llişkilerin
içindeki çatışmalarla başlayan güvensizlik sorunuyla bazı yollar iftiraya ve
şüpheye doğru yol açar.Sofia
Coppala’nın yönetmenliğini ve senaristliğini
yaptığı “On
The Rocks “ mutlu bir evliliğe doğru yol açan,
evlendikten sonra bir kadının şüpheye düştüğü yolda çapkın olan
babasıyla birlikte akıl çelmesini hikaye ediniyor. Aldatıldığından şüphelenen
bir kadının hikayesine odaklanıyor “
On The Rocks “ Bu hikayeyi anlatırken merkeze baba
figürünü yerleştiriyor. Bunu yaparken filmin başında söylediği “ kalbini bir çocuğa kaptırma “ cümlesindeki
bir baba uyarısıyla başlıyor. Bu aynı zamanda bir babanın,kızına karşı hem
sevgisi,hem kıskançlığı arasında önemli yer ediniyor.
Bu
bölümden sonra film seyirciye kapılarını evlendikten sonra yatak odasında bir
standup’çının sunduğu “
kimse evlendiğinizde bir daha sikişemeyeceğinizi söylemiyor. Sikişmeyi
seviyorsanız evlenmek size göre değil “ cümlesiyle açıyor.
Filmin başlarından itibaren anne görevini üstlenen ve bir yazar olan
Laura’nın çocukları için koşturduğu, eşi Dean’ın kariyer planları
için koşturtuğunu yüksek mevkilere gelebilmek için çırpınışlarına tanıklık
ediyoruz.
Çapkın,
genç kızlara düşkün olan babası Felix’in de hikayeye ortak olmasıyla; Laura’nın
eşinin çalıştığı yerde bir makyaj çantasını bulmasıyla babasıyla bir maceraya
atıldığına tanıklık ediyoruz. Babasının ağzından kadınlara dair pek çok söz
duyuyoruz. “
Kadınsız da yaşayamazsın, kadınlarla da yaşayamazsın “ cümlesi
bunlardan sadece biri. Bir kadın düşmanı olarak da görülebilir Felix; ama tam olarak öyle değil. Baba
–kız ilişkisinden ziyade; Laura’nın kocasına /eşine karşı yürüttüğü bir
dedektif rolü üstleniyor Felix.
Filmin
merkezindeki “
kahraman “ sıfatını takabileceğimiz kişi de bizzat kendisi
oluyor. Filmin ikinci yarısında baba-kız ortaklığında bir maceraya
tanıklık ediyoruz. Şehrin etrafını turlamalar, New York merkezindeki yapıları
bu sayede görelim derken; bir şüphenin izini sürmeler ve bunun sonunda aslında
bu konuda yanılmaları da kendilerine pay kalıyor. Kariyer peşinde koşan Dean’ın
eşine vakit ayıramamasından şüpheye doğru giden yolda eşinin “ benimle olmak dışında her yerdesin
gibi geliyor “ cümlesi her ne kadar vurucu olsa da film adına
duygu etkisi yaratacak “ melodram “
diyeceğimiz bir durum oluşmuyor. Filmin başından itibaren yazar olarak
tanıdığımız Laura’nın yazarlığına dair durumu 64 sayfa yazmasından ibaret
olarak anlıyoruz. Daha çok “
Laura “ karakteri yorgun modern anne cümlesini hak eden
bir sıfatta karşımızda beliriyor.
Bir
yandan annelik görevlerini tamamlamaya çalışırken ,pek çok konuda yorgun
düşerken ev hayatının sıradan ayrıntılarıyla boğuşuyor Laura. Çapkın bir adam
gözüken Felix’in geçmişinde eşiyle ayrılmasının nedenlerinden biri “ ilgisizlik “ olduğunu
da öğrenmiş oluyoruz. Bu da aynı zamanda Felix’in ilgiye muhtaç biri anlamı
taşıyor; film içinde her ne kadar kadınlara dair methiyeler düzse de bazı
ilişkiler konusunda nokta atış yapmasını biliyor. Felix’in kızı ile aralarında
geçen kadın /erkek ilişkilerine dair söylediği “ niye bir kadın kaçamak yaptığında birini bulduğunda
harika görülüyor,ama erkek kaçamak yaparsa sekreterini götürüyor deniliyor “ cümlesi
bu açıdan önem taşıyor. Bunun karşılığında kızının verdiği “ seni yeterince sevmeye çalışmak çok
yorucu “ cümlesi bir açıdan bunun diğer anlamda karşılığı
oluyor.
Filmin
kırıcı bir o kadar nokta atış cümlelerinden biri; eşinden şüphelendiğinden
babasının fikriyle yola çıkan bir kadının eşine kullandığı “ ama benimle olmak dışında her
yerdesin gibi geliyor “ sözü filmin atmosferindeki ilişkinin
bir nevi özeti oluyor. Senaryoya geçecek olursak; Sofia Coppala tutarsız bir
senaryo yazdığını gözlemliyoruz.Filmde Laura karakteri ise; Sofia Coppala’ya
göre babasının sinema eleştirmeni olduğundan ötürü “ Laura “ adlı filmden ilham
alınarak filmdeki karaktere yansımış. Senaryodan devam edecek olursak; bazen
dram, bazen güldürmece içinde biraz da aksiyon vari bir atmosfere davet ediyor.
Baba/kız ilişkisinin dinamiklerinin hikayesini kendi yaşantısından yola çıktığını da söylüyor. Filmde; aldatılmaya yönelik bir hikaye geçse de aldatıldığına dair gerçek bir delil ortada gözükmüyor, bu eksende ilerliyor. Baba ve kız arasında olan ilişkinin hikayesi daha çok öne çıkıyor, hikaye de kopuk anlatımlarla tasvir ediliyor. Hikaye anlatılırken izlenilen yolda tutarsızlık bariz kendini belli ediyor.
Filmin finali bir mutlu sonla kapanıyor olsa da bu geçişlerin anlamsızlığı da hafızalara bir yandan ekleniyor. Oyunculuklara gelirsek; Felix karakterine can veren “ Bill Murray “ filmin ağırlığını omuzlarında taşıyor, hatta bütün ağırlığın kendisine verildiğine şüphe yok. Bunun yanında Laura’ya can veren Rashida Jones da oyunculuk konusunda rolü zor olmasına rağmen yorgun anne sendromunu, monotonlanmış ve tükenmiş insanların portresini sade şekilde yansıtıyor, bunda da Coppala’nın bir kadın yönetmen olarak katkısı fazladır.
Ortalarda
çok gözükmese de Dean karakterine
can veren, Rashida Jones’a partner olan Marlan Wayans’da
başarılı şekilde oynuyor. Bunlarla birlikte filmde bir duygu eksikliği ibaret.
Bu, filmi başarısız yapmıyor, ama bu açık kapatılsa daha izlenebilir noktaya
taşıyabilirmiş.2003 yılından sonra Sofia
Coppala yıllar sonra Bill Murray ile çalışıyor bu
filmde.
Sonuç
olarak; Sofia Coppala’nın hem yazıp hem yönettiği film olan “ On the Rocks “ bir
buçuk saatlik süresiyle kadınlar,erkekler,ebeveynler hakkında
monotonlamış ve tükenmiş insanlara dair söz söyleyen bir film oluyor. Her
ne kadar komedi/dram kategorisi olarak ele alınsa da hikaye derinleştirilip
dram yönünden baskın bir film olabilirken bunun yanından geçemeyen derinliğini
hissettiremeyen film oluyor.
Bill
Murray’in olgunluğu ve karizması, Rashida Jones’ın sadeliğini görmek için
denemeye değer!
Cem Kurtuluş,2020
0 yorum:
Yorum Gönder