21 Mart 2013’de büyük Diyarbakır buluşması adı altında “ Barış
süreci” adında mektup okundu bildiğiniz üzere.Bunun tarihsel bir önemi vardı. “
Barış Çağrısı” olarak değerlendiriliyordu.
Elbette bu Barış çağrısı geride
ölen masum insanları getirebilecek miydi? Yoksa bir çeşit büyük pazarlıklar yapılmış mıydı? İnsanların
merak ettiği nokta buydu.
Onca gazeteci,
onca teröristle mücadele adı altında mücadelesini vermiş albay içerideyken bu Barış çağrısı” Öcalan Meclise mi girecek”
düşüncelerine sevk etmişti insanları.
PKK'nın en aktif dönemi
90’lı yılların olduğunu düşünürsek, yakalandıktan sonra da kendisi hep bir
mesaj yolladı. Öcalan’ın mektubunda Peygamberler arası bir bağlantıda bulunuyor. Uğur Mumcu’nun 20 kusur sene önce dediği “
Kürt-islam devleti sentezi kurulmak isteniyor ” düşüncesi insanların aklına gelmiştir.
Mektup uzunca bir
metin ama mektupta “ Silahı bırakın” çağrısı yok. Daha doğrusu " silaha tekrardan sarılabiliriz" çağrısı da göze batıyor.
Ama istekler ardı ardına sıralanmış ve istenilen şeylere göre silaha sarılma politikası beliriyor. 90’lı yıllarda 33 Türk Askerinin ateşkes sonucu katledildiğini düşünürsek böyle bir antlaşma ancak kandırma politikası olabilirdi.
Ama istekler ardı ardına sıralanmış ve istenilen şeylere göre silaha sarılma politikası beliriyor. 90’lı yıllarda 33 Türk Askerinin ateşkes sonucu katledildiğini düşünürsek böyle bir antlaşma ancak kandırma politikası olabilirdi.
Burada mesele “ 33 Türk Askerinin ölmesi değil”
yapılan barış anlaşmasına göre hareket etmeyip 33 Askeri öldürülmesi. “Dağlardaki
çocuklar bizim çocuklarımız derhal çekilmeli” diyen Demirel’i düşününce halen
terörün devam etmesi hükümetlerin terörü devam ettirmesini istediği düşüncesini
insanların aklına getiriyor.
Aynı zamanda Barış ve Demokrasiyi söyledikleriyle değil, uyguladıklarıyla göstermeli
politikacılar…
Televizyonda birçok siyasetçi, milletvekili “ Abdullah
Öcalan’ın “ serbest bırakılmasını savundu, kimileriyse bu düşüncelere karşı
çıktı. 33 Askerin ateşkes barış anlaşmasıyla öldüğü gerçeği, 1.5 sene boyunca
Pkk Kamplarına hapsedilen kamu görevlilerini düşününce Barış çağrısı böyle bir
süreçte yapılabilir mi sorularını akla getiriyor.
Barış en
nihayetinde samimi bir ortamda gerçekleşebilir. Ateşkes içinde olmayı isteyip insanları rehin almak Barış’ın anlayışına ters bir hareket olmakla birlikte
samimiyet olgusuna da terstir.
Aynı zamanda Avrupa’da Abdullah Öcalan’ın barış sürecine
dair fikirlerini destekledi. Abdullah Öcalan’ın 1999’da “ Nasıl sorgulandığına
dair” kitapta geçen “ Yunanistan’dan para ticareti, İran’dan silah ticareti,
Hollanda’dan uyuşturucu ve para ticareti” kitapta geçen bazı unsurlar.
Böyle unsurlar
Pkk Kamplarına aktarılırken Avrupa’nın Abdullah Öcalan’ın barış sürecini desteklememesi
saçma olurdu. Barış sürecindeki fikirler olumlu gözüküyor, yalnız
uygulanabilirse. Kitapta geçtiği gibi” Bir Kürt devleti kurulmasından söz
edilemez” söylemi Abdullah Öcalan’a ait bir söylemdir. Öcalan’ın 1999 yılında söylediği bir sözünde
altını çizmek gerekir.
“ Bu vatanda,
kardeşçe, özgürlük içinde birlikte yaşamanın tek çaremiz olduğu açıktır “
-26 Nisan 1999/Abdullah Öcalan
Öcalan’ın böyle düşüncesi açıktır. Bildiğiniz üzere Abdullah Öcalan çok zeki
biri. Ve nerde , ne zaman, ne yapacağını kestirmenizse olanaksız. Barış
sürecine ancak PKK’nın geri çekilmesiyle, silahların gerçek bir samimiyet adı
altında bırakmasından sonra Barış sürecinin gerçekliğine inanılabilir.
PKK’nın dağdan inmeden, silah bırakılmadan
yeniden ateşkes adı altında askerlerin ve masum insanları yeniden öldürmeyeceğini kim
garanti edebilir? Burada Hükümetin ne büyük bir pazarlık yaptığı da önemli bir süreç olarak gözüküyor. Şimdilik görünen bunlarla sınırlı.
Yazan: Cem Kurtuluş