Sinemada
konular aynı olsa da bazen o konuları etkili bir şekilde sunmak sanattan ziyade
bize hakikatı gösteren bir yoldur. Sinemada bu hakikatta ustalıkta bir yol
gösterici sayılabilir. Ölüm,intihar ekseninde pek çok film çekilmiş
olabilir,daha da çekilecektir kuşkusuz; bunları sinemaya yedirmek basit bir
“ölüm” kavramı üzerinden gitmeyerek bunu derinleştirerek etkili iş ortaya
koyabilir. Konuya dönecek olursak; Fredrik Backman’ın aynı adlı romanından uyarlanan “A Man Called Ove” (Ove Adında Bir Adam) merkeze
Ove adlı bir ihtiyarı yerleştiriyor.
Filmin başlangıcında 59 yaşına dayanmış Ove’un eşini
yeni kaybetmiş mezarını gözümüze
yerleştiriyor film. Aynı zamanda Ove’un bir markette alışveriş esnasında ne
kadar huysuz olduğuna tanıklık ediyoruz, bu diğer anlamda dünyada yapayalnız
kalan bir adamın portresi gibi gösterilir bize. Ove’un daha sonraları
yöneticilik yaptığı sitede asabi ruh haline,huysuzluklarına filmin başlangıcı
itibariyle tanıklık ederiz. Bu yolculukta arabasını yanlış park edenlere,kendi
kurallarını koymak isteyen biri Ove, o asabiliğin ve huysuzluğun adı altında
yumuşak biri olduğunu da aksettirir bize.
İlk yarısından itibaren kendi halinde kendine bir
meşgal arar durur;kediye karşı da el hareketi de bir o kadar hayattan
bezdiğinin kanıtı niteliğinde olur. Ove’un ileriki bölümlerinde kendisini işe
bırakmasıyla alakalı bir teklif aldığını görürüz; “ Daha 59’undasın hayata dair planların olabilir” sözüne karşılık
ufak bir tebessümü aslında kendisinin ruh halini içinde yaşadığı acıdan habersiz
birçok insana ufak bir tebessümdür. 43 yıl bir yerde çalıştıktan sonra Ove’a
hediye edilen sadece bir bahçe küreğinden ibarettir, oysa bu bölümlerde o 43
yıl çalışmak,eşinin kaybedişi, aksi bir adam oluşunun bağlandığı yer hüznün
sembolü oluyor.
Hüzün,Ölüm,İntihar üçgeni Ove’un hayatına dair bir perde aralar. İntihar
girişimine yaşadığı bu evrede Ove tıraşını olur, karşısında kaybettiği eşinin
resmine bakıp gülümser daha sonra asılı olduğu ipe bakar, bu diğer bakıma her
biriyle ilintilidir. Bu anlamda hayattan kopuk Ove’un her defasında eşine
kavuşmayı arzulamasının verdiği bir durumdan ibarettir. Ove ne zaman intihar
etmeye yaklaşssa bir kapı ziliyle karşılaşıp engellenir, bunun diğer anlamda
adı “ ölmeme bir türlü izin vermiyorlar”
ile karşıtlık oluşturabilir. Filmin daha ilk 10 dakikasında hüznün katmanlarına
çıkarılır. Ölüm, hayattan kopmuşluk,intihar ile ilgili bir yolculuğa çıkarız
Ove ile.
Kendisine sorulan “ Her şey yolunda mı “ sorusuna “Neden herkes bunu soruyor, değilse ne
olacak? “ diye cevap alırız Ove’dan filmin sonunu görmeden daha başlangıçta
her şey karanlığı gösterir bize. Her defasında eşine olan aşkına karşılık
mezarına gidip ince ruhlu bir adam Ove, bunun karşısında yaşamadığı hayattan da
sorunlar anlatıyor. Kendisine olan aşkını “
sen yokken bu evde düzende yok” cümlesiyle anlıyoruz Ove’un, bazıları
kendisine huysuz ihtiyar olarak görse de içinde yumuşaklığı yaşatan ruhunda
yatan bir şeyleri gösteriyor Ove bize. İçi ölenlerin ruhu bir nevi Ove’un bize
anlattığı. Tek başına meydan okuyor hayata. Daha sonra Ove’un ters biri olarak
görecek olmamız komşularının kendisine yemek ikramıyla devam eder. Filmin
başından itibaren apartman yöneticiliğinden uzaklaştırılan Ove’un orada
yöneticilik yapmamasına rağmen insanları uyarmasıyla açığa çıkar.
Ove’un eşinin ismini geçtiği kısımlarda bir anda
öfkelenmesi,kendi acısına yenik düşmesiyle evin içine kapanması ve bir anda
filmin flashback yaparak gençliğe dönüp o tatlı anıları göstermesi de filmin
dokunaklı noktalarından birini oluşturuyor. Ove’un ipe asılı olduğu esnada
flashback ile geçmişe dönülür. Anılarına geri dönerken Ove, annesini erken
kaybedişinin ardından “ bu hayatta yaşadıklarımızı tekrar yaşayamayız “ sözüyle
olanı anlatır.
Bir roman gibi anlatılır
Ove’un hikayesi; Sonja ile tatlı anılarından annesini kaybetmesinin hüznüne,
oradan tren rayı üzerinden geçecekken babasının kendisini kurtarmaya koşarak
kendisine sarılmasına kadar... bu bölümden sonra Ove’un başarı ile geçtiği
sınavı babasına sunmasından sonra babasını bir tren rayı altında kaybediyor
olması da bütün hikayenin sonu gibi gösteriliyor. Ove’un geçmişini izleriz;
annesini,babasını kaybeden bir çocuğun kendi yeraltını gömüp yeni bir ev yapma
girişiminin de kravatlı bir takım para hırsı bürümüş tarafından harabeye
dönüşüne tanıklık ederiz. Bu filmin kırılma noktalarından birini oluşturuyor.
İnsanın bir harabeye dönüşünde sanki bir savaştan
çıktığında umudu kalmamışsa beşparasız şekilde bir trene bindiğinde aşk ona
dokunabilir mi? Bu soruyu Ove’un harebeye dönüşü sırasında Sonja ile aşkının
başladığı beş parasız kalışıyla tanıklık ediyoruz. Ove’un soğukkanlılığı,
Bulgakov okuyan Sonja’nın bakışlarındaki dokunuş bunu derinden hissettiriyor.
Aşka yelken açacakları bu durakta alt sınıf ve üst sınıf kısmından dokunuşlar
da yapılır.
Yalanlar söyleyerek kendini küçük düşürmek istemeyen
bir adama tanıklık ediyoruz. Aşka dair açılamaması bundan geliyor, bazen aşkta
birileri bu hareketi başlatmalı; Sonja’nın bu durumu anlamasıyla bu aşka
tanıklık etmemizi sağlıyorlar. Flashback ile geçmişe dönüşlerin yoğun müzik
atmosferiyle sağlanmasıyla duygu katman sayısı artıyor. Filmin ilk yarısında
intihar,ölüm, tatlı anılar ve geçmişe dönüşlerle başlayıp, yeni komşularıyla
başlayan ilişkileriyle devam eden süreçte Ove’un asabi,huysuzdan ziyade yumuşak
bir yanına da tanıklık ediyoruz.
İntiharı düşleyen gerçekleştirmek isteyen biri
olduğu kadar bu intihar vari düşüncenin altında komik bir adam olduğu gerçeğini
de görürüz.İntiharla boğuşan bir adamın ,diğer adam tren raylarına yatarken
kendisini kurtarışı film adına önemli detaylardandır, ve bununla birlikte
intihar eden birini kurtarmak yerine videoya alan çağa da film bu açıdan sözünü
söylüyor.
Ölümle boğuşan bir adamın kendine cümlesi ise “bir insanın kendini öldürmesi zannedildiği
kadar kolay bir şey değilmiş “ oluyor. Filmin ilk yarısının sonuna doğru
komşuluk ilişkileriyle birlikte ikinci yarısına doğru Ove’un komşusuyla hayatın
içine doğru girdiğini görüyoruz. Filmin ilk yarısına göre duygusal yolculuk aza
indirgeniyor; daha çok aile ilişkileri; eşi Sonja ile karşılaştırma içine giren insanlara tanıklık ediyoruz.
Parvaneh
ile gelişen komşuluk ilişkileri birbirine adeta bir dostluğu açıyordu; içine
gömülen Ove’a katlanabilmek zor idi; bu bölümde kimseye anlatmadığı Sonja ile
olan yolculukta kendisi için hiçbir zaman silinmeyecek yarayı anlatıyordu
Ove,ama bu yara kendi aralarında açıkta kalacak aşklarını da “ ya yaşarız,ya
ölürüz “ cümlesiyle özetleyeceklerdi. Birbirine inanmanın ötesine geçen bir
aşkın tanımını yapıyordu Ove ve Sonja.
Filmin final bölümünde filmin ilk yarısında Ove’un
babasının kendine öğütlediği araba tutkusuyla bahsettiği “ işte hayat budur “
nakaratı filmin finaline doğru bizimle gelecektir. İntiharla boğuşan bir adamın
intihar vari şekilde hayatına son veremese de kalbinin büyük olmasının tek
cümlesi ancak “ er ya da geç bedel ödenir “ cümlesiyle gerçekleşecektir.
Oyunculuklara gelecek olursak... Ove karakterinin yaşlı haline can veren Rolf Lassgard; yalnız bir
adam, intiharla boğulan ve aynı zamanda o intihar vari ruhun içinde yatan
yumuşaklığı nasıl oynanacağını melankoli bir halde fazlasıyla gösteriyor. Dış
sesiyle de anlattığı hikaye de sesi de hikayeye ayrı hüzün veriyor. Ove’un
gençlik haline can veren Filip Berg;
genç halindeki ustalığı, soğukkanlılığı, bir o kadar aşk dolu,hüzün dolu
bakışlarıyla ders verici bir performansa imza atıyor. Bunun yanında Sonja karakterine can veren Ida Engvoll; Fransız filmlerini andıran
aşık haliyle uyumlu bir çift olarak yerini alıyor.
Yan karakterlerden Parvaneh karakterine can veren “ Bahar Pars “ da filmin yıldızlarından
biri olmayı başarıyor. Oyuncu seçiminde yan karakter özellikle filmin
izlenebilirliğini arttıracak kıvamda iş çıkarıyorlar. Filmde es geçilmemesi
gereken diğer bir detay; filmin içinde ağır müzik atmosferine imza atan,
melankolik ve intihar gibi hüzün konusuna yedirilen müziğe imza atan Gaute Storaas oluyor.
Sonuç olarak;Hanes Holm’un yazıp ve yönettiği bir film
olan “A man Called Ove” Fredrik Backman’ın aynı adlı romanından
uyarlanan; filmin baş merkezine yerleştirilen Ove başkarakterinin
huysuz,asabi,ihtiyar oluşundan ziyade kalbindeki hassaslığın merkezine;
ölüm,intihar,hüzün temalarıyla sesleniyor. Tek başına halledememenin verdiği
acıyı da dramın en derin etkisiyle işliyor film. Belki de hayatınızda Sonja
gibi sonuna kadar aşık olabileceğiniz bir eş, ölüme giderken Parvaneh gibi bir dostunuz olmalı.
Ne de olsa filmin de dediği gibi “ er ya da geç bedel
ödenir“
Filmi İzlerken Altını Çizdiklerim;
“er ya da geç bedel ödenir”
“o zaman karanlıklara gömüldüm herkesi yok etmek
istiyordum”
“kimse tek başına halledemez, sen de...”
“ bazen hisler, acıyla doğrudan ilişkili olabilir”
“derler ki beyin ölürken daha hızlı çalışırmış”
Cem Kurtuluş,2018
0 yorum:
Yorum Gönder