// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

05 Haziran 2013

Gezi Parkında Gördüklerim ve Yaşadıklarım... (28 Mayıs- 5 Haziran 2013)














28 Mayıs gecesiydi sanırım. Daha öncesi de olabilir. Daha öncesinde  sabah 04.50 gibi  polisin Gezi parkına girmeye çalışması sonucu Sırrı Süreya’nın kepçenin önüne atlaması iş makinelerini durdurması herkes tarafından takdiri kazanmıştı. Belki de atlamasaydı her şey farklı yöne kayacaktı.  Sosyal Medya’da  tepkinin daha da artmasıyla Gezi parkına karşı direniş daha da arttı.  28 Mayıs gecesi her şey güllük gülistanlıktı. Şaraplar, biralar, köfte satan abiler,karpuz dilimi satanlar, oyun parkında eğlenenler, kitap okuyanlar vs… Her türlü insan bulabilirdiniz Gezi Parkında. Sabah 5.30 gibi polis gazla Gezi Parkına müdahale etti. Kimisi canını zor kurtarırken, kimisi polise karşı mücadelesini vermeye devam etti.

“ Yeter artık gaz atma” derken polis son çıkışa doğru gaz atınca işler daha da karıştı bir anda kendimizi betonda bulduk. Seslenenler olurken bize hiçbir şeyi duymuyorduk Ayağından vurulanlar, beynine kapsül saplananlar her şey  olmuştu , ve yardım için Point Otel kapılarını halka kapatmıştı o gün.  Ertesi gün direnişe Taksim –Cihangir tarafında devam edildi. 

Eğer sokak o kadar dar olmasa polis toma aracıyla oraya girmek için elinden geleni yapacaktı. Ama sadece gaz atmakla yetindi. Helikopter hep olduğu gibi halkı yukarıdan dikizlemeye devam etti.Günler birbirine karışmış devam etti. Uykusuzluk halinde günleri karıştırmaya başladım. Ertesi gün ki müdahaleler Gümüşsuyu-Beşiktaş-Akaretler civarında devam etti.  30 mayıs günü Dolmabahçe’nin orada polis yeniden görev başındaydı. Barikatlar en sert biçimde kuruldu. Gidemiyorduk bir adım bile. Gaz maskesiz, gözlüksüz gittiği anda kendinizi denize atsanız dahi gazın zehirinden kurtulamıyordunuz, aynı zamanda helikopter yukarıdan halkı dikizliyordu.

 29 Mayıs gecesi saat 00.00 gibi hiç fark etmediğimiz bir gaz geldi. Portakal gazı. 30-35 dakika bir beton köşesine yığıldım. Gözlerimden alev fışkırıyordu, nefesim kesilmişti.. Bazı insanlar karşımda bayılıyordu, bazıları telaş içindeydi. Ama herkes birbirine yardım ediyordu. Direniş tam anlamıyla meyvesini vermeye başlamıştı.
Cami’den bir ses geldi “ Gazdan etkilenen astım hastaları camiye girebilir” diye sonrasında bir alkış koptu. Halen gözlerimiz tam anlamıyla görmüyor, deniz kıyısında hava almaya çalışıyorduk.  Bu bile yeterli olmadı. Müdahaleler her yerde devam etti. Vücudunuzdaki yorgunluğun artık tarifini yapamıyordunuz. Sabah eve geliyor, akşam tekrardan mücadeleye devam ediyordunuz. Evde öylece oturmaktansa yaralanan insanların yanında olmanız gerektiğini düşünüyordunuz...

Herkes Dolmabahçe’de direnişini sürdürürken aynı zamanda mücadeleler  1 haziranda Akaretler-swiss otel tarafında  akşam 18.00 gibi başlamıştı. Herkes birbirine yardım ediyor, kolundan tutuyor, barikatları kurmak için tuğlalar elden ele veriliyor, polise karşı meydan okuyordu. Polis faşizmi dur durak bilmiyordu. Yanımda başından kaç kişi vuruldu bilmiyorum, ama arkamda önümden vurulanları çok iyi biliyorum.  Polisin gaz stokları  bitmedi. Özellikle attıkları portakal gazı öldürmekten çok nefessiz bırakıp öldürmeye yakınlaştırıyordu insanları. 

İnsanlar yılmadan mücadeleye devam ediyordu , tam yaklaşmışken 10-15 gaz bombası sonucu geri çekilmek ve  Şairler parkına sığınmak zorunda kaldık. Polis geri çekildiğimizi gördüğü andan itibaren yukarıya daha hızlı çıkmaya başladı. Gazlar havadan doğru ateşlendiği için genellikle kafama isabet etmemesi için hep havaya baktım. Tam havaya bakarken bana geleceğini fark ettiğim an gaz beni sıyırdı, arkamdaki biri bacağından vuruldu. O an'ın fotoğrafını çekmek isterdim, sadece o an'a tanıklık etmekle yetindim.

  Nereden çıkacağımıza bir türlü karar veremedik. Maçka parkı bölgesini polis almış haberleri geliyor, aynı zamanda Dolmabahçe önünde insanlar yardım bekliyordu. Polis iki yandan da sıkıştırmaya başladı. Barikatları kurmaya devam ettik. Bu defa çift yönlü gaz bombaları kafamızdan geçmeye başladı.Geri geri kaçarken  bir gaz bombasını kafamın üstünden geçtiğini hissettim. Birkaç kişiye de isabet ettiğini gözlerimle gördüm. İnsanlar telaş içinde yaralananları hastaneye götürdü.  Polise karşı bela okuyanlar fazlalaşmıştı. O kalabalığın içinde sakin olmayı başaramayanlar, astım ilacına ihtiyacı olanlar ve her şey vardı.

 İnönü stadının karşısındaki parka geçmek isterken Polis’in İnönü stadı önünde gaz bombaları ile beklediğini gördüm. O an pusuya düşürülmüştük. Sağımız,solumuz, her yerimiz gaz dumanı içindeydi. Biz geri geri kaçarken pusuya düşürülmüştük. Ara sokaklarda hem sivil, hem de AKP yandaşları elinde sopalarla tek gördüklerini dövdüler. Bu insanlığın dışında kalmanın verdiği bir şeydi. Parkta hiç kimse sakin olamadı, merdivenleri birer birer değil daha fazla çıkıyorduk sanki..

 Parka yağan gazların sayısını hesaplayamadım. İnsanlar sadece nefes almak istiyordu, ama polis buna dahi müsaade etmiyordu.  Nereye doğru gidelim derken herkesi ara sokaklara girmesi yönünde uyardık. Öyle koşuyorduk ki sanki susuzluğu unutmuştuk. 2 Haziran mı 3 haziran mı tam bilemiyordum artık. Günleri, saatleri, uykuyu her şeyi karıştırır olmuştum. Gece 3.30 gibi Starbucks’ta kurulmuş olan yere uğradım.24 saat ya da 30 saat yemek yiyemediğimi fark edip kepek ekmek yedim. Bununla yetindim. Bir ara bir banka köşesinde sızdığımı hatırlıyorum. Patlayan şeyler yine devam ediyordu, ama bu defa patlatan kısım bizdik ve havaya atılanlar da havai fişekleriydi. 

Sabahın 4’ü gibi ateşle  ısınmaya çalıştım . Ateş yüzümü yakmıştı.  O kadar yorgunluktan sonra havanın soğumasıyla  kendimizi ateşin içinde bulmuştuk. Ama arada “ ısınırken de gaz bombası gelir mi” diye düşünmüyor değildim.  Uyuyacağız ve gaz bombası olan bir güne uyanacağız söylemleriyle diğer bir güne uyanmıştım yeniden. Gümüşsuyu’na yeni gelmiştim. Hareketlilik, öncesinde başlamıştı. Helikopterler halkı öyle dikizliyordu ki uğultu helikoptere karşı yükseliyordu. Çok uzakta olmamıza karşın gaz bombalarının ön taraftan arka tarafa yayılması sonucu bir an nefessiz kalmıştım yeniden. 

Artık nefessiz kalmaya alışmıştım. Ama herkes birbirini kolluyordu. Bir apartman köşesine sığındım. Yeniden aşağı doğru Gümüşsuyu’na indim. Ama gaz maskesiz ve gözlüksüz her şey sakıncalıydı. Ufak tişörtüm günlerdir biber gazı ve portakal gazı içindeydi. Kokusu artık vücuduma yayılmıştı, ne kadar kendinizi temizleseniz dahi üstünüzdeki koku bir an olsun gitmiyordu. Aşağı inilmesinden sonra kendimi bir ağaç gölgesinin yanında buldum. Tükürmekte dahi zorlanıyordum. Gaz, boğazımın en iç noktalarına kadar gitmişti…

4 Haziran günü  tekrardan gezi parkına uğradım. Gördüklerim beni şaşırtmadı,ve şaşırtmayacaktı. O kadar güzel insan vardı ki birbirlerine yardım ediyordu.  Başbakan’a ithafen , başbakan biraz ders alsın diye çapulcu kütüphanesi kurulmuştu.  İlk gözüme çarpan Nazım hikmet, Aziz nesin kitapları oldu. Taşlardan kurulu bu kütüphaneyi görünce herkesin gözü yaşarırdı. İçimde bir mutluluk koptu. Sadece bunlar değil. Türküler söyleniyor, duvar yazıları yazılıyor, köfte  ekmek satan, karpuz dilimi satan ve çay satan abiler artıyordu.  Bu şenlik havasını orada hissetsem de Gümüşsuyu’nda gecenin geç saatlerinde yine  polis müdahaleye başlamıştı.

Medya'ya gelince; Türkiye’deki medya sınıfta kaldı. Halk’ın bu kadar gaz yemesini göstermeyen, kafasından vurulan insanları göstermeyen, ölü sayılarını en aza indirgeyen, halkı kandıran medya  sınıfta kalmıştır. Ankara,İzmir, Hatay, Eskişehir, Antalya, ve çoğu ilde yapılan polisin vatandaşlara uyguladığı vahşice şiddeti unutmayalım…Burada direnen halk sadece Gezi parkına değil aynı zamanda Polis faşizmine, eylem yasaklarına karşı da direniyor.  Ve unutmadan bir sözü tekrardan hatırlayalım

“ Devrim televizyonda yayınlanmayacak, sokakta mücadele ederek kazanılacak” 

28 Mayıs-5 Haziran

Cem Kurtuluş, 2013



0 yorum: