“
Cumartesi günü başka ne yapıcaksın ki ?Lanet koltuğuna oturup pop idolleriyle
mi tatmin olucaksın ?Seksten yoksun evliliğinde mücadele verirken sonra da
karının bakışlarından kaçmaya mı çalışıcaksın?Sonra da paranı kebaplara mı
yatırıcaksın , meyve preslerine ve sarılara ?Hadi canım boşversene .Ben ne
yapacağımı biliyorum .Tottenham Deplasmanı”Bayılırım..” The Football Factory
“ The Football
Factory “
filminden bir alıntıyla başlamak gerekir deplasman hikayesinin anlatışına. Bir
Pazar sabahı.. 1 Hafta boyunca çalışmanın verdiği bunaltıyla birlikte yapılacak
en iyi şey nedir diye kendimize soruyoruz. Planlar önceden hazırlanıyor! Ve
akla gelen tek fikir deplase olmak. Belki biraz hayatın içinden sıyrılırız
diyoruz. Nevaleler hazırlanıyor geceden, sabahında da bekleyişler sürüyor.
Hepsinin arasından sıyrılmak isteyen, otobüse binildiğinde de dışardaki sıkıcı
hayatı unutanlarımız var içimizde. “ Voleybol maçı için Çanakkale’ye mi gidiyorsunuz? Manyak mısınız lan siz “ diyenlere inat deplasman otobüsüne
bindin mi nereye gittiğinin pek önemi olmuyor.
Bu parolayla yola çıkıyoruz .
Alkoller alınıyor, makaralar yapıyor, dumanlı deplasman otobüsünde
yolculuğumuza başlıyoruz. “ Esrar
çekiyorlar sessiz usulca “ diye eski bir beste canlanıyor bu deplasman
otobüsünde . Otobüs tıkabasa dolu, susmak yok, makaralar devam ediyor. Yer
yer çiş molaları, tekel bayi aramalar, petrol istasyonlarında yapılan işler ve
bir çok şey. Vapura atlıyoruz, makaralarla birlikte Çanakkale’ye az kalıyor.
Muhtemelen salona varan en son biz oluyoruz.
Şehrin
birçok yanından Fenerbahçeliler geliyor, şehir istilaya uğramış durumda. İçerde
de tribün adına büyük işler başarılacağını erkenden anlıyoruz. Hemen içeri
dalıyoruz, tribünde yerimizi alıyoruz. Tribünde bir an olsun susmuyor,
gırtlaklar patlıyor olabildiğince, tribünün hakkı veriliyor. Takımın galibiyeti
her ne kadar önemli olsa da bizler için deplasmana geldiğimizde tribünde
aldığımız galibiyet oluyor. Dönüş yolunda “ nerede yemek yiyeceğiz lan “ diye
diye yemek bulacak yer bulamıyoruz, en yakın benzin istasyonundan su alarak bir
nebze rahatlatıyoruz kendimizi, sonralarında otobüste “ Keşan “ diyen sesten
sonrasını kimse hatırlamıyor. Bu esnada bir yere çöküyoruz, anlaşma mevzularını
geride bırakarak çoğumuz çorba ve makarna’ya tav oluyoruz.
Bir
avuç adam İstanbul’dan geliyor sadece deplasmanı deplasman gibi yaşayabilmek
için, bol dumanlı bir deplasman otobüsünü içine çekebilmek için. Deplasmanı ilk
defa tadanlarsa “ Dumanlı deplasman otobüsüyle “ tanışmış oluyor. İşte meselemiz bir deplasman otobüsünde
çekilen bir dumanla etrafa yayılıyor, bir dumanla deplasman yolculuğunun sonuna
geliyoruz. Her birimiz sabah yorgun şekilde iş yolunu gözleyecek olsa da
Napolilerin dediği gibi “ Yarın yine borçlarım olacak ama bu gece kral benim”
sözü her birimiz için bir deplasmanı anlatıyor.
Sonuç olarak; E-
biletin olmadığı, tribünün tribün gibi yaşandığı, dumanı içine çekebileceğiniz
deplasmanlar var oldukça, bizlerde var olacağız oralarda,buralarda…
Cem Kurtuluş, Kasım
2015
0 yorum:
Yorum Gönder