Ramon Sampedro'nun yaşamını ele alan gerçek bir hikaye olan "
İçimdeki Deniz " filmini izledikten sonra karar verdim " The Diving Bell And
Butterfly" filmini izlemeye. Türkçe’ye “ İçimdeki Deniz “
olarak çevrilen film ben de büyük iz bırakmıştı. Ramon Sampedro'nın yaşamını ele almasından
ötürü farklı bir yanı vardı bu filmin. İki karakterin dünyasına dönecek olursak; Ramon Sampedro yazıyor,okuyor yatağa
bağlı olarak yaşamını sürdüren ölüm üzerine destan yazan bir adamdı, Jean-Dominique Bauby sandalyeye ve
yatağa bağlı göz kapaklarıyla dünya haritasını çizmiş kendini mücadeleye adayan
hayatla kavgası olan biriydi.
Mevzu bahis olan filme geçecek olursak; gerçek
bir hikayeden uyarlanan “ The Diving
Bell And Butterfly “ (Kelebek Ve Dalgıç)
Fransız yazar ve Elle editörü
Jean-Dominique Bauby isminden yola çıkarak bir yolculuğa çıkarıyor bizi. Bu yolculuğa çıkmadan önce filmin yönetmeni Julian Schnabel bu filmin çıktığı
zamanlar hikayenin kişisel deneyimlerinde etkili olduğunu vurguluyor. “Babam ölürken Ron Harwood'un senaryosunu
okudum” diye anlatıyor durumu bu yönetmen. Babasının ölüm döşeğinde olduğu zamanlara denk
düşüyor bu filmin ortaya çıkış amacı.
Konuya dönecek olursak; bu hikayede kahramanımız Bauby’nin
kendi bedeninde hapsolmasını ve özgürlük çabalamasıyla başlayan bir yolcuğu
görürüz. Film, bulanık görüntüleri merkeze koyarak “ uzun bir uykudan uyanıyorsunuz “ sözleriyle
başlıyor. Bu sözlerden filmin ilk
bölümünden itibaren “ bir
insanın şuuru yerinde olmasına rağmen bedenen neredeyse tamamen felç halinde
olması ve böylece kendini dil veya hareketlerle ifâde edememesi “ anlamına
gelen bir hastalık olan Locked in sendromuna yakalanan yazarımızın dünyasına tanıklık ediyoruz. Bu süreçte kamera, kendisini ifade edemeyen
yazarımızın terapistin sorduğu sorular karşısında cevabını göz kırpma
tekniğiyle gösterir seyirciye. Bu filmin
kendine has bir tekniği olarak öne çıkar.
Tek gözüyle iletişim kurduğu
gösterilen Bauby, terapistiyle birlikte hastalık sürecini atlatmak için bir
mücadele verir, bu mücadelenin öncesinde filmin ilk yarısında gördüğümüz
karakterimizin ölmek üzerine sözleri yer alır. Filmin ilk yarım saatinde sol
gözüyle olaylara bakarız. Kendisini yıkayanlara karşı duyduğu çaresizlik,acınma
hissi daha sonraları kendisine acımasını son veren kendindeki başka
özelliklerine kelimelere dökerek farklı okyanuşlara doğru yelken açıyor
Bauby. Bauby’nin gözünden kelimeler
denizinde yüzmenin rotasını çiziyor film bu açıdan.
Bir
baba olan Bauby, çocuklarıyla olan ilişkisini “ Babalar günü. Oğlum kapalı dudaklarımdan
akan salyayı siliyor “ sözleriyle anlatıyor burukluğunu. Deniz kıyısında
tekerlekli sandalyede çaresizlik gözler önüne serilir bu sahnede. Flasbacklerle kahramanımızın geçmişte yaşadığı
mutlu günler gösterilir; neler yaptığı ve hayatındaki kadınlara da yer verilir.
Oyunculuklara
gelirsek; Jean-Dominique Bauby
karakterine can veren Mathieu Amalric
müthiş iş çıkarıyor; bunun öncesinde Johny Deep’e teklif götürülüyor, Karayip
Korsanları çekiminde olduğu için bu teklif olumsuz yanıtlanıyor. Filmdeki hikaye tek karakter üzerine kurulu
olduğundan çok fazla karaktere,fazlasıyla süre verilmiyor. Bunun yanında Claude Mendibil karakterine
can veren Marie-Josee Croze' da filmde başarılı şekilde oynuyor. Senaryoda, filmde Bauby’nin hayatına dair
olan çocuklarının annesi ve kız arkadaşlarıyla olan ilişkileri kurgulaştırıldığı ise film hakkında kaynaklarda yazıyor.
Yönetmen “ Julian Schnabel “ bu filmi çekmeye karar verdiğinde kişisel
deneyimlerinden yararlanır, babasının hastalığı sonrası dehşete kapıldığını itiraf eden yönetmen bunun üzerine Bauby'nın hayatını merkeze koyan Ron Harwood'un senaryosuyla gelince filmin hikayesi böylece oluşmuş oldu. Bir süre sonra Julian Schnabel'in babası ölüyor. Senaryoyla bütünleşmesi buna yakın zaman diliminde geliyor.
Aynı zamanda yönetmen Amerikalı olmasına rağmen bu film için Fransızca öğrenmiş gerçeği
önümüzde durur. Film, dil olarak ingilizce çekilmesi yönünde baskılar
yapılırken daha sonra dil olarak Fransızca çekiliyor, bu bazı yönlerden film
açısından zorlayıcı oluyor. Etkileyici
gerçekçi bir hikaye varken, bunun senaryo bazında katkıları da olumlu yansırken
Julian Schnabel anlatımıyla puanın
düşmesine vesile bir yapım oluyor “ The
Diving Bell And Butterfly “ Her şey
bir yana etkileyiciliğinden bir şey kaybetmiyor. Burukluk yaşatmasını, felçli
bir insanın harikalar yaratmasını gösteriyor. Yönetmene göre de " onu sanatçı yapan şey kendi trajedisidir " diyor yönetmen. Uzatmamak adına Bauby’nin babasına bırakıyorum sözü
“ görüyorsun ikimiz de kilitliyiz.
Sen bedeninde, ben dairemde “
Altını Çizdiklerim
" İçimi istila eden acıyı anlatmaya sözcükler
yetmez.Ben, babaları saçlarını bile okşayamıyor, tüylü enselerinden
yakalayamıyor,ya da küçük ,sıcak pürüzsüz bedenlerine sarılamıyorum. Yine de
onları hayatta görmek beni çok sevindirdi.Hareket ediyor ve gülümsüyor görmek.
İşte buna güzel bir gün derim." (Çocuklarına olan sevgisini ve
çaresizliğini anlatır “
" Bir baba için , cevap veremeyeceği çok iyi
bilinen oğluyla konuşmamak olmaması mı ?"
" Sadece duyma ve işitme duyuları can çekişen ve
şimdiden dörtte üçü mezara göre biçimlenmiş bedeninde hala canlılığını
koruyan iki duyuydu.Ne diyorsunuz, bu ucube ben miyim?"
" Kişisel mucizelere inanmak tehlikelidir.
Kendinizi önemliymişsiniz gibi hissettirir.Bununla birlikte mucizevi bir şey
gerçekleştiğini söylemeliyim. Şarkı söylemeye başlıyorum., homurdanıyorum,şarkı
söylüyorum. Çok az işitiyorum, bazen kalp atışımı duyabildiğimi sanıyorum.Kendi
kendime bunun bir kelebeğin kanadından çıkan sen olduğunu söylüyorum.Yadsınamaz
bir ilerleme kaydediyorum. Belki de kelebeklerin kulağına sahibim. Hayranlıkla
geleceği seyre dalıyorum. Yakında yaz bitecek,ve ben bu hastanedeki ilk
sonbaharıma başlayacağım. Hayatım artık burası."
" Zatürree oldum Tam da ilerliyorum derken. Tıpkı
kıyının kayboluşunu izleyen bir denizci gibi ben de geçmişimin yavaşça
gölgenilişini izliyorum yavaş yavaş anılardan oluşan bir küle dönüşünü.
Ne dönüş! "
“42 yaşındayım ve koca bebekler gibi banyo
yaptırılıyorum. “
“ rüyalarını anlatanlar herkesi sıkar “
“ görüyorsun ikimiz de kilitliyiz. Sen bedeninde, ben
dairemde “
“ bugün artık varlığımın küçük ıskalamalardan
oluştuğunu hissediyorum. Sevmeyi bilemediğim kadınlar, hissedemediğim
fırsatlar, kaçıp gitmesine izin verdiğim mutluluk anları… Sonucunu önceden
bildiğim ama kazananı seçemediğim bir yarış “
“ Kör ya da sağır mıydım? Ya da gerçek doğamı bulmam
için felaketin ışığı mı gerekiyordu? “
“ Kendime acımaya son verdim. Gözüm dışında,felç
olmamış iki şeyim daha olduğunu fark ettim. Hayal gücüm ve hafızam…”
“ Her şeyi hayal edebiliyorum. Herkesi, her yeri.
Martinik’in dalgalarında okşanabiliyor,sevdiğim kadınları hayal edebiliyorum. “
“ Şimdi kendimi eskiden olduğum gibi hayal etmek
istiyorum. Yakışıklı, kayıtsız, romantik ve çekici, müthiş baştan çıkarıcı.
Evet, romantik ve yakışıklı. En azından bazıları için “
“ Kim 100 yaşına dek yaşamak ister “
Cem Kurtuluş, 2014
0 yorum:
Yorum Gönder