“Hayata karşı çok varoluşçu bir tarzım var. Bence hayat sadece derileri döküp kendine yaklaşmaya çalışmaktan ibaret. Yaralardan veya başka şeylerden olabilir.” diyor bir röportajında Julia Ducournau. Keskin ve ağır bir cümle. Hikayeye dönecek olursak; “Titane“ başlangıçta baba ile kızının bir trafik kazası olayının gerçekleşmesiyle perdeyi açıyor, bu kazadan sonra kafasına titanyumdan yaşamak zorunda kalan Alexia’nın gençlik dönemine ışınlar bizi film. İlk başta kan sahneleriyle açılır ve bu görüntü ilk başta filmi izleyenlere hazmetmesi zor bir sahne olarak gözükebilir;ama bazen gerçek tam da böyledir.
Alexia’nın çocukken geçirdiği kazadan sonra çocukluğuyla alakalı ilk başta kaza’nın haricinde başka bir şey göremeyiz. Arabalar üstünde erotik dans gösterisi diğer adıyla striptiz gösterisi sunan Alexia’nın dansçılığına tanıklık ediyoruz başta, bu seksi hüviyetin altında ise neler yattığını film bize ilerledikçe gösterecektir. En azından filmin başlangıcından itibaren Alexia; arabaları izlemek isteyen gelen erkeklere erotik şov sunarak bir bakıma onları tahrik ettiğini gösteriyor; ama burada Alexia ile araba arasında bir ilişki olduğu da açık gözüküyor.
Erotik dans şovlarından sonra dansçıların duş aldıkları esnadaki çıplak görüntülere tanıklık ediyoruz,film aslında buradan niyetini belli etmiş oluyor;ama yine de en başta ana temayı anlamak için erken olduğunu söylüyor.Kendisini taciz etmeye çalışan bir erkeğin imza almak için yaklaştığı ilk başta reddetse de daha sonrasında bu tacize karşılık cevabı olumlu olsa da Alexia’nın saç tokasıyla yaptığı vahşilikte yatıyor.Daha sonra araba ile seks yaptığı sahneye tanıklık ederiz. Bu sahnede anlamsız bir şekilde Alexia’nın araba ile seks yaparken hamile olduğu gerçeği bize yansıtılır.
Bir genç kızla seviştikleri cüretkar sahne ile zevkten acıya döndükleri sekansta Alexia’nın acı vermekten zevk aldığını da gözlemliyoruz. Alexia’da görünen acıdan zevk almak mı bedeninden hariç bir durum mu bu? Arabanın içinde orgazm olması,bir kadınla sevişirken acı vari bir yol izlemesi ve sonrasında hamile olduğunu fark edecek olması... Araba ile seks yaptığı sahne ve lezbiyen ilişki sahnesindeki “hamile“ olma durumuna anlam verilemiyor,ama bu araba ile seks yaptığı sahnesinde bize yansıtılıyor.
Bir sorular tufanı doğuyor filmin ilk yarısında. Kendisini taciz eden erkek de bundan nasibini alıyor, duygusal olarak bağ kurduğu genç kız da bu canavarlıktan nasibi alıyor. Alexia’nın içindeki canavarın ne kadar gaddar olduğunu bu süreç bize göstermiş oluyor. Cinsiyetlerin öneminin olmadığı vurgulanıyor; kendisinin de herhangi bir yere ait olmadığı açıkça gösterilmiş oluyor. Bir gerilim hattı çiziliyor adeta. Hiçbir şekilde duygu göstermeyen Alexia’nın bize yansıttığı ise hem şiddet ve hem vahşet duygusu, en azından filmin ilk yarısında gördüğümüz durum bundan ibaret. Seri cinayetlerin ritmik müzik eşliğinde zevk alırcasına işlenmesiyle başlayan süreç polisin Alexia’yı aramasına doğru uzanıyor.
Acının doruklarına doğru bir hat çiziyor “ Titane“ filmin ilk yarısında. Trafik kazasıyla başlayan süreçten, erotik danslara; oradan araba ile orgazm durumlarına; lezbiyen bir ilişkide hunharca katledilme durumlarına kadar vahşetin dilini konuşturan portreler çiziliyor; ve bununla birlikte başkarakter Alexia’nın polis tarafından aranması sonucu burnunu kendi kendine kurması acıdan mı zevk alıyor,yoksa arandığı için mi böyle yola başvuruyor sorusunu sorduruyor.
Filmin ikinci
yarısında polis tarafından aranan Alexia’nın itfaiye şefi Vincent’ın oğlu Adrien’ın yerini alıyor
Alexia. Bir tür kimlik değişimi oluyor; alışma süreciyle başlıyor. Vincent’ın
şeflik yaptığı yerde işçilerine oğlunu “
o sadece kardeşiniz değil, aynı zamanda İsa “ cümlesiyle tanıtıyor. Vincent;
kaybettiği oğlunun yerine bir kadını baş merkeze koysa da , kadın üzerinden
çocuğuna öyle şefkatla bakıyor. Aradığı bir tür şefkat ve sevgi, ve yalnızlığın
derinliklerinde yüzdüğü gerçek. Bir kadını, erkek gibi yetiştirmek istiyor;ama
kadınlığından habersiz olarak yapmaya çalışıyor. Alexia’nın filmin ilk
yarısında silah aleti olarak kullandığı tokaya karşılık “erkek gibi dövüş“ cümlesi Vincent’ın, Alexia’ya dair durumu
özetliyor. Tam olarak bir erkek vari maçoluğu göstermese de Vincent, kaybettiği oğlundan bir şeyler arıyor gibi Alexia'da, en azından durumunu böyle hissettiriyor.
Bu süreçte ilk başından beri konuştuğuna çokça tanıklık
etmediğimiz Alexia/Adrien filmin
ikinci yarısında da soğukkanlılığı,donukluğu, az konuşkan yapısıyla ölü bir
karakteri izliyoruz. Yönetmen de “ ölü
bir karakter kurguladığını” söylüyor röportajında.Oğlu olduğuna inandırmaya
çalışıyor Vincent, kendisini izlediğimiz sürede mutsuzlukla ve ölümle yanyana
olduğuna tanıklık ediyoruz. Hiç konuşmamış Adrien’e söylediği “Kim benim oğlum olmadığını söyleyebilir ki
“ cümlesi ise kendini inandırma çabası. Filmin ilk yarısı ile ikinci
yarısını hikaye yönünden ayırmak gerekir,ki öldürme arzusuyla başlayan
cinayetler serisi ikinci yarısında “ sevgi “ kavramından yola çıkarak melankoli
bir hava yaratmasını biliyor.
Adrien’in, annesi olarak karşısına çıktığı kişi aslında
Adrien’in erkek değil,kadın olduğunu görüyor. “ Birine ihtiyacı var,sana ya da
bir başkasına “ cümlesi Vincent’a dair durumu özetliyor.“ kim olduğun umrumda değil,sen benim oğlumsun.” cümlesiyle de
kadınsı bedeninin görüldüğünde aslında bütün temel olayın sevgi olduğunu
belirtiyor burada film. Julia Ducournau
bu açıdan filme başka merkezden bakıyor.Baba-oğul arasındaki temayı hikayeye
öyle yediriyor ki film,bunun için ayrı bir film çekilebilir hissiyatı
yaratıyor. Filmin ilk ve ikinci yarısından ayrı iki film şaşırtmaz;ama ikinci
yarısında dram yüklenip Vincent’in hikayesinde dramın doruklarına doğru
tırmanıyoruz.
Oyunculuklara gelirsek... Alexia/Adrien karakterlerine can veren Agathe Rousselle ilk uzun
metrajlı filminde oynuyor. Bu filmde
oynamadan önce oynadığı kısa filmler var; bu filmde dövüş,boks dersleri almış.
Yönetmen, Agathe ile çalışmasını “Agathe'yi
seçtiğimde, mükemmel bir görünüme sahip olduğunu düşündüm. Ama oyunculuk yapamıyordu,
gerçekten...“ sözleriyle anlatıyor.
Prova yapmak içinse kendisiyle 1 sene çalışmış yönetmen. Söz tabiriyle Agathe Rousselle
soğukkanlılığı,donukluğu,sessiz hüviyeti, ve bunun yanında filmin ilk
yarısındaki dans kabiliyeti ve birçok açıdan filmin dehası ve kalbi olduğunu
kanıtlıyor.
Kendisine filmin ikinci yarısında eşlik eden Vincent karakterine can veren Vincent Lindon; yaşlı, soğukkanlı, yer
yer komik ama yalnızlık üzerinden ölülük adına rol gereği fazlasıyla iyi iş
çıkarıyor. Filmin geneline baktığımızda bu iki karakter üzerinden psikolojik
gerilim örneği sunuyor film.
Filmin görüntü yönetmeni Ruben İmens’e de ayrı parantez açmak gerekir. Renk tonları,ışık ve
birçok görüntü yönünden doyurucu bir iş çıkarıyor. Titane’de bazı detaylardan
gözden kaçmıyor. Mesela başkarakterin
seri katillik yapma nedeni neydi? Yaşadığı travmadan ötürü bir durum
muydu? Motorlu taşıtlarla yaptığı seks
neden ileri geliyordu? Çocukluğunda kaza sonrasında neler oluyor. Bunlar
cevapsız kalıyor.
Herkesin yakaladığı noktalar var; insanın içindeki
canavara yönelir bazıları, bazıları da yalnızlığındaki derinliklere. Kimlik,beden
ve bazı çıkarımlarında haricinde “
Titane” onca film arasında başarısız
bir film dedirtmeyen bir film olmayı başarmış. Oscar,ödül, vs konularına
takılmamanın haricinde, yönetmenin ilk çektiği film olan “ The Raw “ ve 90’ların
bilinen filmlerinden “Crash” ile
eleştirilerde kıyas noktasına gidilmiş. Bu kıyas özellikle 1996 yapımı “Crash” filmindeki anlatı dili
itibariyle bunu doğruluyor. Gerek araba ile seks, trafik kazası gibi konulardan
yola çıkarsak doğru olur,ama iki film arasındaki kalite yönünden kesinlikle
ayrılması gereken bir nokta.
Filmin hissiyatıyla yönetmenin dediği gibidir belki her
şey; “ derileri dökmek ve kendine yaklaşmaya çalışmak” bu ikisinin arasında
gidip gelmek belki de yönetmenin izlediği bir yol.
Sonuç olarak; “Titane
“ son zamanlarda abartı yönü yüksek olmasına rağmen yurt içi ve yurt dışı
medyasında oldukça öne çıkan, konuşulan ve abartılan,bunun haricinde
oyunculuklarıyla ve senaryo gereği dram yönü ağır basan “ sevgi “ kavramını öne
çıkaran anlatımıyla derinlikten giden psikolojik sınırları zorlayan, rahatsız
edici, sarsıcı bir yapım. Gasper Noe
sinemasına aşinaysanız siz de sevebilirsiniz; ama en baştan önyargılıysanız
daha baştan itibaren hiç de açmayabilirsiniz.
Altını Çizdiklerim;
“Her zaman da oğlum olacaksın. “
“ Hasta mısın
Hayır,yaşlıyım”
Siyah olmuş, arap olmuş fark etmez.”
“ben sizin için kimim? Tanrıyım
Yani o sadece kardeşiniz değil, aynı zamanda İsa”
“ demek İsa beyaz ve geymiş”
Aşağıya da inebilirsin?”
Cem Kurtuluş, 2022
0 yorum:
Yorum Gönder