// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

03 Kasım 2021

" Hepimiz Sadece Sevilmek İstiyoruz " On The Rocks (2020)


 










llişkilerin içindeki çatışmalarla başlayan güvensizlik sorunuyla bazı yollar iftiraya ve şüpheye doğru yol açar.Sofia Coppala’nın yönetmenliğini ve senaristliğini yaptığı  “On The Rocks “ mutlu bir evliliğe doğru yol açan, evlendikten sonra bir kadının şüpheye düştüğü yolda  çapkın olan babasıyla birlikte akıl çelmesini hikaye ediniyor. Aldatıldığından şüphelenen bir kadının hikayesine odaklanıyor “ On The Rocks “  Bu hikayeyi anlatırken merkeze baba figürünü yerleştiriyor. Bunu yaparken filmin başında söylediği “ kalbini bir çocuğa kaptırma “ cümlesindeki bir baba uyarısıyla başlıyor. Bu aynı zamanda bir babanın,kızına karşı hem sevgisi,hem kıskançlığı arasında önemli yer ediniyor.

Bu bölümden sonra film seyirciye kapılarını evlendikten sonra yatak odasında bir standup’çının sunduğu “ kimse evlendiğinizde bir daha sikişemeyeceğinizi söylemiyor. Sikişmeyi seviyorsanız evlenmek size göre değil “ cümlesiyle açıyor.  Filmin başlarından itibaren anne görevini üstlenen ve bir yazar olan Laura’nın çocukları için  koşturduğu, eşi Dean’ın kariyer planları için koşturtuğunu yüksek mevkilere gelebilmek için çırpınışlarına tanıklık ediyoruz.

Çapkın, genç kızlara düşkün olan babası Felix’in de hikayeye ortak olmasıyla; Laura’nın eşinin çalıştığı yerde bir makyaj çantasını bulmasıyla babasıyla bir maceraya atıldığına tanıklık ediyoruz. Babasının ağzından kadınlara dair pek çok söz duyuyoruz.  “ Kadınsız da yaşayamazsın, kadınlarla da yaşayamazsın “ cümlesi bunlardan sadece biri. Bir kadın düşmanı olarak da görülebilir Felix; ama tam olarak öyle değil. Baba –kız ilişkisinden ziyade; Laura’nın kocasına /eşine karşı yürüttüğü bir dedektif rolü üstleniyor Felix.

Filmin merkezindeki “ kahraman “ sıfatını takabileceğimiz kişi de bizzat kendisi oluyor. Filmin ikinci yarısında baba-kız ortaklığında bir maceraya tanıklık ediyoruz. Şehrin etrafını turlamalar, New York merkezindeki yapıları bu sayede görelim derken; bir şüphenin izini sürmeler ve bunun sonunda aslında bu konuda yanılmaları da kendilerine pay kalıyor. Kariyer peşinde koşan Dean’ın eşine vakit ayıramamasından şüpheye doğru giden yolda  eşinin “ benimle olmak dışında her yerdesin gibi geliyor “ cümlesi her ne kadar vurucu olsa da film adına duygu etkisi yaratacak “ melodram “ diyeceğimiz bir durum oluşmuyor. Filmin başından itibaren yazar olarak tanıdığımız Laura’nın yazarlığına dair durumu 64 sayfa yazmasından ibaret olarak anlıyoruz. Daha çok “ Laura “ karakteri yorgun modern anne cümlesini hak eden bir sıfatta karşımızda beliriyor.

Bir yandan annelik görevlerini tamamlamaya çalışırken ,pek çok konuda yorgun düşerken ev hayatının sıradan ayrıntılarıyla boğuşuyor Laura. Çapkın bir adam gözüken Felix’in geçmişinde eşiyle ayrılmasının nedenlerinden biri “ ilgisizlik “ olduğunu da öğrenmiş oluyoruz. Bu da aynı zamanda Felix’in ilgiye muhtaç biri anlamı taşıyor; film içinde her ne kadar kadınlara dair methiyeler düzse de bazı ilişkiler konusunda nokta atış yapmasını biliyor. Felix’in kızı ile aralarında geçen kadın /erkek ilişkilerine dair söylediği “ niye bir kadın kaçamak yaptığında birini bulduğunda harika görülüyor,ama erkek kaçamak yaparsa sekreterini götürüyor deniliyor “ cümlesi bu açıdan önem taşıyor. Bunun karşılığında kızının verdiği “ seni yeterince sevmeye çalışmak çok yorucu “ cümlesi bir açıdan bunun diğer anlamda karşılığı oluyor.

 Filmin kırıcı bir o kadar nokta atış cümlelerinden biri; eşinden şüphelendiğinden babasının fikriyle yola çıkan bir kadının eşine kullandığı “ ama benimle olmak dışında her yerdesin gibi geliyor “ sözü filmin atmosferindeki ilişkinin bir nevi özeti oluyor. Senaryoya geçecek olursak; Sofia Coppala tutarsız bir senaryo yazdığını gözlemliyoruz.Filmde Laura karakteri ise; Sofia Coppala’ya göre babasının sinema eleştirmeni olduğundan ötürü “ Laura “ adlı filmden ilham alınarak filmdeki karaktere yansımış. Senaryodan devam edecek olursak; bazen dram, bazen güldürmece içinde biraz da aksiyon vari bir atmosfere davet ediyor.

Baba/kız ilişkisinin dinamiklerinin hikayesini kendi yaşantısından yola çıktığını da söylüyor. Filmde; aldatılmaya yönelik bir hikaye geçse de aldatıldığına dair gerçek bir delil ortada gözükmüyor, bu eksende ilerliyor.  Baba ve kız arasında olan ilişkinin hikayesi daha çok öne çıkıyor, hikaye de kopuk anlatımlarla tasvir ediliyor. Hikaye anlatılırken izlenilen yolda tutarsızlık bariz kendini belli ediyor.  

Filmin finali bir mutlu sonla kapanıyor olsa da bu geçişlerin anlamsızlığı da hafızalara bir yandan ekleniyor. Oyunculuklara gelirsek; Felix karakterine can veren  “ Bill Murray “ filmin ağırlığını omuzlarında taşıyor, hatta bütün ağırlığın kendisine verildiğine şüphe yok. Bunun yanında  Laura’ya can veren Rashida Jones da oyunculuk konusunda rolü zor olmasına rağmen yorgun anne sendromunu, monotonlanmış ve tükenmiş insanların portresini sade şekilde yansıtıyor, bunda da Coppala’nın bir kadın yönetmen olarak katkısı fazladır.

Ortalarda çok gözükmese de  Dean karakterine can veren,  Rashida Jones’a partner olan Marlan Wayans’da başarılı şekilde oynuyor. Bunlarla birlikte filmde bir duygu eksikliği ibaret. Bu, filmi başarısız yapmıyor, ama bu açık kapatılsa daha izlenebilir noktaya taşıyabilirmiş.2003 yılından sonra Sofia Coppala yıllar sonra Bill Murray ile çalışıyor bu filmde.

Sonuç olarak; Sofia Coppala’nın hem yazıp hem yönettiği film olan “ On the Rocks “ bir buçuk saatlik süresiyle kadınlar,erkekler,ebeveynler hakkında monotonlamış ve tükenmiş insanlara dair  söz söyleyen bir film oluyor. Her ne kadar komedi/dram kategorisi olarak ele alınsa da hikaye derinleştirilip dram yönünden baskın bir film olabilirken bunun yanından geçemeyen derinliğini hissettiremeyen film oluyor.   

Bill Murray’in olgunluğu ve  karizması, Rashida Jones’ın sadeliğini görmek için denemeye değer!


Cem Kurtuluş,2020


0 yorum: