Kitabın Adı: Hikayede
Büyük Boşluklar Var
Sayfa Sayısı:179
Editör: Levent Cantek
Kapak: Koray
Ekremoğlu
Kapak Fotoğrafı: Ege
Dalaman
Uygulama: Hüsnü Abbas
Düzelti: Nebiye Çavuş
Yayınevi: İletişim
Yayınları
Gerçeklik her zaman insana ağır bir yumruk veya sıkı bir tokat gibi gelir. Gerçek olan öyküleri kurgulayıp sunmaksa diğer anlamda büyük marifettir. Amacım abartılı şekilde şişirmek veya övmek değil. Konuya böyle giriş yaparken abartılı olduğunun farkındayım; ama en az insanın genel dünyasında bir boşluk her daim bir yerde asılı kalacak veya o kendi boşluğunda sallanıp duracak. Hakan Bıçakçı’yı ilk duyduğum kitap “ Ben Tek,Siz hepiniz “ kitabıydı. Bu kitabı ara ara okumuşluğum vardı,bunu fazla uzatmamak adına Hakan Bıçakçı’nın “ Hikayede büyük boşluklar var “ kitabı kısa zaman içinde elime geçen, uzun zamandır eline geçmesini istediğim bir kitaptı.
Kitap,
öncelikle sade kapağıyla boy gösteriyor. Bu öykü kitabının içinde “
İlişki Durumu, Yalnız Personel, Nasıl Olur, Ara Bölge “ bölümlerinden
oluşuyor. Yaklaşık dört bölümden oluşan öykü serisi 34 tane öyküden oluşuyor.
Bu 34 öyküye yer vermesinin yanında her öykünün altında gerek müzisyenlerin
şarkı sözlerine yer veriyor, gerekse edebiyat dünyasında iz bırakmış önemli
isimlerin sözleri de bundan nasibini alıyor.
Kitap, açılışını “
İlişki Durumu “ bölümüyle başlayıp “
Ne İşi Var Rufus Waingwright’ın Senin Düğününde “ öyküsüyle başlıyor. Yeşilçam filmlerini andıran bir senaryo
duruyor önümüzde bu öyküde. Kendi dünyasından da kesitler sunan bir öyküyle
karşı karşıyayız Hakan Bıçakçı’nın. özellikle röportajlarında belirttiği üzere
rock-metal müzik kültürünü ilk öyküde “
Ankaralı bir metalciden İstanbul’da yaşayan Rufus Wainwright dinleyen sofistike
bir sevgiliye terfi ettim bir anda “ sözüyle anlamak mümkün olsa da, bu
öyküde “ Ankara’da dönüş yolunca , yol boyunca Slayer dinledim “ cümlesi
bir o kadar isabetli.
“ İki Bahar “ ile devam eden öykü de
hayatında iki bahar isimli kadına aşık olduğuna tanıklık ediyoruz
kahramanımızın. Pek çok kırıklık,pek çok pişmanlık sonunda “ İlk Bahar’ın
içtiği şarapla Son Bahar kafayı buldu ve ertesi gün baş ağrısıyla uyanan İlk
Bahar oldu “ sözün de mevsimlere kadar uzanıyor bu öykü. Biraz da mevsimler gibi geçmesine benzetiyor
bu durumu. En azından bu hissiyatın gelmesi de gayet olağan. “
Metrobüste Candy Crush “ sıkıcı metrobüs yolculuklarından bunalan insanı
günümüz şeklince anlatıyor Hakan Bıçakçı. Çok eskilere giderek değil,günümüz
şartlarına uyarlıyor bu öyküyü. Hem bir bekleyişi,hem sıkıcılık perdesine dair
söz söylüyor. Olduğu gibi,nasıl olması gerekiyorsa.
Kitabın ikinci bölümünü oluşturan, Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın “ Herkes kendinin mezarıdır “
alıntısıyla başlayan “ Yalnız Personel “ öyküsü isminin hakkını fazlasıyla veren bir
otel odasında yalnız başına monitör karşısında çürüyen bireyi konu alıyor. Bu
birey monitörlerde olan biten bir şeyin olmadığı,telefonların çalmadığı bir
otelde kendine yer ediniyor. “ İşim bu
hiçbir şey yapmayarak mesai dolduruyorum “ sözüyle bu öyküde kahramanımızı
anlamak mümkün. Bu öyküde çok fazla olmasa da Dostoyevski /Oğuz Atay arası bir
tad almak mümkün.
“ Kutlama “ öyküsüyle merkeze evde
yalnızlığıyla başbaşa kala çevirmenleri konu alıyor Hakan Bıçakçı. Bu öyküye
Tom Waits’in “ içki problemim yok, içki bulabildiğim sürece “ sözüyle
başlıyor. Bu her ne kadar bilindik bir söz olsa da öyküde yer alan ve çevirmenin kendi dünyasına doğru “ Kendi kendime , kelimenin tam anlamıyla
yapayalnız geçirdiğim uzun çalışma günlerinin ve gecelerinin sona erişini yine
kendi kendime kutlamalıydım. Bu kutlamada başkasına yer yoktu. Kadehimi tek
başıma, kendime kaldıracaktım “ (sf 54) sözüyle çevirmenin yalnızlığı resmedilir,ki
bundan nasibini almış çevirmenler de bunun içindedir. Aynı zamanda Hakan
Bıçakçı’da bilindiği üzere bu konuda çeviriler yapan biri,ama bahsettiği dünya
yalnız odalarında kendiyle başbaşa kalan çoğunluk gibi geliyor bana. Her telden öykülerden kişiler var.
“
Bir Düğün Metalcisi”
düğün ortamında sevmediği müziklere denk gelen bir nevi oraya zorla
getirilen bir metalciyi temsil ediyor. Yaşlı adamlar,yaşlı kadınlar da bu
öykünün yan karakterleri oluyor. Bu konuya Hakan Bıçakçı yapılan bir söyleşide
kendi hayatından beslendiğini ekliyor. Metalcinin düğünle imtihanını öykü “ Sizin yüzünüzden on dokuz yaşında hayattan
soğudum. Osman ağa siksin hepinizi “ sözüyle anlatıyor. “
Trafik Kilit “ öyküsü intihar vari cümleye dayanan Cioran alıntısıyla
başlıyor. Kendiyle devamlı karşılaşan insanı temsil ediyor bir nevi bu öykü.
Tamamen içini cız ettirecek bir nitelik taşımıyor;ama yine de “
Ben de sürekli kendimi görsem ben de kendimden sıkılırdım “ (sf 70) sözü
bir noktada isabetli bir atış oluyor.
Kitabın üçüncü bölümünü oluşturan “ Nasıl Olur “ bölümünde yaklaşık 12
öykü var, bu da kitabın en fazla öyküsünü oluşturan bölüm oluyor. Bütün öyküleri tarif etmek zor olsa da,
herkes kendine has olanı seçecektir. “
Hayvanlar Gibi Bir İntikam Masalı “ bir Moğol atasözü olan “ insan dışı ile karşılanır, içi ile uğurlanır
“ sözüyle açılıyor. Bu öyküde “
hayatım boyunca yemiş olduğum tüm hayvanlar benden intikam alacakmış. Şimdi
yeme sırası onlardaymış “ sözü kesilen hayvanlara dair bir atıf niteliği taşıyor. “ Kurban bayram’ında kurban gibiydim “ sözüyle de öykünün neler
taşıdığını söylüyordu kahramanımız bir yandan . Bir yanda da bu öykünün içinde
bir savaş veriyordu. Bu da ancak hayvanın insana karşı savaşı denilebilirdi.
“ Başkasının Kalemi “ başlangıçta masaj koltuğuna boş yere işgal
eden karakteri yerleştiriyor merkeze. Daha sonrasında da uçak yolculuğuna ışınlanıyoruz,ki bu kitabın
belli bölümünde sıklıkla okuduklarımız arasında kendine yer buluyor. Başkasının
kalemi de öykünün akışına uyum sağlıyor.
Tam olarak da bahsetmek istediği olay bu. Bunu da içindeki
diyaloglarıyla sağlıyor. “ Beyaz Masa
Örtüsü “ nerelisin sorusuna verilecek en güzel cevaplardan birini
veriyor. Konu bir masa örtüsünden ibaret
olsa da karakterler başka çizgide yol gösteriyor bize.
Dördüncü
bölüme adını veren “ Ara Bölge “ de
yine tanıklık edeceğimiz öyküler de hayatın içinden. Ben de benim
sevdiklerimden yola çıkacağım. Bu bölümün içinde yedi öykü var. “ Cesaret Testi “ arkadaşını yediği dayaktan kendini suçlu bulan
birini merkeze alıyor. Suçluluk duygusu, pişmanlıklar derken samimiyetiyle de
herkesin böyle bir şey yaşayabileceğine hafiften atıfta bulunuyor. Hikayenin
başrolündeki anlatıcının “ kanını yerde
bırakmıştım “ sözü ile anlatılanı anlamak mümkün.
Sir Robert Warpole’un “ Herkesin bir fiyatı vardır “
sözüyle açılan “ Serbest Piyasa “ ucuz bir
çağda kiralık katillik yapan biri üzerinden ilerliyor. Yeşilçam vari sözler
hakim oluyor öyküde. Ama samimiyetiyle sırıtmıyor, en azından okuduğum müddet
boyunca beni sıkan bir tarafı olmadı. “
Bana Bayan Deme “ samimi diyaloglarla ilerleyen taksiye binen “ bayan “
sözüne karşılık “ sigara içmeniz rahatsız
etmez de bayan demeniz eder “ sözünden yola çıkıyor. Günümüzde bu sözün
kullanılmasından ötürü aslında bir gerçekliği anlatıyor bize Hakan Bıçakçı.
Bunu anlatırken eğlenceli yanını ortaya çıkıyor öykünün.
34 öyküyü tanımlamak zor; ama samimiyet
basamaklarının yükseldiği anları yakalamak Hakan Bıçakçı’nın “ Hikayede Büyük Boşluklar Var” kitabıyla mümkün. Her öykünün başlangıcına yerleştirilen
epigraflar da bu işin tuzu biberi. Mecburiyetten gidilen düğünleri “ düğün
metalcisi” öyküsüyle, yalnızlığın tasvirini zaman zaman “ kutlama “ öyküsüyle
ve arkadaşına kazık atılan anları “ cesaret testi “ öyküsüyle yakalıyoruz . Toparladığımızda " Hikayede Büyük Boşluklar Var " ismi kadar boşlukta kalan insana dair sözünü söylüyor, bunun yanında samimiyete yakın, içten, günümüz koşullarınca başarılı bir kitap...
Cem Kurtuluş,2020
0 yorum:
Yorum Gönder