// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

03 Nisan 2022

Ölümle Boğuşup Ve Ölememek Üzerine: A Man Called Ove/ Ove Adında Bir Adam (2015)


 










Sinemada konular aynı olsa da bazen o konuları etkili bir şekilde sunmak sanattan ziyade bize hakikatı gösteren bir yoldur. Sinemada bu hakikatta ustalıkta bir yol gösterici sayılabilir. Ölüm,intihar ekseninde pek çok film çekilmiş olabilir,daha da çekilecektir kuşkusuz; bunları sinemaya yedirmek basit bir “ölüm” kavramı üzerinden gitmeyerek bunu derinleştirerek etkili iş ortaya koyabilir. Konuya dönecek olursak; Fredrik Backman’ın aynı adlı romanından uyarlanan “A Man Called Ove” (Ove Adında Bir Adam) merkeze Ove adlı bir ihtiyarı yerleştiriyor.

 Filmin başlangıcında 59 yaşına dayanmış Ove’un eşini yeni kaybetmiş  mezarını gözümüze yerleştiriyor film. Aynı zamanda Ove’un bir markette alışveriş esnasında ne kadar huysuz olduğuna tanıklık ediyoruz, bu diğer anlamda dünyada yapayalnız kalan bir adamın portresi gibi gösterilir bize. Ove’un daha sonraları yöneticilik yaptığı sitede asabi ruh haline,huysuzluklarına filmin başlangıcı itibariyle tanıklık ederiz. Bu yolculukta arabasını yanlış park edenlere,kendi kurallarını koymak isteyen biri Ove, o asabiliğin ve huysuzluğun adı altında yumuşak biri olduğunu da aksettirir bize.

 İlk yarısından itibaren kendi halinde kendine bir meşgal arar durur;kediye karşı da el hareketi de bir o kadar hayattan bezdiğinin kanıtı niteliğinde olur. Ove’un ileriki bölümlerinde kendisini işe bırakmasıyla alakalı bir teklif aldığını görürüz; “ Daha 59’undasın hayata dair planların olabilir” sözüne karşılık ufak bir tebessümü aslında kendisinin ruh halini içinde yaşadığı acıdan habersiz birçok insana ufak bir tebessümdür. 43 yıl bir yerde çalıştıktan sonra Ove’a hediye edilen sadece bir bahçe küreğinden ibarettir, oysa bu bölümlerde o 43 yıl çalışmak,eşinin kaybedişi, aksi bir adam oluşunun bağlandığı yer hüznün sembolü oluyor.

 Hüzün,Ölüm,İntihar üçgeni Ove’un hayatına dair bir perde aralar. İntihar girişimine yaşadığı bu evrede Ove tıraşını olur, karşısında kaybettiği eşinin resmine bakıp gülümser daha sonra asılı olduğu ipe bakar, bu diğer bakıma her biriyle ilintilidir. Bu anlamda hayattan kopuk Ove’un her defasında eşine kavuşmayı arzulamasının verdiği bir durumdan ibarettir. Ove ne zaman intihar etmeye yaklaşssa bir kapı ziliyle karşılaşıp engellenir, bunun diğer anlamda adı “ ölmeme bir türlü izin vermiyorlar” ile karşıtlık oluşturabilir. Filmin daha ilk 10 dakikasında hüznün katmanlarına çıkarılır. Ölüm, hayattan kopmuşluk,intihar ile ilgili bir yolculuğa çıkarız Ove ile.

 Kendisine sorulan “ Her şey yolunda mı “ sorusuna “Neden herkes bunu soruyor, değilse ne olacak? “ diye cevap alırız Ove’dan filmin sonunu görmeden daha başlangıçta her şey karanlığı gösterir bize. Her defasında eşine olan aşkına karşılık mezarına gidip ince ruhlu bir adam Ove, bunun karşısında yaşamadığı hayattan da sorunlar anlatıyor. Kendisine olan aşkını “ sen yokken bu evde düzende yok” cümlesiyle anlıyoruz Ove’un, bazıları kendisine huysuz ihtiyar olarak görse de içinde yumuşaklığı yaşatan ruhunda yatan bir şeyleri gösteriyor Ove bize. İçi ölenlerin ruhu bir nevi Ove’un bize anlattığı. Tek başına meydan okuyor hayata. Daha sonra Ove’un ters biri olarak görecek olmamız komşularının kendisine yemek ikramıyla devam eder. Filmin başından itibaren apartman yöneticiliğinden uzaklaştırılan Ove’un orada yöneticilik yapmamasına rağmen insanları uyarmasıyla açığa çıkar.

 Ove’un eşinin ismini geçtiği kısımlarda bir anda öfkelenmesi,kendi acısına yenik düşmesiyle evin içine kapanması ve bir anda filmin flashback yaparak gençliğe dönüp o tatlı anıları göstermesi de filmin dokunaklı noktalarından birini oluşturuyor. Ove’un ipe asılı olduğu esnada flashback ile geçmişe dönülür. Anılarına geri dönerken Ove, annesini erken kaybedişinin ardından “ bu hayatta yaşadıklarımızı tekrar yaşayamayız “ sözüyle olanı anlatır.

Bir roman gibi anlatılır Ove’un hikayesi; Sonja ile tatlı anılarından annesini kaybetmesinin hüznüne, oradan tren rayı üzerinden geçecekken babasının kendisini kurtarmaya koşarak kendisine sarılmasına kadar... bu bölümden sonra Ove’un başarı ile geçtiği sınavı babasına sunmasından sonra babasını bir tren rayı altında kaybediyor olması da bütün hikayenin sonu gibi gösteriliyor. Ove’un geçmişini izleriz; annesini,babasını kaybeden bir çocuğun kendi yeraltını gömüp yeni bir ev yapma girişiminin de kravatlı bir takım para hırsı bürümüş tarafından harabeye dönüşüne tanıklık ederiz. Bu filmin kırılma noktalarından birini oluşturuyor.

İnsanın bir harabeye dönüşünde sanki bir savaştan çıktığında umudu kalmamışsa beşparasız şekilde bir trene bindiğinde aşk ona dokunabilir mi? Bu soruyu Ove’un harebeye dönüşü sırasında Sonja ile aşkının başladığı beş parasız kalışıyla tanıklık ediyoruz. Ove’un soğukkanlılığı, Bulgakov okuyan Sonja’nın bakışlarındaki dokunuş bunu derinden hissettiriyor. Aşka yelken açacakları bu durakta alt sınıf ve üst sınıf kısmından dokunuşlar da yapılır.

 Yalanlar söyleyerek kendini küçük düşürmek istemeyen bir adama tanıklık ediyoruz. Aşka dair açılamaması bundan geliyor, bazen aşkta birileri bu hareketi başlatmalı; Sonja’nın bu durumu anlamasıyla bu aşka tanıklık etmemizi sağlıyorlar. Flashback ile geçmişe dönüşlerin yoğun müzik atmosferiyle sağlanmasıyla duygu katman sayısı artıyor. Filmin ilk yarısında intihar,ölüm, tatlı anılar ve geçmişe dönüşlerle başlayıp, yeni komşularıyla başlayan ilişkileriyle devam eden süreçte Ove’un asabi,huysuzdan ziyade yumuşak bir yanına da tanıklık ediyoruz.

 İntiharı düşleyen gerçekleştirmek isteyen biri olduğu kadar bu intihar vari düşüncenin altında komik bir adam olduğu gerçeğini de görürüz.İntiharla boğuşan bir adamın ,diğer adam tren raylarına yatarken kendisini kurtarışı film adına önemli detaylardandır, ve bununla birlikte intihar eden birini kurtarmak yerine videoya alan çağa da film bu açıdan sözünü söylüyor.

 Ölümle boğuşan bir adamın kendine cümlesi ise “bir insanın kendini öldürmesi zannedildiği kadar kolay bir şey değilmiş “ oluyor. Filmin ilk yarısının sonuna doğru komşuluk ilişkileriyle birlikte ikinci yarısına doğru Ove’un komşusuyla hayatın içine doğru girdiğini görüyoruz. Filmin ilk yarısına göre duygusal yolculuk aza indirgeniyor; daha çok aile ilişkileri; eşi Sonja ile karşılaştırma içine giren insanlara tanıklık ediyoruz.  

Parvaneh ile gelişen komşuluk ilişkileri birbirine adeta bir dostluğu açıyordu; içine gömülen Ove’a katlanabilmek zor idi; bu bölümde kimseye anlatmadığı Sonja ile olan yolculukta kendisi için hiçbir zaman silinmeyecek yarayı anlatıyordu Ove,ama bu yara kendi aralarında açıkta kalacak aşklarını da “ ya yaşarız,ya ölürüz “ cümlesiyle özetleyeceklerdi. Birbirine inanmanın ötesine geçen bir aşkın tanımını yapıyordu Ove ve Sonja.

 Filmin final bölümünde filmin ilk yarısında Ove’un babasının kendine öğütlediği araba tutkusuyla bahsettiği “ işte hayat budur “ nakaratı filmin finaline doğru bizimle gelecektir. İntiharla boğuşan bir adamın intihar vari şekilde hayatına son veremese de kalbinin büyük olmasının tek cümlesi ancak “ er ya da geç bedel ödenir “ cümlesiyle gerçekleşecektir.

 Oyunculuklara gelecek olursak... Ove karakterinin yaşlı haline can veren Rolf  Lassgard; yalnız bir adam, intiharla boğulan ve aynı zamanda o intihar vari ruhun içinde yatan yumuşaklığı nasıl oynanacağını melankoli bir halde fazlasıyla gösteriyor. Dış sesiyle de anlattığı hikaye de sesi de hikayeye ayrı hüzün veriyor. Ove’un gençlik haline can veren Filip Berg; genç halindeki ustalığı, soğukkanlılığı, bir o kadar aşk dolu,hüzün dolu bakışlarıyla ders verici bir performansa imza atıyor. Bunun yanında Sonja karakterine can veren Ida Engvoll; Fransız filmlerini andıran aşık haliyle uyumlu bir çift olarak yerini alıyor.

Yan karakterlerden Parvaneh karakterine can veren “ Bahar Pars “ da filmin yıldızlarından biri olmayı başarıyor. Oyuncu seçiminde yan karakter özellikle filmin izlenebilirliğini arttıracak kıvamda iş çıkarıyorlar. Filmde es geçilmemesi gereken diğer bir detay; filmin içinde ağır müzik atmosferine imza atan, melankolik ve intihar gibi hüzün konusuna yedirilen müziğe imza atan Gaute Storaas oluyor.

 Sonuç olarak;Hanes Holm’un yazıp ve yönettiği bir film olan “A man Called Ove”  Fredrik Backman’ın aynı adlı romanından uyarlanan; filmin baş merkezine yerleştirilen Ove başkarakterinin huysuz,asabi,ihtiyar oluşundan ziyade kalbindeki hassaslığın merkezine; ölüm,intihar,hüzün temalarıyla sesleniyor. Tek başına halledememenin verdiği acıyı da dramın en derin etkisiyle işliyor film. Belki de hayatınızda Sonja gibi sonuna kadar aşık olabileceğiniz  bir eş, ölüme giderken Parvaneh gibi bir dostunuz olmalı.

 Ne de olsa filmin de dediği gibi “ er ya da geç bedel ödenir“

 Filmi İzlerken Altını Çizdiklerim;

 

“er ya da geç bedel ödenir”

 

“o zaman karanlıklara gömüldüm herkesi yok etmek istiyordum”

 

“kimse tek başına halledemez, sen de...”

 

“ bazen hisler, acıyla doğrudan ilişkili olabilir”

 “derler ki beyin ölürken daha hızlı çalışırmış”

 

Cem Kurtuluş,2018

0 yorum: