// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

09 Mart 2014

The Diving Bell and the Butterfly / Kelebek Ve Dalgıç (2007)














Ramon Sampedro'nun yaşamını ele alan gerçek bir hikaye olan " İçimdeki Deniz " filmini izledikten sonra karar verdim " The Diving Bell And Butterfly" filmini izlemeye. Türkçe’ye “ İçimdeki Deniz “ olarak çevrilen film ben de büyük iz bırakmıştı.  Ramon Sampedro'nın yaşamını ele almasından ötürü farklı  bir yanı vardı bu filmin.  İki karakterin dünyasına dönecek olursak; Ramon Sampedro yazıyor,okuyor yatağa bağlı olarak yaşamını sürdüren ölüm üzerine destan yazan bir adamdı, Jean-Dominique Bauby sandalyeye ve yatağa bağlı göz kapaklarıyla dünya haritasını çizmiş kendini mücadeleye adayan  hayatla kavgası olan biriydi.  

Mevzu bahis olan filme geçecek olursak; gerçek bir hikayeden uyarlanan “ The Diving Bell And Butterfly “ (Kelebek Ve Dalgıç)   Fransız yazar ve Elle editörü Jean-Dominique Bauby isminden yola çıkarak bir yolculuğa çıkarıyor bizi.  Bu yolculuğa çıkmadan önce filmin yönetmeni Julian Schnabel bu filmin çıktığı zamanlar hikayenin kişisel deneyimlerinde etkili olduğunu vurguluyor. “Babam ölürken Ron Harwood'un senaryosunu okudum” diye anlatıyor durumu bu yönetmen.  Babasının ölüm döşeğinde olduğu zamanlara denk düşüyor bu filmin ortaya çıkış amacı.

Konuya dönecek olursak; bu hikayede kahramanımız Bauby’nin kendi bedeninde hapsolmasını ve özgürlük çabalamasıyla başlayan bir yolcuğu görürüz. Film, bulanık görüntüleri merkeze koyarak  “ uzun bir uykudan uyanıyorsunuz “ sözleriyle başlıyor. Bu sözlerden  filmin ilk bölümünden itibaren  “ bir insanın şuuru yerinde olmasına rağmen bedenen neredeyse tamamen felç halinde olması ve böylece kendini dil veya hareketlerle ifâde edememesi “ anlamına gelen bir hastalık olan  Locked  in sendromuna yakalanan  yazarımızın dünyasına tanıklık ediyoruz.  Bu süreçte kamera, kendisini ifade edemeyen yazarımızın terapistin sorduğu sorular karşısında cevabını göz kırpma tekniğiyle gösterir seyirciye.  Bu filmin kendine has bir tekniği olarak öne çıkar. 

Tek gözüyle iletişim kurduğu gösterilen Bauby, terapistiyle birlikte hastalık sürecini atlatmak için bir mücadele verir, bu mücadelenin öncesinde filmin ilk yarısında gördüğümüz karakterimizin ölmek üzerine sözleri yer alır. Filmin ilk yarım saatinde sol gözüyle olaylara bakarız. Kendisini yıkayanlara karşı duyduğu çaresizlik,acınma hissi daha sonraları kendisine acımasını son veren kendindeki başka özelliklerine kelimelere dökerek farklı okyanuşlara doğru yelken açıyor Bauby.  Bauby’nin gözünden kelimeler denizinde yüzmenin rotasını çiziyor film bu açıdan.  

Bir baba olan Bauby, çocuklarıyla olan ilişkisini  “ Babalar günü. Oğlum kapalı dudaklarımdan akan salyayı siliyor “ sözleriyle anlatıyor burukluğunu. Deniz kıyısında tekerlekli sandalyede çaresizlik gözler önüne serilir bu sahnede.  Flasbacklerle kahramanımızın geçmişte yaşadığı mutlu günler gösterilir; neler yaptığı ve hayatındaki kadınlara da yer verilir.

Oyunculuklara gelirsek; Jean-Dominique Bauby karakterine can veren Mathieu Amalric müthiş iş çıkarıyor; bunun öncesinde Johny Deep’e teklif götürülüyor, Karayip Korsanları çekiminde olduğu için bu teklif olumsuz yanıtlanıyor.  Filmdeki hikaye tek karakter üzerine kurulu olduğundan çok fazla karaktere,fazlasıyla süre verilmiyor.  Bunun yanında Claude  Mendibil karakterine can veren Marie-Josee Croze' da filmde başarılı şekilde oynuyor.  Senaryoda, filmde Bauby’nin hayatına dair olan çocuklarının annesi ve kız arkadaşlarıyla olan ilişkileri kurgulaştırıldığı ise film hakkında kaynaklarda yazıyor. 


Yönetmen “ Julian Schnabel “  bu filmi çekmeye karar verdiğinde kişisel deneyimlerinden yararlanır, babasının hastalığı sonrası dehşete kapıldığını itiraf eden yönetmen bunun üzerine Bauby'nın hayatını merkeze koyan  Ron Harwood'un senaryosuyla gelince filmin hikayesi böylece oluşmuş oldu. Bir süre sonra Julian Schnabel'in babası ölüyor. Senaryoyla bütünleşmesi buna yakın zaman diliminde geliyor.  

Aynı zamanda yönetmen Amerikalı olmasına rağmen  bu film için Fransızca öğrenmiş gerçeği önümüzde durur. Film, dil olarak ingilizce çekilmesi yönünde baskılar yapılırken daha sonra dil olarak Fransızca çekiliyor, bu bazı yönlerden film açısından zorlayıcı oluyor.  Etkileyici gerçekçi bir hikaye varken, bunun senaryo bazında katkıları da olumlu yansırken  Julian Schnabel  anlatımıyla puanın düşmesine vesile bir yapım oluyor “ The Diving Bell And Butterfly “  Her şey bir yana etkileyiciliğinden bir şey kaybetmiyor. Burukluk yaşatmasını, felçli bir insanın harikalar yaratmasını gösteriyor.  Yönetmene göre de " onu sanatçı yapan şey kendi trajedisidir " diyor yönetmen. Uzatmamak adına  Bauby’nin babasına bırakıyorum sözü


“ görüyorsun ikimiz de kilitliyiz.
Sen bedeninde, ben dairemde “

Altını Çizdiklerim

" İçimi istila eden acıyı anlatmaya sözcükler yetmez.Ben, babaları saçlarını bile okşayamıyor, tüylü enselerinden yakalayamıyor,ya da küçük ,sıcak pürüzsüz bedenlerine sarılamıyorum. Yine de onları hayatta görmek beni çok sevindirdi.Hareket ediyor ve gülümsüyor görmek. İşte buna güzel bir gün derim." (Çocuklarına olan sevgisini ve çaresizliğini anlatır “

" Bir baba için , cevap veremeyeceği çok iyi bilinen oğluyla konuşmamak olmaması mı ?" 
" Sadece duyma ve işitme duyuları can çekişen ve şimdiden dörtte üçü mezara göre biçimlenmiş bedeninde hala   canlılığını koruyan iki duyuydu.Ne diyorsunuz, bu ucube ben miyim?" 

" Kişisel mucizelere inanmak tehlikelidir. Kendinizi önemliymişsiniz gibi hissettirir.Bununla birlikte mucizevi bir şey gerçekleştiğini söylemeliyim. Şarkı söylemeye başlıyorum., homurdanıyorum,şarkı söylüyorum. Çok az işitiyorum, bazen kalp atışımı duyabildiğimi sanıyorum.Kendi kendime bunun bir kelebeğin kanadından çıkan sen olduğunu söylüyorum.Yadsınamaz bir ilerleme kaydediyorum. Belki de kelebeklerin kulağına sahibim. Hayranlıkla geleceği seyre dalıyorum. Yakında yaz bitecek,ve ben bu hastanedeki ilk sonbaharıma başlayacağım. Hayatım artık burası."

" Zatürree oldum Tam da ilerliyorum derken. Tıpkı kıyının kayboluşunu izleyen bir denizci gibi ben de geçmişimin yavaşça gölgenilişini izliyorum yavaş yavaş anılardan oluşan bir küle dönüşünü.  Ne dönüş! "

“42 yaşındayım ve koca bebekler gibi banyo yaptırılıyorum. “

“ rüyalarını anlatanlar herkesi sıkar “

“ görüyorsun ikimiz de kilitliyiz. Sen bedeninde, ben dairemde “

“ bugün artık varlığımın küçük ıskalamalardan oluştuğunu hissediyorum. Sevmeyi bilemediğim kadınlar, hissedemediğim fırsatlar, kaçıp gitmesine izin verdiğim mutluluk anları… Sonucunu önceden bildiğim ama kazananı seçemediğim bir yarış “

“ Kör ya da sağır mıydım? Ya da gerçek doğamı bulmam için felaketin ışığı mı gerekiyordu? “

“ Kendime acımaya son verdim. Gözüm dışında,felç olmamış iki şeyim daha olduğunu fark ettim. Hayal gücüm ve hafızam…”

“ Her şeyi hayal edebiliyorum. Herkesi, her yeri. Martinik’in dalgalarında okşanabiliyor,sevdiğim kadınları hayal edebiliyorum. “

“ Şimdi kendimi eskiden olduğum gibi hayal etmek istiyorum. Yakışıklı, kayıtsız, romantik ve çekici, müthiş baştan çıkarıcı. Evet, romantik ve yakışıklı. En azından bazıları için “

“ Kim 100 yaşına dek yaşamak ister “



Cem Kurtuluş, 2014

0 yorum: