// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

02 Ağustos 2023

7.Koğuştaki Mucize (2019)










Filmleri film yapan en büyük unsur; gerçeklerden iz süren hikayeler taşıması bunu güçlü bir senaryoyla birleştirmeleridir. Senaryolar; iyi oyuncularla etkili bir film ortaya çıkarırlar. Burada mevzubahis ne senaryonun iyi olması,ne de oyuncuların. Gerçeklikten kasıt ise;gerçek gibi hissederek etkileyici şekilde kurgulanması ve asıl mesele seyircide iz bırakan ve dokunaklı şekilde filme yansımasıdır. “Başlangıçta ismi “Yedi Numaralı Hücredeki Mucize” olan film, sonradan 24 Haziran’da alınan bir kararla “7. Koğuştaki Mucize” olarak ismi konuyor.”   Sadece bu değil, film aynı zamanda  bir Güney Kore filminden sinemamıza uyarlanıyor. “7. Koğuştaki Mucize”  sıkı yönetim yıllarında Ege kasabasında olan bir hikayeyi konu alıyor.

Film; Amerika’nın Irak bölgesini işgal edilen dönemde İngiltere hükümetinin Amerika’ya destek vermesi sesleriyle açılıyor ve daha sonrasında idam cezasının kaldırıldığını televizyon ekranında göstermesiyle başlıyor. Seyirciye bu ayrıntıları gösterdikten sonra asıl hikaye olan Ege kasabasına ışınlıyor seyirciyi.

Bu hikayede baş kahramanımız “Memo”  zihinsel engeli olan, aynı zamanda aklını kaybetmiş biri olarak değil karşımızda; daha çok hayvanlarla içli-dışlı, içi iyilik,insanlığa dair umudunu kaybetmemiş, çoğu yerde gülümseyen, derdini anlatamayan ,şeffaf bir karakter ile karşımıza çıkıyor. Kızının okulda başarı belgesi almasıyla; filmin başlarından itibaren okul öğrencileri babasıyla alay ettiği sahne ile film başlardan itibaren seyircide burukluk yaşatacağını gösteriyor.  

 Babası ile aynı akıl yaşına kız olduğunu çok geçmeden öğreniyoruz. Hikayenin ileriki kısımlarında bir komutanın kızına aldığı çantayı Memo’nun çok istemesine rağmen kızına almak istemesiyle başlayan süreç ile hikayenin dram yönü kendini belli etmiş oluyor. Filmin en buruk sahnesini  de kızının, babasının komutandan tokat yemesi sonrası babasına sarıldığı sahne seyirciye baştan itibaren hüznü yaşatmayı biliyor.

 Alay edilen Memo’nun, bulunduğu bölgede Komutan’ın kızının  kendisiyle alay edilmesi sonucu küçük kızın  ölümüyle sonuçlanan hikayede Memo hüküm yemek zorunda kalıyor. Bu hikayede  ve bölümde Memo karakteri seyirciye iyilik kapılarını sessiz şekilde açıyor. Yapmadığı suçtan hüküm giyen,derdini anlatamayan, herkesin gözünde “katil “ sıfatıyla yargılanan bir karakteri izliyoruz karşımızda. Aynı zamanda  yapmadığı bir suçtan askerlerce zorbalık yapılarak itirafı alınan zorla suçunu kabul ettiren sıkı yönetim yasasını anlatıyor bize film. Askerlerce dövülen,zorla itiraf edilen MEMO’ya karşı kızı Ova’nın askeri aracın önünde durması da güçlü bir baba-kız sevgisinin dramını yaşatıyor seyirciye.

 Filmin ilk yirmi dakikasında “ bu çocuk dediğin anarşistler memleketi yakıyordu az daha “ edilen cümle de sıkı yönetim yıllarına dair bir mesaj oluyor. Film, hikayesini daha sonra Memo’nun suçu olmadığı halde,ezilmek zorunda kaldığı hapishane günlerine çeviriyor. Bu hayatta Memo; masumiyetini de iyiliğe olan dünyasını da birilerini öğreteceğini film bize daha izlemeden söylüyor aslında.

Memo; dört duvarlı hapishaneye girdiğinde askerlerin sıkı yönetim yasalarınca uygulanan sert müdahalesine daha içeri girmeden uğruyor,daha sonrasında sorgu-sual söylenmeden herkes kendisine düşman kesiliyor. Ne sözü dinleniyor,ne cevabı bekleniyor. Hayatta bazı masumların cevapların beklenmediği gibi, Memo karakterinde de biz bunu görüyoruz.  Hikaye “ Memo” karakteri üzerinden ilerlese de hüküm giymiş suçluların yaşantılarına film ayrı parantez açıyor, özellikle hapishanede mahkumlardan birinin “ bırak dede efendiyi, allah baba bile burayı ıslah edemez “ sözüyle noktayı koyuyor.

Bu konular bir yana; filmde sıkı yönetimin her şeyi olan askere ayrı parantez açılıyor; hapishane müdürü her ne kadar yetkili olan tek kişi olsa da sözün dinlendiği tek merci sıkıyönetimce oraları idare edenler, dönemsel yönden de bunun altı çiziliyor. Hapishane ortamı bazen suçsuzlara bile daha kendisini tanımadan en ağır cezayı verir. Memo’nun düştüğü hapishanede bir Türkiye Mozaiği çiziliyor. Karadenizlisi,Egelisi, ve türlü türlü karakterlere yer var. Memo’nun suçunu öğrenen Askorozlu ile başlayan koğuştan herkesin Memo’ya sorgusuz/sualsiz saldırmaları da bir acımasızlık örneği oluyor.

Askerin koğuşları bastığı esnada mahkumlara da “Yarbay” rütbesini de yüzbaşı “Allah” olarak tanıtarak da her şeyden çok biz varız mesajı veriyor. Bu da eski 1980 dönemlerinde zorbalık yapan askerleri hatırlatıyor.

Suç işlemeyen zihinsel engeli olan,derdini anlatamayan iyilik dolu dünyasıyla Memo ve dört duvar arkasında babasına seslenen Ova adında küçük kızın destansı sevgilerine tanıklık ediyoruz. Film genelinde de “ Ova “ karakteri en az “ Memo “ karakteri kadar etkili oluyor. Sıkıyönetim bunda da etkili oluyor, hapishane müdürünün askerlere “ yazıklar olsun” serzenişi de döneme mesaj yolluyor. Filmde küçük kız “Ova” üzerinden ölen insanlara “melek oldu “ denmesi ayrı ince nokta, her ne kadar “ cennet-cehennem “ kavramı üzerinden ilerlese de bu, çoğu yerde bunun vurgusuna tanıklık ediyoruz.  

Filmde sadece tanıklık ettiğimiz bu olmuyor; içeri düştüğünde askerler tarafından “ katil” diye içeri atılan Memo’yu aşağılayan, deli sıfatıyla hor görenlerin Memo’nun masumiyetine dair bir perde aralaması ile film izleyene iyilik/kötülük kavramları arasında sorgulama içerisine girip “ her şeyden bu kadar emin olmayın” mesajı veriyor.

Sıkı yönetim dönemine dair hapishane duvarlarında yazılı “ Edeple gelen,saygıyla gider “ yazısı bir ders niteliğinde mi bilinmez; ama  en azından hapishanelerde ilk gelene böyle davranılmayacağı aşikardır düşüncesini akla getiriyor.Çünkü Memo gibi edeple gelen bazen saygı ile gitmiyor. Orada da suçu olmadan soru sorulmadan zorbalığa maruz kalan Memo’nun izinden gidiyoruz.

Filmin ikinci yarısında Memo’nun dünyasının ardındakiler ve Memo’nun iyiliğine inanan insanlar arasında seyreliyor. İyilik ve kötülük kavramları buralarda ayrılıyor. İşlememiş suçu çekmesin diye kendini feda edenler tarafından da film içimizi cız ettiriyor. Hapishanede bir aile havası yaratılması rakı sahnesi ile birlikte ve muhabbetin artmasıyla açığa çıkıyor. Bir kızı öldürmek üzere suçlanan Memo’nun aslında altın bir kalbe sahip olduğunu da Askorozlu ve arkadaşlarının davranışlarının değişmesinden anlamış oluyoruz.  Askorozlu’nun öldürülecekken hayatını kurtararak ve insan öldürmenin “günah” diye haykırıyor Memo.  

 Ova’nın babasına getiriliş sahnesi ile başlayan süreç hapishane mahkumlarınca bir sevgi ortamını gösteriyor yönetmen bize. Suçsuzluk,adaletsizlik,acımasızlık ve bir o kadar askeri zorbalıkların dayatıldığını suçsuz biri olmasına rağmen şahiti ortadan kaldırmak Yarbay Aydın’ın delilleri yok etmesiyle anlamış oluyoruz. Yarbay Aydın bize filmin başından itibaren üstten bakış açısıyla statü fark etmeksizin aşağılayan insan kesmini hatırlatıyor. Kendisinin karakteri bir yana, Üst rütbeli bir babanın kızının başka kızlara bakışı da aynı netlikte oluyor. . Filmdeki kötü karakter hüviyetine bürünenlerin iyiye dönüştüğünü “Memo” karakteri üzerinden anlamış bulunuyoruz.

 Senaryosu Kubilay Tat’a ait olan filmde; filmin merkezinde  neden asker yerleştiriliyor ya da askerler üzerinden bir mesaj mı verilmek istenmiş? Bu da filmin ayrı bir detayı oluyor. Devamlı askerin zorbalık unsurunu göstermesi senaryoyu itici göstermiş de olabiliyor. Askerler geçmişte bu tür vakalarda bulunmuş,bunun üstü kapatılmış dönemler olmuştur. Yine de farklı fikirlerle sadece askeri düzenekler yerine daha etkili formül üzerinden bir senaryo yaratılabilirdi.  Filmde daha çok engeli olan Memo tuzağa düşürülmüş konumda olurken, askerler de zorbalık yapan bir statüde oluyor.  

Suçu olmayan zihinsel engelli birinin suçu olmadığı halde askerler tarafından silahın namlusunun kendisine çevrilmesi de bir o kadar ağır bir sahne olarak yerini alıyor. Film;Muğla ve Beykoz’da çekimleri yapılıyor. Sinematografik açıdan doğayla iç içe,günbatımı ve renk olarak seçimi ve genel başarısı Torben Forsberg imzasıyla yerini alıyor. Bununla birlikte filmde 80'ler dönemine ait unsurlar da yerini alıyor. Mehmet Ada Öztekin'in 23 Nisan töreni ile başlayan pürpak giyinen ilkoğul öğrencileri, kaymakam,asker,komutan ve protokol ile devam eden mutlu bayram sabahlarını gösteriyor bize. 

 Bunun yanında kurgu koltuğunda oturan Ruşen Dağhan ismi ise dikkatlerden kaçmaması gereken bir isim. Parçaları birleştirmek konusunda ve müziğin atmosfere uyumu konusunda nitelikli bir iş çıkarıyor,ki  müziklere imzasına atan Hasan Özsüt oluyor. Filmde diğer bir detay ise filmin bir bölümünde “Gündoğdu MARŞI” na yer verilmesi,ki olayların ardını örtmesi için “karşıt görüş” referansından yola çıkıyorlar. Gündoğdu Marşı ile ortada sağ/sol kavgası yokken buna yer verilmesi absürd olmuş.

 Oyunculuklara geçecek olursak…  “Memo “ karakterine hayat veren  “ Aras Bulut Iynemli “  rolü sadece oynamakla kalmayıp çocuk ruhlu olmanın da hakkını verdiğini söylemek  gerek ki kendisi de bu rolün kolay olmadığını,ayrıca bu rol hakkında notlar aldığını da belirtmiş. Türkiye’de de böylesine hem çocuk ruhlu oynamayı hem delilikle örtüşen bir role bürünüp bunu böylesine inandırıcılıkla oynamak tabiri caizse her baba yiğidin harcı değil cümlesini akla getiriyor. 

Aras Bulut ne kadar film genelinde etkileyicilik namına iz bırakan isim olsa da, bir o kadar küçük kızı oynayan “ Ova“ karakterine hayat veren Nisa Sofiya Aksongur de bir o kadar etkili izlenim bırakmayı başarmış, bunun yanında   Vatanım Sensin dizisinden tanıdığımız ve tiyatrocu geçmişiyle bilinen  Celile Toyon başarılı bir şekilde oynuyor. Filmde bütün karakterlerin önemli bir özelliği tiyatrocu bir geçmişe sahip olmaları. Gerek İlker Aksum (Askorozlu)  gerek Mesut Akusta (Yusuf ), Gerek Sarp Akkaya (Müdür Nail )   gerek Yıldırım Şahinler de  bu isimlerden bazıları.

Bir filmin hikayesinin tek oyunculuğa sınırlandırılması çok kez defa tartışma konusu olabilir; ama bir filmde başrol kadar yan karakterler filmin hikayesini belirler. Bu hikayede “Hafız” karakteri verdiği cevaplarla ve duruşuyla başka yerde dururken, Yusuf karakterine can veren hiç konuşmasa bile sadece bakışıyla,sessizliğiyle bazı şeylerin anlaşılacağını bize Mesut Akusta öyle anlatıyor ki susmak tek çare kalıyor.

 Sonuç olarak;Güney Kore yapımı ”Miracle in Cell No. 7” adlı filmden uyarlanan senaristliğini Kubilay Tat,yönetmenliğini Mehmet Ada Öztekin'in yaptığı  “7.Koğuştaki Mucize “pek çok eleştirmenin “ salya sümük  ağlatmayı başardığı”  sözünü kanıtlamasının yanında   nitelikli oyuncu kadrosuyla,  buram buram burukluk ve hüzün adı altında Türk sinemasının son zamanlarda çıkardığı dokunaklı,hüzünlü, yer yer gülümseten ve insanın kalbine dokunan  kaliteli işlerden. Gişeye oynamasının yanında sadece gişeye oynayarak değil de insanın içini cız ettirmesiyle, hüzün ve burukluğu harmanlayarak bu topraklarda yaşanılanları etkili bir şekilde işlemesini  iyi bilirliğiyle zirveye oynadığını ispat ediyor.

 İzlerken Altını Çizdiklerim:

 

“ Bırak dede efendiyi, Allah baba bile burayı ıslah edemez “

 “Anamdaki Müslümanlığa hiçbir kitapta rastlamadım”

“ne var lan bunun içinde

Konyaklı hafız abi

Siktir lan münafık “

 

“ bu çocuk dediğin anarşistler memleketi yakıyordu az daha “

 “odaklanınca ne oluyor dört duvar kalkıyor mu?”

 “ ben ne içerde,ne dışarda yaşayamam

Güneş bana haramdır”


 “ilk taşı günahsız olanınız atsın”

 “kendi kızına kıydıysan başka çocukları kurtaracaksın”

 Cem Kurtuluş, Ocak 2020

0 yorum: