// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

24 Eylül 2020

Hakan Bıçakçı - Hikayede Büyük Boşluklar Var (2015)





















Kitabın Adı: Hikayede Büyük Boşluklar Var
Sayfa Sayısı:179
Editör: Levent Cantek
Kapak: Koray Ekremoğlu
Kapak Fotoğrafı: Ege Dalaman
Uygulama: Hüsnü Abbas
Düzelti: Nebiye Çavuş

Yayınevi: İletişim Yayınları


Gerçeklik her zaman insana ağır bir yumruk veya sıkı bir tokat gibi gelir. Gerçek olan öyküleri kurgulayıp sunmaksa diğer anlamda büyük marifettir.  Amacım abartılı şekilde şişirmek veya övmek değil.  Konuya böyle giriş yaparken abartılı olduğunun farkındayım; ama en az insanın genel dünyasında bir boşluk her daim bir yerde asılı kalacak veya o kendi boşluğunda sallanıp duracak. Hakan Bıçakçı’yı ilk duyduğum kitap “ Ben Tek,Siz hepiniz “ kitabıydı. Bu kitabı  ara ara  okumuşluğum vardı,bunu fazla uzatmamak adına Hakan Bıçakçı’nın “ Hikayede  büyük boşluklar var “ kitabı kısa zaman içinde elime geçen, uzun zamandır eline geçmesini istediğim bir kitaptı. 


Kitap, öncelikle sade kapağıyla boy gösteriyor. Bu öykü kitabının içinde  “ İlişki Durumu, Yalnız Personel, Nasıl Olur, Ara Bölge “ bölümlerinden oluşuyor. Yaklaşık dört bölümden oluşan öykü serisi 34 tane öyküden oluşuyor. Bu 34 öyküye yer vermesinin yanında her öykünün altında gerek müzisyenlerin şarkı sözlerine yer veriyor, gerekse edebiyat dünyasında iz bırakmış önemli isimlerin sözleri de bundan nasibini alıyor.  

Kitap, açılışını “ İlişki Durumu “ bölümüyle başlayıp “ Ne İşi Var Rufus Waingwright’ın Senin Düğününde “ öyküsüyle başlıyor.  Yeşilçam filmlerini andıran bir senaryo duruyor önümüzde bu öyküde. Kendi dünyasından da kesitler sunan bir öyküyle karşı karşıyayız Hakan Bıçakçı’nın. özellikle röportajlarında belirttiği üzere rock-metal müzik kültürünü ilk öyküde “ Ankaralı bir metalciden İstanbul’da yaşayan Rufus Wainwright dinleyen sofistike bir sevgiliye terfi ettim bir anda “ sözüyle anlamak mümkün olsa da, bu öyküde  “ Ankara’da dönüş yolunca , yol boyunca Slayer dinledim “ cümlesi bir o kadar isabetli. 

 “ İki Bahar “ ile devam eden öykü de hayatında iki bahar isimli kadına aşık olduğuna tanıklık ediyoruz kahramanımızın. Pek çok kırıklık,pek çok pişmanlık sonunda “ İlk Bahar’ın içtiği şarapla Son Bahar kafayı buldu ve ertesi gün baş ağrısıyla uyanan İlk Bahar oldu “ sözün de mevsimlere kadar uzanıyor bu öykü.  Biraz da mevsimler gibi geçmesine benzetiyor bu durumu. En azından bu hissiyatın gelmesi de gayet olağan.  “ Metrobüste Candy Crush “ sıkıcı metrobüs yolculuklarından bunalan insanı günümüz şeklince anlatıyor Hakan Bıçakçı. Çok eskilere giderek değil,günümüz şartlarına uyarlıyor bu öyküyü. Hem bir bekleyişi,hem sıkıcılık perdesine dair söz söylüyor. Olduğu gibi,nasıl olması gerekiyorsa.

Kitabın ikinci bölümünü oluşturan, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “ Herkes kendinin mezarıdır “ alıntısıyla başlayan “ Yalnız Personel “  öyküsü isminin hakkını fazlasıyla veren bir otel odasında yalnız başına monitör karşısında çürüyen bireyi konu alıyor. Bu birey monitörlerde olan biten bir şeyin olmadığı,telefonların çalmadığı bir otelde kendine yer ediniyor.  “ İşim bu hiçbir şey yapmayarak mesai dolduruyorum “ sözüyle bu öyküde kahramanımızı anlamak mümkün. Bu öyküde çok fazla olmasa da Dostoyevski /Oğuz Atay arası bir tad almak mümkün.

 “ Kutlama “ öyküsüyle merkeze evde yalnızlığıyla başbaşa kala çevirmenleri konu alıyor Hakan Bıçakçı.  Bu öyküye  Tom Waits’in “ içki problemim yok, içki bulabildiğim sürece “ sözüyle başlıyor. Bu her ne kadar bilindik bir söz olsa da  öyküde yer alan ve çevirmenin kendi dünyasına  doğru  “ Kendi kendime , kelimenin tam anlamıyla yapayalnız geçirdiğim uzun çalışma günlerinin ve gecelerinin sona erişini yine kendi kendime kutlamalıydım. Bu kutlamada başkasına yer yoktu. Kadehimi tek başıma, kendime kaldıracaktım “ (sf 54)  sözüyle çevirmenin yalnızlığı resmedilir,ki bundan nasibini almış çevirmenler de bunun içindedir. Aynı zamanda Hakan Bıçakçı’da bilindiği üzere bu konuda çeviriler yapan biri,ama bahsettiği dünya yalnız odalarında kendiyle başbaşa kalan çoğunluk gibi geliyor bana.  Her telden öykülerden kişiler var.

“ Bir Düğün Metalcisi”  düğün ortamında sevmediği müziklere denk gelen bir nevi oraya zorla getirilen bir metalciyi temsil ediyor. Yaşlı adamlar,yaşlı kadınlar da bu öykünün yan karakterleri oluyor. Bu konuya Hakan Bıçakçı yapılan bir söyleşide kendi hayatından beslendiğini ekliyor.  Metalcinin düğünle imtihanını öykü “ Sizin yüzünüzden on dokuz yaşında hayattan soğudum. Osman ağa siksin hepinizi “ sözüyle anlatıyor.  “ Trafik Kilit “ öyküsü intihar vari cümleye dayanan Cioran alıntısıyla başlıyor. Kendiyle devamlı karşılaşan insanı temsil ediyor bir nevi bu öykü. Tamamen içini cız ettirecek bir nitelik taşımıyor;ama   yine de “ Ben de sürekli kendimi görsem ben de kendimden sıkılırdım “ (sf 70) sözü bir noktada isabetli bir atış oluyor.  

Kitabın üçüncü bölümünü oluşturan “ Nasıl Olur “ bölümünde yaklaşık 12 öykü var, bu da kitabın en fazla öyküsünü oluşturan bölüm oluyor.  Bütün öyküleri tarif etmek zor olsa da, herkes kendine has olanı seçecektir. “ Hayvanlar Gibi Bir İntikam Masalı “ bir Moğol atasözü olan “ insan dışı ile karşılanır, içi ile uğurlanır “ sözüyle açılıyor.  Bu öyküde  “ hayatım boyunca yemiş olduğum tüm hayvanlar benden intikam alacakmış. Şimdi yeme sırası onlardaymış “ sözü kesilen hayvanlara dair  bir atıf niteliği taşıyor. “ Kurban bayram’ında kurban gibiydim “ sözüyle de öykünün neler taşıdığını söylüyordu kahramanımız bir yandan . Bir yanda da bu öykünün içinde bir savaş veriyordu. Bu da ancak hayvanın insana karşı savaşı denilebilirdi.

“ Başkasının Kalemi “  başlangıçta masaj koltuğuna boş yere işgal eden karakteri yerleştiriyor merkeze.  Daha sonrasında da  uçak yolculuğuna ışınlanıyoruz,ki bu kitabın belli bölümünde sıklıkla okuduklarımız arasında kendine yer buluyor. Başkasının kalemi de öykünün akışına uyum sağlıyor.  Tam olarak da bahsetmek istediği olay bu. Bunu da içindeki diyaloglarıyla sağlıyor. “ Beyaz Masa Örtüsü “ nerelisin sorusuna verilecek en güzel cevaplardan birini veriyor.  Konu bir masa örtüsünden ibaret olsa da karakterler başka çizgide yol gösteriyor bize.  

Dördüncü  bölüme adını veren “ Ara Bölge “ de yine tanıklık edeceğimiz öyküler de hayatın içinden. Ben de benim sevdiklerimden yola çıkacağım. Bu bölümün içinde yedi öykü var. “ Cesaret Testi “  arkadaşını yediği dayaktan kendini suçlu bulan birini merkeze alıyor. Suçluluk duygusu, pişmanlıklar derken samimiyetiyle de herkesin böyle bir şey yaşayabileceğine hafiften atıfta bulunuyor. Hikayenin başrolündeki anlatıcının “ kanını yerde bırakmıştım “ sözü ile anlatılanı anlamak mümkün.  

Sir Robert Warpole’un “ Herkesin bir fiyatı vardır  sözüyle açılan  “ Serbest Piyasa “  ucuz bir çağda kiralık katillik yapan biri üzerinden ilerliyor. Yeşilçam vari sözler hakim oluyor öyküde. Ama samimiyetiyle sırıtmıyor, en azından okuduğum müddet boyunca beni sıkan bir tarafı olmadı. “ Bana Bayan Deme “ samimi diyaloglarla ilerleyen taksiye binen “ bayan “ sözüne karşılık “ sigara içmeniz rahatsız etmez de bayan demeniz eder “ sözünden yola çıkıyor. Günümüzde bu sözün kullanılmasından ötürü aslında bir gerçekliği anlatıyor bize Hakan Bıçakçı. Bunu anlatırken eğlenceli yanını ortaya çıkıyor öykünün.

34 öyküyü tanımlamak zor; ama  samimiyet basamaklarının yükseldiği anları yakalamak  Hakan Bıçakçı’nın “ Hikayede Büyük Boşluklar Var”  kitabıyla mümkün.  Her öykünün başlangıcına yerleştirilen epigraflar da bu işin tuzu biberi. Mecburiyetten gidilen düğünleri “ düğün metalcisi” öyküsüyle, yalnızlığın tasvirini zaman zaman “ kutlama “ öyküsüyle ve arkadaşına kazık atılan anları “ cesaret testi “ öyküsüyle yakalıyoruz . Toparladığımızda " Hikayede Büyük Boşluklar Var " ismi kadar boşlukta kalan insana dair sözünü söylüyor, bunun yanında samimiyete yakın, içten,  günümüz koşullarınca başarılı bir kitap... 

Cem Kurtuluş,2020

0 yorum: