// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

09 Ocak 2013

Tüketim Toplumuna Eleştiri: Fight Club (1999)




















Chuck Palahniuk,“ Fight Club”  kitabında tüketim kültürüne, hırs ve üstünlük duygusuna eleştiri getirir. Sonrasında bu kitap David Fincher öncülüğünde  sinemaya uyarlanır. Kitabın çıktığı dönem Chuck kendine dair bütün umutlarını kaybeden, ne olacaksa yazayım, kendini kabullendirmesi yol arayan  biridir.  Bir röportajında bu  soruya kendisi  şöyle cevap veriyor. 

 “ Dövüş Kulübü’nü romanlarınızı reddedenlerden intikam almak için yazdığınız doğru mu? Olanlar biraz ironik görünüyor”.

 “Evet doğru, biraz ironik. Kaybedecek hiçbir şeyim kalmadığına karar vermiştim. Yazdıklarım nasıl olsa hiçbir zaman gün ışığına çıkmayacaktı, o yüzden canımın her istediğini yazabilirdim. Reddedilme ihtimaline karşı da, yolladığım adresli geri gönderme zarfının zamklı şeridine zehir sürebilirdim”.

 “Fight Club”  tüketim toplumunda çabalayan, bunları defalarca tekrarlayan, bu yollar üstünde rotasını belirleyen bir film olmak üzere yola çıkıyor. Film kapılarını bize yeni dünya düzeninden kesitler sunarak açıyor. Filmin merkezinde  ağzına silah dayalı biri var. Bu Edward Norton’un canlandırdığı anlatıcı (The Narrator) karakteri filmin başı itibari ile gerçek adı hakkında hiçbir fikrimiz yoktur.

(David Fincher senaryoda Jack isminin kullanıldığını, buna sadık kalındığını söylemiştir.  )   Insomnia rahatsızlığı olan, bir araba şirketinde uzman olarak çalışan yalnız bir adamdır anlatıcımız. Bize yansıtılan bu adamın/karakterin filmin genelinde çizdiği rol. Tüketici toplumda işe giderek bütün sorumluluklarını yerine getiren, kahve içip, en güzel markaları temsil eden birey kişisi görevini üstleniyor.  Anlatıcımız bahsedildiği üzere bir kurgusal karakterden ibarettir diğer bir deyişle. 

 Kronik uykusuzluğu olan karakterimizin doktora başvurarak acı çektiğini söylemesi üzerine doktorun “ Acı mı görmek istiyorsun Salı akşamları metodist kilisesine uğra. Testis kanseri olan insanları gör. İşte acı orada “ cevabıyla filmin bu bölümü asıl hikayenin ne olduğunu anlatır bize.  Bu bölümde Marla ile tanışmasına tanıklık ediyoruz. “ Bir tümörüm olsa adını Marla koyardım “  diye anlatıyor anlatıcımız Marla’yı.  

Nerede olduğunu bilmiyoruz kahramanımızın. Şehirlerden şehire yolculuklarda, sattığı arabaların içinde kazaları incelemekte uykusuzluğunun üstüne uykusuzluk ekliyor. Bu bölümüyle terapi gördüğü yerden iş dünyasına uzanan bir yolculuk var.   Uçtuğu bölgeler değişiyor,ama hatırladığı pek bir şey yok diğer insanlar gibi. Bu durumu “ Her uçuşta tanıdığım kişiler tek kullanımlık arkadaşlar ”  sözüyle özetliyor durumu .

 Anlatıcımız, Marla karakteri üstüne uçak yolculuğunda kapitalist düzenle ilgili sözünü “ iş seyahatinde ölürsen hayat sigortası üç kat para ödüyor “ sözüyle açıklıyor. Bu yolculukta  Tyler Durden karakteriyle tanışıyoruz. . Tyler Durden, Narrator’ın (Jack) alter egosu görevini üstleniyor.   Arkadaşıyla tanışmasını “  sen şimdiye dek tanıştığım  kesinlikle en ilginç tek kullanımlık arkadaşsın “ sözüyle özetliyor. Böylece Tyler Durden’ın dünyasına adım atmış oluyoruz. 

Kişinin alter egosu durumunu Tyler Durden üzerinden  görmek mümkün burada.  Kişinin benliğine dair mesajı Tyler Durden; “ kavga etmediysen kendini tanıyamazsın” sözüyle söylemiş oluyor.  Harabe, dökük evlerin mekan olarak kullanıldığı bölümde insanlara kendi kimliğinin sadece dövüşmek olduğunu hatırlatıyor “ Fight Club “ (Dövüş Kulübü)    

Anlatıcımız iki benliğiyle savaşması noktasında bir yandan iş hayatında görünen çabalar “ boşa giden her şey hırsızlıktır “ sözü, diğer yandan Fight Club çizgisinde beliren hayatlar filmin merkezinde duruyor. Tüketim manyaklığını biraz olsun böyle ifade ediyor.  Kendileri gibi olmak isteyenlerin resmini çiziyordu içinde bulundukları durum.

Dövüşüyorlar, kavga ediyorlar, bundan zevk alıyorlar, acı aldıkça özgürlüğe  yaklaşacaklarını düşünüyorlardı.  Ettikleri kavgadan sonra bu durumu “ sonradan günahlardan arınmış hissediyorduk kendimizi “ sözüyle anlatıyor.  Filmin dili bir nevi olmak istedikleri gibi davranamayan, toplum tarafından tüketilen nesle mesajını yolluyordu.

 Sabahtan akşama işlerinde çalışıp, gecesinde de oldukları gibi olduklarını dövüş sahnelerinde tanıklık ediyoruz.  Bir sistem filminin içinde olmayı öğretiyor dövüş kulübü. Dövüşten fazlasını vaat ediyor demek yerinde olur.  Reklamlardan kendini iyi bir yerlerde görmek için hayal kuranlarla ilgili sözünü söylüyor.  Filmin ilk yarısında Tyler Durden’ın getirdiği sistem eleştirisi, özgürlük, “ kavga “ kavramı üzerinden yarattığı atmosfer,filmin ikinci yarısında anlatıcımızın iki ayrı benliğine doğru yola çıkıyor. Rock yıldızı olacağı söylenen bireylere, sistemin içinde reklamlara ve afişlere inananlara,  başkası gibi hareket edenlere sözünün fazlasını söylüyor.  Sadece bundan ibaret değil insanın kendi iç dünyasındaki çatışmaları; her sabah kravatla işine giden sistemin içinde boğulanlara dair mesajını veriyor.  

Tüketim çağının içinden kaybolmuşluk, her gün aynı şeyleri tekrarlayan insanları temsil ediyor “ Fight Club”    Senaryoya gelecek olursak; Chuck Palahniuk ismi kadar diğer kilit isim senaryoyu yazan  Jim Uhls oluyor. Devamlı Chuck ile senaryo konusunda iletişimde olup gerisini de David Fincher'e bırakıyor. Jim Uhls, senaryo konusunda o kadar iyi iş çıkarıyor ki filmi ilk izlediğinizde o kadar detayın olmasını da David Fincher'a bağlıyor.

İlk izlediğinizde filmin üstünüzde kafa yormanızı istiyor yönetmen. Senariste göre senaryo yazmadaki etkilenim noktalarından biri “Otomatik Portakal” filminin etkisi oluyor, birçok kaynak var ;ama başlangıç noktalarından birisi bu oluyor. Chuck Palahniuk ve David Fincher ekseninde belki de Jim Uhls unutulan bir isim oluyor. En az onlar kadar iyi işe imza atıyor kendisi.

 Oyunculuklara gelecek olursak…  The Narrator ( Anlatıcı-Jack ) rolüyle karşımıza çıkan Edward Norton ve Tyler Durden karakterine can veren Brad Pitt filmin iskeletindeki iki isim oluyor. Bunların yanında “ Marla “ karakterine can veren Helena Bonham bu iki ismin yanında yan karakterde  filmin atmosferini başarılı bir şekilde taşıyor. David Fincher'in hikayeyi anlatırken  voiceover kullanma amacını şu şekilde anlatıyor;

 -Baştan beri romanın uyarlanma sürecinde miydiniz?

 -Evet, büyük ölçüde. Çoğu filmin geliştirme aşamasında söylenen şeyler burada da söyleniyordu: “Film boyunca ‘voiceover‘ı (ana karakterin sesli anlatımı) kullanamazsın” gibi. İlk taslakta voiceover yoktu ve ben neden kullanmadığımızı merak ettim. “O tür şeyler sadece hikayeyi anlatamadığın zamanlarda kullanılır” cevabını verdiler. Fakat bence voiceover’ın olmaması olayları komik değil, üzücü ve acınası hale getiriyordu. Filmin ilk bölümünün olabildiğince hızlı olmasını istedim; olaylar panjurları kapatıp açar gibi hızlıca gerçekleşmeliydi. Kameranın düşünce hızıyla hareket etmesi gerekiyordu. Benim ilgimi çeken şeylerden bir diğeri de, düşünce akışı içinde zamanda ve kurguda atlamalar yapabilmekti: “Birazcık geriye gidelim, bekle, fazla gittik, evet işte buradan başlamıştık” gibi. Bu da anlatıcının düşünceleri kadar dinamik bir anlatım oturtmamızı sağladı “  

Sonuç olarak; insanın  kendi dünyasıyla çarpıştığının resmini gösteren, tüketim manyaklığının insanları nasıl boğduğunu vurgulayan, bunu yüzlerine vuran   “ Fight Club “ müzikleriyle, diyaloglarıyla, karakterlerin başarılı yansıtılmasıyla  ne kadar zaman geçerse geçsin  kendisinden söz ettirmeyi başaracak bir film olma özelliğini taşıyor. İlk izlediğinizde belki gözünüzden pek çok detay kaçacak, zaten filminde merak noktalarından birini bu oluşturuyor.  Kitaptan uyarlanma bir film olduğu için  ağır eleştiriler olabilir; ki kitabı filme uyarlamak her zaman eksik bir durum oluşturur; ama David Fincher bunun üstesinden gelmeyi fazlasıyla başarıyor.  


Filmi İzlerken Altını Çizdiklerim

 (720pizle.org aracılığıyla altı çizilmiştir, çeviride hata olma ihtimali yüksektir)

" ağzına bir namlu dayanmışken sadece sesli harf çıkarabiliyorsun" 

" Ben Jack ' in boşa harcanmış hayatıyım" 

" apartman hayatından ve dünyevi mallardan vazgeçiyorsun. şehrin toksik arka mahallelerindeki yıkık dökük evine geliyorsun " 

" Kimseyi öldürdüğümüz yok. Bilakis onları özgür bırakıyoruz " 

" Bu dünyanın şarkı söyleyen ve dans eden boklarısınız " 

" en iyi sabun insan yağından yapılır..." 

" ilk sabun kahramanların küllerinden yapıldı, uzaya fırlatılan ilk maymun gibi. Acı ve fedakarlık olmadan bir yerlere gelemezdik " 

" Kafamızdaki Tanrı fikri için babalarımızı model aldık. Babalarımız bizi yarı yolda bıraktığına göre Tanrı ne anlama geliyor peki ? " 

" Ancak her şeyimizi kaybettikten sonra her şeyi yapmaya özgür oluruz " 

" Zengin kadınlara kendi koca kıçlarını geri satıyorduk" 

" Lanet olası koca bir nesil benzin istasyonunda pompacı olmuş" 

" Reklamlar yüzünden gözümüz sadece araba ve kıyafet görüyor. İhtiyacımız olmayan şeyleri alabilmek için nefret ettiğimiz işler yapıyoruz. " 

" Tarihin ortanca evlatlarıyız hepimiz. Ne bir amacımız ne de bir yurdumuz var. Büyük Savaş yok. Büyük buhran yok. Bizim büyük savaşımız kendi ruhlarımızla. Büyük buhranımız ise hayatlarımız " 

" Dev gibi terli memelerinin arasındayken insanın aklıma Tanrının büyüklüğü geliyor "

" Normal insanların çoğu kavgaya bulaşmamak için her şeyi yapar" 

" Uykusuzluktan ölmezsin . Peki ya narkolepsiden? " 

" Uyuyakalıyor ve başka yerde uyanıyorum. Oraya nasıl gittiğimi bile hatırlamıyorum" 

" Acı mı görmek istiyorsun salı akşamları metodist kilisesine uğra. Testis kanseri olan insanları gör . İşte acı orada "

" aslında öldüğüm falan yoktu. vücudumda ne kanser ne de parazit vardı. etrafımı saran bu hayatların merkeziydim sadece " 

" Tüm umudunu yitirmek özgürlüktü " 

" Hiçbir şey söylemediğimde insanlar hep daha kötüsünü var saydı..."

" her akşam ölüyor ve her akşam yeniden doğuyordum, hortlak gibiydim" 

" Sylvia Plath' in bakış açısıyla Tibet felsefesine göre hepimiz ölüyoruz" 

" Tanrım bunu neden yapıyorsun ? 
Sinemadan daha ucuz ve kahve bedava " 

" İnsanlar öleceğini düşününce konuşmak için sıralarını beklemek yerine seni gerçekten dinliyorlar" 

" her uçuşta tanıdığım kişiler tek kullanımlık arkadaşlar. Kalkışla iniş arasında geçen zamanı paylaşıyoruz, hepsi bu kadar. " 

" Saplantılı bir yaşam tarzının yan ürünleriyiz" 

" sahip olduklarının gün gelir kölesi olursun" 

" iş seyahatinde ölürsen hayat sigortası üç kat para ödüyor " 

" gülüşünde iğrenç bir çaresizlik var " 

" Marla'nın hayat felsefesi her an ölebileceği üzerine kurulmuştu . Asıl trajedinin ölmemesi olduğunu söylemişti." 

" Kavga etmediysen kendini tanıyamazsın"

" Biz kadınlar tarafından büyütülmüş bir erkek nesliyiz " 

" ilk ayın sonunda artık televizyonu özlemez  olmuştum. Hatta bozuk , külüstür buzdolabına bile alışmıştım " 

" Boşa giden her şey hırsızlıktır " 

" İnsan, midesi bulanmadan yarım litre kan yutabiliyor" 

" kendini geliştirmek mastürbasyon yapmaktır" 

" Sonradan günahlardan arınmış hissediyorduk kendimizi " 

" Bir tümörüm olsa adını Marla koyardım " 

 “ Tyler mi benim? Yoksa ben mi Tyler’ın kabusuyum? “


Cem Kurtuluş, 2013


0 yorum: