“Oedipus“ Yunanca’da "şişik ayaklı" anlamına
gelir. “Thebes'ın mitolojik kralı, Laios ve Iokaste'nın oğlu. Babasını
öldürüp annesiyle evlenmiştir. "Diğer anlamda Oidipus Kompleksi olarak
bilinen durum; Freud’a göre küçük erkek çocukları babalarını düşman ve rakip
olarak görür; annelerini ise ilk aşkı olarak görürler. Babalarından kurtulma
anneleriyle yakınlaşma arzuları da bu fikrin içinde yerini almaktadır Freud’a
göre.
Georges Bataille'ın (1897-1962) “Ma Mere “ (Annem) adlı
romanından uyarlanan “
Ma Mere “ bu temayla öne çıkan; Pierre adında genç
bir çocuğun annesine olan sevgisiyle birleştirip seyirciyi arzu dolu bir
yolculuğa çıkarıyor. Babasının bir seyahate çıkması sonucu annesiyle aynı evde
kalan Pierre’in melankolik durumu,annesinin de partilerde ve alkole olan
düşkünlüğünü filmin başından itibaren gözlemliyoruz. Filmde babasını sadece
oğluna “bak ben
de annen gibiyim” söylemlerinden sonra ortalıkta
göremiyoruz. Babasıyla bildiğimiz tek şey bir kazada öldüğü. Film adına
bu geçişlerde kısa sürede gerçekleşiyor,hiçbir şey anlayamıyoruz. Filmin ilk
yarısından itibarına babasına dair net bir bilgi yok ortada.
Pierre’nin
mutsuz,depresif hallerini de ilk yarım saatte tanıklık ediyoruz. Yalnız
dünyasında kendini keşfetmek istiyor;ama o yalnız dünyada ne yapacağını
bilememe hissiyatı onu kemiriyor. Annesine duyduğu arzu da bu şeylerin
içinde gelen biri. Annesinin kendisine söylediği “başkasının zevkini yok sayarsan ne
faydası olur “ cümlesiyle bunu anlamak mümkün olsa da Annesi
ile kendisi arasındaki ortak özellik depresif ve mutsuzlukları; annesi içerek
kendini dağıtıp,partilerde kendinden geçerken Pierre ise kendi yalnızlığıyla
içine kapanık dünyasını gösteriyor bize.
Ahlak
kurallarını yıkan, kuralsız bir yaşam süren Helene’nin hedonist dünyasında seks
arzularına tanık ediyoruz bu süreçte, hem de oğlu ile yakınlaşmalarına.
Babasının ölümünden sonra resmiyette anne gözüken “ Helene “ aslında
oğluna anaç/annelik bir görev üstlenmiyor. Mutlu olmasını,tadmamış şeyleri
tatmasını istiyor bir nevi.
“ Ben bir orospuyum,bir kaltak“ diye oğluna kendi
gerçeğini de bu şekilde açıklıyor. Alkol ve seks içinde yaşayan
Helene'nin fahişe olduğunu da böylece öğrenmiş oluyor. Bu süreçten sonra
oğluna bir şey öğretmek adına Helene, oğlunu Rea ile
tanıştırıp ilk cinsel deneyimini oğlunu yaşattırıyor. Bu bölümlerde bir nevi
erkekliğe bir adım yaklaşan Pierre’in, Rea ile yaşadığı ilk cinsel deneyim bir
nevi mazoşist, sancılı bir süreç oluyor. Helene’nin seks yaşantısının hızlı
olması daha doğrusu oğluna sirayet ediyor. Hedonizmin doruklarında gezinen
sahneler yerleştiriliyor filmin bu bölümünde. Pierre ile annesi arasında
doğacak ilişkide ayrılık sürecine geliniyor.
Bu
süreçte Pierre; daha mutsuz,daha depresif,daha kendinle kalsa da o’na eşlik
eden Hansi adında
bir genç bir kız vardır,annesi bakması için o’na yol arkadaşını
bırakmıştır. Bu bölümlerde Pierre’ın bir kadına dokunurken
hassasiyetine odaklanıyoruz. Duygulu sevişmek, dokunmanın büyüsü,arzulamak
bütün hepsi Pierre’in seviştiği kişiyle yaşanıyor. Filmin doyuruculuk,diyalog,duygusallık
yönünden Hansi karakterine
ayırdığı zaman dilimi bu açıdan değerli. sonraki dönemde Oğlu ile arasında
ensest ilişki yaşıyor, bu da bir noktadan sonra Helene’nin Pierre’den
kopmasına neden oluyor.
Melankoli
bir ruh halinde seyircinin önüne çıkarılan Pierre karakterini annesi Helene ile
olduğu süreç ve annesinden ayrıldığı süreç olarak ayırmak mümkün. Filmin
finaline yakın Hansi ve Pierre birlikteliğinden
duygusallık yerini annesi ile son olarak yaşadığı sevişmeyle kapanıyor,final
kısmında da annesinin ölümüyle ölüye karşı mastürbasyon sahnesi de bir o kadar
ilk defa izleyenler için şaşırtıcı oluyor.
Filmde
kamera, seyirciden ne erkeğin cinsel organını saklıyor, ne de kadınların vücut
hatlarını. Böyle yapmakla cesur olduğunu gösteriyor. Yine de bu açıdan
erotik bir filmden öteye gitmiyor. Bazı sahnelerde çıplaklıktan korkulmamalı
gerektiğinin de altını çiziyor. Filmde Türklere ve İstanbul’a dair
vurgu yapılıp,iki ülke insanları arasında karşılaştırma yapılıyor.
Senaryoya
gelecek olursak… senaryosu daha güçlü olabilirken maalesef filmi tutan bazı
seks sahneleri ve Pierre ile Hansi’nin duygusal olarak yakınlaştırdıkları
sahneler alıyor. Bunun haricinde daha çok Anne ile Çocuk arasındaki ilişki
değil, daha çok hedonizm üzerinden yola çıkıp Pierre’in depresyonuna da
tanıklık etmiş oluyoruz.
Oyunculuklara
gelirsek... Helene/Anne karakterine
can veren Isabelle
Huppert oyunculuğuyla göz dolduruyor,ki oldukça bu ruh
halini fazlasıyla iyi yerine getiriyor. Ama yine de Isabelle Huppert'in böyle bir
rolü kabul etmesi üzerine yorumların fazlaca olduğu ortada. Pierre karakterine
can veren Louis
Garrel ise ergenlikten yetişkinliğe geçtiği dönem
geçişiyle depresif sahneleriyle kendinden söz ettiriyor. Bunun yanında bir o
kadar filmin can alıcı oyuncularından biri Hansi karakterine can
veren Emma
de Caunes oluyor. Hikayenin Pierre ve Hansi ile duygusal
yolculuğa çıktığı zamanlarda hikayenin tamamı önceden başlamış devam ettirilse
daha etkili bir yapım izleyebilirmişiz gibi geliyor.
Sonuç
olarak; Depresiflik,mutsuzluk,hedonizm, ahlak kurallarını hiçe sayışıyla
rotasını belirleyen ve Georges Bataille’ın “Ma Mere” aynı adlı kitabından
uyarlanan film bir anne ile oğulun hedonizm,ahlaksızlık dünyasıyla tanışmasını
işleyecek bir film olmalıyken; geçişleriyle, diyaloglarıyla, senaryonun karma
karışıklığıyla “ ne izledim” derken bulabiliyorsunuz kendinizi. Hikayenin
genelinde Pierre’in duygusal boşluğuyla depresif dünyasına dair Hansi karakteri
üstünde durulsaymış daha etkili bir yapım ortaya çıkabilirmiş dedirten bir
yapım olmasını da söylüyor bir yandan.
Yönetmen: Christophe Honoré
Oyuncular: Isabelle Huppert, Louis Garrel, Emma De Caunes
Yapım Yılı: 2004
Süresi: 110 dakika
Ülke: Fransa
Yönetmen:Christophe Honere
İzlerken Altını Çizdiklerim:
“ anneni sevmek her şey değildir,akıllı olmak da “
“ başkasının zevkini yok sayarsan sana ne faydası olur”
Cem Kurtuluş, Mart 2015
0 yorum:
Yorum Gönder