeni de.  Yaşlı adam ile genç adam arasındaki geçen bölümle John Fante ile tanıştığını söyleyerek filmde Fante’ye selam çakar  “ The Words” Bu bölüm aynı zamanda filmin en can alıcı kısmıdır. Yaşlı adam iğneleyerek konuşur,eğer konuşmasa bile bunu bakışlarından anlamak mümkün olur.

“Benim Kelimelerim, Benim Hikayem”

Okuduğunda da söylediği “Hikayelerini okuduğum zaman  kendimi orada hissettim” cümlesi ile bütün olan biten anlatılır,çünkü yaşlı adam kendisini ima eder burada. Bir tür alay eder,film kendine doğru bizi çıkar. Kitabı yazanın, kelimelerini çalan birine karşı kitabını imzalatıp, “ kalemi olmayan bir yazar” diyerek de bu bölüm iğnelemeye devam eder. Yaşlı adam daha sonra kitabının nasıl kaybolduğuyla ilgili hikayeyi anlatmaya başlar.Hikaye anlatıldıkça detaylar daha da açığa çıkar. Hikaye,masalsı şekilde anlatılır, ve içine de aşk eklenir. “Hayatında ilk defa yazmaya çalışmış” diye hikayeyi devam ettirir yaşlı adam. Bu,aynı zamanda hem içinde mutluluk vardır,hem de trajedi. Filmin en dramatik bölümünü anlattıkça burukluk duygusu yaşanır. Asıl hikayeye girdiğimiz kısım hem yaşlı adamın anlatışı,hem de hikayeye konu olan çiftin dramıdır. Delirmenin sonunda genç kahramanımızın nasıl zorluklarla yazdığını görürüz. Hikaye anlatıldığında geriye kalan söz ise “ne kadar istesen de geçmişi silemezsin” cümlesinde saklı kalıyor. Hikayenin bütün özetinin tek cümlesi yaşlı adamın dediği gibidir “bunlar benim kelimelerim,benim hikayelerim”  Bir yanda delirerek kağıda dökülmüş hissiyatlarla,bir yanda yazdığı emeği çöpe atan yayınevlerine karşı başka bir emeği çalan başka birinin hayatı…

 

“Kelimelerin Her Şeyi Mahvettiğini Bilmiyor musun? “

Bütün gerçeklerin gün yüzüne çıkmasıyla Rory Jansen, kitabı çaldığını eşine itiraf ederken görürüz. Rory Jansen’in hayatındaki yazar olma isteği hiçbir zaman gitmemişti,bunu da filmin başından itibaren bize göstermişti. O kitabı yazdığında da kendisine bambaşka gözle bakan eşi de bundan payını alır. Gerçek şu ki;kelimelerle kendisini şekillendirenler karşısında dürüstlük pahalıya patlar. Çünkü aslında Rory Jansen’ı kendi olduğu için değil, yazar olduğu için sevmenin diğer tarafını gösterir bize “The Words” ve burda da Clay Hammond’un “Kelimelerin her şeyi mahvettiğini bilmiyor musun” cümlesini hatırlarız.

 Başkaları hayatları üzerinden hırsızlık yapan “yazar “ adı altındaki kişilere cevabı yaşlı adamın “Hayatımın bir kısmını çalabileceğini mi sanıyorsun “  sözüyle daha net anlamış oluruz. Kelimeler bunlarla da sınırlı kalmaz, finalinde vurucu cümleler devam eder. En keskin cümle de “kelimeleri alınca, acıyı da aldın”  cümlesiyle daha da açığa çıkar. Bütün filmin özetini de “benim felaketim,kelimeleri onlara yazmama  ilham veren kadından  daha çok sevmemdi. “ repliği özetler.  Burada kelimelerin gücünü hissederiz,diğer deyişle Oğuz Atay’ın meşhur sözü;” kelimeler albayım,bazı anlamlara gelmiyor” akıllara gelir.

 

Oyunculuklara gelecek olursak…  Yaşlı adam(The Old Man)  karakterine can veren  Jeremy Irons hikayenin en büyük kahramanı oluyor film adına. Tüm oyunculardan daha  müthiş oynayarak o ağırlığı taşımasını biliyor. Bir hikaye nasıl anlatılır’ın büyük ruhunu oynadığı rol ile ortaya çıkıyor.  Clay Hammond karakterine can veren filmin hikayesini anlatıcı olarak karşımıza çıkan    Dennis Quaid  sadece sesiyle bile etkilemeyi başaran bir pozisyonda oluyor. Özellikle yaşlı adam karakterinin hikayeye kattığı derinlik  başka bir portre çizerken , “Rory Jansen “ karakterine can veren  Bradley Cooper biraz daha sönük kalıyor film genelinde,ama hemen hemen tüm zorlu duyguların üstesinden de gelmeyi başarıyor.  Bradley Cooper’a burda biçilen rol ağır bir rol, kendisini izlediğimiz filmler ise daha enerjik, daha da  atraksiyon dolu işler olduğu için bu açıdan bakmak daha doğru olacaktır.  

Dora Jansen karakterine can veren  Zoe Saldana filme  uyum sağlıyor,ama karakterinin derinleştirilememesi nedeniyle çok da ileriye gidemiyor. Ve de oynadığı rol itibariyle yapay bir görüntü çizmiş. Yan karakter olarak “Daniella” karakterine can veren  Olivia Wilde film adına hem lüzumsuz hem de zorlama bir karakter oluyor,çok da filmi çıta olarak yükseğe çıkaramıyor. Flashback’lerde gördüğümüz gençlik zamanlarında  Ben Barnes ve Nora Arnezeder filmin fiziği görüntü olarak güzel çiftlerinden olarak göze çarpıyor, ve rollerinde de müthiş bir gerçeklik katmışlar hikayeye. En az Jeremy Irons kadar hikayenin genelinde etkili bir performans ortaya çıkarıyorlar.

 Sonuç olarak; Yazarlığa bulaşmış ya da bulaşacak olanlar için her şey kelimeyle başlar,kelime ile son bulur. Temasını da kelimenin gücünden alıp, “intihal” konusuyla devam ettiren Brian  Klugman ve Lee Sternthal’ın senaryosunu 1999 yılında yazdığı ve  beraber  yönettiği “ kitap yazıp kaybeden bir adamla, onu bulan sidikli bir veledin hikayesi “ olarak betimlenen ve   bir roman okur gibi seyirciye sunulan, şiirsel anlatımıyla, başarılı kurgusuyla, hikayenin akışına giden müzikleriyle öne çıkan “ The Words “ Hemingway, Fante gibi yazarları selamlayan,finaliyle sönük kalsa da,  daha çok Hemingway’den beslenen bir film olmakla birlikte günümüzde başkalarının kelimelerini çalarak kendini yazar olarak tanıtan kesime okkalı bir tokat atıyor.   

 

Filmi İzlerken Altını Çizdiklerim:


“ sadece hayal ettiğim gerçeği yazmaya çalıştım. Bir adamın, eşinin ve çocuğunun hikayesini. Böyle küçük bir kitabın bu kadar insanı etkileyeceğini düşünmedim. Keşke ikinci kitap için de bir fikrim olsaydı”

“ Adam olmanın diğer bir parçası da ne kadar acı olursa olsun kendi sınırlarını kabullenmektir “

“ Fante’yi okudunuz mu?
Okumak mı? Onu tanırdım”

“ Kitap yazıp kaybeden bir adamla ,onu bulan sidikli bir veledin hikayesi”

 “ Medeniyet tarihindeki pek çok klişe gibi Rory Jansen’da  yapılacak tek bir şey olduğuna karar vermiş.
İçmek “

“ Gerçek sizi özgür bırakır “

“ Hayatımın bir kısmını çalabileceğini mi sanıyorsun “

“ kelimeleri alınca acıyı da aldın “
“ bir daha hiç yazamadım diye hayatımın mahvolduğunu mu sanıyorsun “

“ benim felaketim kelimeleri onları yazmama ilham veren kadından daha çok sevmemdi…”

“ hepimiz hayatta seçimler yaparız, zor olan onlarla yaşamaktır “



 Cem Kurtuluş,2013

0 yorum: