// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

28 Ağustos 2022

Sıcak ve Doğal Bir Hikaye : Sarı Sıcak (2017)


 










“Sınıfsal hikayeler hep ‘tutan’ hikayeler değil. Ama sinema içinde bir ‘yeri’ olan hikayeler. Son dönem dünya sinemasına baktığınız zaman bu tür hikayelerden uzaklaşma da görüyorsunuz. Ama ne olursa olsun, hiçbir zaman geriye itilmeyecek, her zaman varlıklarını hissettirecek olan hikayeler. Özetle, insanoğlu oldukça, bu tür ‘sınıfsal’ hikayeler de olacaktır.”

 (Fikret Reyhan)

 Hikaye yaratmak başlı başına zor bir işe girişmek olsa da gerçek hikayelerden ilerleyip bunu sahici bir dille seyirciye ulaştırmak en mühim olanıdır. Hikaye/Öykü konusunda ise Edebiyatta örneği  Orhan Kemal, Yaşar Kemal ve edebiyatta nice isim de görmek  mümkündür. İsmi Yaşar Kemal kitabıyla aynı benzerlik gösteren ama hikayesini  Çukurova bölgesinin fakirliğinden ve o bölgenin bunaltıcı sıcağından alan “ Sarı Sıcak”  hayata tutunmaya çalışan bir gencin hikayesini merkeze yerleştiriyor. Bu hikayenin ilk başlangıcında İbrahim’i bir kaplumbağayı sanki kendi bölgesine girip kendi bölgesine girerken kaplumbağayı uzaklaştırırken görüyoruz, buradan sonra kafamızı İbrahim’in zor yaşamına sabitliyoruz.

 Zor yaşamının altındaki durumu patronuna karşı isyanında gözlemliyoruz. Daha sonraları İbrahim’in  küçük döküntü harabeye benzer odasında ezilen bir yaşamın anlatısının içine çekiliyoruz. Baş karakter İbrahim’in bakışlarından, ifadesinden hoşnutsuzluğunu görmek mümkün. Hayatını kolaylaştırmak istercesine biz yüz ifadesine tanıklık ediyoruz, bir yandan da daha başlangıçtan itibaren iyimser bir karakter izlenimi alıyoruz.

Kamera devamlı İbrahim’in peşinde oluyor, biz de İbrahim’in peşinden savrulup giderken içindeki hoşnutsuzluğa dair bir takım sıkıntılar alıyoruz. Kamera, İbrahim’e yakın çekim pozisyonu hazırlıyor, bazı sahnelerde ön tarafı FLU gösterip arka tarafta İbrahim’i merkeze yerleştiriyor.

Film daha sonra baba-oğul arasındaki geçen diyalogdaki annenin konuya nasıl müdahil olduğunu gösteriyor. Ailesiyle oturduğu yemek sofrasında İbrahim’in boynu bükük, sanki suçluymuş gibi yüzündeki görmek İbrahim’e dair pek çok ipucunu ele veriyor.  Baba –Oğul ilişkisinde İbrahim yaptığı işlerden hoşnutsuz ve içi öfkeyle dolu birini hatırlatıyor bize. Babası ise yıllarda yaşadıklarını yaparak doğduğu yerde bunu ölene kadar yapacağının sinyalini gösteriyor bize.

 Filmin ilk yarısında İbrahim’e dayalı bir hikaye geçse de, bunun yanında Babası Nejdet Ağa’nın da bu hikayede zorluklara rağmen direnişi, kabullenişi, bulundukları tarlada var gücüyle çalışan işçilerin yorgunluğu ve İbrahim’in bazı malları satmak için Sebze Haline götürmesiyle başlayan süreç bu hikayenin bir parçası oluyor.

 Bıkkınlık, mutsuzluk, hoşnutsuzluk üçgeninde yaşayan İbrahim, filmin ikinci yarısında TIR şoförlüğüne doğru isteği hikaye başka yere evriliyor. Ama bunu istese de baba mesleği olan sebzecilikten kurtulamamak  adeta bir illet haline dönüşüyor. Bir tür uzaklaşma, babası gibi olmama, bulunduğu yerdeki mutsuzluktan bir nevi mutsuzluktan uzaklaşma isteği gibi durumları hatırlatıyor bize İbrahim. Film boyunca da yan karakterlerden ziyade İbrahim’in iç dünyasındaki huzursuzluklarla hesaplaşıyoruz bir nevi. Başlangıçta İbrahim nasıl başlıyorsa, hikayesini de o noktada bitiriyor. Bu, kendisi için mutsuzluk, bıkkınlık derecesine olsa da insanın peşini bırakacak gibi olmuyor.

 Filmin hikayesi de tam olarak İbrahim’in üzerine kurulu oluyor, bu noktada yönetmen Fikret Reyhan,

 “Neden bu hikayeyi tek karakter üzerinden anlattınız “ sorusuna  “Arka planda çok fazla şey oluyor, sermaye el değiştiriyor, aile teknolojiye ayak uyduramıyor ve kötü duruma düşüyor. Bu arka planı göze sokmak yerine bunları küçük bir öykü üzerinden göstermeyi istedim. Hepimizin ufak ufak umutları ve hedefleri var, İbrahim’in de tek istediği bir tır şoförü olmak. Buna kaçmak, kurtulmak ya da kendini var etme güdüsü mü denilebilir ama bir şekilde oradaki dünyayı kabullenmemiş bir İbrahim’den bahsediyoruz. “ cümlesiyle cevap veriyor.

 Filmin genel atmosferi karanlık bir atmosferde geçiyor, İbrahim’in üzerinden anlatılan hikayede de o atmosferin içinde karanlık bir yalnızlık, bıkkınlık, ve mutsuzluğun portresi yayılıyor. Filmin görüntü yönetmeni Macar asıllı Marton Miklauzic hem Fikret Reyhan’ın ilk uzun metrajlı filmini yönetiyor, hem de filmin çekildiği şehir olan Mersin’e ilk defa geliyor.

 Oyunculuklara gelirsek.. İbrahim karakterine can veren  Aytaç Uşun; karakter oyunculuğu üzerine  ruhlu bir o kadar yalnızlığın derin yönünü göstermekle kalmayıp bütün duygu durumlarına yön veriyor. Kamera kendisinde sabit olmuş olup bakışlarıyla verdiği tepkilerle de  fazlasıyla iş çıkarıyor. İbrahim karakterine karar verilen Aytaç Usun ise 28 oyuncu denendikten sonra karar veriliyor. Bunun yanında Necip Ağa karakteriyle “Baba” rolünü canlandıran  Mehmet Özgür; Tepenin Ardı, Abluka gibi filmlerde oynamış,o filmlerdeki olgun karakterini yansıtan biri olmuş, bu filmde de aynı olgunlukta, aynı soğukkanlılıkla oynuyor.

 Fikret Reyhan’ın en çekindiği konulardan biri de Cast seçimi oluyor. Elindeki oyuncu kadrosu  iki-üç  profesyonel oyuncu dışında yerel halktan oluşuyor, yerel halktan oluşsa da başarılı bir uyum yakalanıyor. Bunun haricinde filmde müzik kullanılmaması da yönetmenin tercihi oluyor, yönetmenin bu konuda “ müziğin hikayenin önüne geçmesini istemedim” yorumu da bir noktaya kadar doğru bakış açısı.

 Kadın karakterlerin filmde konuşmaması adına ise aslında toplumsal gerçeklikten yola çıkıyor Fikret Reyhan. Kendisi de filmi oluştururken kadınların konuşmaması konusunda kendi ayrı fikir de olsa da “Annemin ve Amcamın da eşinin gerçekliği buydu maalesef” diyerek noktayı koyuyor.  Burdan yola çıkarsak; filmin hikayesinin yaratılması yönetmen Fikret Reyhan’ın yaşadığı yaşamdan, yaşantılardan oluşuyor. Bununla ilgili de “Çocukluğumla yüzleşiyorum” açıklamasını yapıyor.

 Yönetmenlerin ilk uzun metrajlı filmlerine gelecek olursak; her yönetmenin ilk filminde bazı eksiklikler, bazı yanlış noktaların olması kaçınılmazdır. Gerek anlatım dili, gerek karakterin yaratılması, gerek yan karakterle başlayıp da final sahnesine kadar uzanan bölümler…

Fikret Reyhan’ın ‘Sarı Sıcak’ filmi içinde eksiklerinizi hissetseniz de samimi, sıcak,saf bir o kadar kendi yaşantısından yola çıkan kendiyle ve toplumdaki ataerkil gerçeklikle yüzleşmenin bir portresi olarak çıkıyor karşımıza.

 Belki cümlesi biraz hafif kalır ama galiba her şey Fikret Reyhan’ın “ insanoğlu oldukça, bu tür’ sınıfsal hikayelerde olacaktır “ cümlesinde saklı. Bir bakıma sıcak, gerçekçi, saf bir yaşantıyı bir karakter üzerinden nasıl anlatılırın dersini veriyor ‘Sarı Sıcak’…

Not: Bu yazı 24.08.2022 tarihinde Dergio.com adresinde yayımlanmıştır

Cem Kurtuluş,2022

0 yorum: