// body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...
// etiketinden önce aşağıdaki kodu ekleyebilirsiniz. // body elementide aşağıdaki şekilde düzenlenmelidir. ...

Etiketler

Tarih

Kategoriler

10 Kasım 2012

İçkiyi bırakmamı asla bekleyemezsin: Leaving Las Vegas (1995)















Bazı şeylerin nasıl olduğunu anlayamazsınız. Afallarsınız. Sizi çılgına çevirir. Onları elinizle itmek isteseniz de yakanıza bir şekil yapışır ve sizi bırakmaz.  Kendinizi rahat hissettiğiniz zamanlar azdır.  Bunu yakalamaksa zordur.  Yokluk ile varlık arasında ince bir çizgi, yaşanmışlıkların ve yaşanacakların ardına çizilmiş bir meridyen, içilen şaraplardan sonra dünyanın yamulduğunu gören gözler... 

" Leaving Las Vegas"  90’larda sinema kuşağına damga vuran, alkolizm konusunda bir filmin nasıl işleneceğine dair ders veren bir film, aynı zamanda Nicholas Cage’in ilk Oscar aldığı film olma özelliğini taşıyor.
Filmin konusuna dönecek olursak;   Filmin baş aktörü Ben Sanderson.(Nicolas Cage)  Karısının kendisini terk ettikten sonra  kendini içkiye veren manyak bir alkolik karakteriyle karşımıza çıkıyor. Las Vegas'a taşınıyor, " drink to death" mevzusunu gittiği yerlerde devam ettiriyor. Filmin başlarında Ben Sanderson'un yazar kimliğiyle tanışıyoruz, ama yazarlığına dair hiçbir ipucu verilmiyor. Daha sonrasında film Ben Sanderson'un alkolikliğine geçiyor.

 Ben Sanderson gittiği erotik bir  kulüpte tükettiği yüksek alkol nedeniyle karşısında yarı  çıplak şekilde dans eden karşısında boşalma sorunu yaşıyor, bu da ileride yaşayacağı hayata yansıyor. Film bu sekanslardan sonra kafasını Las Vegas'a taşınan kendini alkolle öldürmek isteyen bir adamın hayatına odaklanıyor. Ben Sanderson parasını alkolden başka bir şeye harcamıyor. Kaldığı oteldeki odası bir çeşit alkol hazinesi.  Kederli ve beat bir adam olarak karşımızda Ben Sanderson. Kendisini anlatma ihtiyacı duyan biri kendisi. Aynı zamanda iyi bir yazar, ama filmin başlarından itibaren bu tarafı yönetmen tarafından seyirciye fazla yansıtılmıyor.Ama ufakta olsa neler yaptığına dair kısa sekanslar filmin içinde yer alıyor. Yazarlıktan alkolikliğe geçiş evresi Ben Sanderson'un "  Hatırlamıyorum. Karım beni  terk ettiği için mi alkole başlamıştım yoksa içmeye başladığım için mi karım beni terk etmişti?  " sözünde yatıyor. 

  Filmde süreç Ben'in alkolik sorunları üzerineyken sonrasında Sera karakteriyle tanışıyoruz. Sera, patronu Yuri'ye para götürmekle yükümlü Las Vegas sokaklarında fahişelik yapan bir kadın. O da Ben gibi şefkata muhtaç biri. Ben'le 500 dolara anlaştıkları gece Ben'in erken boşalması sonucu geceyi  konuşarak, içerek, uyuyarak geçiriyorlar, bu geceden sonra aralarında duygusal bir bağ oluşuyor.  Bu sırada aralarında yaşadıkları aşk sevgi ve saygı çerçevesinde devam ediyor. 

Sera fahişelik yapmaya ve yaşamını sürdürmeye devam ediyor, Ben'de alkolikliğiyle kaldığı yerden devam ediyor.  İkisi de birbirlerinde aradıkları şeyi iyi biliyor; film de bunu seyirciye iyi hissettiriyor. Bunlar devam ederken alkolik sorunları yüzünden kaldıkları yerden kovuluyorlar. Filmde  İki karakter arasındaki fark biri " drink to death" mevzusuyla ölmeyi arzularken, diğer karakter ölmekten yaşamaya doğru koşuyor. Sera'nın tek umudu, ihtiyaç duyduğu Ben.

 Ben, Sera'nın fahişeliğine ses çıkarmazken, Sera kendisini aldatan Ben'i  anında evinden kovuyor.   Bu ikilemde filmi izlerken tek soru;  “ adil mi “ sorusu oluyor. Kadın tarafından aldatılmak ve erkek tarafından aldatılmak arasındaki farkı filmde az da olsa gözlemliyoruz.  Her ikisi de sonra kendini bilinmez kuyularda buluyor, başları belaya giriyor ve kendi kendine bilinmez yerlerde  çürüyorlar.  Filmin en dramatik kısmıysa Sera’nın Ben’in alkolden dolayı ölümüne tanıklık etmesiyle gerçekleşiyor, karanlık odada yaratılan atmosferse filmin artısı oluyor.

 Sonuç olarak;  " Leaving Las Vegas "  John O'brien'ın bir öyküsünden uyarlanan,  dibe vuran iki kaybedenin hikayesini  Mike Figgis'in gözünden  ahlakçı anlayış yerine içtenlikle ele alıyor.   'Leaving Las Vegas'ta  'Drink to death '' olayı  filmin kopma noktası oluyor. Alkolle var olan, aynı zamanda bu alkolikliğin altında yatan tonlarca sebep olduğunu film işleyiş olarak bize derinden hissettiriyor. Sountrackler, nihilist olma eşiği, Nicholas Cage ve Elisabeth Shue'nin  mükemmel oyunculukları filme yansıyor. Özellikle Ben Sanderson’a can veren Nicholas Cage’ın bir alkoliğin nasıl olması gerektiğini,aynı zamanda bu alkolikliğin altında yatan sebepleri derinden hissettirirken, Elisabeth Shue çekiciliğiyle, seksiliğiyle,  oynadığı fahişe rolüyle Nicholas Cage’ye iyi bir partner oluyor.

 Filmde umutsuzluk çöküntüsünü fazlasıyla hissediyoruz. Erotik unsurları da filmin içine iyi yerleştiriliyor, şarkılarda filmin atmosferine tam uyum sağlıyor.  Filmi Sera’ya can veren Elisabeth Shue’nın dramatik sözleriyle bitiriyorum;

“ Sanırım olay şuydu;ikimiz de fazla zamanımız olmadığını anlamıştık ve ben de onu olduğu gibi kabul etmiştim, ondan değişmesini beklememiştim. Sanırım o da benim için aynı şeyi hissetmişti. Onun içinde olduğu dramı sevmiştim. Ve bana ihtiyacı vardı. Onu sevmiştim, onu gerçekten sevmiştim.”


İzledikten sonra Altını Çizdiklerim; 

Hatırlamıyorum. Karım beni  terk ettiği için mi alkole başlamıştım yoksa içmeye başladığım için mi karım beni terk etmişti? 

 -Vegasa neden geldin?
Ölümüne içmeye

- Belki de bu kadar çok içmemelisin
-Belki de bu kadar çok nefes almamalıyım Terri

 Ben Sanderson: İçkiyi bırakmamı asla bekleyemezsin

" ikimizde ayyaşın teki olduğumu biliyoruz..." 

" Buraya kendimi öldürüne kadar içmeye geldim" 

“ Sanırım olay şuydu;ikimiz de fazla zamanımız olmadığını anlamıştık ve ben de onu olduğu gibi kabul etmiştim, ondan değişmesini beklememiştim. Sanırım o da benim için aynı şeyi hissetmişti. Onun içinde olduğu dramı sevmiştim. Ve bana ihtiyacı vardı. Onu sevmiştim, onu gerçekten sevmiştim.”


Cem Kurtuluş, 2012

0 yorum: