// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

31 Mart 2022

Bir yalanın bir hayatı mahvetmesi üzerine: The Hunt (Onur Savaşı) (2012)


 










Sinemanın kırılma noktası çocuk karakterlerin sinemada yarattığı etkidir. Çocuklar ise dünyada saflık,berraklık denen durumu ifade edendir, buna masumiyeti de eklersek çocuk hakkında bazı şeyleri net söylemiş oluruz.  “Jagten/The Hunt” (Onur Savaşı ) yalan ve çocuk arasında bağlantıyı kurup sarsıcı bir konu üzerine yoğunlaşıyor. Filmin başlangıcı itibariyle arkadaşlarıyla eğlenen Lucas’a tanık ederek başlıyoruz,daha sonra Lucas’ın gerçek mesleği olan öğretmenliğe geçiş yapıyoruz. Burada Lucas;bize öğretici,iyi, insanlara yardımcı olmayı seven bir karakter olarak beliriyor. Filmin başlangıcında da kreşte çalıştığında çocuklar kendi seveceklerini Lucas üzerinde göstererek bize kanıtlıyorlar bunu. Film biraz ilerledikten sonra masum kız çocuğu Klara’nın tek başına kaybolmasıyla başlayan süreci Lucas üzerinden devam ettiriyoruz.

Kreşte çocuklar arasında oynanan bir esnada hediye hazırlayıp Lucas’a hislerini belli etmek isteyen Klara’nın Lucas’ı dudağın öpmesi ise kırılma noktası oluyor. Çocukların bazı travmaları ilk hafızaya kaydettikleridir, ve filmde de evde abileriyle  ergenlik döneminde izlenen porno filmleri gösterilir ve bu da Klara’nın bünyesinde farklı bir tahribata yol açar. Klara’nın Lucas’ı dudaktan öptüğü andan itibaren yaptığı hediyeyi inkar etmesiyle Lucas’ı suçlayıcı dönem başlamış oluyor bir nevi. Dudaktan öpmenin sadece anne ve baba arasında vurgulayan Lucas’ın daha sonra Klara tarafından cinsel organına dair sert olduğundan bahsediyor ve buraya kadar Lucas’ın kendisine bunu yaptığına dair ortada hiçbir kanıt yok.Bunların hepsi Klara’nın abisinin bilgisayarında arkadaşlarını gösterdiği penis fotoğrafından ibaret oluyor.

 Böylelikle film , temasını belli ederek bir suçlama,bir iftira ve acımasızlık üzerinden gideceğinin sinyalini veriyor.

 Film buraya kadar geldikleriyle ağır,sarsıcı,bir o kadar gerilimin içine çekiyor bizi..

Filmin başlangıcında eşiyle durumunu düzeltmeye çalışan,çocuğunu yanına almaya çalışan birinin daha sonrasında hayatının nasıl tepetaklak olacağının sinyalini alarak ilerletiyor filmi yönetmen. Geyik avlamayı da seven Lucas, diğer tabirle aslında av misali avlanan insan konumunda olacağını da hafiften sinyalini veriyor.(-Her ne kadar filmlerde bu konular işlense de hayvanın zevk misali avlanarak gösterilmesi her açıdan eksi yazar bu filmi bunu da ek parantez olarak belirtmeliyim,maalesef böyle bir ortamda  çağın insanı bunu zevk için kullanmasını biliyor.)

Klara’nın iç dünyasında kendi kendine yaptıklarıyla alakalı bir durum göze çarpıyor filmin ilk yarısında. Bunu hem Lucas’a söyledikleri arasında,hem de kreş müdürü Grethe ‘ye söyledikleri arasında benzerlik kurmak mümkün. Filmin ilk yarısında görülebileceği üzere eğlenceli,çocuklarla şakalaşan bir insanın kendi hayatından başlayarak oğullarıyla olan ilişkisine kadar hayatının nasıl tepetaklak olduğunu bu süreçte tanıklık ediyoruz. 

Atmosferin ağır ağır ilerlemesi,soğukluğu, bakışlardaki keskinlik de buna ortam hazırlıyor. Yargısız infazın acımasızca kangren gibi nasıl yayıldığını da bu atmosferde çırçıplak görmek mümkün.“ben çocukları düşünüyorum Lucas,onlar asla yalan söylemez”  diyen kreş müdürünün aslında çocukların dünyasında her şeyin saf olduğuna güzel bir perde olsa da çocukların hayal gücü dünyasında her şeyin mümkün olabileceğine dair perde aralıyor.

Filmin ilk yarısında Lucas’a karşı bir yalan konusunda herkes birleşmiş oluyor, “ o hiçbir şey yapmadı,aptalca bir şey söyledim hepsi bu “ diyen Klara’yı dinlemeyen annesi de bunlardan biri, filmin ikinci yarısında oğlu Marcus’un eve gelişi ve tutuklanmasına uzanıyor hikaye. Markus’a gittiği markette artık gelmemesine kadar uzanıyor mevzu.

Herkes size karşıyken tek başına insan nasıl güçlü olur sorusu da hafızalara yerleşiyor. Bu bölümde Marcus’un babasına karşın adalet arayışı dokunaklı şekilde işleniyor. Marcus’un bakışlarındaki öfke, hırpalanması da hepsini çıplak gözle izletiyor. Filmin en hüzünlü sahnesini köpekleri Fanny’nin ölüşünü buldukları andır. Tutuklandığı mahkemece serbest kalan Lucas’a öfke dinmemiş olsa da o haksızlık görmeye devam ediyordu, ama yine de kendi geri dönüyordu,çünkü iyi bir insan ne kadar haksızlıklar karşısında gün gelir sussa da en nihayetinde öfkesiyle geri döneceğini bilirdi.

Lucas, bunu anlatıyordu bize.  Lucas’ın kiliseye gittiği sahnede yine Lucas’a karşı alınan tavırları din üstünden veriyordu film. İyi bir insanı yalanlarla hayatını kaydırıp da aynı yerde dua etmek bölümünü hiciv politikasıyla veriyor Thomas Vinterberg.  Filmin ilk yarısında yalan ve iç hayatıyla boğuştuğunu gördüğümüz Klara’yı,ikinci yarısında pek görememekle birlikte yerine ikinci yarıda Marcus karakteri gösteriyor.

 Kilise sahnesinde Lucas’ın Theo’ya haykırdığı adalet isyanı daha etkili bir sahne olarak yaratılabilirdi,yine de Lucas’ın “benden geriye hiçbir şey kalmadı haykırışı” bir o kadar dokunaklıydı. Filmin finaline ilerlerken; insanın kendi dünyasında hiçleşmesinden sonra kendisine yapılanları sineye çekmesini beklemek ve aynı sofrada olmak nasıl olurdu sorusunu da yönetmen gösteriyor bize. İnsan,acımasız bir varlık; tek başına kalsa bile bazen kendisini aşağılayan,hırpalayan insanlarla birlikte olabiliyormuş.

Oyunculuklara gelirsek... Lucas karakterine can veren Mads Mikkelsen kuşkusuz filmin kemik kadrosundaki en üst isim oluyor, yönetmen Thomas Vinterberg Lucas karakteri için bir röportajında "Bu karakter bir bakıma modern bir İskandinav erkeğinin portresi" diyor. Şiddete başvurmadan sakinliğini koruyan bir yapıda tanıklık ediyoruz Lucas karakterine ve yönetmen Lucas’ın 8 saat boyunca sette ağladığını da söylüyor,bunu yapabilen az oyuncu olduğuunu da ekliyor.

 Bunun yanında çocuk karakteriyle masumluğu ve şaşırtıcı vücut dilini yansıtan  Klara karakterine can veren Anna Wedderkopp muazzam iş çıkartıyor. Filmin ikinci yarısında Marcus karakterine can veren Lasse Fogelstrom bakışlarıyla,öfkesiyle,aldığı rol itibariyle etkili bir performansa imza atıyor. Bunun yanında yan karakterler itibariyle Lucas karakterinin çevresinde dolananlar da bir o kadar dolu performansa imza atıyor,bunun da senaryo da katkısı oluyor.Senaryo’da  Tobias Lindholm ve Thomas Vinterberg; bir o kadar sarsıcı ve gerilim hattına parmak basıyorlar.

 Görüntü yönetmenliği konusunda  “Charlotte Bruus Christensen” doğa görüntüsüyle,gerek ışık kompozisyonuyla klas bir iş çıkartıyor. Oyuncular dahil pek çok cast ekibinde olan kişi Danimarka bölgesinden oluyor.

 Sonuç olarak; “ Jagten/The Hunt” (Onur Savaşı ) bir insanın hayatının tepetaklak olmasını çocuk karakterler üzerinden anlatım diliyle yakalayan bir film. Bunu yaparken çocukların bilinç altındaki yalanların üzerine de yoğunlaşması bir o kadar etkili oluyor.Herkes kendi çocuğuna “ yalan söylemez “ cümlesiyle yaklaşır, bazen duymak istediğiniz bundan daha fazlasıdır

 

“The Hunt“ da bu sarsıcılığın içi iyilikle dolu Lucas’ın dünyasının yıkılışına tanıklık ediyoruz

 Geriye kalan tek soru ise Lucas’ın durumunda olsaydınız kimse size inanmıyorken kendinizle tek başınıza kalsaydınız tek seçeneğiniz ne olurdu?

 

Soru bu, cevap ise zor!

 Not; Film her ne kadar Türkçe’ye “ Onur Savaşı” olarak çevrilse de “ AV” olarak çevrilmesi daha doğru olurmuş. Daha çok “ Hunt “ cümlesi av ve avlanmak üzere cümlelerinden çıka gelmiştir.

 Filmi İzlerken Altını Çizdiklerim;

“o hiçbir şey yapmadı,aptalca bir şey söyledim hepsi bu”

“ beynin yaşananları unutmayı tercih eder,çünkü hatırlamak  pek hoş değildir “

 “bir anlaşmaya saygı göstermeyi beceremiyorsun” 

 “neden tatlı olduğunu biliyor musun

Hayır

Çünkü bundan haberin yok”

 

“çocukların bu şeyler hakkında yalan söyleyeceğini sanmıyorum”


Cem Kurtuluş,2022

0 yorum: