// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

20 Kasım 2024

16 Yıl Sonra Tarihe Tanıklık Etmek: TESTAMENT KONSERI KRİTİĞİ... (19.11.2024)


 








Umutsuzluğun doruklarında yürüyen herkes için tek kurtuluş yolu ya alkolle kendini unutmak ya da en agresif müzikle kaosun içine dalmaktır. Herkes için geçerli olmasa da bazıları için geçerlilik durumu bundan ibarettir. Yıl 2008’i gösterdiğinde ergenlikten yeni çıkmış halimiz thrash metal’i damarlarımızı enjekte ettiğimizle TESTAMENT izlemiştik, o konser mevzulu bir konser olması yanı sıra güvenliklerle mevzu çıkmış sonrasında barikatlar yıkılmıştı. Bundan 16 sene sonra yeniden TESTAMENT’ı görmek paha biçilemez olacaktı bizler için.

Konserin günü açıklandığında akıllarda tek soru konserin olacağı yere ulaşım sorunuydu,ki pek çok kişi bu durumdan ötürü konsere gitmekten vazgeçmek zorunda kaldı ve üstüne de hafta içi sebebinin ertesi günün de iş olması nedeniyle bu mevzu uzadı. Konser alanına ulaştığımızda kimi taksiyle bu sorunu çözdü,kimisi otobüsle. Bu konuyu çok uzatmamak adına;mekana geldiğimizde de konser saatine yakın bir zaman vardı. Klasik olarak metal müzik konserlerinde konserin zamanında  başlamama gibi durumları düşünüp konserdeki alanda ilk şarkıyı kaçırarak girmiş bulunduk.  “DNR” ile giriş yapmıştı TESTAMENT. 

 Bir önceki konserlere göre “Eerie Inhabitants” ile giriş yapan grup bu defa rotayı değiştirmişti.  Konserin ilk yarısında en rahatsız edici durum sosyal medyalarına story atmak için birbiriyle yarışan kitlenin salonda olması ayrı bir tiksindirici boyut oluşturuyordu. Bunu bir tarafa bırakırsak…  İlk yarıda grup farklı bir setlist ile çıktı.  The Gathering’den “3 Days In Darkness” ile başlayıp daha sonrasında  sırasıyla  “WWIII”  “Children of the Next Level” ile devam etti.

“Practice  What You Preach” te thrash metal seviyesinin doruklara çıkardığı ve delirmenin de akıp gitmeleri artmıştı. Grubun en eskilerden ziyade bütün albümlere yakın çalması da ayrı klaslıktı.  

Şöyle bir gerçek vardı; Chuck Billy 60 yaşını geçmesine rağmen halen “BAY AREA’nın en güçlü seslerinden biri benim” diye haykırıyordu adeta.  Bunun yanında hem davulcu Chris Dovas’ın performansı, hem de Alex Skolnick ve Eric Peterson’un hünerleriyle gayet klaslığa giden bir gece yaşatıyordu.

 Eskileri de grup sonlara saklamıştı. Bir yandan da “Souls of Black” çalınmasını beklemediğim halde sürpriz şekilde gelmesi de ayrı klas hareketti.  Son çıktıkları konserlerde “Souls of Black” e hiç yer vermemişlerdi. Kendi açımdan sevmediğim bir şarkı olan “True American Hate” çalınması da beklemediğim şarkılardandı, buna da bu konserde grup yer verdi.  

Bütün şarkıları değerlendirmektense aslında grup bütün ağır topları,dinamitleri sona saklamıştı. “Trial By Fire” diye sayıklarken bir anda kendimizi kaosun ve delirmenin eşiğinde bulduk. “Alone In The Dark” da da seyircinin müthiş katılımı vardı. Finali de delirtici, kudurtucu “ Into The Pıt” ile yaptılar.

 Her konserde olmazsa olmaz Testament tarihinin ağır toplarından “Over The Wall” çalınmaması da konser adına eksiklik olarak sayabiliriz. Bununla birlikte ses sistemi çok iyi derecede olmasa da dinlenmeyecek durumda da değildi bizim açımızdan. Konseri sahne önünden takip edenler için “rezalet” şeklinde yorumlar duyduk, ama orta bölümde izleyenler için bu kadar rahatsız edici bir şey yoktu.

 Konser açısından en büyük sorun ise konser alanına nasıl ulaşacağımız sorusuydu. Mevzu Testament ise gerisi bir şekilde çözülür manasıyla gidildi. Bir o kadar insan böylesine bir yerde konser vermesini anlayamadı ve böylesine bir yerin varlığından da ilk defa haberdar oldu. Buradan organizatörler duyarlar mı bilmem ama daha konumu rahat yerler varken böylesine yer insanlar için bir çileye sebep oluyor. Hem şehir dışından gelenler için, hem de aynı şehirde konsere gidenler için.

 Sonuç olarak; Alex Skolnick,Eric Peterson,Chuck Billy’li Testament kadrosunu 16 sene sonra gördüğümüz ve  tarihe tanıklık ettiğimiz bir gece yaşadık. “Belki de tekrarı olmayacak” dediğimiz gecenin kahramanı da benim açımdan 60’ları deviren, sahnede adeta canavara dönüşen CHUCK BILLY idi!

 

Cem Kurtuluş, 19.11.2024


21 Ekim 2024

Senleyiz Ölene Kadar: Deplase Samsun #AlemdeFener(20.10.2024)


 










En umudun ölü olduğu, kendinden yitik zamanlarda “deplasman” gidilmesi gereken yoldur. Böyle zamanlarda duman yükselir,alkol yükselir,insan kendinden geriye doğru sayar.

Bu mevzuyu kısa kesmek gerekirse;üzerinden deplase olmayalı epey süre geçmişti, bunda da yönetimin bilet politikaları işin içine girince sadece kendimiz değil,bizler gibi bu uygulamadan epey kişi nasibini almıştı Dumanlı hava sahası,diğer tabirle deplasman otobüsünün içi gece yola çıkılması için uygundu. Ufaktan bekleyişlerle birlikte nevaleler yüklenilip otobüs saati beklenilmeye başlandı. En kıyak deplasmanlar güneşin değil,karanlıkta çıkılan alkolün  dumanla karıştırıldığı deplasmandır diyerek “SAMSUN” için yola çıkılmıştı.

Alkolün miktarı arttıkça, besteler başka boyut değiştiriyor, sesin yükselmesiyle birlikte atmosferde herkesin bildiği üzere klasikliğini koruyordu.  Kısa yapılan karanlık esnasındaki çiş molaları birlikte sonra yerini hafif de olsa KÖFTECİ YUSUF’ta yol üstünde uğramamızla halini almıştı. Orda da mideyi doldurmuştuk böylece. Yol esnasında yağmurunda artmasıyla tribünsel bir ortam için her şey hazırdı. Şehir merkezi ile stat arasında 20 KM’e yakın bir mesafe söz konusuydu, pek de TEKEL BAYİ’ye denk gelememiştik,derken bir yerden tekeli yakalayıp ilerledik.

Emniyet noktası diğer deplasmanlara göre bizim gördüğümüz uygulamadan farklıydı. Bu kısmı kısa geçersek;erkenden içeri dalıp yerimizi almıştık. Ufaktan beste atıştırmaları ile maç saatini beklemeye koyulduk. Takımsal meseleleri bir kenara bırakırsak;ilk yarıdaki takımın da iyi olmasıyla tribünde buna refleksini vermiştik. Karşılıklı bestelerle birlikte tribün her zaman olduğu gibi deplasmanda tribün jargonuyla hakkını veriyordu. “Beraber yürüdük biz bu yollarda” diyerek sesi arttırıyorduk. Pazar günü olmasına karşın, onca yol tepenler enerjilerini tribüne vermekle yükümlüydü. Sonuç kısmından hariç bakmalı mı bilinmez,ama deplasman dönüşlerinde de sonuç pek çok kişi için hüsran olduğunu söylemeye gerek yok.

 Halsizlik,yorgunluk, ve sonra deplasman otobüsünde oluşan sessizlik ve bunun da üstüne deplasman dönüşünde otobüs tekerleğinin patlak vermesi sebebiyle yolun uzamasına sebep oldu. Deplasmanın olmazsa olmazı gidilen otobüsle çıkılan arızalardır. Bir Pazar gecesinde giderken kimileri iş telaşının peşine derken aksaklıklar peşimizi bırakmadı.

Bütün yorgunluklar,belirtiler,sonuçlarla birlikte “Bunca yol gitmeye değer mi” sorusu elbette fazlasını içeriyordu hepimiz için. O otobüse binildi mi herkes birbiriyle eşit, alkolünü ve yemeğini beraber paylaşır ve geriye çekilen CEFA kalır!

Bir bestede dediği gibi

“SENİN için FENER, senin için…”

 Cem Kurtuluş, 2024 Ekim

19 Ekim 2024

Tutkunun Gecesi: ACCEPT & Saints 'N' Sinners Konseri Kritiği (17.10.2024)


 






Her hüznün arkasında bir kaos vardır. Debelenerek gidilen hayatın altında kaosu aramak en kaçınılmaz durum olur. Mevzuyu burada kısa kesersem; ACCEPT için biraz daha eskilere gitmek yerinde olacaktır. Heavy Metal tarihinde pek çok az grup vardır ki kitlesiyle büyüleyen ve o kitlesiyle de marş vari sloganları bugünlere kadar gelen, çeşitli tanımlama getirebiliriz ACCEPT için, bunlar belki de boş cümleler serisi gibi de gözükebilir.

2010’da  Sonisphere’a gelmelerine rağmen maddi olaylar patlak verince o konserde bulunamamıştım, sonrasında grubun buraya gelme girişimleri olmuştu 2016’da, son olarak da o girişimin çabaları sonuç vermişti, 14 yıl sonra ACCEPT bu defa karşımızdaydı. Kritiği sıkmamak adına mevzuya direkt bodoslama girmek yerinde olacak olsa da öncesinde bir sonbahar akşamında kalabalık ve kendini bilen bir kitlenin varlığıyla daha içeri girmeden coşkulu ve tutkulu bir konserin bizi beklediği aşikardı. 

DJ’de Adil Akbay’ın bulunması da ayrı bir motivasyon kaynağıydı,ki Running Wild,Motörhead ve sıralanan giden bir setlist mevcuttu. Pek çok kritikte konserin akışına göre sıkı setlistler hazırlayan DJ’lerin hakkı yeniliyor,bu konuyu es geçmemek yerinde olacaktır.

ACCEPT öncesi  “Saints ‘N’ Sinners” sahnedeki yerini alsa da, grubun fanatiği olmasam da dışarıdan sesleri işitiyorduk, grup son albümü “Rise of the Alchemist” üzerinden gidiyordu. Accept öncesi bizi nasıl ses sistemini beklediğinden habersiz olsak da, grubun kendi sesçilerini getirmesi bizler için ekstra motive kaynağı olmuştu,ki üstüne mekanın ses sisteminin iyi olması da eklenince bunun meyvelerini “Saints ‘N’ Sinners da  görmüş bulunduk. İlk grupta içeride olunmadığı için,sadece sesleri işittiğimiz için, bir de birkaç videodan aşina olduğumuz için kitleye iyi performansla karşılık vermişti ‘Saints ‘N’ Sinners.

Konser alanına girdiğimizde oldukça sıkı bir kitlenin, özellikle 30 yaş üstü kitlenin alanda olması da konser adına artı bir durum olmuştu. Konsere bodoslama bir giriş yaparak, “Humanoid” albümünün demir başlarından sayılabilecek “The Reckoning” ve sonrasında devam eden “Humanoid” bizi karşılamıştı. Daha başlardan itibaren adrenalin yükselmiş, herkes de olduğu gibi bizde de tutkulu  ve coşkulu bir konserinin devam edeceği aşikardı. 

Grubun kimyası,isteği, seyirciye verdikleri pozitif enerji ile birlikte durmaksızın seyircinin de buna karşın verdiği karşılıklı etkileşim ile hız sınırı artıyordu. Grubun ses mühendisleri/sesçileri ile gelmesiyle birlikte sesin muazzamlığı karşısında seyirci de keyif almaya devam ediyordu. “Restless And Wild” ve “London Leatherboys “ile birlikte enerji böyle bir sonbahar akşamında iyice yükselmişti. ACCEPT tarihinin olmazsa olmaz şarkılarından biri olan “Midnight Mover” ile gaza iyice basılmıştı, geri dönüş yoktu. Seyirci de bundan nasibini coşkuya karşılık vererek arttırıyordu tempoyu.

Sığdırılacak bir çok şarkı varken ACCEPT tarihine bütün şarkıları sığdırmak zor olacak olsa da, Thrash Metal tarihine yön vermiş  “Fast as a Shark” da delirmişlik seviyesi daha da sert hale gelmişti.  

Klasikleşmiş bir metal müzik marşı ve çoğu kişi için ACCEPT tarihinde bir klasik olan “Metal Heart” ve bununla birlikte terör estiren “Teutonic Terror” ile birlikte adrenalin/tempo gittikçe artmaktan kendini alamıyordu. Grubun turne rehberinde aslında bu konserde daha fazla şarkı çalınıyordu, grup da  seyirciye bu pozitifliğini geçirmiş çaldıkça çalmak istiyor, o tutkulu halini seyirciye gösteriyordu. Böyle konserlerde en önemli durum seyirciyle birlikte yakaladığın sinerji ve bunun devamıdır. Mark Tornillo öncülüğünde, Wolf Hoffman’ı bütün ekiple o sinerjiyi yükseltmesiyle seyirci de gaza basmış durmuyordu.  Sadece o değil, davulcu Christopher Williams seyircinin coşkusunu katlayarak devam ettiriyordu. 

Grubun sinerjisiyle birlikte yorgunluk belirtisi seyirciye geçse de gruptaki enerji kaldığı yerden devam ediyordu. Tahmini süre olarak turnelerde çaldıklarından az çalmalarını beklerken bunun daha fazlasını çalmaları da seyircinin enerjisini arttırıyordu. ACCEPT tarihinde kültlükte zirvede olan “Balls to the Wall” çalındığında seyircideki istek seviyesi daha da yüksek yerlere tırmanmıştı,ki grup bunu o kadar iyi çalmıştı,ki artık şaşmanın ötesine geçmiştik. Enerji,Sinerji,Tempo,Coşku,Tutku… Her biri bu gecenin içinde vardı,ki grup finali “I’m Rebel” ile bitirmişti.

 Bu gecenin tarifini yapacak olsaydım; “Tutkunun Gecesi”  tanımını koyabilirdim. Organizasyonun tıkır tıkır işlediği, özellikle ACCEPT’in sesçilerini getirmesiyle ses sisteminin böylesine muazzam işlediği, grubun ve seyircinin bir bütün halinde olduğu konserlerde samimiyet daha yüksek sesle haykırılıyor.

 Denizin ortasında, Sonbahar’da Heavy Metal’i doruklara kadar hissettiğimiz bir gece yaşadık ACCEPT ile.

 Kelimelerin bittiği yerde ACCEPT yeniden diriltir

Çünkü Heavy Metal bunun için var! 

Fotoğraf:T24

 Cem Kurtuluş, 2024 (17.10.2024)@Küçükçiftlik Park 


12 Ekim 2024

Hikayesi İyi;Ama İyi Yazılamayan Filmler: Tam Bir Centilmen (2024)


 










Günümüzün internet platformları o kadar çoğaldı ki, film sayıları da çoğalmak durumunda kaldı. Ama kiminin de alıcısının çok olduğu sinema piyasasında tek aktöre yoğunlaşmış,onun üzerine filmleri inşa etme fikri de bayat bir film ve teması iyi olmasına rağmen kötü senaryolar izlememize sebebiyet veriyor.

Netflix’in yapımını üstlendiği “Tam Bir Centilmen” jigolo temasıyla haşır neşir ama bir o kadar bunun derinliğini yakalayamayan, aynı zamanda film hakkında da daha fazla konuşamayacağımız bir film hissiyatıyla hareket ediyor. “Jigolo” herkesin bileceği, bazılarının bilmeyeceği üzere Fransızca “gigolo” kelimesinden alınan “dansçı” anlamı taşıyan, aynı zamanda da para veya hizmet karşılığı bir kadının isteklerini her şekilde yerine getiren erkeği temsil ediyor.

Filmin merkezinde de orta yaştaki zengin kadınları istediklerini verme konusunda “Saygın” karakterini görüyoruz. Film, başlangıcını “Saygın” karakterinin gözünden “Mesele centilmenlik,para değil. Almazsan işler karışır” cümlesiyle açıyor.  Ama karakterinin isminin “Saygın” olması da bir o kadar ironik, çünkü belli ki paranın saygınlık getirdiği de iması da alt metin olarak hissettiriliyor.

Karakterimize dönecek olursak… Bu karakter; yakışıklı,konuşmasını bilen, duygusallığa uzak, tabiri caizse “Jigolo” vazifesini yerine getirmiş oluyor. Bunu da filmin başlarından itibaren bir kadına imalarda bulunan hayat arkadaşı olan  “Kado” karakterini Saygın’ın kadınlarla olan iletişiminin kurtardığının haberini alıyoruz.  Bu hikayede de filmin gidişatına göre de aşkın filmin içine yedirilmesi de kısa zaman içinde gerçekleşiyor.Bu hikayede Saygın-Serap-Kado-Nehir ekseninde dönmüş bulunuyoruz. Filmin ilk yarısında Serap’ın orta yaşlı kadınsı “Femme fatale” sı  görüntüsünü Saygın’ı elde etmeyi arzularken yakalıyoruz.

Her ne kadar Saygın-Serap arasında cinselliğe yönelik bir ilişki gözükse de, bir yandan da karşılığını alan Jigolo Saygın’ın işini yapmanın gereğini görüyoruz. Klasikleşmiş diyalogların bir türünü de Nehir-Saygın arasındaki “hayatımı kurtarmış olabilirsiniz” cümlesinde görmek mümkün. Filmin ilk yarısında erotizmin doruğunu Serap-Saygın arasında görüyoruz, BDSM materyallerini de bu sahnelerde görmüş oluyoruz. Serap-Saygın arasındaki yakınlaşmada küvet sahnesi filmin erotik boyutu olarak hafızalarda yerini alıyor.

Nehir ve Saygın arasında merdivende ayakkabı topuğunu kıran “hayatımı kurtarmış olabilirsiniz” cümlesiyle cereyan eden tanışma merasimini filmin ileriki kısımlarında aşka yakınlaştırsa da film, seyirci olarak bu aşka inanamıyoruz.  Aralarındaki bağ zayıf, aşktan uzak, sadece liseli gençler kıvamında yansıtılıyor. Nehir ile yaşadıkları ilişkide, aşırılığa kaçan olmasa da bir sevişme sahnesi yer alıyor; ama filmin “Jigolo” olarak yerleştirdiği alanda kadın karakterin iç çamaşırlarıyla gözükmesi bir o kadar absürtlük barındırıyor. Bu yönetmenin kararı mı, yoksa Nehir karakterine can veren Ebru Şahin’in mi burası tartışılır. Çünkü erotizmin çoğu bölümünde denk geldiğimiz filmde sevişme sahnesinin cesur olması gerekir,ki filmin en cesur ve en erotik,en ruhlu dokunan yeri Serap ve Saygın’ın duş sahnesinden ibaret oluyor. En azından yakınlıklarının hissettirdiği biraz olsun o geliyor. Tabii  aralarında 25 yaş bulunan çiftimizin sahnesini de göz önünde bulundurmak gerek, ama burada Serap karakterine can veren Şenay Gürler; olgun duruşu, fiziği ve yaşını almış olmasına rağmen kendi yaşındakilere  de güzelliğiyle  taş çıkartıyor.

Karakterlere geçersek… Çoğu karakterin gelişimi zayıf şekilde işlenmiş, derinlik duygusu aktarılamamış.  Saygın’ın filmin ilk yarısında yaşadığı çocukluk travmasında hikayenin ne olduğunu anlayamadan kolay bir geçiş yapılıyor. Bu da filme eksi bir puan yazıyor, aynı zamanda Serap karakterinin “kanser” olduğunu öğrenmemiz de bu hikayenin ne olduğuna dair fikir vermiyor. Film, bağlam ve akış yönünden zayıf, yüzeysel geçişlerle, derinlik katmadan, hikayenin ne olduğunu anlayamadan geçişler sağlıyor. 

Diyaloglarda ise hem makarna,hem çilekli pasta ne olduğunu anlayamadığımız bölümden birini oluşturuyor. Her ne kadar Türkan Şoray’ın oynadığı,kültleştiği  Vesikali Yarim filmine bir gönderme olsa da burda da tam olarak anlayamadığımız şeyler mümkün oluyor. Saygın’ın çocukluğunda izlediği “Vesikali Yarim” dönemini, sinemada izleyince tam 14 defa izlediğini bu bölümlerde öğrenmiş oluyoruz. Aynı zamanda Kadıköy Sinemasına ışınlamış oluyoruz kendimizi. Filmin ikinci yarısına doğru Nehir ile Saygın arasındaki durumlar daha da önemli hale geliyor. Bir Jigalo temalı filme göre Nehir ile Saygın’ın  seviştikleri sahnede daha cesur sahneler görmeliyken, aslında burada iç çamaşırıyla sevişen bir kadına tanıklık ediyoruz ve bununla birlikte   Kado ile aralarındaki diyalog film adına önemli olacakken,  üstünde durulmayarak sönük kalmış oluyor.

Bu hikayede filmin en dramatik yanını hayat arkadaşı Kado’yu kaybettiği anda başlıyor. Devamlı yoldaşlık görevi üstlenen Kado’yu toprağa gömmesi de bu bölümde başlıyor. İnsan tam da bu noktada eski söylediği,insanı incittiği sözlere dönüyor. En azından Saygın’ın üzerinden bunu okumak kaçınılmaz oluyor. Burada film bize bir hüzün basamağı aralar,çünkü beraber yaşadıkları evde bir Saygın, bir Kado, bir de devamlı yanlarında olduğu köpek vardır.  Ve filmin finali alakasız şekilde sonlanıyor, çünkü Bir Jigalo’nun hayatından yola çıkıp, sonra arkadaşını ölüme uğurlamasıyla ve sonundaki bir işletme açması bağdaştırılamıyor.

Filmin oyuncu kadrosuna dönecek olursak… yakışıklılığıyla bilinen ve çoğu dizide tek aktöre odaklanılan sinema sektöründe Saygın karakterine can veren Çağatay Ulusoy; senaryonun gazabına da uğramasıyla oyunculuğuyla sınıfta kalıyor, Üniversite öğrencisi Nehir’e can veren Ebru Şahin;inandırıcılıktan uzak bir rolün içerisinde yer alıyor. Bunların yanında basit senaryoya rağmen Serap karakterine can veren Şenay Gürler;güzelliği, oynadığı roldeki inandırıcılığı bir nebze olsa seyirciye aşılıyor, yanında Saygın karakterine hayat arkadaşı olan Kado’ya hayat veren Haki Biçici daha gerçekçi daha sade, daha oturaklı performansıyla dikkat çekiyor.

Filmin en büyük eksi yanı senaryosu oluyor. Deniz Madanoğlu tarafından yazılan senaryo; bağlam ve akış yanından zayıf, diyalogları ileri götüremeyen,hikayeyi seyirciye taşıyamıyor. Aynı zamanda Deniz Madanoğlu “Masumlar Apartmanı”    “Ömer”, “Bu Şehir Arkandan Gelecek” gibi dizilerle kendini tanıtmış biri,ama böylesine derin işlenilmesi gereken konuyu alakasız yerlere bağlamaktan çekinmemiş burada. Böylelikle karakterler zayıf yazılmışken, iyi oyunculuklardan da seyirci mahrum bırakılmış oluyor.

 Sonuç olarak; senaryosu Deniz Madanoğu tarafından yazılan, meslekte yardımcı yönetmen olarak Eyvah Eyvah 3 , Organize İşler: Sazan Sarmalı filmlerini üstlenen, Aykut Enişte filminde yönetmen olarak yer alan  Onur Bilgetay’ın üstlendiği  “Tam Bir Centilmen” teması itibariyle derinlemesine incelenmesi bir film olmalıyken, bunu çoğu zaman +18 unsurlarla beslemeye çalışırken konudan konuya atlayan, hikayenin ana fikrini tam olarak yansıtamayan, seyirciyi hikayeye ortak edemeyen bir yapım. 

Elinizdeki hikaye ve tema iyi olabilir, ama iyi yazılmadıktan sonra her şey havada kalıyor!

Cem Kurtuluş, 2024 Ekim

 


29 Eylül 2024

HAZARDOUS RÖPORTAJI (10.03.2024)


 







CEM: Selamlar. Direkt mevzuya odaklanmak istiyorum. “Hazardous” nasıl kuruldu, hikaye nasıl başladı?

Hamit: Hazardous 2019'un son çeyreğinde ben ve Mete (-ex bass/vokal) tarafından Ankara'da kuruldu. Başlarda daha çok 2-3 konser verir içer eğleniriz kafasıyla kurmuştuk ama 2020'de pandemi başlayınca eve kapanıp şarkı yazdıkça, daha ayakları yere basan bir grup haline dönüştü. Pandemi süreci, benim İstanbul'a taşınmam, üstüne askere gitmem gibi nedenlerden uzun süre in-aktif olan Hazardous 2022 sonunda davulcumuz Eray'ın hemen ardından da Deniz'in girmesiyle tekrardan aktifleşti. Daha sonradan farklı bir şehirde oturmanın getirdiği zorluklar nedeniyle Mete gruptan çıktıktan sonra Kuzey'in de kadroya dahil olmasıyla güncel halini aldı.

-Bazı röportajların kritik sorusudur grupların isim mevzusu. Ben de bu mevzudan gitmem gerekirse; “Hazardous” ismi nereden geliyor? Bana daha çok dinlemeden önce eski korku filmleriyle kafayı kırmış bir neslin kafa kırıkları diye kafamda bir şeyler oluşmuştu. Olay nedir?

Hamit: Keşke böyle güzel bir anlamı olsaydı ama isim "tek kelimeli kapılmamış isim kalmamıştır" diye iddaalaşıp rastgele bulduğumuz bir isim ama zamanla çok hoşumuza gitti ve bize cuk oturan bir isim olduğunu fark edip bu ismi aldı

-Sizi ilk defa  Deathground Organization tarafından düzenlenen yabancı grupların da katkı sağladığı Kadıköy Sahne’de izlemiştik. Mekanın ses aksaklığına rağmen, ruhunuzu öyle sahneye taşıdınız ki bizler için o gün yabancı gruplardan ziyade siz daha iyi iş çıkarmıştınız.  Ve eski kafa thrash metal ruhunu yansıtmanız da bizi size yakınlaştırdı. O günkü konser için gelen tepkiler nasıldı?

Hamit: Evet harika bir geceydi beklediğimden fazla insan ve hepsi de fazlaca coşkuluydu, tam grubu kurduğumda yaşamak istediğim şeyleri yaşattı o gece bana o yüzden ses sıkıntılarına rağmen çok umursamadım, çok eğlendim. Herhangi bir ürünü olmayan, daha ilk konserini verecek bir gruba güvenip böyle bir organizasyona bizi de dahil eden Deathground ekibine ne kadar teşekkür etsek az. Daha sonrasında dinleyenler de gayet güzel geri dönüşler aldık sound’a rağmen performansımıza gelen övgüler devam etme konusunda bizi daha da gazladı.

 -2023 Ekiminde “Higly  Contagious” gibi thrash metal ruhu yüksek bir iş çıkardınız. Old school ruhu temsil eden, 80’lerin thrash metal sahnesinden izler taşıyan bir işti. EP’ye gelen tepkiler nasıldı?

Hamit: Beklentilerimin altındaydı. Ama daha iyisini yapmak için motive etti o yüzden şimdilik memnunum.

Deniz: Umrumda değil, ben beğendim önemli olan da bu. Yine de bundan sonraki eleştirilerde insanların göt olmasını izlemek çok güzel olacak.

Konserlerden devam edecek olursam… İlk konserinizdeki ses sisteminin iyi olmaması nedeniyle iyi iş çıkarmıştınız, ve en önemlisi “TRAITOR” gecesinde öyle performans sergilediniz,ki mekanın bu kadar dolacağını tahmin etmeyen bir kitle vardı. Ama bizler için thrash metaldeki kaos duygusunun içimize işlediği müthiş bir geceydi. O gece  ve TRAITOR’un gelmesi ve organizasyondan bahseder misiniz?

Hamit: Öncesinde satılan biletlerle he tamam ağalarla aramızda konser veriyoruz kafasındaydık ama kapıda sold-out olduğunu duyunca baya bi heyecanlandığımızı hatırlıyorum haha hem de aynı gün Katatonia ve rezalet yağmura rağmen katılım beklediğimizden fazla olmuştu. Traitor yıllardır dinleyip sevdiğim bir grup teklif geldiğinde 1 saniye bile düşünmeyip evet dedik ve organizasyon ekibinin ilgisi sayesinde en iyi sahne tecrübelerimden biri oldu diyebilirim ve gelenlerin eğlenmiş bir şekilde ayrıldığını görmek beni memnun etti.

Deniz: İnanılmaz eğlenceli bir geceydi. Organizasyonda da başta Yuşa olmak üzere herkes elinden gelenin en iyisini yaptı, kendi adıma konuşursam gördüğüm en iyi organizasyonlardan birisiydi.

Kuzey: Traitor grup üyeleri çok tatlı insanlardı. Sahne öncesinde Deniz ve ben kuliste ısınırken Gerd geldi ve sohbet etmeye başladık. Organizasyondan ne kadar memnun olduğunu, Yuşa’nın kendileriyle çok ilgilendiğini ve daha önce festivaller dahil hiç bu kadar iyi karşılanmadıkları hakkında konuştu bizimle. Biz de Gerd ile aynı fikirdeyiz, organizasyondan çok memnunuz.

-Klasik bir soru olacak belki ama “Highly Contagious” i dinlediğimiz andan itibaren korku filmleriyle haşır neşir olduğunuzu gördük. Etkilendiğiniz korku filmleri, ilham aldığınız grup ve gruplar kimler oldu?

Hamit: Genelde 80'ler yapımı korku filmleri, Cronenberg ve Carperter yapımlarının hayranıyımdır ki iki yönetmenin de en sevdiğim filmiyle ilgili birer şarkımız var. Buna rağmen korku sinemasını Hazardous müziğindeki dozajını gelecekteki yapımlarda düşürmeyi düşünüyorum. tabii yer yer bahsedeceğiz ama biraz farklı şeylerden de bahsetmek istiyorum. Müzik teması konusunda Tankard, F.K.Ü.,  Municipal Waste, GWAR, Gama Bomb gibi eskilerin/yenilerin Crossover gruplarından, thrash harici Mortician, Exhumed, Aborted, Fulci gibi özellikle sample kullanımlarından bol bol etkilendiğimi söyleyebilirim.

Deniz: Kendi adıma korkudan ziyade içinde korku öğeleri barındıran RoboCop, Alien, Terminator, Judge Dredd ve Predator gibi karakterlerden ilham alıyorum. Aynı zamanda çizgi roman kültürü öğelerini oldukça barındıran Anthrax, Municipal Waste ve klasikleşmiş old school thrash metal grupları benim için ilham kaynağı.

- Türk metal sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Eray:  Scene olarak hızlıca gelişiyoruz, her genre’dan çok iyi grupları barındırıyoruz. Şimdi hepsini tek tek saysak zaten her röportajda herkesin dediği grupları saymış olacağız kısaca Kadıköy Ve Ankara denilince akla gelen ilk gruplar.

Hamit: Yerli gruplar yeterince desteklenmiyor kesinlikle. Eray'a katılıyorum.

Deniz: Çok özgün ve kaliteli bir underground scene’e sahibiz çoğu kişinin bildiğinin aksine fakat Thrash’te biraz eksik kaldığımızı düşünüyorum. Herkesi sahaya bekleriz.

Kuzey: Çok yetenekli sanatçıların olduğu bir sahne. Sadece müzisyenlerin değil aynı zamanda çok yetenekli fotoğrafçıların, tasarımcıların, ressamların ve illüstratörlerin olduğu bir sahne. Azınlık sayılabilecek bu kitlenin canlı kalabilmesi için herkes birbirine daha fazla destek olmalı/yardım etmeli. Hamit’e katılıyorum. Yerli gruplar kesinlikle daha çok desteklenmeli.

 -Biliyorsunuz ki thrash metal zor icra edilen bir tür, bana kalırsa bu işe başlayanların karakteristik özellikleri tutkulu olmalarından kaynaklı. Ülkede thrash metali icra eden grupları düşünürsek, bu belki de 5 parmağın sayısını geçmez. 20 senedir cover çalmaktan ileriye gidememiş olanları da hesaba katarsak sizin bu işe girişmeniz bana kalırsa büyük bir cesaret hikayesi. Bu işe girişmekle ilgili ne söylersiniz?

Eray: Cover yapıp bi şekilde belli bi kitle elde etmek daha kolay olduğu için insanlar kolaya kaçıyor. Orjinal materyal üretip kitle kazanmak çok daha zor. Cover konserlerine giden kitleyle de  pek işimiz olmuyor zaten. Onlar genelde ülkedeki beste gruplarını desteklemiyorlar. Cumartesi hep aynı şarkıların döndüğü 100 yıldır duymaktan bıktığımız şarkıların coverlarının yapıldığı mekanlarda takılmaya devam etsinler ve uzak dursunlar bizim sceneden.

Hamit: Kesinlikle sevmeyen birinin yapabileceği bir tür değil. Türkiye, sayı olarak çok fazla thrash grubunun olmaması yüzünden thrash dinleyen kitlenin olmaması, thrash dinleyenin olmaması nedeniyle thrash grubunun olmaması gibi saçma bir paradoksta sıkışıp kalmış durumda. Yapacak kişinin eğlenceden daha fazlasını düşünmemesi gerekiyor çünkü para ve ün bırakın bizim ülkeyi dünya çapında bile thrash metal ile kıçınızı yırtmadığınız yada ölen vokalinizin ekmeğini yemediğiniz sürece zor.

Deniz: Millet nazicilik oynamak yerine thrash metale şans verirse sadece thrashe olan ilgide değil, beraberinde bir sürü sorun ortadan kalkar.

--Thrash Metal  daha çok politik yönü ağır basan bir müzik olmuştur. Belki erken bir soru olacak ama, Hazardous bu konuda kendini nerede görüyor? Daha çok politik kıvamda mı yoksa “Exodus” gibi Bonded By Blood çizgisinde ya da başkalarının aksine korku filmleriyle haşır neşir olmaya devam mı edecek?

Eray :Biz 80lerin popüler kültür referanslarını ele alıyoruz. O dönem çıkmış korku filmleri ağırlıklı ama aynı zamanda Robocop/Terminator/Rambo gibi efsaneleşmiş karakterler hakkında da yazıyoruz. Bununla birlikte, çizgi roman efsanelerinden SPAWN gibi bi karaktere yazmış olduğumuz şarkımız var ve azda olsa video oyun göndermeleri yapıyoruz. İşin siyasi kısmına açıkcası hiç girmek istemiyoruz, zaten  gündelik hayatta  yeterince maruz kaldığımız bir şeyi kaçış yolumuz olan müziğe de yansıtmak pek bizlik değil.

Hamit: Politik konulara girmeyi istediğimi sanmıyorum, thrash te politika yeterince konuşuldu bence. Sağda solda görüp ilgi çekici olduğunu düşündüğüm küçük şeylerin karışımı olarak devam edecek diyebiliriz.

Belki klasik  bir soru olacak ama . Hazardous ekibi son zamanlarda neler dinledi,favori albümleri neler oldu?

Hamit: Thrash metal zaten günlük rutinimin bir parçası albüm çevirmesem bile 1-2 şarkı dinlerim hergün. Onun dışında şu aralar biraz death metal saflarındayım üzerinde çalıştığım yeni projem için bol bol ilham topluyorum. grindcore, deathcore, hiphop, endüstriyel aggrotech/EDM de sevdiğim türler arasında genelde bunlar arasında git gel şeklindeyim.

Deniz: Sanırım çıktığından beri Chemicide’ın Common Sense albümüne inanılmaz takığım. Mart başında çıkmış olan Midnight – Hellish Expectations da herkese kesinlikle önerimdir

-Benim sorularım bu kadar, son sözleri alalım?

Şimdiye kadar bizi destekleyen herkese teşekkürler. Gelecekteki konserlerde görüşmek üzere.

THRASH ULAN!

 Cem Kurtuluş, 2024 MART ( HAZARDOUS RÖPORTAJI )

23 Eylül 2024

Gaddarlık,Sahicilik, Öfke: AURA NOIR KONSERİ KRİTİĞİ (22.09.2024)



“Gaddarlık, Sahicilik, Öfke”

Bu üç kelimenin çağrışımı benim için dün gecenin anahtar kelimeleri olabilir, bunun hakkını veren grup ise “AURA NOIR” oldu. 2010’dan beri dinlediğim, ilk döneminden itibaren o gaddarlıktan nasibini almamız da dün gece gerçekleşti. Buralara girmeden önce daha öncesinde altyapısını “HELLSODOMY” ile gerçekleştirdik. Konser alanında kalabalık bir kitle beklemiyordum, olması gereken kitle olduğu yerde oldu. “STAY UNDERGROUND” diye bir şey varsa dün gece başta HELLSODOMY-AURA NOIR gecesinde gerçekleşti.

Klasik konser öncesi demlenme hikayeleri, birkaç muhabbet, ve maksimum alkolle birlikte öfke yayılacaktı. “HELLSODOMY” yeni albümden girdi mevzuya daha sonrasında ilk dönemler ve sonrası “Morbid Cult” dönemiyle nefreti yayma görevini fazlasıyla gösterdi. Pek çok defa aynı  mekanda konser izlenilmesine karşın bu defaki ses sistemine şapka çıkarttık. Gaddarlığı yürütme vaziyetini AURA NOIR eline aldı. Ortamda az kişinin bulunması sebebiyle daha hırçın bir hal bizi bekliyordu.

AURA NOIR, mevzuyu 90’lara giderek “Black Thrash Attack” ile başlattı, gaddarlığın yükselen alevleri arasında bir öfke tufanında kaybolmanın peşinde kaosun içinde yok oluyorduk.  Devamlı agresifliğin yayıldığı, temponun düşmediği, kitlenin de en azından grubu bilen boş bir kalabalıktan ibaret olmaması ve ses sisteminin harikuladeliği ve grubun da samimi,içten,sahici hiç bıkmamışçasına çalmasıyla klaslığa doğru gidiyorduk. 

“Black Metal Jaw”   ile delirgenlik seviyesinin hızının arttırıyorduk,” Funeral Thrash” ile thrash metal damarlarımız kabarıyordu. “Condor” Hells Fire  ve bununla birlikte Black Thrash Attack kelimesinin içinin tamamen doldurulduğu, gitarların saldırganlığı, öfkenin vücut bulmuş haline tanıklık ediyorduk.

Çokluğun bokluk getirdiğini söylemek her zaman kaçınılmaz olacaktır, grubun kendisini bilen içi boş kalabalık olmaması, ses sisteminin aksamaması grubun  öfkeyi yayma görevini üstlenmelerine de seyirci kayıtsız kalmıyordu.

Memleket sınırları içerisinde çok gaddar, çok asi, ego ve bencillikten kendini arındırmış “AURA NOIR” gibi gruplara defalarca ihtiyacımız olduğu da bir gerçektir.

 BLACK THRASH ATTACKKK!

Cem Kurtuluş, Eylül 2024

15 Ağustos 2024

Hak Verilmez, Alınır: Young Woman and the Sea (2024)


 









"Manş Denizi" tarihte önemli bir yere sahip, aynı zamanda "pek çok adamın hayatını kaybettiği çok hırçın bir deniz"olarak nitelendirilir. Kaynaklara göre Manş Denizi " Büyük Britanya'yı Fransa'dan ayırıp Atlas Okyanusu ile Kuzey Denizi'ni birleştiren denizdir. Uzunluğu 563 Km ,en geniş yeri ise 240 Km uzaklığındadır.Ortalama derinlik ise 63 km civarındadır.

Feminizm tarihinin önemli şahsiyetlerinden biri olan Amerikalı Olimpiyat Yüzücüsü Gertrude Ederle'nin yaşam öyküsünü konu alan "Young Woman and the Sea" erkek egemenliği altında kadınlara "siz başaramazsınız" sözünde yatan cümleyi nasıl inatla,azimle,ve kararlılıkla kadınların güçlülükle  ters köşe yapacağını gösteriyor. 

Filmde Gertrude Ederle, takma isimlerinden biri olan "Trudy" olarak karşımıza çıkıyor. Bütün bunları söyledikten sonra Yüzme Spor tarihinde de derin iz bırakıcı olay ise Manş Denizini yüzerek geçmeyi başaran ilk kadın yüzücü olması. İlk kadın yüzücü olma sebebiyle de  hem Amerikan Halkının sevgisine layık biri olurken hem de, döneminde "Dalgaların Kraliçesi" lakabıyla anılıyor.

 Kadınların bir tarafa itildiği dönemleri düşünürsek Ederle/Trudy yaşadığı  ağır kızamık hastalığının üstesinden nasıl geldiğini de büyük azimle göstermiş oluyor. Sadece yüzmenin erkeklere ait olduğunu ve kadınlara reva görülmediği bir ortamda ve bunu  söyleyenlere de cevabını vermiş oluyor. 

Filmin başlangıcında ciddiyetle kamera yakınlaşır  ve baş kadın karakterimiz Trudy,  Peggy Lee'nin "Ain't We Got Fun" "Her sabah, her akşam eğlenmiyor muyuz/Fazla paramız yok ama canım eğlenmiyor muyuz " sözlerine sahip  şarkısını mırıldanır.Bu şarkıda film adına  şöyle bir hata yapılıyor, bunun da altını çizmek gerekir. Bu şarkı kaynaklara göre 1920'e kadar seslendirilmemiş olup, 1921'e kadar yayınlanmıyor. Filmde ise 1920'den önce söylendiği gösteriliyor. 

Konumuza dönecek olursak; kameranın yakınlaştığı esnada  bizi dramatik hikayenin içine çekeceğini anlarız, orada bir yüzden fazlası vardır. Üstelik bu karakterimizin yüz hattından fazlasıyla anlaşılır. Filmin başlarında bir vapurda yangın çıkmasıyla yükselen  kara dumanlarla Ederle'nin ağır kızamık hastalığı geçirdiği  esnada Ederle'nin annesine sorduğu "neden" sorusuyla birlikte aldığı "Yüzemedikleri" için cevabı filmin temasına doğru bizi yolculuğa çıkarıyor .

Filmin başlarında ağır kızamık vakası geçiren Ederle'nin güçlü biri olduğunun portresi çizilirken, bir o kadar annesinin de bir kadın olarak diri ve güçlü karakterde olduğunun filmin ilk bölümünden itibaren hissederiz.

Faciada çoğunluğunun kadın olması kızlarını yüzmeye yönlendirmesi filmin bu bölümünden itibaren filmin karakteristik durumunu gösterir bizlere. 

Erkek/Kadın ayrımcılığı konusunu ailenin babasında görmüş oluruz. Babasından "Bir kız için uygunsuz bir şey. insanlar ne der" cevabını işitiriz. Erkek egemenliğinde katı bir ailede babanın "küçük kızlar hiçbir şeyin etrafında yüzmez" cümlesiyle  bir kez daha ayrımcılığın ve kadınlara bakış açısını bir kez daha görürüz.  Annelerinin kızlarına nasıl destek olduğunu çıplak gözle izleriz.

 Kadınlar Yüzme Birliğine kayıt olan Meg ve Trudy için zorlu süreç böylelikle başlamış olur. Kasap olan bir babanın kızları olan Meg ve Trudy için 2 dolar babasına fazla gelirken, annesi ise fedakarlık yaparak kızlarına olan desteğini gösterir bize. Aynı zamanda Kadınlar Birliğinden sorumlusu "Epstein" ( Eppy)  konuşurken  erkeklerin kadınlar hakkında  olan düşüncelerini "Kadınlar; koşmak ,yüzmek yarışmak için çok zayıfmış" cümlesi  ile anlatır. Bu da filmde kadınlara bakış açısını gösterir. 

Trudy bu bakış açılarını elinin tersiyle cevirererek bir zamanlar sadece erkeklerin yüzdüğü yerde artık kadınlar yüzmeye hak kazanmıştır. Kadınların alay edildiği, bir kenara itildiği yerde azim, hırs, kararlılık ile Trudy bu alaycı ifadeleri tersine çevirmiştir. Daha sonrasında Olimpiyat Komitesinden birinin Trudy'nin kasap dükkanına girmesiyle birlikte Olimpiyat birliğindeki cevabı "Onların yeri Kasap Dükkanı" cevabı kadınlara bakış açısını anlatır. 

"Dünyaya Amerika'nın kadınları yarıştırmaktan korkmadığını göstereceğiz" cevabı ise kadınlara olan fikirlerin terse döndüğünü bize katıldığı olimpiyatta başarısızlıkla dönen Trudy, başarısızlıkla dönme sebebi antrenman yaptırmayan bir antrenöre sahip olmasıydı. Yine de her şeyin farkında olan Trudy'nin azmi,hırsı ve cesareti görülmeye değer olduğunu görüyoruz.  

Trudy'nin bitmek bilmeyen hırsı ve azmi onu bir kez daha denemeye itiyor, bu defa film bize bir antrenörün bir kadının başarısızlığını gölgelemek için zehirlendiğini gösteriyordu.(Ama bazı kaynaklara göre zehirlenme gibi bir durum olmadığından,dönemindeki antrenörüyle aralarının iyi olmadığı söylenmektedir)

Çoğu medya unsuru da kadın düşmanlığı konusunda tabiri caizse elinden geleni ardına koymuyordu. Bütün engelleri nasıl güçlü şekilde yıktığını iyi gösteriyordu Trudy. Filmin en can alıcı bölümlerinden biri ise denizanalarına karşı filmin ikinci yarısı bir kadının azim, cesaret, kararlılık ve hırsından eksilmeyen enerjiyle nasıl da denizleri sadece yüzerek değil, adeta denizle olan kavgasında çarpıştığına tanıklık ettiriyor izleyeni. 

Bir yandan da erkek karakterlerden biri olan Henry Ederle karakteri filmde çoğu zaman kızına kasap mesleğini öğütlerken, kızının dünyada rekorlar kıran biri olmasından sonra "Benim kızım, sana yüzmeyi ben öğrettim." ifadesiyle de bir yandan afalattıyordu seyirciyi. Çünkü bir zamanlar sadece kasap olmasından başka bir şey olmak istemediği kızını, başarısı gelince başarısına sahip çıkıyordu. Böylelikle insanoğlunun her açıdan içyüzünü gösteriyordu  bize.  

Filmde "Trudy Ederle" karakterine can veren "Daisy Ridley" müthiş bir performans ve gösterdiği azim, hırs, cesaret dolu kavramları çıplak gözlerle izlettiriyor. Aynı zamanda Ridley, Olimpik yüzücüye dönüşen koç Siobhan-Marie O'Connor'dan yüzme eğitimi aldığını dipnot olarak ekleyelim. 

Partner olarak kardeşi "Meg" karakterine can veren "Tilda Cobham Hervey," anne Gertrude Ederle karakterine can veren Jeanette Hain, Kadınlar Birliğinde yüzme dersi veren koç "Eppy" Epstein karakterine can veren Sian Clifford kadınlar dayanışması adı altında güçlü kadın figürler olarak yerini alıyor.Ama bu isimler arasında bakışı, güçlü kadın yapısı, dayanıklılığı, hem anne olmanın verdiği apansız mücadeleyi bir an olsun bırakmayan Jeanette Hain daha önde oluyor. 

Bunların yanında çoğu erkek karakter kaba ve döneminin gerektirdiği koşulları fazlasıyla yansıtmasını biliyor. Baba Henry Ederle karakterine can veren "Kim Bodnia" kaba Alman karakterini sıkı şekilde rolüne yediriyor, bunun yanında "James Sullivan" karakterine can veren "Glenn Fleshler"  Jabez Wolffe karakterine can veren  Christopher Eccleston kaba karakter konusunda rollerini sıkı işliyorlar. Erkek karakterler arasında aynı zamanda eski yüzücü Bill Burgess karakterine can veren Stephen Graham erkek karakterler arasında kısa süre almasına rağmen müthiş  performans çıkartıyor.

Teknik yönden kusursuza yakın görüntülerden bizi mahrum bırakmayan görüntü yönetmeni Oscar Faura sinematografisi ile büyülüyor bizi. Bunun yanında müzikleri ile Amelia Warner ise atmosferde kalmamızı sağlıyor. 

Filmin asıl detaylarına gelecek olursak... Gerçeklikten uyarlanan filmin kaynağı Glenn Stout'un aynı adlı eserinden geliyor. Jeff Nathanson ise senaryoya katkı vererek biyografik hikayeyi tarihsellikten de beslenerek etkili hale getiriyor.  Bunun içinde bazı bilgiler hatalı olsa da tarihsel olarak, atmosferin etkileyiciliğinden bir şey kaybetmiyor. Casting seçiminde Fiona Weir'i ayrı kutlamak gerekir, ki çoğu oyuncu rolleriyle büyüleyici bir performansa imza atıyorlar. 

Böylesine gerçekçi bir hikayeyi iyi işlemek sinemaya değer katan bir unsur, bunu sinema alanında gördüğümüz de oluyor, göremediğimiz de. O yüzden Gertrude Ederle'nin öyküsü  kısıtlamalara , engellere ve zorluklara karşı bütün tabuları nasıl yikacağını gösteriyor. 

Filmin ilk bölümünde "İnsanlar kahraman olmamızı istemiyorlar. Hiçbir şey olmamızı istemiyorlar" cümlesine karşılık; azim, cesaret, hırs , kararlılıkla bunların yenileceğini ve feminist hareket açısından da  önemli mesajlar veriyor. 

Sonuç olarak; Yönetmenliğini Joachim Ronning'in üstlendiği ,Glenn Stout'un aynı eserinden uyarlanan, senaryosunu Jeff Nathanson'un ele aldığı  "Young Woman and the Sea" müthiş işleyen öyküsü, gerçekçiliği, kadınların her alanda söz sahibi olacağını haykirmakla kalmayıp, " Bu iş cesaret işidir "diye haykırıp, Denizin sadece erkek işi olarak görenlere karşı cevabını fazlasıyla veriyor. 

Çünkü Hak verilmez, alınır! 

Cem Kurtuluş, 2024

 


31 Temmuz 2024

"adi marmara" (24.05.2024)

 
-o böyle oldu/şu böyle oldu ilanlarıyla kendini kapattığın oda sana düşman olalı sahi ne kadar oldu?
meridyenin kendi fay hattını ruhsal bir ikilemde kırdın en kimsesiz zamanlarda
bir Marmara idi,ki adını “ kan” koydular
gerisini “irin” ile karıştırıp tarihin boş yerine salladılar
 
sessizliğin hüküm sürdüğü şarap lekeli yalnızlığın ve sancının arttığı odada
boşluk en tehlikeli silahın oldu
kimselere hükmetmedin, şarabın hakikatını  Marmara’nın adını şarapla yazarken anladın
bu ucuz bir şehir değil,fiyakalıydı
bunu da anlamadılar
 
“doldur,boşalt” yapılan bir çağdan
“cebindekinin hepsini çıkar” denilen bir yere geçişin faturası hep ağırdı
aksak halde çıkılan yokuşlarla ödetilen acının sızısı kendi halince yıllarını akıttı boş bir odada
bunların hepsini bildin, 1.80 yatağa serildin
rüyasızlıkların faturasını rüya görenlere sorarak ya da sormayarak büyük suç işledin
 
artık ne rüzgar hatırlar seni,ne rüya
ödenemeyen gsm hatları yalnızlığa neden bu kadar düşman oldu
neydi bu çağı bizden çalan
hangi kafanın eseriydi bütün bunlar pederson?
 
kanımızın rotası nerede bozdu bütün mevzuyu
kim kanıtlamak için çırpınır bunca cinayeti
cinayet mahallinde kaçan kimdi? kalan kimdi?
bütün bu soru silsilesi ne de yamulttu bizi.
 
falezlere atla
bu kıyılar kurtarmaz seni artık
kendi meyhanesini kurandan kork
bir de kendi bardağının içinden kendi kanını içenden.
 
-bu çağ fazlasıyla yamulttu bizi
 
Cem Kurtuluş, Mayıs 2024
 
 
 

02 Nisan 2024

Umutsuzluk Seremonisi (02.04.2024)

umutsuzluk seremonisinde sahaya sakat çıkan bir kaptan
kendi yarışını ne kadar sürdürebilir
ne kadar dahil olabilir kendince yaşamının içine?
 
bir merhametlik ve iyilik perdesi insana zuldür karşıdan karşıya geçerken
siperler boşunadır,insan da taklidin kendisinden başka nedir ki
 
yaşımı artık geriden say
çarpık ilişkilerde
perdeler terse dönünce asfaltlar yamuldu
birileri depara çıkarken birileri defansta kalır
bunu şiir sanırsın,ama şair orada kanını bırakmıştır
 
karanlık ve kan hep oradaydı
derin uykulardan hanene yazılan kanın içinde erimesi oldu
şimdi ileriye değil geriye say sayabildiklerini
vücut bile artık kanı geriden sayıyor
distortion ile soloyu birbirinden ayırt
ölüm ve yaşam gibi
kendi karanlığın nükselirken
tünel nerede son bulacak?
 
ölümün çizgileri ağırlaşıyor
kaygı koridoru genişledi
sahada saldırıya uğradık
ruh kendi içine doğru koştu
siper alanlar yenildi
 
çiçeklere karşı önlemini aldın
ruhuna bir koridor oluşturdun
bütün renkler karalaştı sisli odalarda
parka geri dönüyorsun
annene söyle seni yemeğe beklemesin
 

-üzgün bir çağın son atıkları bunlar

 Cem Kurtuluş,2024

 

17 Ekim 2023

Ucuz Gece

şimdi gülmek mi lazım bir yerlerde
bu yalnızlığa ölüm mü eklemek gerek
yoksa başka şeylerin sırasına mı girmek
ekonomi iflasa gelirken insan kendini düşünür mü hiç

birileri sana atılgan olduğunu söylemişken
"arkadaşların yok mu onlarla takılmıyor musun" diye cümleler sıraya girerken
hangisini seçeceksin
hangi soru tufanı seni izaha çeker şimdi?
 
 
-doksanlı yılların kasetlerine sar şimdi kendine
sonra yeniden başa sar
önüne karanlık bir yer çıkacak
perdeleri kapatıp kendine döneceksin yine
arada eğlenceli notalar geçecek aradan
sen yine kendine bakıp döneceksin
 
ucuz biralar da kalmadı bu devirde ucuz meyhanelerde
sıralamayı sen belirle
işşizliğine bir tokat da sen at böyle bir akşamda
bu şiir değil
ama sen yine de kaçıncı kitabını çıkardın söyle şair
ortalık dağınıkken
beynin tik tak yaparken
saatin yelkovanı nereye saplandı söyle şair
 
 
 Cem Kurtuluş, 07.08.2020

20 Eylül 2023

Köklere Dönüş: Enforcer - Nostalgia (2023)

 












Bir röportajında Enforcer vokalisti Olof şöyle diyor : “Modern olan çoğu müzik, o anda popüler olanın dışına çıkıp yeni bir şey yaratmaktır. Bizim yaptığımızın da kesinlikle bu olduğunu söyleyebilirim.”  Yeni dönemin diğer deyişle “New Wave of Traditional Metal“ akımının liderleri olarak anılıyorlar. Bu her ne kadar pek çok kişi tarafından bilinen bir şey olsa da ilk başta bu yola heyecanlarını ve tutkularını katarak ilerlemeleri onlara dair pek çok şey anlatıyor.

 Yaklaşık 20 yıla tekabül eden bir müzik geçmişi olduklarını var sayarsak onlar için bu süre pek de az süre sayılmaz ve bu konuda da pek çok röportajda mütevazı olmadıkları gerçeği var. Bu da kendilerini iyi oldukları yönünde kabul ettiklerinin göstergesi. Enforcer’ı yakından takip edenler 80’lerin o klasik soundunu görmelerini kaçınılmaz olduğunu görmüşlerdir.

 Olof Heavy Metal/Speed Metal etkileşimli olsalar da üstüne eski 70’lerden gelen Rainbow, Foreigner’dan da etkilendiğini ekliyor. Zaten beste yapılarındaki bazı yerlerde 70’lerden etkiler de oldukça fazla hissediliyor. Belki de onları önemli yapan heavy metalin izini sürüyor olmalarıydı. Speedy rifflerle adeta bir başdöndürücü soundla bunu başarılı bir şekilde gösteriyorlar. 2023’te karşımıza çıkan “Nostalgia“ albümü üzerine yazıya girişmeden önce albüm başlığının başından itibaren o nostaljiye karşı sadık kalan bir grubun temel taşı olduğunu görmek yerinde olur. “Nostalgia” kökü itibariyle Fransızca altyapılı alıp “eskiye duyulan özlem“ anlamı taşır. Bu herkes için bilinen bir detay olsa da albümün ana başlığının Enforcer için tutkulu oldukları 80’ler sahnesine duyduğu özlemi ifade eder.

 Albüm; açılışını soft, melodik “Armageddon” introsuyla yapıyor, daha sonrasında speedy ataklarıyla devam ettiği başlangıçta klavyenin eşlik ettiği “Unshackle Me” ile hızını arttırıyor. Bu bizi 80’lerin hard rock ortamına ışınlasa da gitarların yoğunluğu dinleyeni şarkının içerisinde tutmayı başarıyor.Enerjik, güçlü, dinamik altyapısıyla melodik gitarlarla da yükselişin patlamasını güçlü şekilde hissettiriyor. “Unshackle me! I´m dying can´t you see?” nakaratlarıyla da ana temasının duyulmasını istiyor.

 “Coming Alive” 80’lerin klasik sounduna benzemiş bir çığlıkla hangi rotada gideceğinin sinyalini verip, daha sonrasında speed metal gitar saldırısıyla yolunu çiziyor. Girişiyle itibaren “I’m whirling wind, I’m fire. Nothing can hold me to the ground – Metal high and metal low, blasting up the barrier of sound” nakaratlarıyla da heavy metal’in klasikleşmiş liriklerine yer veriyor. Dur durak bilmeyen enerjisiyle, coşkusuyla adeta bir gösteri sunuyor. Albümün ilk yarısında akılda kalıcı şarkılar arasına adına yazdırıyor.

 “Heartbeats” ile balladımsı ve bir o kadar enerjik doruklar arasında yolculuğa çıkarıyor, yer yer 80’lerin hair-metal gruplarını da anımsatıyor. “Demon” ismiyle 1980’lerde olan “Demon” grubunu hatırlatsa,bununla birlikte 80’lere dair çoğu grubun lirikleri “Demon” sözü olmadan geçmezdi sözünü hatırlatıyor.” 80’s sound” denilen hardrock gruplarına göz kırptığını gösteriyor.Speedy riffleriyle “Kiss of Death” enerjinin yüksek, ortama dalmanızı sağlayacak, akılda kalıcı, bir o kadar da albümün en dinamik şarkılarından biri oluyor. “And you shall always fear my name. I’m the reaper” liriğiyle de basit bir o kadar heavy metal eksenli yazıldığını gösteriyor.

 Albümle aynı ismi taşıyan “Nostalgia” epik,balladımsı, albümün hızını kesecek parçalardan olsa da Enforcer için zayıf bir şarkı oluyor. Ama lirikleriyle kişinin yalnızlığının kendisini tükettiğinden yıllara yayıldığını söyleyerek umutların genç yaşta öldüğünü resmediyor. “No Tomorrow” yarını yok gibi yaşayıp, damarlara rock’n roll enjekte eden bir anlayışla yoluna devam ediyor.

 “At the End of the Rainbow” temponun eksilmediği, şovun devam ettiği,gitarların dur durak bilmediği bir o kadar marş vari “Rainbow” nakaratlarıyla da bambaşka bir resital sunuyor. Şarkı isminin “Rainbow “ grubuna bir sevgi gösterisi sunulması olası olabilir,ki grubun müziğe başlangıcında ilham aldığı gruplar arasında Rainbow yer alıyor.

 Heavy metal’in üstünlüğüne dair “Metal Supremacia” Güney Amerika metal müzik sahnesine bir övgü niteliği taşıyor. Sözlerin İspanyolca olma nedeni vokalist Olof’un verdiği röportaja göre gitarist Jonas’ın fikrini önemseyerek böyle söylenmesi kabul edilmiş. Jonas’ın açıklamasına göre de “bu,şarkıya bir kimlik kazandırıyor, ve İngilizce’ye çevirdiğiniz anda kimlik kayboluyor” fikri var. “White Lights in the USA” hair metal etkilerinin baskın hissedildiği, özellikle Los Angeles barlarında sahne alan Glam Metal gruplarını hatırlatıyor. ”Keep the Flame Alive “ ve finalde “When the Thunder Roars (Cross Fire) ile güçlü bir ambiyans yaratıyor. Yine de albümün ilk yarısında aldığınız coşku,adrenalin ile albümün ikinci yarısında başka yere evriliyor.

 2019 yılındaki “Zenith” albümünden kadro bazında Tobias yerine “Garth Condit” ismi kadroya ekleniyor,diğer elemanlar aynı kalsa da kadrodaki tek değişiklik bu oluyor.Albümün diğer detaylarına inecek olursak;grubun ilk başladığı yer olan Hvergelmer Stüdyolarında kaydediliyor albüm, analog olarak kaydedilen albümün mikslenen albümün prodüksiyonu uzun süredir prodüktörlük yapan Rikard Löfgren’in yardımıyla gerçekleşiyor. Albümün kapağını da “Adam Burke” üstleniyor.

 Sonuç olarak; “Zenith” albümünün aksine daha güçlü, daha eskiye dönüş şeklinde speedy rifflerle, melodide vıcıklığa kaçmadan ,bir o kadar Olof’un sinerjisiyle daha güçlü bir albüm yaratıyor Enforcer. “Nostalgia” ismi de tam olarak 80’lerin havasını solumak ve o özleme hasret kalanlar olanlar için sihirli bir kayıt. Bu kayıt ile grup kendini fazlasıyla affettiriyor ve heavy /speed metal ekseninde dolaşacağının garantisini veriyor.


Not:Bu yazı ilk defa 15.09.2023 tarihinde  https://www.extreminal.com adresinde yayımlanmıştır

 

Kadro

Olof Wikstrand-Vokal/Gitar
Jonas Wikstrand- Davul/Piyano/Klavye
Jonathan Nortwall-Gitar
Garth Condit- Bass Gitar

 Cem Kurtuluş,2023