// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

29 Ocak 2025

"İmge, Artık İmajlara Dönüştü" Onur Sakarya Röportajı (28.01.2025)


 








-Bir zamanlar sert kıyılardan geçip kırmızı tuborg içerken kırık şairler okunduğu kadar o şiirin sertliğine,bizi ne kadar yamulttuğuna dair hislerimiz bizi duvara toslattırmıştı. Sokağın dilinin kanla başladığı yerde de bazı hissiyatlar devreye girer. 20’li yaşların başlarında da Onur Sakarya, benim için sokağın dilini sertçe ve sahici dille haykıran bir şairdi kendi adıma. Ağdasız, sert, imgeye girmeden bodoslama mevzularından yola çıkan “hayatım neyse, şiirim de o oldu” sözünden yola çıkarak yokuşlar kadar sıkıntılı bir şiiri temsil ediyordu. 20’li yaşlardan sonra, 30’ların ortalarına ulaşıldığında Onur Sakarya ile bu röportaj tarihe not düşsün diyerek kendi adıma mevzuya daldım. 

________________________________________________

 CEM: Klasik bir soru olacak olsa da; aslında insanın kendini tanıması da, kendini aşağı yukarı anlatması da zor bir mesele. Her neyse; burayı kısa kesecek olursam; Onur Sakarya’nın hikâyesi nerde ve nasıl başladı?

Onur Sakarya: Hikâyem ortaokul yıllarına kadar dayanır. Halamın şiirini yürütüp benim şiirim diye sınıfta okumamla başladı. Asıl hikâyeyse, Ankara’da, Feyzi Halıcı ile tanışmam, ki henüz lisedeydim, ve ilk şiirimin Çağrı Dergisi’nde yayımlanmasıyla başladı. Adana’dan Ankara’ya taşınmamız benim için şiirimde milat olmuştur. Esaslı okumalara başladığım zamanlar yani. Henüz reşit olmadığım yıllar. Ankara’da attığım kültürel adımlar. Adana’dan Ankara’ya taşınmak bir ergen için taşradan metropole taşınmak gibi bir şeydi. Aslında ben ve şiirim Ankara’da vücut bulduk. Üniversitede Eskişehir’de ise bu vücuda ruh üfledik. Biraz böyle. Feyzi Halıcı’nın bana en büyük katkısı şiirde ses ve ritm olmuştur tıpkı Attilâ İlhan gibi. Düşünsene lisede aruz falan yazıyordum. Ve yazdığım şiirleri şiir günlerinde okuyordum. Tecrübeler böyle yavaş yavaş oluyor.  

-Kendi gençliğimin ilk dönemlerinde kırmızı tuborg’un ucuz zamanlarında şiirin biraz daha sıkı ve sert olarak keşfettiğim birçok isim vardı. Bu isimlerden biri Onur Sakarya İdi. Bununla birlikte kendimce o bir boksörün sert yumruğunu kendisinin şiirinde hissetmek benim için yeterliydi. Zaten şiir de benim için ağdasız, yalın, duvara toslamak gibi ağır olmalıydı. Pek çok kişi illa ki sormuştur; bütün bunları düşününce aklımda beton gibi sert şiir gelir aklıma. Benim de sorum Onur Sakarya’nın şiirle derdi ne?

Şiirle bir derdim var. Şiir benim için kurtarıcı. Bu olmasaydı muhtemelen delirmiştim ve kıçımı devirip bir odada öylece hiç konuşmadan yatıyordum. Kaldığım akıl hastanelerinde bunu gördüm. Kendini ifade edemeyen ve hiçbir zaman edemeyecek olan adamlar üç beş ilaçla tüm gün yatıyorlar. Ama ben öyle yapmadım. Sadece hastalığımın ilk dönemleri hariç. Bir buçuk yıl tuvaletle odam arasında mekik dokuyordum. Ve sadece acı çekiyordum. 

Bir gün doğruldum ve “ne yapıyorsun lan sen” dedim. İnanın şu anda neredeyse yirmi ilaç içiyorum günde ama ayaktayım. Çalışıyorum. Eşimle oğlumla gayet mutluyum. Buraya gelene kadar çok çabaladım. Çabalamadan olan şeyler uçar. Bu kanun gibidir. Şiir bana eşlik ederek önümü açtı. Şiirle derdim budur. Bana şifa oldu. Beni taşıdı. Ha dersin ki şiir o kadar masum mu? Değil. Çünkü bu bok hem zehir, hem şifa. Hem zehirlenmeden hem de mutluluk kibri edinmeden bir cambaz gibi yürümelisin. İpin üstünde ve sakin. Belki de bilmiyorum. Bu benim yolum. Senin yolun yılanlıktır. Zehir saçmaktır. Ben zehir saçtığımı düşünmüyorum. On sene evvel belki. Ama şimdi denge önemli. Ya da saldır. O senin bileceğin iş.    

- Herkesin sorusu illa ki farklı olacaktır, ama bu memleketin en büyük icraatlarından biri olarak düşündüğüm “Kaburga Zine” ’da bulunmuş birçok insanla birlikte müthiş bir mevzu başlatılmıştı. Onur Sakarya’yı ilk orada tanımasam da, üçüncü sayıda yazdığı “kırmızı tuborg içicisi” hakkında “Ve her şey tam da burada başladı. Üzerine bir sürü söz söylendi, üzerinde bir sürü şey denendi, hatta ırzına geçildi, kurşuna dizildi, diri diri gömüldü, yetmedi mezarına işendi. Ama o bir şekilde kendi yatağını buldu“  sözlerini okuduğumda da gerçekliğin fazlası demiştim kendi kendime.  Burada farklı bir hikâye var demiştim. Bunun olayı nedir?

Burada şiirin ve insan onurunun ya da onurlu insanın ama en çok da onurlu şiirin yolculuğuna gidiyorsun. Ama o bir şekilde yatağını bulur. Buldu. Bu hep böyle olmadı mı? Niçe aklıma geliyor. Bodler aklıma geliyor. Birçok yazar/çizer filozof aklıma geliyor. Bütün bunlar neden erdemle kafayı bozmuş diye sürekli sorular sordum kendime. Bir sürü erdem tarifi. Erdemle ilgili onlarca paragraf şiir filan. En boktan mahallelerde yaşadım. En boktan takılmalardaydım. Terk edilmiş evlerden villalara. Kıçını dolarla silenlerden kıçını taşla silenlere kadar. Farklı gruplarda bulundum. Farklı evlerde uyudum. Neydi bu erdem? Erdem neydi biliyor musun dostum. Günün sonunda erdem yürekti. Yürekteki saf bilgiydi. Yani hiçbir kötülükle karışıp gitmemiş bir davranış biçimi. Şiir de bu muydu? Buydu. Samimiyet yani şiirin ve insanın samimiyeti buradan geliyor. Erdemden. Yürekten. Birtakım kafa karıştırıcı metafordan değil. Dilin erdemle yoğrulması gibi. Diğerleri ne derler bilmem ama ben buna vardım. Ama buna varırken şiire varmadım. Şiir benim bebek halimdi.

- Belki yalpak bir soru olabilir ama yine de haklı bir soru da olabilir. Belki her kuşağın, her dönemin, her çağın farklı bir bitişi var. Sorular bazen değişir ya da değişmez. Şiir; şimdi nerede, savaşıyor mu gibi sorular illa ki bu çağın sorusu olabilir. Sence şiir nerede şimdi?

Tarihsel olarak şiirin ne durumda olduğunu ve bugününü inan bilmiyorum. Bundan elli yıl sonra ne olur onu da bilemem. Fakat çağ hızlı. Çağ hızlandıkça akılla ilgili sorunlar çıkıyor. Nereye varır bilmiyorum. Nerede bilmiyorum. Sadece hissettiğim bir şey var. Şu aralar yazılan şiirden elli yıl sonra kalacaklar olur. Her dönem kendi hitini yaratır. Kendi mitini de yaratır. Bundan eminim. Güzel olacak. Kendi adıma nerede olduğumu biliyorum. Önceden bilmezdim. Şu anda biliyorum. Benim şiirimin üstü sürekli karalansa bile kalacak. Bunu biliyorum. Deneyecekler yok etmeyi ama nakşı yok edemezsin. Zor.

-Şiir meselesinde diğer mevzu belki çok üstünde durulmasa da birincisi; kafiye ile alakalı, ikincisi de imge. Bir şair olarak kafiyeye bakışın nedir?

Kafiye kullandığım ve şiire yedirdiğim bir şey. Eski aruzculardan ve hececilerden olduğum doğrudur. Ses ve ritm buralara kadar dayanır. İlkokulda rap şarkılar yazıyordum sonra sınıfta bu komikli şarkıları okuyordum. Hep beraber gülüyorduk. Komik hececi şiirler yazardım ortaokulda. Gülüşürdük. Hatta alakası yok ama lisede arkası yarın hikâyeler yazardım. Her gün bir bölüm. Sınıfta okurdum ve arkadaşlarım sonrasını merak ederdi. İmge ise; imgeye boğulmuş şiirleri sevmiyorum. İmgeyi kullanmanın da yeri zamanı var. Çorbaya gerek yok. Bir sürü çorbayı karıştırmaktan bahsediyorum. Tek çorba yeter kanımca. Bir de imgeye boğulan şiirin yükseldiği hiçbir dönemde görülmedi. İkinci Yeni bile bunları doğru yerde kullandı. Epik şiirleri sevmiyorum. Bana sahte geliyor. İmge artık imajlara dönüştü. İmajları kullananlar ve bunun hakkını verenler yükseliyor. Parlıyor. Yoksa çorbaların çorbası hep bulunduğu yeri eşelemeye devam ediyor. Bu.  

- Onur Sakarya; Mersin doğumlu ve dönemsel olarak da tam cereyan eden bir dönemde doğuyor. Ahmet Erhan’da tam da döneminin içinden ”Mersin” adını verdiği şiirleriyle de acı bir coğrafyaya eşlik ediyordu. Onur Sakarya’nın şiirinde kan izlerine rastlamak mümkün ve okuduğunuzda hem coğrafya gereği hem de şiir gereği Ahmet Erhan şiirinden bir ceza sahasına giriş mümkün gelmişti bana. Coğrafya, şiir, kelimeler birleşince Ahmet Erhan’ın Onur Sakarya’nın şiirinde bir yeri var mıdır?

Doğrudan değil ama okuduğum şairlerden biri olarak Ahmet Erhan elbet etkilemiştir. Yoksa şiir dili bakımından Ahmet Erhan’la çok farklı bir yerde duruyoruz. O daha yere basıyor. Benim şiirlerim daha büyülü. Daha sihirden geliyor. Ahmet Erhan 80’lerin sonrasından geliyor. Ben 90’ların sonundan ve 2000’lerin soluğundan. Ahmet Ağbiyle sağlığında Facebook üzerinden yazışmıştım. Sohbetlerimiz oldu. Kırılgan ve kibar bir adam olduğunu düşündüm hep. O yüzden tespit yapar ve kırılır. Sürekli bir hüzün dolaşır şiirini. Bende hüzün fondur. Soundtrack’tir. Somutlaşmaz. Ahmet Erhan çok iyi bir şairdir. Mersinlidir. Ben de Mersin doğumluyum ama Adana’da büyüdüm. Onun için sorana Çukurova diyorum. Ya da Adana-Mersin hattı filan diyorum. Yani bu Çukurova’da da bir şey var. Ona inandım en sonunda. Havası mı suyu mu bir şey var gerçekten.  

- Bu memleketin en nitelikli işlerinden biri olarak düşündüğüm hem İngilizce hem Türkçe olarak yayımlanan Subpress’in müthiş işi olarak tanımladığım “Anadolu Ekspresi”:  Yeni Türk Şiiri” adlı külliyat belki de pek çok kimsenin atladığı bir eserdir. Şenol Erdoğan bununla ilgili “Kitapsız Çocuklar” tanımını yapar. Bu dev eserde senin de şiirin var. “Kaptan!/ İnsan bir nefesten ibaret dersin” Kısaca; bu çıkan Anadolu Eksprese Yeni Türk Şiiri külliyatı hakkında orada yazılanlar bir nevi şiirin gerçek dilinin yansımasıdır bana kalırsa. Kitabın arka kapağında yazan; “ Bugüne kadar Övgü, Ödül, ve Kayda Değer kişilerin elinden çıkan değerlendirmelerle kendisine yer edinen “Şiir” in sonuna gelmiş bulunmaktayız” ifadesi de bir kadar bir manifesto niteliğindedir nerden baksak. Kısaca toparlarsam; bu eserle ilgili ne düşünüyorsun?

Ben bu kitabın bir gün tekrar ortaya çıkıp konuşulacağına inanıyorum. Ne zaman olur bilmem ama olacak. Bu girişim içeriğindeki şairler bakımından esaslı sahi bir şiir girişimiydi. Kitap da samimi ve essahtı. Doğruydu. Bir manifestoydu evet. Oldu ve olması gerekendi. Ama bunu bile anlamazlar hiçbir şeyi anlamadıkları gibi. Hoş, ben onları zerre takmıyorum. Taksaydım zaten tökezlerdim bir yerde. Ama bak buradayım. Fakat benim endişem o kitapta bulunan bazı şair arkadaşlarımın durması oldu. Stopa bastılar. Kendi kontaklarını kapattılar. Yapmamak lazım. İnatla gitmek lazım. Lazımdı. Ne olursa olsun şiir dedim. Bu benim yaşamım evet. Ama şiir demek lazım. Sonuna kadar gitmek lazım. Takmadan ve devam ederek. Yine de vakti geldiğinde bu kitap tekrar ortalarda gezecek. Bunu bilin.

- Onur Sakarya külliyatı ve dünyasının en büyük işlerinden biri bana kalırsa “Yancının Aşkı”  işiydi ki kırık bir kuşağın anlayacağı dildendi bu ve herkese göre değildi bana kalırsa.”Korkumu yenmek için karanlığı tükettim, üstüne cigara yaktım, dumanı içime çektim.”  cümleleri de yutulur cinsten değil, harbici kuşağın sözüydü  “Yancının Aşkı”nasıl bir dönemde ortaya çıktı?

Yancının Aşkı, Mersin Demirtaş Mahallesi’nde takılırken doğdu. Yaklaşık bir yıl kadar o mahallede takıldım. İşim yoktu, ailemle kalıyordum, bir geleceğim yoktu, bir umudum yoktu, hastaydım, tedavi oluyordum ve her şey bok gibi gidiyordu. Henüz o mahalleli diziler, rap şarkıları yoktu. Dili kendiliğinden gelişti. Coşkun Ağbi vardı. Soyadını hatırlamıyorum. Tetikçiydi. Hapishaneden yeni çıkmıştı. Onla beraber bir odada oturur müzik dinler sohbet filan ederdik. Öğlen acıkınca işportadan tantuni yerdik. Sanki bana vahiy geldi vallaha billaha. Birden şiir oldular. Ve not defterime döküldüler. İlginçti. Yancının Aşkı kitabının Mahalle bölümü böyle yazıldı. Siyah Ot ve Yakaza, evde kendim çoğalttığım iki fanzin kitap adıydı. Onları da sonuna ekledim ve bu kitap doğdu. Kömür kokusu. Her yerde tek katlı sobalı evler. Yola inmiş is. Mahalleyi kaplayan sis. Kesif bir koku. Soğuk. Elektrikli ısıtıcılar. Soba olmayan odalar. Donuk. Battaniyeler. Kaybolup gitmiş birçok hayat. Bulvarda üç takla attıktan sonra bir daha o mahalleye gitmedim ama anısı kaldı işte. O da bir kitap zaten. Böyleydi.

  -Onur Sakarya’ya aşina olduğum zamandan beri Türkiye’den Sait Faik, Vüs’at O. Bener, Orhan Kemal yakın gördüklerim olmuştu. Bunlar da sahici işlerin peşinde koşanlardı benim için. Bu isimler üzerinden bir değerlendirme yapacak olsaydın; Türkiye’de öykücülüğün gidişatı hakkında ne düşünüyorsun?

Bu isimlerin hepsini okudum. En çok yakın bulduğum Orhan Kemal’dir. Yeni çıkan öyküleriyse dergilerde denk geldikçe okuyorum. Yeni öykücülerle aram da hiç iyi değil gibi. Birkaç kez sosyal medyadan da yazdım. Yeni öyküleri ancak dergilerde görünce takip ediyorum. Doğrusunu istersen çok da umurumda değil. Kendi adıma denemelerim oldu. Ama onlara öykü diyemem metin diyebilirim. Benimkiler de genelde kısa ve öz. Bilmiyorum. Öykü, şiir ve romanın yanında çok sihirli etkiler yaratmıyor bende. Kısaca öykünün gidişatı umarım iyi olur. Ne diyebilirim ki.  

-Şiir, Öykü haricinde sormak istediğim bir diğer soru aslında Onur Sakarya’nın çevirmen oluşu. Subpress aracılığıyla Muhammed Ali şiirleri, Richard Sıken ve bununla beraber pek çok önemli işler çevirdi. Bana kalırsa şiirin çevrilme durumu en zor hadiselerden biri. Bu konuda da şiirin çevirebilirliğine katkı sağlayan bir “Ahmet Cemal” ve Cevat Çapan gerçeği var Türkiye’de.  Onur Sakarya şiirin çevrilebilir ya da çevrilmeyebilir meselesine nasıl bakıyor?

 Aslında “çevirme” demiyorum ona. Türkçeleştirmek diyorum. Direkt çeviremezsin zaten. Kültürel normlar ve farklar buna izin vermez. Her dilin kendine ait özel ve yıkılamaz bir dünyası var. Birebir çevirmek imkânsız. Türkçeleştirirsen bak o olur. En azından Türkçeye en yakın bu dersin. O ruhu vermeye çalıştım filan dersin. Ben öyle diyorum sen de biliyorsun zaten. Birebir çevirmeye kalkarsan da Google Translate oluyor. Komik duruyor. Bayağıdır çeviri işi almadım elime. Neredeyse dili unutacağım. Ama çevirdiğim zamanlar hep şunu diyorum kendime. Türkçede nasıl olurdu? Nasıl işlenirdi bu dize? Bu soruyla gidiyorum ama Can Yücel kadar değil. Bir yandan da diyorum ki kendi kültürel formunu kaybetmemeli. Bu başlı başına bir iş. Zor bir süreç. Özellikle de şiir. Yoksa düzyazı daha kolay. Şiirde pencereyi genişletmen lazım. Bakıp işlemen lazım. Bunlar hep belirleyici etkenler.  

- Son olarak Onur Sakarya’nın başka projeleri var mıdır ve son sözleri alalım?

Şu aralar bitmiş ve yayımlanmayı bekleyen “Gökada” dosyam var. Şiir. Başka bir projem yok. Kafayı dinlendiriyorum. Uzun süredir de tek şiir yazmadım. Bir de üniversitede yazdığım bir öykü dosyam var ya da metin dosyam her neyse. Ona da oturup çalışmam lazım ama tembellik hakkımı kullanıyorum. Son olarak kafa sağlığınıza dikkat edin. Kendinize iyi bakın!

Not: Fotoğraf, Onur Sakarya'nın "facebook" sayfasından alıntıdır. 

 Cem Kurtuluş, OCAK 2025 (ONUR SAKARYA RÖPORTAJI)