Bazı filmler konusu itibariyle bir merak duygusu
oluşturur insanın içinde, yaşadığın topraklarda fazla izleyici kitlesine sahip
olmasa bile o filmi izlemek istersiniz, özellikle yaşadığın topraklara dair bir
konudan söz ediyorsa bu filmi izleme merakınız daha da artar. Sözünü edeceğimiz
film olan “ Ana Yurdu “
Senem Tüzen’in elinden çıkan, konusuyla yaşadığımız toprakları tanıtan,
bu topraklarda neyin nasıl olduğunu gösteren bir yapım olmakla birlikte Senem Tüzen’in ilk uzun filmi. Film; eşinden boşanmış bir kadın olan Nesrin’in (Esra Bezen Bilgin ) romanını bitirmesi için İstanbul’dan köyüne
dönen bir kadının hikayesini anlatıyor. Bu hikayede çoğu şey sahici,
günümüzdeki toplum değerlerinden yola çıkıyor. Muhafazakar toplum yapısı, din ritüelleri, köy dedikosu yapan kadınlar, nasihat veren anne'ler...
Filmde Nesrin’i romanını yazmak için kendi odasına,
kendi dünyasına çekilmiş bir karakter olarak, Nesrin’in annesi Halise’yi
de “
Anneyim ben her şeyi yaparım, benim sözümden dışarı çıkmayacaksın “ tavrında
ilerleyen bir karakter olarak gözlemliyoruz. Tam da toplumdaki anne’liği
özetliyor Halise bize. Bu karakterde
Nesrin sözü olan ama sözsüz kalan biri, öyle ki baskıcı zihniyete karşı. Annesi
, Nesrin’e sürekli nasihatler veriyor, Nesrin bu nasihatlerde bile o toplumun
dışında olduğunu gösteriyor seyirciye. Bunları bile aslında toplumun baskısıyla
yapıyor. Cami’ye gitme nasihatleri, kurban kesiminde kesilen
kurbana acıma gibi sahneler filmde güçlü sahneler arasında yerini alıyor.
Filmde anne/kız içi çatışmayı yönetmen güçlü bir şekilde aktarıyor izleyiciye. Anne/kız
arasındaki arkadaşlığa bağlanan mesele daha sonraları tekrardan anne’liğe geri
dönüyor. Çünkü anne “ benim dediğim
olacak “ tavrında ısrarcı oluyor. Hem kızınla arkadaş olmak istiyor,hem de
anneliğin ağır bastığını gösteriyor “
Ana Yurdu “
Filmde,
Kameraman ‘ın anne /kız arasındaki çatışma duygusunu boğucu bir hisle
anlatmasına da ayrı bir parantez açmamız gerekir. Anne ve kız arasındaki
sohbetler, ağlamalar, sarılmalar…Bunların her biri etkileyicilik namına iyi
işleniyor. Filmde genel anlamda karanlık hakim, ama bu film adına duyguyu abartarak
değil, olması gerektiği gibi işlemiş
oluyor.
Filmde
erkek oyuncu eksiktir, ama buna “
cinsiyet düşmanı bir yönetmen bu “ diye bakmak yanlış olur, çünkü meselenin
özü aslında toplumda kadına nasıl davranıldığı, bu toplumda Anadolu’nun bir köy
köşesinde işleniyor. Bu köy köşesi yönetmenin memleketi olan Niğde, ve filmde
mekan olarak pek fazla bir yer yok, ama bu da rahatsızlık vermiyor. Filmde samimiyetten bahsetmek gerekirse; bu
da köy arasında dedikodu yapan amatör oyunculuklarıyla doğal bir portre çizen
kadın oyuncular oluyor, muhabbetler öyle toplumun içinden geliyor ki ; bunun
için “ Oyuncularını, bastığın toprağı
tanıman lazım” diyor Senem Tüzen. Daha sonrasında da “
Kadın filmi diye bir şey yok “ diye ayrı parantez açıyor Senem Tüzen, çünkü
ayrımcılığa bu nokta da karşı oluyor kendisi, belki sadece kadın/ erkek olayına değil, filmin asıl
meselesine odaklanması gerektiğini düşünüyor.
Bunun
yanında anne rolüne yakışan Halise karakterini oynayan Nihal
B. Koldaş bu filmde annelik hakkında da “Anneler
kendi yaşayamadıkları şeyleri kızları yaşamaya kalkınca, o cesareti gösterince,
tuhaf, açıklanamaz bir kıskançlık mı diyeyim, korumacılık mı diyeyim, kendi
kıramadıkları kabuğu, kızları kırdığında erkeklerden daha önce onlar set
çekiyorlar. Bu filmdeki karakterlerde de var bu. “ diyor.
Filme
geri dönecek olursak; karanlık
atmosferde ilerleyen “ Ana Yurdu “ meselenin özünü iyi yakalıyor. Erkek oyuncu
olarak sadece Halil karakterini oynayan Semih
Aydın’ı, bir de Nesrin arabasını almaya giderken gördüğümüz ustayı
görüyoruz, bunun haricinde erkek oyuncu göremiyoruz pek. Filmin finaline doğru tek bir soru soruyoruz “
Nesrin neden bunu yaptı “ toplumun baskıcı zihniyetinden mi, yoksa kendi iç
dünyasında yapamadıklarından mı? o sahne hayvanları kaçırtıyor, doğayı ürkütüyor, Nesrin'in kapandığı dünyadan kaçma hissi veriyor izleyiciye. Nesrin'in yüzündeki korku ve endişe de bunun bir çabası oluyor.
Sonuç olarak; “ Ana Yurdu “ güçlü bir hikayesi olan, yıkıcı bir o kadar topluma bazı dertleri anlatmak için yola çıkan bir yapım ve bir anne ile kızın çatışmasını toplum gözünde etkileyici bir şekilde anlatıyor hepimize. Topraklarımızda yaşanan o muhafazakarlık yapısına da parmak basmayı unutmuyor. Etkileyici bir trajedi örneği sunuyor, bu trajedi de sahici insanlık hallerini, bu insanlık halleri üzerindeki toplum baskısını anlatıyor. Kısacası sinemamızda konu bazında eksik bir yeri Senem Tüzen bir nebze tamamlıyor, belki seyirci olarak fazla bir rakama ulaşma gibi bir şey söz konusu olamıyor ya da " kült " dediğimiz filmler kategorisine girmiyor ama sinema adına kaba bir tabirle Senem Tüzen “ icraat “ yaptığını hepimize gösteriyor.
Cem Kurtuluş, Mayıs 2016
0 yorum:
Yorum Gönder