İnsan,
direnmek ve hayatta kalmak için yaşar. Yaşama gayesi temel anlamda budur. Eğer
hayatta kayda dair bir şeyi kalmamışsa insanın; kendisine sunulan iki seçenek
vardır. Biri intikam, biri nefret. Birdman’ın
yaratıcısı Innaritu, “ The Revenant/
Diriliş “ filminde bu düşüncelerle
yola çıkıp 1820li
yıllarda Amerika’da yaşanmış gerçek bir hikayeyi konu alıyor. Bu
hikayede arkadaşları tarafından ölüme terk edilen Hugh Glass’ın
(Leonardo Di Caprio ) hayatına tanıklık ediyoruz. Film, aksiyon vari
bir sahneyle açılıyor, bu sahneden sonra kendini yavaşlatıyor. Kahramanımız
Hugh Glass, The Revenant’da yolu bilen, bu işi ustalıkla yürüten,
aynı zamanda hayatta kalma mücadelesiyle ders veren bir adamı canlandırıyor.
Hugh
Glass, bu işleri bilen tek adam olmasına rağmen yola çıktığı kişilerce ölüme
terk ediliyor. Glass’ın Ayı Saldırısından sonra üstüne geçirdiği Ayı Postuyla
hayatta kalmaya çalışması filmin başından itibaren beynimize çakılıyor. Bu
sahnelerin içine girdikçe bizde Glass ile bu maceranın içinde kaçmaya,
kovalamaya, hayatta kalmaya çalışıyoruz. Bu hayatta kalma hikayesinde Glass ile birlikte soluk soluğa kalıyoruz.
The Revenant’ta kamera Hugh Glass’a odaklanıyor, filmin çoğu sahnesinde ne Kızılderililerden bi haber var , ne de yola çıktığı arkadaşlarından. Bu kısımlarda Glass’ın “ Böyle bir durumda hayatta nasıl kalırdınız “ sorusunu seyirciye soruyor. Filmin kahramanlarından diğer yan karakter Fitzgerald ( Tom Hardy ) de filmin içine dahil olduğu kısımlarda arkadaşını arkadan hançerleyen bir pozisyonda yer alıyor.
The Revenant’ta kamera Hugh Glass’a odaklanıyor, filmin çoğu sahnesinde ne Kızılderililerden bi haber var , ne de yola çıktığı arkadaşlarından. Bu kısımlarda Glass’ın “ Böyle bir durumda hayatta nasıl kalırdınız “ sorusunu seyirciye soruyor. Filmin kahramanlarından diğer yan karakter Fitzgerald ( Tom Hardy ) de filmin içine dahil olduğu kısımlarda arkadaşını arkadan hançerleyen bir pozisyonda yer alıyor.
Glass’ın
oğlu öldürülürken Glass, intikam almak için hayatta kalmanın daha önemli
olduğunu düşünüyor. Filmde intikam
duygusundan çok “ hayatta kalma savaşı “ konusu işleniyor. Konu olarak iyi
işlenecek olmasına rağmen çoğu yerde sıkıcı bir anlatım göze çarpıyor. Filmin
diğer eksiklerinden biri de kameranın sadece Glass’a odaklı olması, filmin
içinde yer alan diğer oyunculara fazla yer ayırmaması. Film adına kopukluk da
tam burada yaşanıyor. Innaritu, filmde
hem aksiyonun içine sokuyor bizi hem de gerilime itiyor, ama kopukluğu yok
edemiyor. Glass’ın hayatta kalma savaşını iyi şekilde işliyor Innaritu,
özellikle bu kadar soğuğa dayanmak için At’ın karnına girerek ısınan Glass’ı
öyle etkili aktarıyor ki Innaritu bu konuda kendisine şapka çıkarmak gerekir.
Bu sahneyi izledikçe içi cız etmemiş izleyen sayısı azdır sanıyorum.
Sonuç
olarak; Her şeyden önce The
Revenant’ın güçlü hikayesi var. Ama bu hikaye ne kadar güçlü anlatılıyor bunu
izleyene bırakmak gerekir. Bunun
haricinde The Revenant’ın 2.5 saatlik zaman dilimine yayılması filmin en büyük
eksiği. Ayrıca bu filmle Hollywood tarafından " En iyi erkek oyuncu" ödülünü kazanan Leonardo Di Caprio'ya ödülü Ayı Post'un kazandırdığını söylemekte yarar var ( kişisel görüştür ) Konuya geri dönecek olursak; Hayatta kalma savaşına ne kadar dahil olursanız olun, filmin bu kadar
uzun anlatıma sahip olması filme eksi puan getiriyor, ama bu filmi “ kötü bir
film “ kategorisine sokmuyor, çünkü gerek konu bazında gerek çekim ve
görüntüler yönünden “ The Revenant “ izlenmeyi hak eden filmler arasında
yerini almayı başarıyor.
İzlerken
Altını Çizdiklerim:
“ Nefes aldığın
sürece mücadele etmeye devam et “
“ Teksas tarafındaki Kızılderililer seni
soyabilirler, ama kafa derini yüzmezler…”
Cem Kurtuluş, Mart 2016
0 yorum:
Yorum Gönder