Film endüstrisi türlü türlü entrikalar dönmüştür, bu
entrikaların ardından dönen hikayelerin haddi hesabı yoktur. Bu entrikalarla
birlikte dönem öncesi ve dönem sonrasını eleştiren pek çok film pazarlanmıştır.
Hollywood pazarı hakkında ise söylenebilenler bundan çok fazlasıdır. Gösterişli
hikayelerin, sadece yıldızlardan ibaret değil daha fazlasının gösterildiği bir
dünya “Hollywood” belki de filminiz sıkı bir içeriği sahip olmasa bile sadece
Holywood’un içinde olduğunuz için bir yere sahip olabilirsiniz.Sinemanın sessiz
döneminden hikayeye başlayan “Babylon“
filmin başlangıcından itibaren hikayeye 1926 yılında başlıyor.
Filmin daha ilk sahnesinde bir Fil’in merkeze
yerleştirilmesiyle gösterişli bir parti hazırlığına doğru bir sürece tanıklık
ediyoruz. Parti başladığında herkesin
kendini bir başkası sandığı bir dünya ile karşılaşıyoruz. Bu gösterişli renkli
dünyada dans eden çıplak insanlar, uyuşturucunun yüksek dozla alınması, caz
müzik… Bunlar her biri aslında gerçek Hollywood da yaşananlar ve parlak
yaşantılar. Bu hikayede yıldız olma hayaliyle bu partiye kalan Manny
ve Nellie karakterlerine tanıklık
ediyoruz. Mannie karakterine filmin başından itibaren odaklanıyoruz, bir nevi
yükü çeken isim kendisi olsa da daha sonraları partide uyuşturucunun dibine
vurup seks gösterileri de bundan nasibini alıyor.
Tek bir karaktere değil, bütünlüğe odaklanıyor “
Babylon,” bu sayede de o şatafatlı dünyanın içindeki dalavereyi anlamamıza
yardımcı oluyor. İzlerken kopukluklar, geçişler olsa bir şekilde o geçişlerdeki
kopukluğu da bir yandan kapatmak için çaba sarf ediyor.Manny Torres ve Nellie LaRoy
karakterleri ilk başta merkezde
görünen birer yıldız adayı olsa da bunlara bir koçluk görevi görecek,ya da
filme yayılacak perdede Jack Conrad
ismi ortaya çıkıyor. Bir nevi parlak yaşantıların resmini Jack Conrad ismi
üzerinden çizse de Babylon, tek karaktere odaklanmıyor.
Şatafatlı,gösterişli,görkemli, uyuşturucu ve seksin bir
arada yürüdüğü bu partinin ardından filmin ikinci bölümüyle birlikte film
setlerinde yaşanan hikayelere tanıklık ediyoruz. Bütün olumsuz unsurlar burada
gözüküyor;figüranlar,yeni keşfedilmesi gereken genç yıldızlar, film için
kullanılan malzemelerin pahalılığı ve bir çok şey… Sette kendini feda
eden,çırpınan hayatları Manny ve Nellie üzerinden gösteriyor bize Damien
Chazelle. Kendini kanıtladığı, iyi bir oyuncu olma yönünde giden Nellie’nin bir
galada listeye yazılmaması üzerine içeri alınmamasından sonra birine bahşiş verip kendisinden imza istemesi
ise Hollywood’un karakteristik özelliğini gösteriyor. Bir nevi “biri senden imza istemiyorsa ünlü
değilsin/oyuncu değilsin “ mottosuyla ilerliyor.
Film setlerinde
tekrarlanan çekimlerde yapılan aksaklıklar, “onay” vermeyen üst yetkililiklerle
birlikte hem yönetmen,hem sesçi, hem oyuncunun verdiği tepkilerle
karşılaşıyoruz bu bölümde. Nellie’nin katıldığı gösterişli galada sahte
görünümü altında yatan gerçeklerin sonunda gerçek yüzünü gösterişli insanlara bir
“ kusmuk” adı altında gerçekleşiyor.
Bu bir nevi Hollywood’un cambazlığındaki diğer bir nokta oluyor. Belki de Chazelle’nin göstermek istediği nokta da burası oluyor. Hollywood klişeleri adı altında daimi şık hayatların içinde yer alan şık görünümlü insanların alttan gelen yıldız adaylarını hor görme durumunun özetini gözlemliyoruz burada. John Conrad’ın son büyük günlerini yaşadığı filmin ikinci yarısında Conrad’ın yerden yere vurulduğu bir eleştiriye tanıklık ediyoruz, derginin yazarı Elinor ile geçen diyaloglarda güçlü bir alt metin yatıyor. Özellikle herkesin ve her şeyin geçip gideceği sinema sektöründe geriye kalan yapılanlar olacağının altını çiziyor Elinor St. John. Bu karakter aynı zamanda İngiliz romancı Elinor Glyn’e dayanıyor. Nellie Laroy- Mannie arasındaki ilişkinin boyutunda Nellie’nin şöhret basamaklarını tırmanırken kendisini çoğu zaman tanımaması, kumar bataklığına girdiğinde kendisine aşkını ilan eden adama tekrar dönmesiyle Chazelle burada “insana iyilik yapan kötülük bulur “ cümlesini düşündürüyor.
Nellie Laroy’un kaybolan
hayatın ardı arkasında kokainin etkisi mi savrulmazlığın mı etkisi tartışılsa
da Clara Bow’un hayatından ilham alıyor
Nellie LaRoy karakteri. Jack Conrad
karakteri de John Gilbert’ten izler
taşıyor. 1930’lardaki dönemde John Conrad’ı izleyen seyircinin bir sahnesine
gülen seyirci filmin final kısmında dönem olarak seyircilerin o sahneye
nostalji adı altında gülerken tepki vermediğini gözlemliyoruz.
Bütün bunları izlerken aslında filmin ilk yarısıyla,
filmin ikinci yarısındaki filmin sanki iki ayrı film gibi yansıtılması
kaçınılmaz oluyor. Ama bunların hepsini bir araya toplamak, böyle bir Hollywood
sahnesini bu kadar tempolu aktarabilmekse en zor olanı.Chazelle’yi eleştirirken
bunu merkeze alarak eleştiriyi yapmak daha sağlıklı olacaktır.
Oyunculuklara gelecek olursak… Başta Jack
Conrad karakterine can veren “ Brad
Pitt “ ismi pek çok kişi için ilk merak edilen kişi oldu,ama bunların
yanında asıl iki karaktere can veren başta Manny
karakterine can veren Diego Calva, Nellie LaRoy karakterine can veren
Margot Robbie inanılmaz bir
performans gösteriyor. Özellikle böyle tempolu,sürekli değişkenliğin hızlı
yürüdüğü renkli gösteride Margot Robbie’nin daha önde olduğunu söylemek yanlış
olmaz.
Yan karakterler konusunda ufak bir rolü olmasına rağmen
Hollywood işleyini anlatımıyla kendisine ufak rol biçilen magazin yazarı Elinor
St. John karakterine can veren Jean Smart olgun kişiliği,
ağırbaşlılığı ile bu karaktere fazlasıyla yakışıyor. Bunların haricinde bütün
oyuncuları tek bir yerde yorumlamak yerine; Chazelle’nin o partideki kalabalığı
bir arada toplayabilmesi, ve bu atmosferi caz müzikle birleştirmesi başlı
başına alkışlanması gereken bir hareket. Filmde az görünen diğer karakterlerden
biri olan “Fay Zhu” karakterine can
veren Li Jun Li de bakışıyla,görüntüsüyle bekleneni verenler arasında oluyor.Mafyatik
karakter James Mckay karakterine can
veren Tobey Maguire de bir o kadar
kısa oynamasına rağmen kötü karakterinin hakkını veren isimler arasında.
Filmin sinematografik yönüne gidersek; bolca renkli,
parlak, geçişlerin ve temponun sürekli sürdüğü,bunu yapmanın zor olduğunu Lin Sandgren ile birlikte
kolaylaştırılıyor. Lin Sandgren aynı zamanda Damien Chazelle’nin “ La La Land “ filminde de
sinematografi yönden emanet edilen isimdi. Bu filmde de Chazelle aynı isimle
çalışıyor.Filmin kurgu yönünde Tom Cross
bulunuyor, zira filmin kesme aşamaları hakkında çok defa fikir alışverişi
döndüğünü bazı röportajlarında dile getiriyor yönetmen. Bir filmin kesme
aşamaları bile başlı başına en önemli yerini oluşturuyor. Filmin caz müziğiyle
şaha kalkmasındaki bu görkem Justin Hurwitz’in ellerinden
çıkıyor. Chazelle’nin ekibinde o kadar
çok isim var ki böylesine make-up ekibine ayrı parantez açmak gerekir.
Sonuç olarak; sessiz sinemadan sesli sinemaya geçişteki
zorlukları inişli-çıkışlı caz müzik adı altında dramatik unsurları da bünyeye
ekleyerek ilerleyen karakterlerden çok, sonuca odaklanan bir film oluyor “Babylon” belki tek sıkıntısı 3 saate
yakın süresi oluyor. Hollywood gibi uzun bir pazarı düşününce bunu çekmeye
çalışmak da başlı başına risk olduğunu da gösteriyor Chazelle. 80 milyon gibi
bir bütçeden çıkan “ Babylon” bunu yaparken her sentini kullanıyor. Belki filmi
kısaltılıp daha kestirme yol izlenebilirdi dedirtiyor, ama “kötü bir film”
denilmeyi asla hak etmiyor!
Filmi
İzlerken Altını Çizdiklerim:
“sen yıldızdın. Karanlıkta
olan bizler sadece izleyip hayatta
kaldık.”
“Deprem bu şehri haritadan silebilir ve hiçbir şeyi
değiştirmez. Kalıcı olan fikirdir “
“depona benzin koyan adam neden sinemaya gider? Neden? Çünkü
orada daha az yalnız hisseder”
“bizse hala dönem filmi yapıyoruz”
Cem Kurtuluş,2023
0 yorum:
Yorum Gönder