Kitabın
Adı: (Ham On Rye ) Ekmek Arası
Kitabın
Yazarı: Charles Bukowski
İlk
Basım: 1995
Yayın
Yönetmeni: Müge Gürsoy Sökmen
Kapak
Tasarımı: Semih Sökmen
Yayınevi:
Metis Yayınları
Çeviren:
Avi Pardo
Sayfa
Yapısı / Sayısı : 223
Hayatın
insanları kırbaçladığı dönemler vardır. Bazı isimler, yazarlar, şairler; bu
kırbaçlanan dönemlerden geçip daha sonrasında terbiyesiz bir canavara
dönüşmüştür. Bu canavarla birlikte hayatın acımasızlıkları bu kişiler için
katlanmıştır. Charles Bukowski ismi
her ne kadar kendisinin ölümünden sonra popüler hale gelse de, bu isim hayatını
kırbaçlanarak geçirmiş bir isim. Kimileri için “ terbiyesiz, ahlaksız “ kategorisine girse de kendisinin bu
noktaya gelmesi kendi hayatından taşıdığı izlerle alakalı.
Bukowski’nin
yazmayla sorunu yok, küçük yaşlarda koyuluyor bu işe. Yaşadıkları hakkında not
tutuyor. “ Ekmek Arası “ romanı Bukowski’nin babası tarafından sert darbelere maruz
kaldığı, çocukluğundan izler taşıyan, yazma stiliyle terbiyesiz bir canavara
dönüştüğünün resmi olarak karşımıza çıkıyor. Bu roman aynı zamanda yaşlı osuruk
diye tabir ettiğimiz Bukowski’nin otobiyografik romanı. Roman
1982 yılında yayımlanıyor. Bukowski’nin bu romanda kahramanına verdiği
isim Henry/ Hank, genellikle romanlarında bu ismi kullanıyor Bukowski. Bu
kitabın diğer bir özelliği “ Kadınlar “
, “ Factotum “ kitaplardan sonra çıkıyor olması. “ Kadınlar “ kitabıyla birlikte seks, alkol gibi konularda ses
getiren Bukowski Ekmek Arası’nda çocukluğunu, babasının nasıl
bir herif olduğunu, okul dönemini,
düzüşmenin nasıl bir şey olduğunu bu kitabıyla anlatıyor bize. Bu dönemden
sonra böyle bir konuya derinleme dalması
herkesi ters köşeye yatırıyor.
Bu kitapta terbiyesiz sözcükler yine var,
Bukowski yine bildiğimiz Bukowski, ama anlattıkları tam anlamıyla kaybeden
numarası yapmış bir adamın değil, gerçekten sert darbelerle çocukluğunu yaşamış
bir adamın hayatı. Bu faslı geride bırakırsak; Bukowski, Ekmek Arası’na “
Güneş ışığını seviyordum. İnsan bacakları ilginç değildi. Sarkan masa örtüsü,
masa ayağı, güneş ışığı daha ilginçti. “ sözleriyle başlıyor.
Kitabın
ilk bölümünde babasını tanıyoruz Bukowski’nin.
Çok içen, ağzı bozuk, terbiyesiz, bir o kadar kadınlar konusunda da
becerikli bir adam. Daha sonraları Bukowski (Henry Chinaski/ Hank) bizi okul çağlarına götürüyor, burada sürekli
mevzu var. Beyzbol müsabakalarında boy gösteriyor, bir yandan da evdeki
sorunlarla boğuşuyor. Düzüşmenin nasıl bir şey olduğunu bir
arkadaşının kendisine anlatmasıyla anlıyor Bukowski, 24 yaşına kadar siftah
yapmamış Bukowski’nin çocukluğunda detaylar böyle çıkıyor ortaya.
Bukowski
düzüşmeden haberi olduktan sonra öğretmenine düzüşme teklifi ediyor. 1929 yılı
işsizlikten berbat bir dönem geçerken kitapta kahramanımıza öğretmenleri
tarafından babasının mesleklerini soran Bukowski romanda bunu şöyle anlatıyor; “ Korkunçtu. Benim semtimdeki bütün
çocukların babaları işlerini kaybetmişlerdi. Babam işini kaybetmişti. Et
fabrikasında çalışan Chuck’ın babası dışında bütün babalar işsizdi. “
Babasıyla
geçinemeyen Bukowski, Amerika’da buhran
olarak bilinen 1929 ekonomik krizinde babasının işsiz kalmasından sonra babası
tarafından dayak yiyor. Bukowski’nin terbiyesiz, ahlaksız olma nedenlerinden
biri babası tarafından sert darbelere maruz kalması. Babası tarafından acımasızca dövülen
Bukowski, babasından dayak yediği günleri şu
acımasız sözlerle anlatıyor; “ Dünya dışardaydı ve her şeye kayıtsızdı
ama önemi yoktu. Milyonlarca insan vardı dışarda. Köpekler, Kediler, Sincaplar,
Binalar, Sokaklar, ama önemsizdi. Sadece bir baba, ustura kayışı , banyo ve ben
vardım “
Henry Chinaski üçkağıtçı bir
çocuktu, bunu sınıf ortamında yazılarına da yansıtıyordu, öğretmeni tarafından
tam not alıyordu. Herkesin herkesi kandırdığı ve sahtekarların bulunduğu
insanlık konusunda Chinaski, onu okuyanlara şöyle sesleniyor; “
İstedikleri buydu demek; harikulade yalanlar. Buna ihtiyaçları vardı. İnsanlar
ahmaktılar. Kolay olacaktı benim için. “ bu sözler aynı zamanda Chinaski’nin
hayatında önemli bir yer tutuyordu, çünkü babasından yediği her kayış darbesi
sözlerine yansıyor. Bunun yanı sıra Kitabın ilk bölümlerinde Chinaski okulda
yaşadıklarına yer veriyor, bu bölümdeki diyalogların içinde Chinaski’nin her erkeğin ergenlik dönemine başladığı
zamanlardaki Otuz Bir meselesiyle tanışıyoruz.
İlk sıvının nasıl geleceğini
uygulayarak öğreniyor Chinaski. Daha
sonraları herkes gibi alkolle tanışıyor Chinaski, bu onun için hayatında dönüm
noktası oluyor, çünkü bir arkadaşının kendisini bir depoya götürmesiyle
tanışıyor alkolle. Alkolün kısa tanımını
da şöyle yapıyor Chinaski; Sihirli bir
şeydi içki. Neden kimse söylememişti bunu bana?
İçki ile hayat harikulade, insan mükemmeldi, kimse rahatsız etmezdi onu.
“
Bukowski,
piçliklerini Ekmek Arası’nda babasından
aldığı dürbünü harikulade kadın bacakları
izlemek için kullanıyordu ve sonrasında otuz bir çekerek kendini
rahatlatıyordu. Boşalmanın tadını burada alıyordu Chinaski, Bildiğimiz Bukowski’nin kendine has
özelliğiydi bu. Ama bunu çocukluğunda
yaşadığını Ekmek Arası’yla
öğreniyoruz. Bu çocukluğun içinde bir ton mevzu var. Ergenlik sivilceleri, bu
sivilcilerin başına açtığı belalar ve bu ergenlik sivilcileri yüzünden genç
hemşirelere tav olmalar… Hepsi kitabın içinde bir şekil yerini alıyor.
Henry
Chinaski’nin okumayı keşfettiği bölüm en özel bölümlerden biri. Bu bölümde
yazarları keşfediyor Chinaski, Upton
Sinclair’den Hemingway’e,
Hemingway’den Rus yazarlara uzanan bir yelpaze şeklinde… Bu Rus yazarlardan
Turgenyev, Chinaski için güldürme duygusu yaratan bir yazar. Her birini farklı
betimliyor Bukowski; Upton
Sinclair’i basit ve öfkeli, Sinclair
Lewis’i tutkudan uzak.. Bukowski, Hemingway’ı tanımlarken “ cümleyi oturtmayı
biliyordu “ diye anlatıyor onu.
Kitabın
en sıkı bölümleri Askerlik Eğitim Kursu’nun anlatıldığı bölümler. Bu bölümlerin çoğunda Bukowski askerlik
kursunu öyle tanımlıyor, ki bir nefret duygusu hakim bu bölümlerde. Bukowski bu
bölümlerde sorgulama içine giriyor, askerliğe dair aitlikle ilgili sorması
gerekeni soruyor “ Kime aitti bütün bunlar? “ . Askerlikle alakalı Bukowski kendi uslubünce askerliği sorgulayıp şunları
diyor; “ Askerlik spordan uzak tutmuştu
beni, oysa diğer çocuklar her gün top oynuyorlardı. Okul takımlarına girip
ünleniyor, kızları götürüyorlardı. Benim günlerim güneşin altında askeri
yürüyüşlerle geçiyordu genellikle. Yürürken tek gördüğüm önümdekinin kulakları
ve kıçıydı. Çok geçmeden askeri kurallar canımı sıkmaya başlamıştı. Diğerleri
botlarını parlatıp manevralara katılmaktan haz duyuyorlardı. Bana anlamsız
geliyordu. İlerde paramparça olmaları için eğitiyorlardı onları. “
Bukowski ( Chinaski ) iş’ten başka
kafası çalışmayan toplumun belli kesimine şu sözlerle sesleniyordu.
“ Peki diyordum, kendi kendime. Bir iş buldun. Ömür boyu böyle bir işte mi çalışacaksın? Bu yüzden banka soyuyordu insanlar. Yapmak zorunda kaldıkları işler küçük düşürücüydü. Neden allahın cezası bir konser piyanisti veya yargıç değildim? Çünkü eğitim gerektiriyordu ve eğitim parayla sağlanıyordu. “ (– sf 163 )
Bukowski
belki de “ Savaş “ hakkında
yapılabilecek en iyi tanımlardan birini yapıyordu Ekmek Arası’nda. Savaş
Lejyonerlerine şöyle sesleniyordu
“ Savaş. Bakirdim henüz. Bir kadının ne olduğunu bile öğrenemeden tarih uğruna paramparça olmayı düşünebiliyor musunuz? Veya bir otomobil sahibi bile olamadan. Kimi savunacaktım? Başkasının sikinde bile olmadığım başka birini. Savaşta ölmek savaşların çıkmasını engellemiyordu “- sf 207
Özet
olarak; Bukowski’nin “ Ekmek Arası “
babası tarafından kayışla dövülen bir adamın hayat hikayesi, bu hayat hikayesi
acımasız, sert ve yediği her darbeden dolayı satırlara döktüğü her kelimenin
terbiyesiz bir canavara dönüştüğünü anlatıyor hepimize. Bu terbiyesiz adamı
tanıyanlar onu sadece “ kadın, alkol,
seks “ konuları üzerinde işe yaramaz bir moruk sansa da bu adam aslında tam
tersi olduğunu kanıtlıyor. Ekmek Arasında kendi hayatında tespitlerden tutun, askerlik, demokrasi, savaş hakkında
tespitleriyle de kitaba damga vuruyor bu sert adam. Bu sert adam bazı
bölümlerde başkasının ağzından Komünizm düşmanlığını anlatıyor. Bu komünist
düşmanlıkta Amerika’ya karşı övgüler de ilk sırayı alıyor. Hep iyiyi düşleyen,
siyahlara karşı düşmanlık besleyen bir Amerika yaratıyorlar kendi kafalarında.
Bu düşünceleri bir yana bırakırsak; Bukowski,
Dünyayı kendisinin tabirince “ bok
çukuru “ olarak tanımlıyor. Kitabın çoğu bölümünde arkadaşlarıyla olan
muhabbetler anlatılıyor, bu muhabbetlerde sıkı mücadele ettiği beyzbol
anılarını ekliyor, sonrasında ara sıra
okuduğu yazarlara da yer veriyor. Bukowski’nin piçlikleri bu kitapta da
arkadaşının annesine yavşayan bir velet olarak beliriyor. Bukowski bütün bunları çarpıtmadan, kendi ne
yaşamışsa o şekilde aktarıyor, hiçbir süslü cümle yazma telaşına girmiyor.
Kendisini bazı yazarlardan ayıran özellik de bu oluyor.
Dünyaya dair pek çok
methiye düzüyor Ekmek Arası’nda Bukowski. Bunun yanında Bukowski, Fante, Henry Miller kitaplarının usta çevirmeni Avi Pardo sokak jargonunun hakkını veriyor, zaten kendisi bu açıdan bu
piyasanın en sıkı iş yapmasının yanında en underground olarak tabir edeceğimiz
bir isim. Diğer kitaplara göre bu kitapta daha iyi iş çıkardı demek haksızlık olur, lakin daha iyi işler çıkardığını pek çok kitapta gördük.
Lafı fazla eveleyip gevelemeden; Ekmek Arası’ndaki hayat basit bir hayat değil. Bukowski’nin Ailesinden, çocukluğuna, lise yıllarına ve pek çok şeye dair otobiyografik bir roman sunuyor okuyana. Ölümünden bu yana Bukowski her ne kadar prim yapılan, öldüğünden sonra popüler hale gelse de bu kitap kendisini anlamak için ideal bir kitap. Kısacası “ Ekmek Arası “ Chinaski’nin hayatına tanıklık etmeniz için acımasız, bir kayış darbesi kadar sert bir kitap. Chinaski’nin doğuşu tam olarak bu kitabın içeriğinde. O yüzden Chinaski’nin yediği kayış darbelerinin izlerine, nihilist yaşamına, siz de bu kitapla ortak olun!
Lafı fazla eveleyip gevelemeden; Ekmek Arası’ndaki hayat basit bir hayat değil. Bukowski’nin Ailesinden, çocukluğuna, lise yıllarına ve pek çok şeye dair otobiyografik bir roman sunuyor okuyana. Ölümünden bu yana Bukowski her ne kadar prim yapılan, öldüğünden sonra popüler hale gelse de bu kitap kendisini anlamak için ideal bir kitap. Kısacası “ Ekmek Arası “ Chinaski’nin hayatına tanıklık etmeniz için acımasız, bir kayış darbesi kadar sert bir kitap. Chinaski’nin doğuşu tam olarak bu kitabın içeriğinde. O yüzden Chinaski’nin yediği kayış darbelerinin izlerine, nihilist yaşamına, siz de bu kitapla ortak olun!
Cem Kurtuluş, Nisan 2016
0 yorum:
Yorum Gönder