“Cesaret bir alışkanlık ya da doğal bir eğilim değil de bir tutku olduğu zaman ruhu mahiyetleri ne olursa olsun,yapmak istediği şeyleri icra etmeye kuvvetle yönelmek için yatkın kılan ateşlililik (enerji) ve hareketliliktir. Atılganlık da ruhu en tehlikeli şeyleri yapmaya yatkın kılan bir tür cesarettir” der Descartes, “Ruhun Tutkuları” kitabında. Diğer bir deyişle Tutkular, vazgeçebilen değil, ne kadar ileri gidebilmenle alakalı bir tespit de denebilir.
Konuya bu denli giriş yapma sebebimin kişisel tarihine katkıda bulunmak ancak böyle bir giriş yapılabilirdi. Bu Tutku yolunda öncellikle; heavy metal tarihine sayısız isme ilham kaynağı olmuş, yol göstermiş, ve yetiştirmiş ve halen yetiştirmekte olan Udo Dirknschneider’in bu tutku yolunda şansına münhasır biri diye nitelendirsek tam da isabet olur.
Şimdilerde 70’lerini geçmiş, ama enerjisiyle
adeta öfke ve enerji patlamasının tutku yönü UDO’yu anlatan kelimeler oldu hep
benim için. Kendi kişisel tarihimde; bundan tam 15 yıl önce; öğrenci ve işşiz
halimle kendisinin İzmir/Foça’ya duyar duymaz içimdeki tutku o zaman
kabarmıştı, o işşiz ve parasız halimle oralara doğru rotamızı bir tutku neticesinde
gerçekleştirmiştik, kimse yollara ucuz şeyler için düşmez.
Konunun aslına gelecek olursak; UDO Dirknschneider dün gece İstanbul’a teşrif etti 15 yıl sonra, en azından bizler için yeniden UDO denince heavy metalin altın adamı deyimi fazlasıyla gelecekti. Otobüsten indiğinde salona girişi ve o ağırlığı karizmasını gördüğümüzde heyecan sayımız artmaya başlamıştı. Konserin Cuma günü olması, çoğu kimsenin şehir dışından yollara düşmesi ve klasik konser önü kapı demlenmeceleriyle alkolün seviyesini arttırmak durumundaydık, ki biraz sonra olacak enerji patlamasına hazır olalım,ama bir detayı vurgulamak gerekir,ki konsere giriş yapılırken kuyruğun sonu gözükmeyecek vaziyette idi ve yaş ortalaması çoğunlukla 35-50 civarı kitle dediğimiz bir dinozor kitle oradaydı.
Kuyruk faslını bıraktıktan sonra; konser
tam da saatinde başlamıştı,sıradayken ilk şarkıya yetişsek de yanılmıyorsam UDO
girişi “ Fast as a Shark” ile başlatarak hızlı bir giriş yapmıştı, bu
sadece başlangıçtı. Peter Baltes’in karizmasının da kendisinin yıllarından bir
şeyler götürmemişçesine tabiri caizse yardırıyordu. 40 yıla dayanan bir heavy
metal önderi/komutanı artık nasıl adlandırırsanız adlandıran sahnede adeta bir
canavarın görüntüsünü yansıtıyordu.
“Midnight Mover” bundan 15 sene öncesinde de Foça sahnesinde oldukça enerji patlaması yaşadığımız ender anlardan biriydi, ve yeniden “Midnight Mover” çalındığında duygu seli akıyordu. Tempo,hız, hareketlilik artıyordu; heavy metal/speed metal tarihine yön vermiş 1983 yılının müthiş şahaseri “Restless And Wild” albümünün dinamiklerinden “ Flash Rockin’Man “ adeta yerimizde durmamışçasına enerji patlaması kaldığı yerden devam ediyordu. Klasikleşen,marşlaşan, artık UDO fanatiklerince adeta bir stadyum korosuna dönüştürülen “Metal Heart” çaldığında seyirci adeta kendinden geçmiş, “ Ooooo” nidalarıyla mekanı esir alıyordu adeta.
Herkes coşkulu şekilde en az UDO kadar kendinden geçiyordu ama
UDO’nun ilerleyen yaşına rağmen böylesine devleşmesi içinde bambaşka heavy
metal canavarı olduğunu bir kez daha ispatlıyordu bize. Daha sonrasında Peter Baltes
mikrofonu alıyordu, duygu selleri başka yöne akıyordu “Breaking Up Again” ile. Peter Baltes tarihte bir kez daha başka biri
olduğunu kanıtlıyordu ve UDO’nun yıllar boyu kendinden vazgeçmeyişi gibi bir
gerçeği de gözardı edemeyiz.
“Duvarlar yıkılsın,çatışmalar başlasın” minvalinde tarihin en popüler parçası, ve UDO fanatiklerince yeri göğü inletecek olan “Balls to the Wall” karşılıklı söyleniyordu. “London Leatherboys” ile tempo azalmıyor, daha da artıyor ve biz yerimizde zıplayıp terlerken UDO hiç sanki 70 yaşında olmamışçasına destan yazıyordu. Tarihin en sıkı yalnızlık anlatısı olarak sanatın nasıl icra edildiğinin bir portresi olan “Winter Dreams” i ilk defa canlı dinlemek ise paha biçilemez bir duygu biçimiydi, anlat deseler anlatılamayacak derecede hisli,dokunaklı ve ezici ve buna şahit olmak eski dinazorların hakkı olduğu kadar,biz orada bulunanların da hakkı.
“Love Child” ile birlikte sürekli
seyircinin karşılıklı yüksek sesle “Love Child” diye bağırması da
coşkuyu,tempoyu,azaltmıyordu. Kişisel tarihimde çok önemli yere sahip olan “Princess of the Dawn” da UDO ve ekip
bu müthiş gecenin hiç bitmemesini hissettirmekten ötesine geçiyordu. Böyle
durumlarda eylem konuşur,müzik konuşur, gerisini sessizliğe bırakırsın.
Kapanış ise “Burning” ile sonlanmış olsa da sanki
sonsuzluğun tarihini yazıyordu UDO sahnede. “ IF Beşiktaş Performance Hall
“ sahnesi ses kalitesi konusunda geceyi başarılı şekilde geçirmemizi sağladı.
Gecenin UDO ve ekibi kadar iyi geçme sebebiniz diğer bir yanı UDO ve Accept
tarihine uzak olmayan kitlenin alanda
bulunmasıydı,böylesi zamanlarda bu da tutkuyu hızlandırıyor.
Bazı zamanlar bir tarihe tanıklık etmek istersin ikinci
defa, ve tutkuların ne kadar büyük güç olduğu da bir kez daha kanıtlanır.
Yollara “UDO” için düşen dostlar,arkadaşlar olacaktır tutkuları güçlü oldukça.
Klasik bir tabir olacak; Aşk da ,dostluk da, arkadaşlık da
tutku varken mümkündür
Sözler uzatılabilir;ama ne kadar uzatılırsa belki de içi bu
büyük görkemli geceyi anlatamayacak
Bazı zamanlar kelimeler susar, gece konuşur!
Cem Kurtuluş, 2025